Ölüm Kötü Müdür? Ölüm Korkusu Üzerine Epikür ve Lukretius – Frederik Kaufman

Çoğu insan ölmenin kendileri için kötü olacağını düşünür ve bu yüzden korkar. Bu korku mantıklı mıdır?

/
3064 Okunma
Okunma süresi: 11 Dakika

Antik Yunan filozofu Epikür’e göre (M.Ö. 341-270) hayır. Ölümün – yani bilincin kalıcı olarak yok olmasının – kötü olmadığını, bu yüzden korkmamamız gerektiğini savunur. Romalı filozof Lukretius (M.Ö. 94 – 55 dolaylarında) hemfikir olup Epikür’ü savunur. Eğer Epikür ve Lukretius haklıysa ölüm korkusu mantıksızdır. Peki haklılar mı?

1. Epikür’ün Savunması

Epikür’e göre, ölüm bize dokunamaz çünkü “yaşadığımız sürece ölüm yoktur, ölüm geldiğinde ise artık biz yokuzdur.” Ölüm bize dokunamadığı için kötü olamaz. Korku yalnızca kötü bir şey için mantıklıdır. Bu yüzden Epikür, ölümden korkmanın anlamsız olduğu sonucuna varır. [1]

Açık olmak gerekirse: sorun ölü olmaktır, ölmek değil, çünkü ölürken hala varız. Ölmek korkunç olabilir ve haklı olarak korkulabilir.

2. Epikür’e Yanıt

Sağduyu uzun zamandır Epikür’ü geri ürkütüyordu. Elbette ölüm, bizi yaşamın güzelliklerinden mahrum bırakırsa kötüdür. Tabii ki, halihazırda devam eden yaşamımız korkunç ise, o zaman ölüm bizi mahrum bırakmayabilir. Fakat ölüm bizi iyi deneyimlerden mahrum bırakırsa, o zaman kötüdür, çünkü herhangi bir iyilikten mahrum kalmak kötüdür.[2]

3. Lukretius’un Savunması

Epikür’ün bu sağduyu yanıtı Lukretius’un eline koz verir. Ölümün bizi yaşadığımız zamandan mahrum bıraktığı için kötü olduğunu söylersek, doğduğumuz tarihten daha erken bir tarihte doğabileceğimizden (ya da var olabileceğimizden) ötürü doğduğumuz tarih de bizi yaşadığımız zamandan mahrum bırakabilir. Fakat kimse doğmadan önceki zamanı kaçırmaktan korkmadığı için, öldükten sonraki zamanı kaçırmaktan da korkmamalıdır.

Lukretius şöyle diyor:

Biz doğmadan önceki geçmiş çağların nasıl ziyan olduğunu görmek için yeniden geçmişe bakın. Doğa bu anları bize öldüğümüz ve bu dünyadan gittiğimiz zamanın bir aynası olarak gösterir. Bu durumda korkunç ve karamsar görünen bir şey var mı? Uykudan daha sakinleştirici bir dinlenme değil midir?[3]

4. Lukretius’a Yanıt

“Geç” doğmanın “erken” ölmek kadar kötü olduğunu kabul edersek, belki de hem doğduğumuzda hem de öleceğimiz zaman ağıt yakmalıyız.[4]

Ancak, buna inanmak zor ve hatta yapmak daha da zor.

Ayrıca, hem doğumdan önce hem de ölümden sonraki yokluğumuz bizi mahrum bıraksa bile, ölüm bizi önemsediğimiz bir şeyden mahrum bırakıyor olabilir, oysa ki biz doğmadan önce kaçırdığımız zamana kayıtsız kalırız.[5] Yani, gelecek için tercih hakkına sahip olabiliriz. [6]

Fakat doğru olsa bile, bu tercih, doğumumuzdan önce kaçırdığımız güzelliklerin yerine, ölümümüzden sonra kaçıracağımız güzelliklere neden daha çok önem verdiğimizi açıklar. Lukretius’a göre yaptığımız tercih mantıksızdır çünkü her iki var olmama şekli de muntazamdır, bu yüzden her ikisine karşı benzer tutum sergilemek gerekir. Lukretius bile geleceğin lehinde taraflı olduğumuz konusunda hemfikir ki ona göre asıl sorun da bu!

5. Lukretius’a Farklı Bir Yanıt

İşte daha umut verici bir yanıt.[7] İstediğimden daha geç ölebilirim ama doğduğumdan daha erken doğamazdım. Daha önce doğmuş bir ben, şimdiki ben olamazdı, çünkü farklılaşan gametlerim farklı bir kişi yaratırdı. [8] Öyleyse, mantıken yalnızca bir benliğime yas tutabilirim.

Fakat sorun şu ki eğer belirli gametler insanın kimliğini belirliyorsa, tüpte döllenme de aynı insanın daha önce nasıl var olabileceğini gösterir. [9] Bir kişinin geliştiği embriyo, doğması gerektiği zamandan daha erken dünyaya gelirse, bu durum aynı kişinin daha önceden var olabileceğini gösterir.

Tüp bebek olarak olması gereken zamandan önce dünyaya gelen insan aslında sonradan dünyaya gelmesi gereken benliğinin tıpa tıp aynısı olurdu ancak bu durumda “insan” terimi biyolojik bir kavram olan “insan organizması” ile metafizik bir kavram olan “kişi” arasında belirsiz kalır. Örneğin, kalıcı şuur kaybı yaşayan insanlar besbelli birer insan organizmalarıdır fakat mantıklı bir öz-farkındalık merkezine sahip olmadıklarından kişi değillerdir. Buna karşılık, Süpermen gerçekten var olsaydı, tam böyle bir kişi olurdu, fakat türümüzün bir üyesi olamazdı.

Embriyo daha önce dünyaya gelmiş de olsa, yine aynı insan organizması olurdu. Peki aynı kişi olur muydu? [10]

Hayatımızdaki ayrıntıları önemsiyoruz. Endişelerimiz, anılarımız, umutlarımız, ilişkilerimiz ve hayatımızı yaşamaya değer kılan her şey bizim için önemlidir. Ölümün bizde yarattığı korkunun nedeni de budur. Buna yaşamaktan yoksun çıplak insan organizmasından ayırt etmek için “boğuk kişiliğimiz” diyebiliriz. [11] Bu nedenle, daha önce var olan bir insan organizması daha sonra var olan bir organizmayla tıpkı aynı olsa bile, hiçbirimiz için önemli olan bu değildir.[12]

Yarın ölürsem (ki gerçeğin aksine bunu çok isterim), yine de yaşamımın yarınını kolayca hayal edebilirim ancak yaşamımın daha erken başlamış halini hayal edemiyorum. Örneğin, eşimle doğmadan önce nasıl tanışabilirdim? Her şeyi bir şekilde zaman içinde uygun adımla geri itemediğimiz sürece, boğuk kişiliklerimiz muhtemelen onlardan daha erken var olamaz. [13]

Dün yediğimiz pasta gibi imkansız şeylerden mahrum kalamayız. Boğuk kişilerin kendilerinden daha erken var olmaları imkansız olduğu için, dünyaya gelmeden önceki zamandan da mahrum kalmazlar. Fakat bir amaçtan daha sonra ölmek mümkündür, böylelikle o zamandan mahrum kalabiliriz.[14] Öyleyse bu da Lukretius’a cevap verir.

6. Sonuç

Epikür’e gelen sezgisel cevaba geri dönmek gerekirse, ölüm bizi yaşamın iyi deneyimlerinden mahrum bıraktığından ölümden korkmak yersiz değildir onu kötü yapan da budur. Çoğumuzun başlangıçta düşündüğü buydu ve görünüşe göre de haklıyız.

Dipnotlar

[1] Epikür, “Menoikeus’a Mektup”, Temel Doktrinler, Russell Geer, 1978. s. 54. Epikür için, mutluluk (zevk) içsel değere sahip olan ve kendi iyiliği için değerli olan tek şeydir; yani zevk sadece kendisi değerli olan tek şeydir; her şeyin bir araç olduğu ve bu nedenle yaşamdaki nihai hedef olduğu için bir sondur. Ölüm korkusu ise kaygıya neden olarak hayatımızı mahveder. Bu es geçilecek bir sorun değildir. Ölümümüzle yüzleşme şeklimiz, belki de insanlık halinin en büyük ikilemidir. Bu durum ölümün bir yok oluş olduğunu düşünenler veya inkar edenler için de geçerlidir.

Adanmış bir Epikürcü olan Lukretius, akıl hocasına, onu pek çok insanı üzen, çaresiz hayatlar sürmelerine ve korkunç şeyler yapmalarına neden olan ölüm korkusundan kurtardığı için Epikür’e minnettarlığını ifade eder; Evrenin Yapısı, Kitap II, s. 65, Cecil Bailey, tercüme edilmiş, Oxford University Press, 1950:

Ne güzeldir; büyük denizlerde rüzgarlar, karadakilerin mücadelelerini izlemek için suları dalgalandırır. Bunun sebebi başkalarının üzüntüsünden ya da mutluluğundan zevk almaktan ziyade ne kadar şanslı olduğunuzu fark etmenin verdiği hazdır.

[2] Bu argümanın geliştirilmesi için, Thomas Nagel’in, Mortal Questions (Ölümlü Sorular) adlı kitabındaki (Cambridge University Press, 1979) yeniden basılan “Ölüm” başlıklı makalesine bakınız. s. 1-10. Fred Feldman da dahil olmak üzere pek çok filozof, Confrontations with the Reaper (Azrail’le Yüzleşme) (Oxford University Press, 1992; Ben Bradley), Well-Being and Death (İyilik ve Ölüm) (Oxford University Press, 2009;), Death (Ölüm) (Shelly Kagan, Yale University Press, 2012) ve çok daha fazla kitapta yoksunluk olgusunu geliştirmiştir. Yoksunluk olgusu, ölümün kötü olma nedeninin en yaygın açıklamasıdır. Yaygın olmasının sebebi sezgisel olarak doğru olmasıdır. Ancak bu kitapların da gösterdiği gibi, felsefedeki birçok görünüş sanılandan çok daha fazla entelektüel çaba gerektirir. Ölüm, felsefe için çok eski bir konudur,ancak Nagel’in makalesiyle birlikte, ölümü çevreleyen metafizik ve etik sorulara büyük ilgi oluşmuştur.

[3] Lucretius, Evrenin Yapısı. Cyril Bailey, Oxford University Press, 1920, III. 927.

[4] Fred Feldman, “Some Puzzles About the Evil of Death,” (Ölümün Kötülüğü Hakkında Bazı Bulmacalar) Philosophical Review (Felsefi İnceleme) 100.2, Nisan 1991 205-27 (yeni baskı David Benatar, Life, Death, and Meaning, (Yaşam, Ölüm ve Anlam) Roman and Littlefield, 2004, s. 234), ölümlerin de doğumlar gibi görülmesinin gerektiğini savunur.

Sonuç olarak mantıksız görünen duygusal asimetriyi (geç doğum ve erken ölüm arasındaki) düzeltmenin iki yolu vardır. Bu konuda Lucretius’u örnek alabilir ve erken ölümün kötü olduğunu düşünmekten vazgeçebiliriz. Ya da en azından, geç doğumun kötü olduğunu görmeye başlayabiliriz. Bana göre bu durumda ikinci seçenek tercih edilmelidir. Erken ölümün mahrum bıraktığı zevklere karşı duygusal tepkilerimizin, geç doğumun mahrum bıraktığı benzer zevklere karşı duygusal tepkilerimizden oldukça farklı olduğu kabul edilmelidir. Önerim doğruysa, bu duygusal asimetri mantıksızdır.

Doğumumuzun gecikmesinin, zamansız ölümümüz kadar trajik olabileceğini kabul etmek, Lucretius’un ölüme kayıtsız kalmamız hakkındaki önerisini kabul etmekten daha zordur.

[5] Anthony Brueckner ve John Martin Fischer, “Why Death is Bad” (Ölüm Neden Kötüdür), Philosophical Studies (Felsefi Çalışmalar) 50 (1986) s. 213-21, s.219. Brueckner ve Fischer’a göre daha erken dünyaya gelebilirdik, ancak geleceğe yönelik taraflılığımız sebebiyle doğumumuzdan önceki mahrum kaldığımız güzelliklere önem vermezdik. Yaşamsal öneme ve ölüm sonrası zamanlarda neyin önemli olduğunu görmek için Lukas J. Meier (2019) “What Matters in the Mirror of Time: Why Lucretius’ Symmetry Argument Fails,” (Zaman Aynasında Önemli Olan Nedir?: Lucretius’un Simetri Argümanı Neden Başarısız Oldu?) Australasian Journal of Philosophy (Avustralasyan Felsefe Dergisi), 97:4, 651-660’a bakınız.

[6] Fischer ve Brueckner “The Asymmetry of Early Death and Late Birth,” (Erken Ölüm ve Geç Doğum Asimetrisi) Philosophical Studies (Felsefi Çalışmalar) 71 (1993) 327-31; s. 328. geçici önyargımızı ortaya çıkardığı düşünülen, Derek Parfit’in ünlü düşünce deneyinin bir varyasyonuna hitap ediyor. (Rasyonel ön yargı fikri tutarsız göründüğü için “ön yargı” mantıksız bir tercihtir.) İşte Brueckner ve Fischer’a ait Parfit düşünce deneyinin bir versiyonu:

Bir ilacı test etmek için hastanede bulunduğunuzu düşünün. İlaç bir saat boyunca yoğun bir zevke ve ardından hafıza kaybına neden oluyor. Uyanıp hemşireye durumunuzu soruyorsunuz. Hemşire, ilacı ya dün deneyip (ve bir saat zevk alıp) bırakmış olacağınızı ya da yarın ilacı deneyeceğinizi (ve bir saat zevk alacağınızı) söylüyor. Tercihinizin yarın zevk almak olacağı oldukça açıktır.

[7] Nagel, aynı eserden s. 7

[8] Bu görüş için, bakınız: Origin Essentialism (Chad Vance).

[9] Jeff McMahan (“The Lucretian Argument,” The Good, the Right, Life and Death: Essays in Honor of Fred Feldman (İyi, Doğru, Yaşam ve Ölüm: Fred Feldman Şerefine Denemeler). McDaniel, Kris Ashgate, 2006. S. 213-226, s. 216):

Tüp bebek olarak dünyaya gelmiş bir insanı düşünün. Ailesi bir çocuklarının olmasını istiyordu. Ancak, yaşlandıkça çocuk sahibi olmanın, çocuklarında doğuştan bir kusuru yaratna riskinin daha yüksek olmasından endişelendiler. Böylece tüp bebek tedavisine başvurdular ve embriyoları donduruldu. Daha sonra, embriyoyu bir birey haline gelmeden öce 15 yıl beklettiler. Aynı embriyo daha erken bir zamanda emplante edilmiş olsaydı, aynı kişinin daha erken bir kökene sahip olacağı bir durum gibi görünüyor. Eğer bu doğruysa, kendilerinden daha önce var olabilecek insanlar da var.

Bu durum sonucunda “kimliksizlik sorunu” ortaya çıkar: tanım için bakınız: The Non-Identity Problem (Duncan Purves)

[10] John Locke, İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme, II. kitap, ch xxvıı, paragraf 9. Locke’un, “insan” veya “insan organizması” ile “kişi” arasında keskin bir ayrımı var. Locke’a göre “kişi”, akıl ve muhakeme yetisine sahip düşünen zeki bir varlıktır, farklı yer ve zamanlarda yine kendi gibi düşünebilme yetisindedir.

[11] Bkz. Frederik Kaufman, “Pre-Vital and Post-Mortem Non-Existence” (Yaşama Öncesi ve Ölüm Sonrası Yokluk) American Philosophical Quarterly Dergisi, 36, (1999), s. 1-19.

[12] Derek Parfit, Nedenler ve Kişiler, Oxford University Press, 1984. 12. Bölüm, “Kimliğimiz Neden Önemli Değildir?” Parfit, önemli olanın metafiziksel olarak sadece tek bir özdeş varlık olup olmadığından ziyade kendimize dair devam eden psikolojik algımız olduğunu savunur. Bunu, kişinin düşünsel bölünmeye uğradığı ikinci bir bilinç akışı ile sonuçlanan özgün deneyleriyle gösterir.

[13]Travis Timmerman, “Asimetri Sorununu Önlemek” Oran31/1 (2018) s. 88-102; Timmerman’e göre samanyolu var olduğundan daha erken bir zamanda oluşmuş olabileceğinden kişi, samanyolunun daha önce oluşmasını sağlayabileceği zamandan mahrum kalabilir.

Buna karşılık, Nagel’in yolundan giderek, gerçekleşmemesinin bir talihsizlik olarak sayılması için bir olasılığın ne kadar mümkün olması gerektiğine dair bazı sınırlamalar koymamız gerektiğini savunuyorum. Dolayısıyla, samanyolunun daha önce oluşmuş olması mümkün olsa bile, kişi, samanyolunun olabileceğinden daha erken var olamadığı için bu olası zamandan mahrum kalmaz. Yarın bir araba kazasında ölerek zamandan mahrum kalmak, zamanı kaçırmakla kıyaslanamaz çünkü samanyolu daha erken değil daha geç oluştu. Burada birinci durum açıkça bir talihsizlikken, ikinci durum böyle değildir. Bkz. Ölüm ve Ölüm Felsefesini Keşfetmek,” Var Oluşa Giriş ve Çıkış” (Travis Timmerman, Michael Cholbi) 2020.

[14] Buradaki “mümkün” kavramı tartışmalıdır. (Bu kavram hakkında daha geniş bilgi için bkz. Olasılık ve Gereklilik, Andre Leo Rusavuk) Görünüşe göre yaya ona çarpıp onu öldüren arabanın yoluna çıkmamış olabilir. Bunu inkar edersek, yoksunluk fikrinden de vazgeçmeliyiz, çünkü yoksunluk, olayların farklı bir sonucu olabileceğini ima eder. Yani, imkansızlıklardan mahrum kalamazsak ve onlardan farklı olmak imkansızsa, olayların oluş şekli bizi mahrum bırakmaz.


Frederik Kaufman-Is Death Bad? Epicurus and Lucretius on the Fear of Death”, (Erişim Tarihi: 2 Ekim 2020)

Çevirmen: İrem Mirza

Çeviri Editörü: Can Kalender

Öncül Analitik Felsefe Dergisi, 19 Ocak 2018 tarihinde kuruldu. Sunum, söyleşi, makale, çeviri, canlı yayın gibi içerikler üreterek Analitik Felsefe’ye dair Türkçe veritabanını genişletmeye devam ediyor.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Belirsizlik ve Doğruluk Dereceleri – Alexander Pruss

Sonraki Gönderi

Tanrı’nın Varlığına Dair Modal Bir Ahlak Argümanı – Jonathan David Garner

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü