Örtük Önyargı – Michael Brownstein (Stanford Encyclopedia of Philosophy) – Michael Brownstein

/////
3582 Okunma
Okunma süresi: 109 Dakika

“Örtük önyargı” üzerine yapılan araştırmalar, insanların, önyargı ve basmakalıp yargılar temelinde hareket etme niyetleri olmadan da bu şekillerde davranabileceklerini göstermektedir. “Örtük sosyal biliş” alanındaki psikologlar öz saygıyı, yiyecekleri, alkolü, politik değerleri ve daha fazlasını incelerken, en dikkat çekici ve iyi bilinen araştırmalar, Afrikalı Amerikalılar, kadınlar ve LGBTQ topluluğu gibi sosyal olarak damgalanmış grupların üyelerine yönelik olan örtük önyargılara odaklandı. Örneğin, kadınların ve erkeklerin dış dünyadaki kariyer olanaklarına eşit derecede uygun olduğuna inanan Frank’i hayal edin. Eşitlikçi inancına rağmen, Frank yine de kadın iş arkadaşlarından gelen geri bildirimlere güven duymamaktan, kadınlar yerine eşit niteliklere sahip erkekleri işe almaya kadar birçok önyargılı davranışta bulunabilir. Frank’in ayrımcı davranışının nedenlerinden biri, sahip olduğu örtük bir cinsiyet önyargısı olabilir. Yani, Frank’in bu eşitsizlikçi diyebileceğimiz davranışının nedenlerinden biri, örtülü olan bir cinsiyet yanlılığı olabilir. Örtük önyargı üzerine psikolojik araştırmaların giderek artmasıyla birlikte (§1), metafizik (§2), epistemolojik (§3) ve etik sorular (§4) yükseldi.


İçindekiler

1. Giriş: Örtük Sosyal Bilişin Tarihi ve Ölçüm Yöntemleri

  • 1.1 Örtük Sosyal Bilişin Tarihi
  • 1.2 Örtük Tutum Ölçüm Yöntemleri

2. Metafizik

  • 2.1 Tutumlar
  • 2.2 Örtük Süreçler
  • 2.3 İnançlar
  • 2.3.1 Önyargı Tutumlarının Önermesel Modeli
  • 2.3.2 Cinse Özgü Genel İnanç
  • 2.3.3 Spinozacı İnanç Sabitlenmesi
  • 2.4 Özellikler
  • 2.5 Durumlar

3. Epistemoloji

  • 3.1 Öz-bilgi
  • 3.2 Şüphecilik
  • 3.2.1 Algısal İnanç
  • 3.2.2 Radikal Şüphecilik
  • 3.3 Etik / Epistemik İkilemler

4. Etik

  • 4.1 Ahlaki Sorumluluk
  • 4.1.1 Farkındalığa Dayanan Argümanlar
  • 4.1.2 Kontrole Dayanan Argümanlar
  • 4.1.3 İlişkilendirilme ve Derin Benlik Teorileri
  • 4.2 Davranış Değiştirme Yöntemleri
  • 4.2.1 Değişime Dayalı Yöntemler
  • 4.2.2 Kontrole Dayalı Yöntemler            

5. Eleştiriler

  • 5.1 Aldatıcı
  • 5.2 İçsele Karşı Dışsal
  • 5.3 Davranışı Öngörme
  • 5.4 Yapısalcılık

6. Gelecek Araştırmalar

Bibliyografya


1. Giriş: Örtük Sosyal Bilişin Tarihi ve Ölçüm Yöntemleri

1.1 Örtük Sosyal Bilişin Tarihi

Allport’un (1954) The Nature of Prejudice [Önyargının Doğası] adlı eseri, önyargı üzerine psikolojik araştırmalar için bir mihenk taşı olmaya devam ederken, örtük sosyal biliş çalışmalarının iki farklı ve daha yeni kaynakları vardır. İlki, 1970’lerde bilişsel psikologlar tarafından yapılan “kontrollü” ve “otomatik” bilgi işleme arasındaki ayrımdan gelmektedir (Shiffrin & Schneider 1977). Kontrollü bilgi işlemenin gönüllü, dikkat gerektiren ve sınırlı kapasiteye sahip olduğu düşünülürken, otomatik işlemenin dikkatsizce ortaya çıktığı, neredeyse sınırsız kapasiteye sahip olduğu ve gönüllü olarak bastırılmasının zor olduğu düşünülüyordu (Payne & Gawronski 2010; ayrıca Bargh 1994’e bakabilirsiniz). Örtük biliş üzerine yapılan daha önceki çalışmalarda Fazio ve meslektaşları, tutumların kontrollü ya da otomatik süreçlerle aktive edildiğini göstermişti. Fazio’nun (1995) “sequential priming [sıralı ateşleme]” çalışmasında, deneklerin, sosyal grup etiketlerine maruz kaldıktan sonra (ör. “siyah”, “kadınlar” vb.) basmakalıp kelimelere (ör. “tembel” veya “korumacı”) tepki süreleri ölçülür. İnsanlar, bellekte birbirine yakından bağlı kavramlara daha hızlı yanıt verirler ve sıralı ateşleme çalışmasındaki çoğu denek, “siyah” kelimesine maruz kaldıktan sonra “tembel” gibi kelimeler söylenmesine “beyaz” kelimesinden sonra bu kelimelerin söylenmesinden daha hızlı tepki verdi. Araştırmacılar, anlamsal kavramlar arasındaki önyargılı otomatik bir ilişkiyi belirtmek için standart olarak bu modeli kullanırlar. Bu araştırmanın amacında gizlenmiş olan daha geniş bir görüş, deneklerin otomatik tepkilerinin kontrollü veya stratejik tepkilerle “kirlenmemiş” olduğunun düşünülmesiydi (Amodio & Devine 2009).

Bu ilk araştırma akışı otomatikliğe odaklanırken, ikinci bir akış bilinç (bilinçsizlik) üzerine odaklandı. Birçok çalışma, basmakalıp yargıların farkındalığının, deneklerin bildirilen tutumlarından görece bağımsız olarak sosyal yargı ve davranışı etkileyebileceğini gösterdi (Devine 1989; Devine & Monteith 1999; Dovidio & Gaertner 2004; Greenwald & Banaji 1995; Banaji ve diğerleri 1993 bakabilirsiniz). Bu çalışmalar, örtük bellek teorilerinden (örneğin, Jacoby & Dallas 1981; Schacter 1987) ilham aldı ve Greenwald & Banaji’nin “örtük tutumlar” hakkında yaptığı şu tanıma yol açtı:

Örtük tutumlar, sosyal nesnelere yönelik olumlu ya da olumsuz duygu, düşünce ya da eyleme aracılık eden, geçmiş deneyimlerin içe dönük olarak tanımlanamayan (ya da yanlış bir şekilde tanımlanmış) izleridir (1995: 8).

Dovidio ve Gaertner’ın (1986) belirttiği gibi buradaki temel fikir, modern dünyada önyargının “yeraltına sürüldüğü”, yani bilinçli farkındalığın dışında olduğudur. Bu fikir, bir önyargıyı örtük kılan şeyin, bir kişinin bunu bildirmek istememesi veya bildirememesi olduğu şeklindeki ortak görüşe yol açtı. Ancak son bulgular bu görüşün tersini gösteriyor (§3.1).

1.2 Örtük Tutumu Ölçüm Yöntemleri

Bir kişinin dışarıya söylediği şey, onun gerçekte nasıl hissettiğinin ve düşündüğünün veya nasıl davranacağının kusursuz bir temsili değildir. Örtük sosyal biliş üzerine araştırmaların merkezi ilerlemesi, insanların düşüncelerini, duygularını ve davranışlarını, onlara doğrudan “X hakkında ne düşünüyorsunuz/hissediyorsunuz?” veya “X durumunda ne yapardınız?” diye sormadan değerlendirme becerisidir.

O halde örtük ölçüm yöntemleri, insanların düşüncelerini, duygularını ve davranışlarını dolaylı olarak, yani “öz bildirime” dayanmadan değerlendiren araçlar olarak düşünülebilir. Böyle bir değerlendirmenin, elbette çok hızlı bir şekilde yapılması gerekir. Örneğin, “siyahi insanlar hakkında ne düşünüyorsunuz” diye soran bir anket, deneğin yargısının hem açıkça bildirilmesi hem de deneğe araştırmacıların ilgilendiği konu hakkında doğrudan sorulması anlamında açık ve doğrudandır. Fakat “Darnell hakkında ne düşünüyorsunuz” (herhangi bir siyahi birini düşünebilirsiniz) hakkında ne düşündüğünüzü soran bir anket açık ve dolaylıdır çünkü deneğin yargısı açıkça bildirilir. Fakat yargılanan şeyin içeriği (yani deneğin ırka yönelik tutumları) araştırmacı tarafından çıkarılmıştır. Doğrudan ve dolaylı ölçümler arasındaki ayrım da mutlak bir ayrımdan ziyade, göreceli bir ayrımdır. Kişilik envanterleri gibi bazı doğrudan ölçümlerde bile denekler, testin gerçekten neden yapıldığının farkında olmayabilir.

Literatürde “implicit (örtük)” en az dört farklı şeyi ifade etmek için kullanılır (Gawronski & Brannon 2017):    (1) Çeşitli araçlarla değerlendirilen ve “örtük tutum” diye anılan ayırt edici bir psikolojik yapı.  (2) İnsanların düşüncelerini ve duygularını belirli bir şekilde değerlendiren (örneğin, öznelerin iç gözleme ve stratejik olarak yanıt verme yeteneklerine olan güvenini en aza indirecek şekilde) ve “örtük ölçümler” adı verilen yöntemler ailesi. (3) Dışsal ölçümlere verilen yanıtları etkileyen bir dizi bilişsel ve duyuşsal süreç olan “örtük süreçler” ve (4) bilişsel yük gibi belirli koşullar tarafından ortaya çıkarılan bir tür değerlendirici davranış  (örneğin nesneleri kategoriye ayırma kararı). Ben aksini belirtmedikçe bu yazıda, (2) ve (4) anlamlarına gelecek şekilde “örtük” kelimesini kullanacağım. Böyle bir yaklaşım sergilemenin bir avantajı, örtük ölçümlerin değerlendirildiği fenomenin doğası hakkında agnostik kalmamıza izin vermesidir. Frank örneğini tekrardan düşünelim. Onun örtük cinsiyet yanlılığı, sıralı ateşleme veya “Örtük Tutumu Değerlendirme Testi [Implicit Association Test” gibi birkaç farklı araçla değerlendirilebilir (ÖTDT; Greenwald ve diğerleri, 1998). Örtük tutumu ölçme testlerinden en çok kullanılanı olan ÖTDT, kişinin dışsal uyarana verdiği tepkinin süresini ölçer. Test sırasında, denek mümkün olduğunca az hata yapmaya çalışarak, kelimeleri veya resimleri olabildiğince hızlı bir şekilde kategorilere ayırmaya çalışır. Aşağıdaki resimlerde doğru cevaplar sol, sağ, sol, sağ şeklindedir.

1. Resim
2. Resim
3. Resim
4. Resim

(Tüm resimlerin telif hakkı Project Implicit’e aittir ve burada izin alınarak paylaşılmıştır.)

ÖTDT puanı, kavramların eşleştirilmesinin ortak basmakalıp yargılarla (resim 1 ve 3) tutarlı olduğu “bloklar” (veya yargılamalar) üzerindeki hız ve hata oranlarının, kavramların eşleştirilmesinin ortak basmakalıp yargılarla (resim 2 ve 4) tutarsız olduğu bloklarla karşılaştırılmasıyla hesaplanır. Frank’ın da deneye katılan çoğu kişiyle aynı sonuca varacağını varsayarsak, Frank, basmakalıp yargıyla tutarlı denemelerde, basmakalıp yargıyla tutarsız denemelere göre daha hızlı olacak ve daha az hata yapacaktır. Cinsiyet ve kariyer eşleştirmesi yapılan bir testte erkek ve kariyer kelimeleri birbiriyle daha hızlı bir şekilde eşleştirilirken, ırkların değerlendirildiği bir testte, örneğin siyah ve kötü kelimeleri birbiriyle eşleştirilecektir. Bunlara ek olarak, dış görünüş, yaş, cinsel yönelim vb. değerlendiren ÖTDT testleri de vardır. 2019 itibariyle, yaklaşık 26 milyon ÖTDT yapılmıştır (bu sayının 26 milyon farklı katılımcı anlamına mı geldiği yoksa 26 milyon testin başarılı olup olmadığına bakmadan başlatıldığını mı temsil ettiği belirsizdir; Lai p.c.). 700.000’den fazla deneği ırk değerlendirme testine dâhil eden bir araştırma (Nosek ve ark. 2007), beyaz katılımcıların %70’inden fazlasının siyah yüzleri olumsuz kelimelerle (örneğin, savaş, kötü) ve beyaz yüzleri olumlu kelimelerle (örneğin, barış, iyi) daha kolay ilişkilendirdiğini buldu. Bu araştırmadan çıkarılan sonuç şu anlama geliyordu: İnsanlar, vücut rengi beyaz olan insanları vücut rengi siyah olan insanlara örtük olan bir tutumla tercih ederler.

ÖTDT, örtük tutumu ölçmek için kullanılan en popüler yöntem olsa bile, kullanılan başka yöntemler de vardır. Çoğu “sıralı ateşleme” konseptine uygun bir şekilde hazırlanan bu başka yöntemler arasında en öne çıkanlar, anlamsal hazırlama (Banaji & Hardin 1996) ve Duygulanımı Hatalı Atfetme Prosederüdür [Affect Misattribution Procedure] (DHAP; Payne ve diğerleri 2005). Ayrıca, kategorizasyona dayalı ölçümlerin (ÖTDT benzeri testler) daha gelişmiş versiyonları geliştirilmiştir. Örneğin, Seç/Seçme İlişkilendirme Testleri [Go/No-go Association Task] (GNAT; Nosek & Banaji 2001), standart ÖTDT’deki puanlardan öncelikli olarak tercihlerin mi yoksa tercih yapmadan önce oluşan kararsızlığın/isteksizliğin mi sorumlu olduğunu belirlemek için deneklere iki yerine bir hedef nesne sunar.

Örtük yanlılığın psikometrisindeki kayda değer bir ilerleme, örtük ölçümlerde performansa katkıda bulunan farklı süreçleri tanımlayan çok terimli (veya resmi süreç) modellerin ortaya çıkması olmuştur. Örneğin, yaşlı insanlar genç insanlarla karşılaştırıldığında ırk değerlendirme testlerinde daha fazla önyargı gösterme eğilimindedir, fakat bunun nedeni gerçekten beyazları daha üstün görmeleri mi yoksa önyargılı yanıtları üzerinde daha zayıf kontrollerinin olması mı tam bilinmiyor (Nosek ve diğerleri 2011). Dörtlü Süreç Modeli (Conrey ve diğerleri 2005) gibi çok terimli modeller bu olasılıkları birbirinden ayırmak için kullanılır. Dörtlü Süreç Modeli, yanıtlara katkıda bulunan dört farklı süreci tanımlar: (1) bir ilişkinin otomatik olarak etkinleştirilmesi; (2) deneğin doğru bir yanıt belirleme yeteneği (yani, kişinin gerçeğe ilişkin öznel değerlendirmesini yansıtan bir yanıt); (3) otomatik ilişkilendirmeleri geçersiz kılma yeteneği ve (4) genel yanıt önyargıları (örneğin, özsaygı oluşturacak seçenekleri tercih etme). Çok terimli modelleme, örtük ölçümlerin “saf bir süreç” olmadığını, yani tek bir birleşik psikolojik süreçten yararlanmadıklarını açıkça ortaya koymuştur.

Çok yönlü modellemelerde hangi örtük tutumların (§2) söz konusu olduğu hakkında fikir birliği olmasa da, bu modellerin en az üç tür bilgi sağladıkları söylenebilir (Gawronski & Hahn 2019). Birincisi, daha açık, doğrudan ölçümlerle ayrışma hakkında bilgidir. Örtük ve açık tutum ölçümleri arasındaki korelasyonlar nispeten düşük olma eğilimindedir (r = .2–.25; Hofmann ve diğerleri 2005; Cameron ve diğerleri 2012), ancak bu ilişkiler, karşılık gelmeyen örtük ve açık tutum ölçümlerini karşılaştırma gibi metodolojik uygulamalardan önemli ölçüde etkilenir (örneğin, baskılanmış toplumsal cinsiyet normlarının bir ölçümü ve kadınlara yönelik açık bir “duygu termometresi”). Dahası, bu çalışmaların etki sahası çok yüksektir. Örtük ve açık tutum ölçümleri arasında oluşan büyük farklar, kişisel özdeşlik araştırmalarında (Vianello ve diğerleri 2010), alkole karşı tutumlarda (Houwer ve diğerleri 2004), fobilerin incelenmesinde (Teachman ve Woody 2003) ve birçok araştırmada bize ışık tutabilir. İkincisi, örtük tutum ölçüleri deneylerde bağımlı değişkenler olarak kullanılabilir. Örneğin, tutumların oluşumu ve değişimi hakkındaki teoriler, karşı-tutum bilgisi gibi manipülasyonların örtük ve açık tutum ölçüleri üzerindeki farklı etkilerine odaklanmıştır (Gawronski & Bodenhausen 2006; Petty 2006). Üçüncüsü, örtük tutum ölçümleri başkalarının davranışlarını ön görmek için kullanılabilir. Filozoflar, ayırıcı bir davranışın bir kişinin söylediği inançlarıyla çeliştiğinde (yukarıdaki “Frank” vakasında olduğu gibi) örtük önyargı ve ayırıcı davranış arasındaki ilişkiyle özellikle ilgilenmişlerdir. Araştırmalar, işe alımdan polisliğe, tıptan öğretime ve daha fazlasına kadar çok çeşitli sosyal bağlamlarda örtük önyargı ve davranış arasındaki ilişkileri gözler önüne sermektedir (eksik bir liste için Jost ve diğerleri 2009’daki Tablo 1’e bakınız). Ayrıca örtük tutum ölçülerinin davranışı ne kadar iyi öngördüğü konusunda kapsamlı, çeşitli ve devam eden tartışmalar ve örtük tutum ölçümlerinin sağladığı bilgilerin güvenilirliğinin birkaç önemli değerlendirmesi vardır (§5).

2. Metafizik

“Örtük önyargı”, çeşitli anlamlarda kullanılan bir bilim terimidir. Bu metindeyse terim, örtük tutum ölçümleriyle değerlendirilen tutum belirtici yargılar ve davranışlar ailesine atıfta bulunmak için kullanılır (örneğin, Örtük Tutum Değerlendirme Testindeki kategori belirlemeye yönelik yapılan seçimler). Bu ölçümler, laboratuvar dışında yargı ve karar vermenin bazı ilgili yönlerini taklit eder (örneğin, zaman baskısı). Fakat bu testlerin ölçtüğü şey tam olarak nedir? Aralarındaki sınır bulanık da olsa, bu testlerin ölçtüğü şeyle ilgili olan felsefi ve psikolojik teorileri beş ayrı gruba ayırabiliriz. Örtük tutum ölçümleri, tutumlar (§2.1), örtük süreçler (§2.2), inançlar (§2.3), davranışlar (§2.4) veya durumlar (§2.5) hakkında bilgi sağlayabilir.

2.1 Tutumlar

İnsanların tutumlarının, sahip oldukları örtük önyargıların nedeni olduğu fikri yaygındır. Fakat “tutumlar” kavramı, felsefede ve psikolojide farklı şekillerde kullanılabiliyor. Psikolojide, tutumlar tercihlere (yani hoşlanma ve hoşlanmama) benzer ve felsefedeki kullanımından farklı olarak, kendi başına önermesel durumlara (yani, bir önermeyle ilişkisi olduğu düşünülen zihinsel durumlara) atıfta bulunmaz. Farklı anlamlarda kullanılan versiyonlarından bahsedecek olsak da, örtük önyargının çoğu tutuma dayalı teorisi, bu kavramı psikolojideki anlamıyla ele alır.

2.1.1 Psikolojide İkili Tutumlar

Psikolojide popüler olan görüşler, insanların aynı nesneye karşı biri örtük ve diğeri açık olmak üzere iki farklı tutuma sahip olduklarını öne sürer (Greenwald ve Banaji 1995; Wilson ve diğerleri, 2000). Bu bağlamda, “açık tutumlar” genellikle sözlü olarak bildirilen tutumlarla tanımlanırken, “örtük tutumlar”, bir kişinin bildirmek istemediği veya bildiremediği tutumlar olarak düşünülebilir. İkili tutum teorileri için gerekçelendirmelerin iki önemli kaynaktan geldiğini söyleyebiliriz. İlki, insanların örtük tutumlarını ölçen bir testteki performansları hakkında bilgilendirildikten sonra ifade ettikleri şaşkınlık ve sergiledikleri donup kalma davranışlarıdır (örneğin, Banaji 2011; Krickel 2018). Bu deneyimler, tıpkı kişinin kolesterolünü ilgili testleri yaparak öğrenmesi gibi, insanların ilgili testlere girerek varsayılan örtük tutumlarını keşfettiklerini göstermektedir. İkili tutum teorileri görüşleri için ikinci kanıt kaynağı, örtük ve açık tutum ölçümleri arasındaki ayrışmalardır (§1.2). Bu ayrışmalar, örtük ve açık tutum ölçülerinin aynı tutum nesnesinin (örneğin, “yaşlılar”) farklı temsillerinden yararlanabileceğini düşündürmektedir.

Bu tür teoriler için temel bir zorluk, insanların örtük önyargılarının gerçekten farkında olup olmadıkları ve eğer farkında değillerse, tam olarak hangi anlamda farkında olmadığıdır (örneğin, insanlar tutumlarının kaynağından mı, içeriğinden mi veya davranışsal etkilerinden mi, yoksa hepsinden mi habersiz; §3.1). Elbette, insanların örtük önyargılarının farkında olup olmadıklarından bağımsız olarak, insan zihninde bilinçsiz temsiller varsaymak için nedenlerimiz olabilir. Fakat insanlar örtük önyargılarının farkındalarsa, örtük tutum ölçümleri büyük olasılıkla bilinçsiz “ikili” tutumları değerlendiremez.

2.1.2 Felsefede İkili Tutumlar

Bazı filozoflar, örtük tutum ölçümlerinin, sıradan tutumlardan farklı olan, fakat zorunlu olarak bilinçsiz bir şekilde gerçekleştiğini söyleyemeyeceğimiz, farklı bir tür “eylem yönelimli” tutumu değerlendirdiğini öne sürmüşlerdir. Buradaki temel fikir, örtük tutumların temsillerinin davranışsal dürtülerle ilişkilendirilmesidir. Gendler’in (2008a,b, 2011, 2012) birbirine sıkı bir şekilde bağlı olan ve eş bir şekilde çalışan temsili (R), duyuşsal [affective] (A) ve davranışsal (B) bileşenlerden oluşan kendine özgü bir zihinsel durum olan “alief” hakkındaki açıklaması bu yaklaşımın simgesidir. Gendler, alief’in R-A-B bileşenlerinin, örtük olarak önyargılı bir kişi belirli bir bağlamda siyah bir yüz gördüğünde, örneğin kişinin temsilinin otomatik olarak belirli duygu ve davranışları harekete geçireceği şekilde “bir araya getirildiğini” veya “kümelendiğini” savunur ( yani, bir R–A–B kümesi). Bu, inançların ve arzuların “eş görünümlü” doğasına, yani herhangi bir inancın, prensipte herhangi bir arzu ile birleştirilebileceği görüşüne zıttır. Dolayısıyla, “Bu, siyahi bir adamdır” inancı belirli bir duygu veya davranışa karşılık gelmezken, “alief” kavramı, “siyah adam! Korkutucu! Kaç!” içeriklerine sahiptir.

Gendler’in sözleriyle, bir “alief e sahip olmak” makul bir yaklaşıma, belirgin bir uyarana belirli bir şekilde yanıt verme konusunda doğuştan veya alışılmış bir eğilime sahip olmaktır. Çağrışımsal, otomatik ve aklın ve mantığın süzgecinden geçirilmemiş bir zihinsel durumda olmaktır. Alief’ler sınıf olarak insan olmayan hayvanlarla paylaştığımız durumlardır. Bu durumlar, varlıkların geliştirmeye devam edebileceği diğer bilişsel tutumlardan gelişimsel ve kavramsal olarak önce gelir. Ayrıca, duygu yüklü ve harekete geçiricilerdir (2008b: 557; 2008a: 641).

Gendler’e göre alief’ler, yalnızca örtük önyargıları değil, aynı zamanda fobiler, kurgusal duygular ve kötü alışkanlıklar da dâhil olmak üzere, birçok inanç-davranış uyumsuzluğu vakalarını da açıklar (2008b: 554). Gendler (2008a: 663), inanışla uyumlu olsun ya da olmasın, insan davranışının “an be an yönetiminin” çoğundan inançların nedensel olarak sorumlu olduğunu öne sürer (2008a: 663).

Bu görüşe getirilen birçok itiraz vardır ve bunlardan önemli bir tanesi, Gendler’in varsaydığı inançların birleşik bir tür oluşturup oluşturmadığı üzerinedir (Egan 2011; Currie & Ichino 2012; Doggett 2012; Nagel 2012; Mandelbaum 2013). Gendler’in öne sürdüğü modelden farklı olarak, eyleme yönelik ikili tutumların alternatif anlayışlarını önerenler de olmuştur. Örneğin, Brownstein ve Madva (2012a,b; ayrıca bkz. Madva ve Brownstein 2018 ve Brownstein 2018), örtük tutumların Ö-G-D-A bileşenlerinden oluştuğunu önermektedir. Buna göre, göze çarpan bir özelliğin algılanması, otomatik olarak düşük seviyeli duyuşsal gerilim duygularını tetikler, bunlar da sırasıyla belirli davranışsal tepkilerle ilişkilendirilir ve bu tepkiler, kişinin hissedilen gerilimini azaltır ya da azaltmaz. Bu yaklaşım, Gendler’in alies’lerin/örtük tutumların inançlardan/açık tutumlardan tür olarak farklı olduğu fikrini paylaşır. Ayrıca, bu farazi durum türleri arasındaki fark, kişinin bunlara içebakışlı (kendini gözlemleyen) erişimi olmak zorunda değildir. Gendler, paradigmatik inançların kişi yeni ilgili bilgiye ihtiyaç duyduğunda güncellenirken, paradigmatik alies’lerin güncellenmediğini öne sürer. Brownstein ve Medva ise, örtük tutumların yeni bilgiler karşısında güncellendiğini (hisseden gerilimin “azalmasının” bir işlevi olarak) ve bu nedenle zaman içinde otomatik olarak ve esnek bir şekilde değişip gelişebileceğini savunurlar. Dolayısıyla, Brownstein ve Madva’ya göre, örtük tutumlar yalnızca yanlılık ve önyargıda değil, aynı zamanda becerikli, zeki ve hatta etik eylemde de bulunur. Ayrıca, örtük tutumlar vahşi, bilgiye duyarsız refleksler olmadığı gibi, sıradan tutumlarla aynı şekilde de güncellenmezler. Brownstein ve Madva, örtük tutumlar ve sıradan tutumlar arasındaki farkı iki temel özellik üzerinden yapmaktadır. İlki, örtük tutumların, bilginin sunulduğu mantıksal biçime paradigmatik olarak duyarsız olmasıdır. Örneğin, deneklerin bilgi ve bu bilginin yanlışlanması temelinde eşdeğer örtük tutumlar oluşturduğu gösterilmiştir (örneğin, Gawronski ve diğerleri 2008). İkincisi, örtük tutumlar, diğer zihinsel durumların anlamsal içeriklerine sistematik bir şekilde yanıt veremez. Yani, “çıkarımsal olarak yoksul” görünürler. Örneğin, örtük tutumlar, çıkarımsal bir açıklama yapmanın zor olduğu davranışlarda yer alır (Dovidio ve diğerleri. 1997) ve örtük tutumlar, alakasız bilgilere verdiğimiz yanıtlara göre değişir (Gregg ve diğerleri 2006; Han ve diğerleri 2006). Örtük tutumların “düzensiz onaylar” olduğunu savunan Levy (2012, 2015) bu tür durumların “eylem odaklı” olduğunu iddia etmese de, örtük tutumların nasıl güncellenip güncellenmediği konusunda Gendler, Brownstein ve Madva ile benzer iddialarda bulunur. Buradaki tartışmanın devamı (§2.3)de olacak, ama şimdi önemli olan başka bir başlığa geçelim.

2.1.3 Tekil Tutumlar

Bazı teoriler, kişide belli bir yargının oluşmasına sebep olacak fenomenlerin tekil bir temsilinin varlığını varsayar. MODE (“Motivation and Opportunity as Determinants” [Belirleyici Olarak Motivasyon ve Fırsat]; Fazio 1990; Fazio ve Towles-Schwen 1999; Olson ve Fazio 2009) ve MCM’ye göre (“Meta-Cognitive Model” [Meta-Bilişsel Model]; Petty 2006; Petty ve diğerleri. 2007) tutumlar, nesneler ve bu nesnelerin “değerlendirici bilgisi” arasındaki ilişkilerdir. MODE, örtük ve açık testler tarafından ölçülen davranışsal etkilerin altında yatan tekil bir temsil olduğunu varsayar. Böylece MODE, örtük ve açık tutumlar arasındaki ayrımı reddeder. Dolayısıyla, örtük ve açık tutum ölçümleri arasındaki fark, deneklerin ölçülen davranış üzerinde sahip oldukları kontroldeki bir farkı yansıtır. Kontrolü bu bağlamda, kişinin motivasyonu ve soru üzerinde düşünme fırsatı olarak görebiliriz. Kişi, düşük motivasyona sahipse veya bilinçli bir şekilde düşünmek için yeterli zamanı/donanımı yoksa otomatik olarak harekete geçen tutumları (“gerçek” tutumları olarak düşünülebilecek), onun davranışlarına ve yargılarına rehberlik edecektir. Örtük tutum ölçümleri tam olarak da bu durumları, yani düşük motivasyonu veya aklından ne geçtiğini süzgeçten geçirebilmek için ortam şartları uygun olmadığındaki durumları hedef alır. Dışa vurulan tutumlar ise, kişinin testteki gerçek performansını tutumsal yönde arttırmayan bir şekilde etkiler. Bu nedenle MODE, bir kişinin örtülü ve açık tutum ölçümlerindeki performansının hangi koşullar altında birleşeceği ve farklılaşacağı hakkında deneysel olarak test edilebilir tahminler ve örtülü ve açık tutum ölçümlerinin hangi koşullar altında davranışı tahmin edip etmeyeceğine dair tahminler sağlar (bkz. Gawronski & Brannon 2017).

2.2 Örtük Süreçler

Zihnin ikili süreç teorilerinden ilham alan RIM (“Reflective-Impulsive Modem” [Yansıtıcı-Dürtüsel Model]; Strack & Deutsche 2004) ve APE (“Associative-Propositional Assessment” [Çağrışımsal ve Önermesel Değerlendirme]; Gawronski & Bodenhausen 2006, 2011), örtük ölçümlerin farklı bilişsel süreçleri değerlendirdiğini öne sürer. RIM ve APE’nin arasındaki temel ayrım, “çağrışımsal” ve “önermesel” süreçler arasındadır. Çağrışımsal süreçler, klasik çağrışımcı benzerlik ve bitişiklik ilkelerine göre işleyen dürtüsel bir sistemin sonuçları olarak görülebilirler. Örtük tutum ölçümlerini bu bağlamda, bir ilişkiler ağının öğelerinin veya birbiriyle kesiştiği noktaların anlık erişebilirliğini değerlendirmek olarak düşünebiliriz. Bu ilişkiler ağı, uyarıcılara, kendiliğinden oluşan ve değerlendirici tepkiler üretir. Önerme süreçleri ise, etkinleştirilmiş çağrışımlar tarafından sağlanan bilgileri doğrulayan yansıtıcı bir sistemin temelini oluşturur. Açık tutum ölçümlerininse, kişilerin önermelere dayalı akıl yürütmelerine ve mantıksal tutarlılık yargılarına göre işlediği söylenen bu doğrulama sürecine karşılık geldiği düşünülür. Özetle, RIM ve APE’ye göre çağrışımsal ve önermesel süreçler arasındaki temel ayrım, önermesel işlemenin bir kişinin belirli bir temsilin doğruluğuna ilişkin değerlendirmesine bağlı olmasıdır. APE’nin temel amacı, yargı ve davranıştaki çağrışımsal ve önermesel süreçlerin karşılıklı etkilerini ve etkileşimlerini açıklamaktır.           

RIM ve APE, yukarıda belirttiğim felsefedeki ikili tutum teorilerine benzerlik gösterir. Bodenhausen ve Gawronski (2014: 957) “çağrışımsal ve önermesel değerlendirmeler arasındaki ayrımın, yakın zamandaki epistemoloji felsefesindeki inanç ve inanç arasındaki ayrıma benzediğini” söyler. Burada dikkat etmemiz gereken bir nokta var: RIM ve APE, tutumsal teoriler değillerdir. Örneğin APE, uyaranlara karşı açık ve örtük olmak üzere iki tür değerlendirici tepkiye yol açan iki farklı türde süreç – çağrışımsal ve önermesel süreçler – varsayar. Aynı varlığın iki farklı tutumunu veya eş zamanlı var olan iki farklı temsilini varsaymaz. Çağrışımsal ve önermesel süreçler arasındaki ayrımın en az üç farklı anlamda anlaşılabileceğini belirtmek de önemlidir. Bunlar sırasıyla, bilginin öğrenme, saklanma veya ifade edilme biçiminde ortaya çıkabilir (Gawronski ve diğerleri 2017). Günümüzde sahip olduğumuz kanıtlar, bilginin öğrenilmesi ve depolanmasında çağrışımsal ve önermesel işleme arasındaki ayrışma için berabereyken, saklanan bilgilerin davranışsal ifadesinde ayrışma için daha güçlüdür (Brownstein ve diğerleri 2019).

2.3 İnançlar

İnanç, arzu ve iddia kavramlarının aslında “örtük tutumlar” gibi yeni bir kavramdan görmeyi beklediğimiz şeyi bize verebileceğini savunanlar da olmuştur (Egan 2011; Kwong 2012; Mandelbaum 2013). Bu görüşün savunucuları, Schwitzgebel’in Çelişkili İnanç (2010) olarak adlandırdığı bir fikirden ilham alırlar (Egan 2008, 2011; Huebner 2009; Gertler 2011; Huddleston 2012; Muller & Bashour 2011; Mandelbaum 2013, 2014). Zihnin “parçalanması” (Lewis 1982; Stalnaker 1984) teorilerinden yararlanan Çelişkili İnanç, örtük ve açık tutum ölçümlerinin hem bir kişinin inandığını yansıttığını hem de bu farklı inanç gruplarının farklı durumlarda farklı davranışlardan nedensel olarak sorumlu olabileceğini savunur (Egan 2008). Kısacası, bir kişi siyah erkeklerin tehlikeli olduğu inancıyla tutarlı bir şekilde davranıyorsa, bunun nedeni siyah erkeklerin tehlikeli olduğuna inanmasıdır (ne inandıklarını söylediklerine bakılmaksızın).

2.3.1 Önyargı Tutumlarının Önermesel Modeli

Psikoloji literatüründe De Houwer ve arkadaşları, Çelişkili İnancı desteklediği düşünülebilecek bir görüşü savunmaktadırlar (Mitchell ve diğerleri 2009; Hughes ve diğerleri 2011; De Houwer 2014). Bu modelde, önermelerin üç tanımlayıcı özelliği vardır: (1) önermeler, kavramlar arasındaki ilişkinin doğasını belirten ve dünya hakkında olan ifadelerdir (örneğin, “Ben iyiyim” ve “İyi olmak istiyorum”, aynı iki kavramı içeren önermelerdir (“ben” ve “iyi”), fakat kavramların ilişkili olma biçimleri farklıdır). (2) önermeler, talimatlar veya çıkarımlar temelinde hızla oluşturulabilir ve (3) özneler önermelerin bilincindedir (De Houwer 2014). De Houwer (2014). Bu kriterlerle tutarlı veriler temelinde—örneğin, örtük tutum ölçümlerine verilen yanıtların, kişiye verilen talimatlardan etkilendiğinde- örtük tutum ölçümlerinin önerme durumlarını (yani inançları) ifade ettiğini öne sürer. Bu iddia, Mitchell ve meslektaşlarının (2009) öğrenmenin sadece önermeler temelinde mümkün olduğu yönündeki daha geniş argümanının bir uygulamasını temsil eder (yani öğrenmenin, zihinsel temsillerin otomatik çağrışımsal bağlantısının sonucu olduğu hiçbir durum yoktur). Bu görüş filozoflar arasında bir hayli ilgi çekmiştir ve bunun bir nedeni, öğrenmenin sadece önermeler bazında mümkün olduğu görüşünün ampiristler ve rasyonalistler, davranışçılar ve bilişselciler vb. arasındaki zihin felsefesindeki klasik tartışmaları tekrar alevlendirmesidir.

2.3.2 Cinse Özgü Genel İnanç

İnanca dayalı olan bir başka yaklaşım, örtük önyargıların bilişsel “şemalar” olarak anlaşılması gerektiğini savunur. Şemalar, kültürel olarak paylaşılan kavram ve inançların kümeleridir. Daha doğrusu şemalar, bir hedefin tanımlayıcı özelliklerini ve niteliklerini belirleyen soyut bilgi yapılarıdır (Fiske & Linville 1980). Örneğin, “anne” terimi, bu şekilde etiketlenen kişiye bir dizi nitelik atfeden bir şemaya başvurur (Haslanger 2015). Bazı yorumlamalara göre, şemalar bilişsel bir şey olmaktan bir hayli uzaktır, dolayısıyla onları “tutumsal” bir şey olarak sınıflandıramayız. Aksine, şemalar sosyal kategorizasyon için araçlardır ve duygu ve motivasyonları düzenlemeye ve yorumlamaya yardımcı olabilirken, kendileri bundan etkilenmezler. Şemalara odaklanmanın bir avantajı, bu yöntemin örtük önyargının, sosyal olarak damgalanmış grupların üyelerine karşı doğrudan bir antipati meselesi olmadığını vurgulamasıdır. Yani, bizi biraz daha “iyi” insanlar kılar.

Cinse özgü genel inanç yaklaşımının ayrı bir versiyonu, dil felsefesindeki son çalışmalardan kaynaklanmaktadır. Bu yaklaşım, bireylerin yaptığı aşırı veya korkunç davranışları bir grubun tamamına genelleştiren basmakalıp normlara odaklanır. “Pitbull çocukları ısırır” veya “Müslümanlar teröristtir” gibi genellemeler, Leslie’nin (2017) “Cinse Özgü Çarpıcı bir Özellik” dediği belirli bir tür genel ifade olarak düşünülebilir. Cinse özgü özelliklerin bu yönleri, insanların genellikle kaçınmaya büyük ilgi duyduğu özellikleri ifade eden dayanakları gözler önüne serer. Cinse özgü genel inançların bilişsel yapısı ve semantiği üzerine daha önceki çalışmalara dayanarak (Leslie 2007, 2008), Leslie sosyal normların sinsi bir özelliğine dikkat çeker. Temel tür olarak algılananların (örneğin pitbullar, Müslümanlar) sadece birkaç üyesi zararlı veya tehlikeli bir özellik sergilese bile, bu özelliği türün tamamına bağlayan bir genel inanç muhtemelen doğru olarak değerlendirilecektir. Fakat böyle bir durum sadece “çarpıcı özellikler” için mümkündür. Leslie’nin (2017) belirttiği gibi, bir kişinin katil olarak kabul edilmesi için, anksiyete vakalarındaki bu kadar hızlı bir artışın endişe verici olarak kabul edilmesinden çok daha az cinayet vakası gerekir. Çarpıcı olan genel inançlar bu nedenle bazı basmakalıp inanışları (örneğin, “siyahi erkekler tecavüzcüdür”) diğerlerinden (örneğin, “siyahi erkekler atletiktir”) daha çok gözler önüne serebilir. Cinse özgü genel inançları farklı bir şekilde yorumlayan görüşler de vardır. Örneğin Beeghly (2014), bu genel inançları, inançların kendilerini kullanarak açıklamanın kapsamını genişletebilecek bilişsel şemaların ifadeleri olarak yorumlamaktadır. Tüm bu durumlarda, cinse özgü genel inançlar bir dizi inançla ilgili özellikler barındırır. Örneğin, cinse özgü genel inançlar, kişinin sahip olduğu eğilimlere yönelik çıkarımları içerir (Leslie 2017). Öyleyse, buradaki ifadelerden şu sonucu çıkartabiliriz:

Çarpıcı özelliklerle ilgili cinse özgü genel ifadeler, türün bazı üyeleri bu özelliğe sahipse ve türün diğer üyelerinin de bu özelliğe sahip olduğunu düşünmeye dair bir yatkınlık söz konusuysa, muhtemelen doğru kabul edilecektir.

2.3.3 Spinozacı İnanç Sabitlenmesi

Çelişkili İnanç görüşünün en açık savunması “Spinozacı İnanç Sabitlenmesi” teorisidir (SBF; Gilbert 1991; Egan 2008, 2011; Huebner 2009; Mandelbaum 2011, 2013, 2014, 2016).  SİS’in savunucuları, Spinoza’nın özgür eylemin bir nedeni olarak irade kavramını reddetmesinden ilham alır (Huebner 2009: 68) ve bu fikri, “Kartezyen İnanç Sabitlenmesi” (KİS) teorisinde somut bir düzleme dökerler. KİS, insanların, zihne (duyum veya hayal yoluyla) iletilen bir fikrin (veya temsilin veya önermenin) doğruluğunu, ona inanmadan veya inanmadan önce değerlendirebilecek kapasitede olduklarını savunur. Bir diğer deyişle insanlar, düşünüp taşınarak veya yargılayarak, P’ye inanmayı veya inanmamayı seçebilirler. SİS’e göreyse, bir fikrin kişinin aklında belirmesi, kişinin ona inandığı anlamına gelir. Bu görüşe göre inançlar, kişi dışsal bir içeriye maruz kaldığı ve onu aklında işaretlediği anda otomatik olarak oluşan bilinçsiz önermesel tutumlar olarak anlaşılır. Örneğin, SİS’e göre kişi, köpeklerin kâğıttan yapıldığı önermesine kendi içinde tamamen inanmadan, “köpekler kâğıttan yapılır” cümlesini düşünemez, hayal edemez ve dışa vuramaz (Mandelbaum 2014). Daha da önemlisi, kadınların matematikte kötü olduğuna kendisi inanmadan, “kadınlar matematikte kötüdür” basmakalıp inancını düşünemez veya dışa vuramaz. Mandelbaum’un (2014) belirttiği gibi, SİS’e göre inanmanın otomatikliği, insanların neden birçok çelişkili inanca sahip olduklarını açıklıyor; P’yi reddetmek için, P’ye zaten inanmamız gerekir.

SİS, sıradan inanç kavramına göre oldukça yenilikçidir (benzer bir ruha sahip fakat daha az yenilikçi/radikal bir görüş için Helton’a bknz). Buna rağmen, SİS’in örtük önyargı açıklaması ve genel olarak örtük sosyal bilişin inanca dayalı açıklamaları hakkındaki tartışmanın temeli, insanların örtük tutum ölçümlerdeki performansının bazen ilişkisel süreçleri ve/veya durumları etkilemesi gereken teşvik edici öğrenmeye dayalı müdahalelerin türlerine karşı tepkisizken, inanca dayalı durumları etkilediği düşünülen mantıksal ve ikna temelli müdahale türlerine karşı duyarlı olduğu gerçeğine dayanır. (de Houwer 2009, 2014; Hu ve diğerleri 2017; Mann & Ferguson 2017; Van Dessel ve diğerleri. 2018; daha fazla tartışma için bkz. Mandelbaum 2013, 2016; Gawronski ve diğerleri 2017; Brownstein ve diğerleri 2019).Fakat bu davranışsal verilerden bilişsel yapı hakkında güçlü sonuçlar çıkarırken biraz temkinli yaklaşmaktan zarar gelmez (Levy 2015; Madva 2016c; Byrd yakında; Brownstein ve diğerleri 2019). Bunun bir sebebi, daha önceden belirttiğim gibi (§1.2), örtük tutum ölçümlerinin süreç açısından hatadan tamamen arındırılmış bir yapıda olmaması. Örtük tutum ölçümlerinde gösterilen performansa çoklu nedensel etkileri eklemek için kullanılan modelleme tekniği bu tartışmaları ileriye taşımaya yardımcı olabilir ( Conrey ve diğerleri 2005; Hütter & Sweldens 2018).

2.4 Özellikler

“Tutum” ve “önerme” gibi kavramlarda olduğu gibi, felsefecilerin ve psikologların farklı şekilde kullanma eğiliminde oldukları bir diğer kavram da “özelliktir.” Psikolojide, özellik benzeri yapılar zaman içinde ve durumlar arasında sabittir. Domuz eti yemeyi sevmiyorsanız ve onu asla yememişseniz,  domuza karşı olan duygularınız bir özelliğiniz gibidir. İçinde bulunduğunuz ortama veya ruh halinize bağlı olarak bazen domuz eti yerken bazen yemeyi reddediyorsanız, böyle bir durumda duygularınız özellik benzeri değil, “durum” benzeridir. Psikolojide elde edilen bulgular da, örtük önyargının özellikten çok duruma benzer olduğunu göstermektedir. Birçok araştırmadan elde edilen bulguların toplamı, kişilerin örtük tutum ölçümlerindeki puanlarının, aynı kişilerin aynı olaylara karşı açık tutumlarının ölçümlerindeki puanlarına nazaran günler, haftalar ve aylar boyunca önemli ölçüde değiştiğini vurgular (Cooley ve Payne 2017; Cunningham ve diğerleri 2001; Devine ve diğerleri 2012); Gawronski ve diğerleri 2017). Böyle bir bulgunun sahip olduğu önem, kişinin örtük önyargı üzerine hangi teoriyi benimsediğine göre değişir. Eğer örtüm tutum ölçümleri, kendiliğinden oluşan duygusal tepkilerin farkında olmak için kullanılıyorsa (APE’nin önerdiği gibi; §2.2), kişinin performansındaki bağlamsal ve zamansal değişkenliğin öngörülebileceği anlamına gelirdi. Fakat örtük tutum ölçümleri, bireylerin siyasi parti üyeliği gibi istikrarlı özelliklerini “teşhis” etmeyi amaçlıyorsa, çok daha az çeşitlilik beklememiz gerektiği anlamına gelebilir bu sonuç. Dikkat etmemiz gereken bir diğer olasılıksa, örtük tutum ölçümlerinde gözlenen bu kadar farklı puanların sebebinin, ölçümlerde yapılması muhtemel olan “hatalar” olabileceğidir. Yöntemde yapılan iyileştirmelerin bazı durumlarda katılımcıların performansının zamansal istikrarını iyileştirmesi bu fikri desteklemektedir (Cooley ve Payne 2017).

Felsefede, “özellik” daha çok temsiliyetçi görüşe karşılık olarak, eğilimsel zihin teorileri bağlamında kullanılır. Temsilciler “inanç” gibi kavramları zihnin içsel, temsili yapıları açısından tanımlarken, eğilimciler “inanç” gibi kavramları belirli şekillerde davranma (ve belki de belirli şekillerde hissetme ve düşünme) eğilimleri açısından tanımlarlar. Bu görüşün temellerini Ryle (1949, 2009)’da görsek de, teorinin ana savunusunu Shwitzgebel (2006, 2010, 2013) geliştirmiştir. Bu teori inançların, arzuların, umutların vb. eğilimler olduğunu iddia eder. Bu teoriye göre tutumlar, belirli şekillerde hissetme, düşünme ve konuşma eğilimleri de dâhil olmak üzere geniş (veya “çok yönlü”) bir profile sahiptir. Belirli bir tutumun eğilimsel profili, kişinin kendi içerisinde sahip olduğu metaforik bir kavram olan “inanç kutusundakilerin” içindekilerden değil, o tutuma sahip olmanın halk psikolojisinde karşılık geldiği basmakalıp inanç tarafından belirlenir. Örneğin, Jordan’ın kadınların iyi filozoflar olduğuna inandığını kanıtlamak için, Jordan’ın kadın filozoflar hakkında ne dediğine, hangi filozofların iyi olduğu ve hangilerinin olmadığı konusundaki yargılarına, işe alma uygulamalarına, erkekler ve kadınlar hakkındaki içgüdülerine vb. bakılmalıdır. Bireyler söz konusu olan halk psikolojisindeki basmakalıp inançların genelde sadece bir kısmıyla doğrudan eşleştiği için, örtük önyargılara sahip bireyler, eğilimci görüşü savunan kişiler için bir soru işareti bırakır. Örneğin Jordan, kadınların iyi filozoflar olduğuna inandığını, fakat şu ana kadar hiçbir kadın filozofun eserini okumadığını söyleyebilir (veya Frank’i hatırlayın; §1). Schwitzgebel’in “kademeli eğilimciliğine” göre, Jordan ve Frank, söz konusu tutumlar için ilgili halk psikolojisi basmakalıp inançlarına kısmen uyan “yarı inanan” bireyler olacaktır.

Söz konusu olan özelliğe dayalı bir yaklaşım, dolaylı ölçümlerin sonuçlarını, tutumları veya önyargıları değerlendirmekten ziyade tutum öğelerinin yansıması olarak ele alır (Machery 2016, 2017). Machery’nin görüşüne göre, tutumlar (psikolog anlamında, yani tercihler) eğilimlerdir ve duygular, çağrışımlar, davranışsal dürtüler ve inançlar gibi önerme durumları dâhil olmak üzere çeşitli temellerden oluşur. (Schwitzgebel’in aksine, Machery inanç konusunda temsilci bir görüşe sahipken, tutumlara ilişkin eğilimci bir görüşe sahiptir.)  Bu açıklama ışığında bir kişinin ırkçı bir tutuma sahip olması, kişinin söz konusu olan temellerin ilgili tutumunu sergilemesi, yani ırkçı bir tutumu oluşturan duyguları, çağrışımları vb. sergilemeye yatkın olmasıdır. Dolayısıyla örtük tutum ölçümleri, bireyin genel tutumunun psikolojik temellerinden birini (örneğin, kavramlar arasındaki çağrışımları) yansıttığı söylenir. Açık anket ölçümleri, temsilcinin tutumunun başka bir psikolojik temelini, davranışsal ölçümleri ise başka bir temeli vb. yakalar ve bu örnekler çoğaltılabilir. O halde örtük tutum ölçümleri “örtük tutumları” değerlendirmez ve daha önemlisi Machery, tutumları örtük ve açık olmak üzere ikiye ayırmayı reddeder. Böyle bir ayrım yerine, örtük tutum ölçümlerinin tutum unsurlarının sayısını belirlediğini söyler. Bu öneri aslında, kişinin zaman içindeki istikrarsızlıkları ve bazı örtülü tutum ölçümlerinin birbiriyle zayıf bir şekilde ilişkili olduğu gerçeği gibi, örtük tutum ölçülerinin bazı temel psikometrik özelliklerini açıklamayı amaçlamaktadır (§5). Machery, bu bulguların farklı örtük tutumların ölçümlerinin tutumların farklı psikolojik temellerini ölçtüğü fikriyle tutarlı olduğunu savunur.

Örtük önyargıları özellikler olarak düşünmenin bir avantajı, kişilik özelliklerinin, belirsiz durumlara göre farklı bir şekli alabilmesi ve bunla tutarlı olmasıdır. Frank’i tekrar hatırlayalım. Frank’in yeterli derecede merhametli birisi olduğu sürece, bazen yabancılara kötü davranması durumunda bile bunun kabul edilebilir olduğunu söyleyebileceğimiz gibi, Frank’in kısmen önyargılı olduğunu da söyleyebiliriz. Eğilimsel teoriler bu sezgiyi yakalar. Diğer yandan, özellik temelli örtük önyargı teorileri, zihin felsefesinde eğilimciliğe karşı uzun süredir devam eden zorluklarla karşı karşıyadır. Bu tür zorluklardan biri, özelliklerin yargı ve davranışın simgesel nedenleri olarak değil, genellemeler olarak açıklayıcı olmasıdır (Carruthers 2013). Bir diğer zorluk ise, kişinin davranışının hem onun eğilimini tanımlamak hem de onun eğiliminin öngördüğü şeye işaret etmek için eşzamanlı kullanımından oluşabilecek döngüselliktir (Bandura, 1971; Cervone ve diğerleri 2015; Mischel 1968; Payne ve diğerleri. 2017). Her iki durumda da, eğilimcilik görüşüne yükseltilen soru, verileri açıklamaya gerçekten yardımcı olup olmadığı veya yalnızca dışarıdan gözlemlenen kalıpları yeni terimlerle yeniden paketleyip önümüze serip sermediğidir. Yani, bize gerçekten de yeni bir şey sunar mı?

2.5 Durumlar

İnsanlar en çok, diğerlerinin özellikleri hakkında konuşurken örtük önyargılardan bahseder ve yazar. Örtük önyargılarla ilgili ilgi çekici olabilecek ve insan temelli olmayan bir diğer bağlamsa, örtük önyargıların durumların özellikleri olarak da ortaya çıkabilmesidir. Psikologlar, örtük sosyal biliş araştırmaları tarihi boyunca kişi temelli ve özellik temelli açıklamalara daha çok odaklanmış olsalar da (Payne ve Gawronski 2010; Murphy ve Walton 2013; Murphy ve diğerleri 2018), durumcu yaklaşım Payne ve meslektaşlarının “kalabalığın önyargıları” (2017) modeli sayesinde gündeme geldi. İsmini “kalabalığın bilgeliği” kavramından ödünç alan bu yaklaşım, durumlar arasındaki farklılıkların, bireyler arasındaki farklılıklardan ziyade örtük tutum ölçümlerindeki puanların çeşitliliğini açıkladığını öne sürer. Bu görüşü anlamak için Payne ve meslektaşları tarafından kullanılan yararlı bir metafor, bir beyzbol maçında tribünlerin senkronize bir şekilde “dalga” yapmasıdır. Bir kişinin tribünlerde oturduğu yeri ve belirli bir zamanda dalganın olduğu yeri dikkate alması, bir kişinin oturup kalkmayacağını tahmin ederken çoğu bireysel farklılığı dikkate almasından (örneğin, dalga hakkında örtülü veya açık duygularından) daha iyi performans göstermesine sebep olacaktır. Benzer şekilde, örtük önyargıyı öngören şey, insanların kişiliklerinin özellikleri değil, durumlarının özellikleridir. Örneğin, oldukça lüks ve güzel bir konutta ve çevrede yaşamanın, inançlar ve kişilik gibi bireysel düzeydeki faktörlere kıyasla ırksal örtük önyargıya daha fazla eğilimli olması beklenir.

Kalabalığın yanlılığı modeli, örtük yanlılığın beş özelliğini anlamlandırmayı amaçlar: (1) Örtük önyargının ortalama seviyedeki bir grup düzeyinde görülme sıklığı oldukça çok ve istikrarlıdır. (2) Çocukların örtük önyargı puanlarının ortalaması, yetişkinlerin puanlarının ortalamasıyla neredeyse aynıdır. (3) Nüfus düzeyinde (örneğin, bölgeler, eyaletler ve ülkeler) kümelenen örtük önyargı düzeyleri hem oldukça istikrarlıdır hem de ayrımcı sonuçlar ve grup temelli eşitsizliklerle güçlü bir şekilde ilişkilidir. (4) Örtük önyargıdaki bireysel farklılıkların, ayrımcı davranışlara etkisi birey bazında çok küçüktür (aralarında sıfır sıralı korelasyon [zero order correlation] vardır) ve (5) aynı kişiler aynı teste aradan zaman geçtikçe girdikçe, testin sonuçları farklılaşır. Örneğin, kişinin bir hafta ve bir ay sonra girdiği testlerin sonuçları farklı olabilir çünkü bu durumu etkileyen birçok görünen veya görünmeyen faktör vardır (Referanslar için Payne ve diğerleri 2017 bkz). Kalabalığın yanlılığı modelinin bir başka avantajı da felsefedeki, bireylerin kendi içlerinde sahip olduğu önyargılardan ziyade “yapısal” veya “sistemik” önyargılara odaklanmamız gerektiği görüşüyle tutarlı olmasıdır (§5).

Kalabalığın yanlılığı modeli için bir zorluk, sistemik önyargıların bireylerin zihinleriyle nasıl etkileşime girdiğini ve onları nasıl etkilediğini açıklamaktır. Payne ve meslektaşları bu boşluğu açıklamak için, bireylerin zihinlerindeki kavramların “erişilebilirliği” fikrine, yani “bir düşüncenin, değerlendirmenin, basmakalıp inancın, özelliğin veya başka bir bilgi parçasının” aktive olma ve davranışı etkilemeye hazır hale gelme olasılığı fikrine başvurur. Kanıt yükümlülüğünü sırtlanarak, örtük önyargı ile ilgili kavramların durumsal nedenlerden dolayı etkinleştirildiğini öne sürerler. Bu makul bir cevap olsa bile, yeterli bir cevap değildir çünkü (a) durumların, bireylerin zihnindeki kavramları nasıl harekete geçirdiğini ve (b) durumsal faktörlerin, önyargılı eylemlere yol açmak için bireysel faktörlerle nasıl etkileşime girdiğini açıklayamaz. Payne ve meslektaşları da, örtük yanlılığın altında yatan bilişsel temellerin formatı hakkında agnostik bir pozisyon sergilemişlerdir (Gawronski & Bodenhausen 2017; Brownstein ve diğerleri 2019).

3. Epistemoloji

Örtük önyargının epistemolojisi üzerine felsefi çalışma, birbiriyle ilişkili üç soruya odaklanmıştır. İlk olarak, kendi örtük önyargılarımız hakkında bilgimiz var mı ve eğer varsa, bu bilgiyi nasıl elde ediyoruz? İkincisi, örtük önyargı hakkında ortaya çıkan veriler, algısal inançlarımız veya epistemik pozisyonumuz olarak genel durumumuz hakkında şüpheci olmamızı mı gerektiriyor? Ve üçüncüsü, örtük önyargının yaygın doğası nedeniyle epistemik ve etik değerlerimiz arasında bir ikilemle mi karşı karşıyayız?

3.1 Öz-Bilgi

Örtük önyargının/yanlılığın genellikle bilinçsiz bir şekilde ortaya çıktığı düşünülür (§2.1.1), fakat bu tam olarak ne anlama gelir? Ne anlama gelebileceğiyle ilgili şu tahminleri yapabiliriz: ilgili zihinsel durumlar veya eğilimlerle ilişkili hiçbir fenomenoloji olmayabilir. Kişiler, örtük tutum ölçümleri üzerindeki performanslarının altında yatan temsillerin içeriğinden habersiz olabilirler. Örtük önyargılarının kaynağının veya bu önyargıların davranışları üzerindeki etkilerinin farkında olmayabilirler veya ilgili durumları arasındaki ilişkilerin farkında olmayabilirler (örneğin, belirli bir hedef çatışmasına ilişkin örtülü ve açık değerlendirmelerin farkında olmayabilirler) veya kişilerin kendi zihinlerinin farklı farkındalık biçimleri olabilir (örneğin, “erişimsel” veya “fenomenal” farkındalık; Block 1995). Gawronski ve meslektaşları (2006), bireylerin örtük önyargılarının “kaynak” ve “etki” farkındalığından genellikle yoksun olduklarını, fakat “içeriklerinin” farkındalığına genellikle sahip olduklarını iddia ederler. İçerik farkındalığına ilişkin kanıtlar, katılımcıların hatalı öz bildirimlerin deneyci tarafından tespit edileceğine inandırıldığı “sahte ardışık düzen” deneylerinden (Nier 2005) kaynaklanmaktadır. Bu deneylerde, katılımcıların örtük ve açık tutumların ölçümlere ilişkin puanları daha yakından ilişkili hale gelir, bu da katılımcıların örtülü tutum ölçümlerinde tespit edilen yargıların içeriğinin farkında olduklarını ve deneycinin tutarsızlıkları fark edeceğine inandıklarında raporlarını değiştirdiklerini gösterir. İçerik farkındalığı için başka kanıtlar da, deneycilerin örtük tutum ölçümleri ve öz-raporları kavramsal hizalamaya getirdiği çalışmalarda (Banse ve diğerleri 2001) ve aracılardan kendi örtük önyargılarını tahmin etmelerinin istendiği çalışmalarda (Hahn ve diğerleri 2014) bulunur. Hahn ve meslektaşları (2014) ve Hahn ve Gawronski (2019), testin nasıl tanımlandığına, testte ne kadar deneyime sahip olduklarına ve sınava girmeden önce test hakkında ne kadar açıklama yapıldığına bakılmaksızın, insanların kendi ÖTDT (örtük tutumu değerlendirme testi) puanlarını tahmin etmede iyi olduklarını bulmuştur. Bu çalışmalardan elde edilen bir diğer önemli sonuçsa, bireylerin, genel olarak insanların nasıl performans göstereceklerine dair inançlarıyla açıklanamayan, fakat kendilerinin testte nasıl yapacaklarına dair benzersiz bir içgörüye sahip olmasıdır.

Fakat Hahn ve meslektaşlarının verileri, bireylerin örtük önyargılarının içeriğinin iç gözlem yoluyla mı, kendi davranışlarından çıkarımlar yaparak mı yoksa başka bir kaynaktan mı haberdar oldukları hakkında bir şey söylemez (tartışma için Berger’e bakınız). Bu, bireylerin örtük önyargıları/eğilimleri üzerine sahip oldukları farkındalıkların onların öz-bilgilerini oluşturup oluşturmadığını belirlemek için önemlidir. Örtük önyargılarımızın içeriğine ilişkin farkındalığımız (örneğin) davranışımıza dayalı olarak yaptığımız çıkarımlardan kaynaklanıyorsa, burada yükselen soru, bilginin gerekçelendirilmiş doğru inancı gerektirdiğini varsayarak bu çıkarımların gerekçelendirilmiş olup olamayacağıdır. Bu noktada bazıları, örtük önyargı hakkındaki gerçeklerin, epistemik pozisyonumuzun kapasitelerimize yönelik “radikal” bir şüpheciliği gerektirdiğini öne sürdü (Saul 2012; bkz. §3.2.2). Eğer böyle bir şüphecilik makul ise, günlük davranışlarımızın tüm biçimlerinden örtük önyargılarımızın içeriği hakkında yaptığımız çıkarımların gerekçelendirilmemiş olduğundan da şüphe etmek için nedenlerimiz olur. Diğer yandan, insanların genel anlamda kendi zihinlerinin çok iyi tercümanları olduklarını savunanlar da olmuştur (Carruthers 2009; Levy 2012). Böyle bir durumda, örtük önyargılarımızın içeriğine ilişkin çıkarımlarımızın iyi bir şekilde gerekçelendirilmiş olduğunu söylemek daha makul olacaktır. Fakat kendi zihnimiz hakkında yaptığımız çıkarımların gerekçelendirilmiş olup olmadığı, önyargılarımıza doğrudan içgözlemsel erişimimiz olduğu gösterilseydi, bir muamma olmaktan çıkardı.

3.2 Şüphecilik

Şüpheci endişenin bir türü, örtük önyargının algı üzerindeki etkilerine dair olan araştırmalardan kaynaklanmaktadır (§3.2.1). Bu da, algısal inançlarımızın statüleri hakkında bizi bir endişeye götürür. Şüpheci endişenin bir diğer türüyse, örtük önyargının bize genel olarak epistemik failler olarak kapasitelerimiz hakkında neler söyleyebileceğine odaklanır (§3.2.2).

3.2.1 Algısal İnanç

Testte kendisine beyaz bir yüz yerine siyah yüz gösterilen katılımcılar, kendilerine gösterilen silah resimlerini silah olarak tanımlamada daha hızlıydılar ve silah olmayan diğer aletlerin de silah olduğunu söyleyerek, yanlış tanımlama olasılıkları da daha yüksekti. Bu sonuç sadece basit bir araştırmanın örneği değildir ve başka deneylerle kavramsal olarak doğrudan tekrarlanmıştır (Payne ve diğerleri 2002; Conrey ve diğerleri 2005). Burada söylenenlerse, tutumların ve inançların algı üzerindeki etkileri hakkında daha geniş bir dizi bulgunun bir örneğidir (Barrick ve diğerleri 2002; Proffitt 2006). Payne’nin bulgularını, Amadou Diallo ve Oscar Grant gibi silahsız siyahi insanların polis tarafından vurulduğu son yıllardaki büyük miktardaki örnekle birleştirildiğinde, ürpertici bir hal alıyor. Bulgular, polislerin “siyahi insanlar” ve “silahlar” arasında farkında olmadan kurdukları ilişkilerin, gördüklerini etkileyerek yargılarını ve davranışlarını etkileyebileceğini göstermektedir. Böyle bir durumda yükselen ahlaki kaygının ötesinde, bu durum aynı zamanda epistemik bir kaygının da nedeni olabilir. Siegel’in (2012, 2017) belirttiği gibi, endişe, örtük önyargıya dair oluşan inancımızın temellendirmesinde dairesel bir akıl yürütmeye sebep olabilir. Birey, siyahi erkeklerin silah sahibi olma veya kullanma olasılığının beyaz erkeklerden daha fazla olduğuna inanıyorsa ve bu inanç, bireyin siyahi erkeklerin elindeki belirsiz nesneleri silah olarak yorumlama olasılığını daha çok arttırıyorsa, birey kanıt olarak görsel algıya güvendiğinde inançlarını doğrulamak için bir kısır döngü içinde hareket etmiş olacaktır.

Örtük önyargıların bu tür epistemik kaygının nedeni olup olmadığı, sosyal tutumların görsel algı üzerinde ne tür bir nedensel etkiye sahip olduğuna bağlıdır. Payne’in silah önyargısına ilişkin bulguları, kişilerin elinde bulundurduğu (ya da öyle inanılan) belirsiz nesneleri silah görüntülerine benzetiyorsa, algısal deneyim üzerine bir tür “bilişsel etki” durumu söz konusudur (Siegel 2012, 2017). Bu da, akıl yürütmede içine düşeceğimiz kısır döngüye sebep olan şeyin ta kendisidir. Bu olasılığın dışında, bilişsel bir etkiye sebep olmadan ama gene de gerekçelendirilmemiş olan inanç oluşumu olasılığını yükselttiği durumlar da vardır. Siegel’in “algısal saptırma” dediği şeyi düşünün: siyah saçlar nesnelerin silah gibi görünmesine neden olmaz (yani, siyah saç algısal deneyimde bir değişikliğe neden olmaz), yine de bireyde yüksek kaygı durumu gibi bazı durumlar, siyah saçtan etkilenir ve kişinin bir sınıflandırma hatası yapmasına neden olur. Kişinin yaptığı bu sınıflandırma hatası, onun sosyal tutumlarının, önceki tutumlarını doğrulayacak şekilde görsel uyaranlara karşı duyarsız kalmasına neden olduğu için, gerekçelendirilmemiş bir inanç oluşumu örneği olarak görülecektir (Siegel 2012). Bu tarzda gerekçelendirilmemiş inanç oluşumuna dair oluşan endişeleri gidermek için verilen yanıtlar da vardır. Örneğin, Siegel’in “reddedilen davranış” dediği şey, bireyin önceden kendi hatasını bir hata olarak görmesi dışında, sınıflandırma hatasına “algısal saptırma” ile aynı yolu önerir. Ampirik kanıtlar, bu olasılıkları gerçekleşme ihtimaline göre büyükten küçüğe sıralamakta yardımcı olabilir (sıralamayı kesin olarak bize veremeyecek olsa da) (Corell ve diğerleri 2015).

3.2.2 Radikal Şüphecilik

Daha ciddi bir endişe, örtük önyargı üzerine araştırmaların, kişilerin bilgi arama yetilerine güvenmemesine neden olması gerektiğidir. “Önyargıya ilişkin şüphe” (Saul 2012), epistemik yargılarımızın sadece bazen değil, muhtemelen çoğu zaman hatalı olduğunu öne sürdüğünden dolayı, geleneksel şüphecilik biçimlerinden (örneğin, dış dünya şüpheciliğinden) daha güçlüdür. Örtük önyargıların, birçok alandaki yargılarımız üzerinde, örneğin profesörlerin öğrencilere verdiği notları, dergiye gönderilen yazıların kabulleri ve iş adayları hakkındaki yargılarımız gibi birçok noktada önemli etkisi vardır. Dahası, Fricker’in (2007) işaret ettiği gibi, damgalanmış grupların üyelerinin ifadelerini, onlara karşı olan örtük önyargılarımız/yanlılıklarımız nedeniyle farkında olmadan dikkate almama olasılığımız yüksektir. Bu durum, Saul’a göre, epistemik fail olarak bir şeyleri bilmeye dair olan epistemik başarısızlığımıza sebep olmakla beraber, örtük önyargıya ilişkin araştırmayla ilgili belirli soruları tam olarak anlayamama gibi başka sorunlara da sebep olabilir (Hookway 2010). Bu örneklerdeki kilit nokta, “argumentatif veya bilimsel değer yargılarında bulunduğumuzu düşündüğümüzde” bile, yargılarımızın örtük önyargılardan etkilenmesinin muhtemel olmasıdır (Saul 2012: 249). Ayrıca, olasılıksal akıl yürütme hatalarından farklı olarak, bu etkiler günlük yaşamın birçok alanına uygulanabilir.

İçinde bulunduğu sosyal grubu tanımlayabilecek durumda olduğumuz bir kişiden gelen bir iddiayı, argümanı, öneriyi, soruyu vb. düşündüğümüzde, “ya onu yanlı bir şekilde değerlendiriyorsam” diye endişelenmeliyiz. (Saul 2012: 250).

Örtük önyargının neden olduğu epistemik hataları düzeltmek için başarılı yanıtlar geliştirilebilirse, önyargıya ilişkin şüphe azaltılabilir. Bazı durumlarda, iş adayı dosyalarının isimsiz/fotoğrafsız olarak incelenmesi gibi basit bir düzeltmenin bile büyük bir etkisi olabilir. Tabii, her durumda önümüzde bu kadar net kaçış yolları yoktur. Saul’un önyargıyla ilgili şüpheye ilişkin açıklaması, düşünmeden yaptığımız alışkanlıklarımızın normatifliğine karşı güçlü bir karamsar duruş sergiler. “Örtük önyargılar üzerine düşündükten sonra, alışkanlıklarımıza yeniden nasıl düzgün bir şekilde güvenebileceğimizi görmek zor” (2012: 254). Bu görüşe karşı olarak getirilen bir görüş, düşünmeden yaptığımız alışkanlıklarımızın epistemik erdemlere sahip olabileceği üzerine odaklanır (Arpaly 2004; Railton 2014; Brownstein & Madva 2012a,b; Nagel 2012; Antony 2016). Alışkanlıklarımızın epistemik durumuyla ilgili karamsarlığın nedenlerini bu düşünce akışlarıyla çözüm bulmaya çalışmak, gelecekteki araştırmalarda önemli olacaktır.

3.3 Etik/Epistemik İkilemler

Gendler (2011) ve Egan (2011), örtük önyargının etik ve epistemik hedeflerimiz arasında bir çatışma yarattığını savunuyor. Etik/epistemik ikilemlerle ilgili endişe en azından Pascal kadar eski olsa bile, olumlu yanılsamalar üzerine yapılan çağdaş araştırmalarda tekrar önem kazanmıştır (olumlu yanılsamaya örnek olarak, yanlış olmasına rağmen benim kendi iyiliğimi arttırabilecek “Ben harikayım!” gibi inançlar verilebilir; Taylor & Brown 1988). Örtük önyargıyı çevreleyen ikilem, Gendler’ın sosyal kategorizasyonun bilişsel kapasitelerimiz için temelmiş gibi göründüğünü söylediği basmakalıp inançların kaçınılmazlığından kaynaklanmaktadır. Etik nedenlerle yaygın sosyal normları reddeden bireyler için bu, bildiklerimiz ile değer verdiklerimiz arasında bir çatışma yaratır.

İnkâr ettiğiniz ırkçı normlar tarafından yapılanmış bir toplumda yaşıyorsanız, ya kültürel normlar tabanlı veya arka planlı bilgilerden bilinçli olmayan bir şekilde etkilenmenin epistemik maliyetini ödemeniz gerekir ya da dışa vuran söylemlerinizdeki varlığını garanti edecek şekilde kodlanmış bu bilginin yol açtığı kaçınılmaz sonuçları düzenlemek için epistemik bir enerji harcamanız gerekir. (Gendler, 2001: 37).

Cinse özgü genel normlar, doğrudan dışa vurulduğunda problematik olarak etiketleyebileceğimiz ve söylenmesi etik dışı görüşen yargıları içerir ve bunları, sosyal bilgiyi kullanan istatistiksel genellemelerden alır. Kendilerine gerçek olduğu varsayılan bir mahalle için sigorta primleri belirlemeleri istendiği bir testte kişiler, belirli mahalleler için daha yüksek primler belirleme nedenleri olarak geçmiş zamandaki sigorta istatistikleriyle ilgili verileri göstermişlerdi. Bir başka testteyse, kendilerine bu verilerin aslında ırkçı bir yanlılıktan kaynaklandığı söylenen kişiler, mahalleler için sigorta primleri belirlerken bu istatistikleri dikkate almaktan kaçınmışlardı (Tetlock et al. 2000). Bu “epistemik olmayan gerekçelerle kişinin kendisine epistemik bir rahatlatma sağlaması”, bireylerin hem rasyonel hem de adil olmalarını imkânsız hale getirir (Gendler 2011: 55, 57).

Egan (2011), bu kadar radikal bir sonuca atlamak yerine etik değerlerimiz için epistemik fedakârlıklar yapmanın buna değebileceği fikrine yer vererek, epistemik ve etik bağlamda oluşan ikilemi ortadan kaldırmanın sezgisel yollarını gösterir. Ayrıca, örtük önyargının aslında kaçınılmaz bir etik-epistemik ikilem yarattığını kabul etmeye isteksiz olan isimler de hayli fazladır (Mugg 2013; Beeghly 2014; Madva 2016b; Lassiter & Ballantyne 2017; Puddifoot 2017). Örneğin, etik-epistemik ikilemi ortadan kaldırmanın bir yolu, bu örneklerde feda ettiğimiz şeyin sosyal bilginin kendisi olmadığını, fakat yanlış koşullarda sosyal bilgiye erişimin bilişsel maliyetleri olduğunu öne sürmektir (Medva 2016b). Dolayısıyla, etik-epistemik ikilemini çözmek için bilgiye ulaşma yetimizin sınırlı olduğunu kabul etmemize gerek kalmaz. Yapmamız gereken şey, basmakalıp inanca olan erişilebilirliğin duruma özel düzenlenmesidir. Örneğin, sosyal bilginin erişilebilirliği, bireylerin amaçları ve alışkanlıkları tarafından düzenlenebilir (Moskowitz & Li 2011). Örtük önyargı nedeniyle etik-epistemik ikilemlerle ilgilenen okuyucuların, “ahlaki tecavüz [moral encroachment]” konusundaki ilgili metinlere bir göz atmasını tavsiye ederim (Basu & Schroeder 2018; Gardiner 2018).

4. Etik

Örtük önyargı etiği üzerine çoğu felsefi yazı, iki farklı (ancak birbiriyle ilişkili) soruya odaklanmıştır. İlk olarak, bireyler örtük önyargılarından ahlaki olarak sorumlu mudur (§4.1)? İkincisi, bireyler örtük önyargılarını değiştirebilir veya yargıları ve davranışları üzerindeki etkilerini kontrol edebilirler mi (§4.2;)?

4.1 Ahlaki Sorumluluk

Örtük önyargı için ahlaki sorumluluk üzerinde çalışan araştırmacılar genellikle iki önemli ayrım yapar. İlk olarak, tutumların sorumluluğunu yargı ve davranış sorumluluğundan ayırırlar. Yani, bireylerin örtük tutumlarından sorumlu olup olmadığı (§2) veya bireylerin, yargıları ve davranışları üzerindeki örtük tutumlarının etkilerinden sorumlu olup olmadığı sorulabilir ve bunlar birbirinden farklı iki sorudur. Bu alanda yapılan çoğu araştırma ve çalışma (bu yazıda da olduğu gibi) ikinci soruya daha çok ilgi duymuştur. İkinci önemli bir ayrım, sorumlu olmak ile sorumlu tutulmak arasındaki farktır. Bu ayrım, bir dizi farklı, ancak birbiriyle ilişkili yollarla gösterilebilir. Bu ayrım, suçlanabilirlik özelliği ile fiili suçlama ifadeleri arasındaki, geriye ve ileriye dönük sorumluluk arasındaki ya da bir yargı biçimi olarak sorumluluk ile bir yaptırım biçimi olarak sorumluluk arasındaki bir ayrım olarak yorumlanabilir. Bir diğer deyişle, kişinin geçmişte yaptığı şeylerden dolayı alması gereken sorumlulukla, gelecekte belirli şeyleri yapma sorumluluğu arasındaki fark olarak da düşünebiliriz bu ayrımı. Bu alanda yapılan araştırmaların çoğu, üç tür yaklaşımla bu ayrımların birincisine (sorumlu olmak, suçlanabilirlik vb.) odaklandı. Kişinin örtük önyargılarının farkındalığının veya bilgisinin önemine ilişkin argümanlar (§4.1.1); kişinin örtük önyargılarının kişinin yargısı ve davranışı üzerindeki etkisi üzerindeki kontrolün önemine ilişkin argümanlar (§4.1.2); ve “öz nitelikçilik” ve “derin benlik” düşüncelerinden gelen argümanlar (§4.1.3; ahlaki sorumluluk ve örtük önyargı teorilerinin daha derinlemesine bir incelemesi için bkz. Holroyd ve diğerleri 2017).

4.1.1 Farkındalığa Dayanan Argümanlar

Örtük önyargılara sahip olduğumuzdan dolayı ahlaki olarak sorumlu tutulmamız için, bu önyargılarımızın farkında olmamız zorunlu bir koşulmuş gibi görünüyor. Saul, damgalanmış gruplara karşı tüm önyargıların suçlanmaya değer olduğu görüşünü terk etmemizi önererek, sezgilere dayanan şu fikri dile getirir:

Kişi, cinsiyetçi bir kültürde yaşamasından kaynaklanan ve farkında olmadığı örtük bir önyargıdan dolayı suçlanmamalıdır. (2013: 55).

Saul’un iddiası, suçlanabilirlik ve örtük önyargı hakkındaki halk psikolojisi tutumlarıyla (yani günlük düşüncelerimize yerleşmiş tutumlarımızla) uyumlu görünüyor. Cameron ve meslektaşları (2010), “ırkı ne olursa olsun insanlara eşit muamele edilmesi gerektiğini düşünmesine” rağmen siyahi insanlara karşı ayrımcı şekillerde hareket ettiği tanımlandığında, “Afrikalı Amerikalılar için bilinçaltında sahip olduğu önyargılarından” dolayı ayrımcı şekillerde hareket ettiği tanımlandığı örneğe kıyasla, deneklerin “John”a ahlaki sorumluluk atfetmeye çok daha istekli olduklarını bulmuşlardır. 

İnsanların örtük önyargılarının farkında olduklarına dair kanıtları hatırlarsak (§3.1), farkındalık argümanına dayanarak bireylerin bu önyargılardan sorumlu olduklarını söyleyebiliriz. Fakat soru, bireylerin örtük önyargılardan etkilenen davranışlarından (önyargılara sahip olmaktan ziyade) sorumlu olup olmadığıysa, üstünde durmamız en önemli şey etki farkındalığıdır (Holroyd 2012). Bununla birlikte, örtük önyargının davranışlarımız üzerindeki etkilerine ilişkin etki farkındalığından yoksun olmak, bireyleri prensipte bile sorumluluktan muaf tutmayabilir. Örtük önyargılarla ilgili bir olasılık, kişinin kendini gözlemleyerek nedenini bulamadığı kötü bir ruh hali içinde olmasının, onun kendisini takdir etmeyeceği bir şekilde davranmasına neden olabileceği anlamda, örtük önyargıların ruh hallerine benzer olmasıdır (Madva 2018). Öte yandan, fark edilmeyen ruh hallerinin kişinin yaptığı eylemin sorumluluğunu azaltıp azaltmadığı konusunda tartışmalar devam etmektedir (Korsgaard 1997; Levy 2011). Verilen cevaplardan biri, hem kötü ruh hallerinin hem bilinçaltımızda olan ve farkında olmadığımız önyargıların üstümüzdeki suçlanabilirliği azaltsa bile, onu tamamen ortadan kaldırmamasıdır. Bu iddianın makullüğü, ahlaki sorumluluğun dereceleri olan bir şey olduğu varsayımını kabul edip etmediğinize bağlı olarak değişebilir.

Diğer yandan, Holroyd’un (2012) işaret ettiği gibi, etki farkındalığına odaklanmak beraberinde bir sorunla gelebilir: Pek çok bilişsel durumun davranışlarımız üzerindeki etkisinin farkında olmayabiliriz. Başka bir deyişle, etki farkındalığına odaklanmak, ahlaki sorumluluk konusunda kuvvetli bir şüpheciliğe yol açabilir. Bu durum da, ahlaki sorumlulukla ilgili radikal bir şüpheciliğin savunulabilir olup olmadığına bakılmaksızın, etki farkındalığının örtük önyargıların sorumluluğunu diğer bilişsel durumlara ilişkin sorumluluktan ayırt etmek için iyi bir kriter olarak hizmet etmeyebileceğini düşündürmektedir.

Örtük önyargıların farkındalığına dayanan bir argüman geliştirmenin diğer bir yolu, bireylerin ne bildiklerinden ziyade örtük önyargı hakkında ne bilmeleri gerektiğine odaklanmaktır. Bu yaklaşım, ahlaki sorumluluğu kişinin sosyal ve epistemik çevresine endeksler. Örneğin, Kelly ve Roedder (2008), “bu konular hakkında bilgili biri” birine not verirken, olası önyargılarını ortadan kaldırmak ya da en aza indirmek için, not verirken kullandığı yöntemi geliştirmesi gerektiğini çünkü örtük önyargı üzerine araştırmaların farkında olduğundan dolayı, önlem almasının o kişinin artık bir sorumluluğu olduğunu söylüyor. Bu görüşe benzer şekilde, Washington ve Kelly (2016), psikolojik profilleri birbirinin tamamen aynı olduğu varsayılan, fakat bu iki kişi arasındaki tek farkın “Old School Egalitarian”ın 1980 yılında özgeçmişi değerlendiriliyorken “New Egalitarian”ın ise 2014 yılında değerlendiriliyor olduğu bir örneği düşünmemizi önerir. Her ikisi de örtük önyargıyı duymamış olsa da, Washington ve Kelly, New Egalitarian’ın, Old School Egalitarian’ın olmadığı bir şekilde ahlaki olarak suçlu olduğunu savunurlar. 1980 ve 2014’te sahip olduğumuz psikolojik bulgular göz önüne alındığında yalnızca New Egalitarian olası örtük önyargılarını bilebilirdi ve bilmesi gerekirdi. Buradaki temel sezgi, bir bireyin sosyal ve epistemik ortamındaki değişikliklerle beraber sorumluluk değerlendirmelerinin de değiştiğidir.

Örtük önyargılardan sorumlu olmamız için onların farkında olmamız gerektiğini söylemenin üçüncü yoluysa, kişi daha öncesinde bilinçaltında bulunan örtük önyargı tutumunun farkında olduğu anda, bu tutumun kişinin diğer tutumlarıyla bütünleşip bütünleşmediğine odaklanmaktır (Levy 2012; bkz. §2.1). Yani, kişi bu tutumun fakrında olduğu anda aklın süzgecinden geçiriyor, bu tutumu düzeltiyor ve ona göre davranıyorsa, kişi en başta bu önyargıya sahip olduğundan dolayı sorumlu tutulamaz. Bu görüşe göre, sorumlu davranışa neden olan tutumlar, geniş bir bilişsel sistem yelpazesinde mevcuttur. Örneğin, bilişsel uyumsuzluk deneylerinde (örneğin, Festinger 1956), kişiler kendilerine inandırıcı nedenler atfederler ve daha sonra kendilerine atfedilen bu nedenlere göre hareket etme eğilimindedirler. Levy’e göre (2012) kişilerin kendilerine nedenler yakıştırması, kişinin davranışı üzerinde bütünleştirici bir etkiye sahiptir ve bu nedenle ahlaki sorumluluk için gerekli olan eylemin kaynağı olma kriterini karşıladığı düşünülebilir. En önemlisi, bu sorumluluk anının, bireyin bu bütünleştirici etkiye sahip olan ve kendine atfedilen nedenlerin bilincine vardığı anda yüklenmesidir. Bu da, kişilerin sorumlu olduğu tutumların, kişi bu tutumların içeriğinin farkına vardığı anda davranışı bütünleştiren tutumlar olduğunu iddia etmek için sağlam bir zemin sunar. Levy’e göre örtük tutumlar böyle değildir.

Ahlaki olarak önemli olan, örtük tutumlarımızın içeriğinin farkındalığının, onlardan doğrudan ahlaki olarak sorumlu olacak şekilde kişisel düzeydeki kaygılarımıza entegre etmede başarısız olmasıdır. (Levy 2012: 9).

4.1.2 Kontrole Dayanan Argümanlar

Örtük süreçlerin genellikle “kontrollü” bilişsel süreçlerin (§2.2) tam zıttı olarak tanımlanması gerçeği, örtük süreçlerin davranışı, kişinin eylemi gerçekleştiren kişi olarak sahip olduğu kapasiteleri saptıracak şekilde etkilediği anlamına gelebilir. Örtük önyargıların, onları bastırmaya yönelik kasıtlı çabalara yanıt olarak “geri tepiyor” görünmesi bu yorumu desteklemektedir (Huebner 2009; Follenfant & Ric 2010). Örtük önyargıların kişisel tutumlardan ziyade sadece basmakalıp inançların farkındalığını yansıttığını öne süren geçmiş dönemde yapılan araştırmalar, bu durumların bireylerin içerisinde “olduğu” süreçleri yansıttığını ima ederler. Ancak daha yakın zamanlarda, filozoflar, ahlaki sorumluluğa ilişkin kontrol kavramı için bu ve diğer verilerin sonuçlarını sorguladılar.

Sorumluluk ile ilgili literatürdeki anlamıyla kontrolü anlamanın belki de en tanıdık yolu, bir kişinin, bunun için yeterli neden olduğunda, aksi halde hareket edeceğinden farklı şekilde hareket etmesine izin verecek psikolojik bir mekanizma olarak görmektir (Fischer & Ravizza 2000). Kontrolün, nedenlere yanıt verme şeklindeki bu yorumlanışının cevaplaması gerektiği bir soru, açık bir akıl yürütmenin yokluğunda ortaya çıkan otomatikleştirilmiş davranışların, kişinin kontrolü altında düşünülüp düşünülmemesi gerektiğidir. Yanıt olarak, otomatikliğin ve kontrolün birbirini zorunlu bir şekilde dışlamasının gerekmediğini savunanlar olmuştur. Holroyd ve Kelly (2016) bir “ekolojik kontrol” konsepti geliştirir ve Suhler ve Churchland (2009), hem otomatik olan hem kişiye sorumluluk vermemiz için yeterli olan bir bilinçsiz kontrol açıklaması sunar. Bazılarıysa, otomatiklik ve otomatizm (örneğin uyurgezerlik) arasında ayrım yapmıştır; Bu anlamda, ilgili ahlaki ayrım, kişilerin otomatik eylemlerini (ama otomatistik eylemleri değil) önceki kontrollü seçimler yoluyla “ön-programlama” yeteneği açısından çizilebilir (Wigley 2007). İlgili ahlaki ayrımı çizmenin bir diğer yoluysa, kişilerin otomatik eylemlerini bilinçli olarak izleme yeteneklerine odaklanmaktır (Levy & Bayne 2004). Tüm bunların ötesinde, varsayılan örtük tutumlar, üzerinde düşünülüp değiştirilebilecek şeyler olduğundan dolayı aslında otomatik olmadığı söylenebilir (Buckwalter). Diğer taraftan, kişinin tutumları veya davranışları üzerindeki “dolaylı” ve “doğrudan” kontrol arasında ayrım olduğunu söyleyenler de vardır (Holroyd 2012; Levy & Mandelbaum 2014; Sie & Voorst Vader-Bours 2016). Holroyd (2012), bir beceriyi öğrenmek, yabancı bir dil konuşmak ve hatta belirli inançlara sahip olmak gibi, üzerinde doğrudan ve anlık kontrole sahip olmadığımız, ancak genel olarak sorumlu tutulduğumuz pek çok şey olduğunu savunmaktadır. Bu yeteneklerin veya durumların hiçbiri sırf onları istediğimiz için bizim olmazlar. Onları elde etmek için zaman ve çaba harcamamız gerekir. Bu da, üzerinde yalnızca dolaylı olarak uzun dönemde kontrole sahip olduğumuz tutum ve davranışlardan sorumlu tutulabileceğimizi gösterir. O halde asıl sormamız gereken soru, kişilerin örtük önyargıları üzerinde dolaylı olarak uzun dönemli kontrol uygulayıp uygulayamayacaklarıdır.

4.1.3 Öz Nitelikçilik ve Derin Benlik Teorileri

Ahlaki sorumlulukla ilgili “Öz nitelikçi” ve derin benlik teorileri, farkındalık ve kontrol argümanlarına bir alternatif temsil eder. Bu teorilere göre, kişinin bir eylemden sorumlu olması için, kişinin kendisinin o eylem üzerine “derinlemesine düşünmesi” gerekir Yani, sorumluluk taşıyan eylemleri, kişilerin “derin benliği” üzerine düşünmesi nedeniyle onlara atfedebiliriz. Buradaki anlamında derin benlik, kişinin temel değerlendirici duruşunu temsil eder (Sripada 2016). Literatürde derin benliğin gerçekte ne olduğu ve bir tutum ya da eylemin onun üzerine düşünmesinin ne anlama geldiği konusunda çok fazla anlaşmazlık olmasına rağmen, öz nitelikçiler insanların bilinçsiz (örn. “farketmeme” vakaları), gönüllü olmayan (örneğin, güçlü duygusal tepkilerden kaynaklanan eylemler) veya kişinin iradesi dışında gerçekleşen olaylardan ahlaki olarak sorumlu olabileceği konusunda hemfikirdir. (Frankfurt 1971; Watson 1975, 1996; Scanlon 1998; A. Smith 2005, 2008, 2012; Hieronymi 2008; Sher 2009; ve H. Smith 2011).

Son yıllarda geliştirilen etkili bir görüş, kişilerin yalnızca “değerlendirici” veya “rasyonel” yargılarından kaynaklanan veya bunlar tarafından değiştirilmeye açık olan eylem veya tutumlardan sorumlu olduğudur. Değerlendirici veya rasyonel yargılar, kişinin bu eylemleri yapmasını veya tutumlara sahip olmasını prensipte gerekçelendiren yargılardır (Scanlon 1998; A. Smith 2005, 2008, 2012).

A. Smith, kişinin sahip olduğu aşikâr inançları, onun neyi gerekçelendirilmiş bir değerlendirme olarak gördüğü sorusunu çözmediği için, örtük önyargıların rasyonel yargılardan kaynaklandığını öne sürer (2012: 581–582, 10. basım).

Alternatif bir yaklaşım, “derin benliğin” kaynağını, kişinin rasyonel yargılarından ziyade ona verdiği “değerde” görür (Shoemaker 2003, 2011; Jaworska 2007; Sripada 2016). Kişinin değer vermesi farklı şekillerde tanımlanmıştır, fakat bu bağlamda genellikle, motivasyonel, duygusal ve değerlendirici eğilim özelliklerine sahip psikolojik durumlar olarak düşünülür. Ayrıca, örtük bir önyargının bir kişinin derin benliğine atfedilemeyeceği durumlarda bile, örtülü önyargıları nedeniyle üstlendiği bazı görev veya yükümlülükleri ihlal etmekten bu kişiyi sorumlu tutmak uygun olabilir (Zheng 2016). Glasgow (2016) da benzer şekilde, kişilere atfedilemeyecek örtük önyargılar durumunda bile, bu kişileri sorumlu tutabileceğimizi öne sürer. Onun görüşü, kişilerin yabancılaştığı bu eylemlere karşı gene de bilişsel bir düzeyde sorumlu oldukları varsayımından gelişir. Glasgow bu görüşü “İçeriğe Duyarlı Çeşitlilik” ve “Zarara Duyarlı Çeşitlilik” temelinde savunur; bu iki görüşe göre yabancılaşma, eylemin içeriği veya eylemin yarattığı zarar gibi bir eylemin fail-dışı özelliklerine bağlı olarak üzerindeki sorumluluk ortadan kalkar. Çeşitlilik temelli bu görüşler, 20. yüzyıl felsefi literatüründeki geleneksel sorumluluk anlayışlarına göre bir hayli yenilikçi bir bakış açısıyla bakarlar probleme. Örtük önyargı üzerine daha isabetli bir anlayış kazanmamız için bu türden bir yeniliğin gerekli olduğunu savunanlar da bu görüşün beraberinde ortaya çıkmaya başladılar (Vargas 2005; Faucher 2016).

4.2 Davranış Değiştirme Yöntemleri

Uygulamalı etik alanında çalışan araştırmacılar, prensipte kusurlulukla ilgili sorularla daha az ilgilenirken, örtük önyargılarımızı nasıl değiştireceğimizi veya kontrol edeceğimizi araştırmakla daha fazla ilgilenirler. Elbette, önyargı ve ayrımcılığa karşı mücadele etmeye kararlı herkes bu ilgiyi paylaşacaktır. Üst sınıftaki insanlar ve işyeri yöneticileri, işyerlerinde, üniversitelerde ve gruplar arası çatışmalardan etkilenen diğer alanlardaki ayrımcılıkla mücadele programlarına hâlihazırda muazzam derecede kamu ve özel kaynakları yönlendirdikleri göz önüne alındığında, daha etkili yöntemler bulmakla da ilgili olabilirler. Ne de olsa Paluck ve Green’in (2009) öne sürdüğü gibi, yaygın olarak kullanılan stratejilerin birçoğunun yeterli derecede işe yarar olup olmadığı sorusu belirsizliğini koruyor. Önyargı azaltma üzerine yapılan çalışmaların çoğu deneysel değildir (rastgele atamadan yoksundur), kontrol grupları olmadan gerçekleştirilir, öz-bildirim anketlerine odaklanır ve her şeyden önce (nicel değil) nitel veriler toplar.

Bu alanda kendini gösteren laboratuvar temelli bir araştırma grubu, örtük önyargıları düzenlemek için stratejilerin mevcut olduğunu öne sürüyor. Bu stratejileri sınıflandırmanın bir yolu, kişilerin örtük önyargılarının altında yatan görünür ilişkileri değiştirmeyi iddia edenlerle, örtük çağrışımları olduğu gibi bırakmayı iddia eden ancak kişilerin kendi önyargılarının yargıları ve davranışları üzerindeki etkilerini kontrol etmeyi öneren görüşlerin sonuçlarını karşılaştırmaktır (Stewart ve Payne 2008; Mendoza ve diğerleri 2010; Lai ve diğerleri 2013). Örneğin, “değişime dayalı” bir strateji, bireylerin “beyaz” ile “iyi” arasındaki otomatik çağrışımlarını azaltabilirken, “kontrol temelli” bir strateji, bireylerin bu ilişkinin davranışlarını etkilemesini önlemesini sağlayabilir. Bu yöntemlerden bazılarına birazdan kabaca bakacağız. Etkileri hakkındaki verilerin karşılaştırılması için bkz. Lai ve meslektaşları (2014, 2016) ve bunların “önyargıyı azaltan” deneyleri listeleyen yararlı bir eklentisiyle birlikte örtük önyargı metafiziği teorileri için önemiyle ilgili tartışma için bkz. Byrd (yakında yayınlanacak).

4.2.1 Değişime Dayalı Yöntemler

  • Gruplararası Temas Stratejisi (Aberson ve diğerleri 2008; Dasgupta & Rivera 2008; Anderson 2010): Gruplararası temas, sosyal psikolojinin gruplararası ilişkileri iyileştirmek adına sunduğu en etkin stratejilerden biridir (Allport 1954; Pettigrew & Tropp 2006). Bu yönteme göre, farklı sosyal grupların üyeleri arasındaki etkileşimin, bazı ılımlı koşullar altında (örneğin, eşit statüdeki kişilerin etkileşimi), örtük önyargıyı azalttığı gözlemlenmiştir.
  • Yaklaşım Eğitici Strateji (Kawakami ve diğerleri 2007, 2008; Phill ve diğerleri 2011): Katılımcılar, basmakalıp inanç içerikli görüntüler gördüklerinde “HAYIR!” yazan bir düğmeye basarak bu stereotipleri tekrar tekrar “reddederler” veya bu normların tam karşısında konumlanan tutumları gördüklerinde “EVET!” etiketli düğmeye basarak bunu onaylarlar (örneğin, “atlet” kelimesiyle eşleştirilmiş beyaz bir insan gördüklerinde). Bu deneyin benzer varyantlarındaysa, katılımcılar stereotipleri “olumsuzlamak” için bir kumanda kolunu kendilerinden uzağa itmişler ve stereotip karşıtı olanları da “onaylamak” için de kolu kendilerine doğru çekmişlerdir.
  • Değerlendirici Şartlandırma Stratejisi (Olson & Fazio 2006; De Houwer 2011): Ortak bir tutumun oluşmasına sebep olacak bir nesnenin (örneğin, siyah bir yüzün resmi) başka bir değerli tutum nesnesi (örneğin, “dahi” kelimesi) ile beraber gösterildiği ve kişiye sıkça maruz bırakıldığı, dolayısıyla kişinin bu iki kavram arasında zorunlu bir bağ kurmasını ve birbiriyle ilişkilendirmesini hedefleyen stratejidir.
  • Basmakalıp İnanç Karşıtını Maruz Bırakma Stratejisi (Blair ve diğerleri 2001; Dasgupta & Greenwald 2001): bireylerin normların tersi şekillerde hareket eden damgalanmış grupların üyelerini tasvir eden görüntülere, film kliplerine ve hatta zihinsel görüntülere maruz kalmalarını arttıran, böylece tutumu değiştirmeyi amaçlayan bir stratejidir (örneğin, kadın bilim insanlarının görüntülerini göstererek).

4.2.2 Kontrole Dayalı Yöntemler

  • Sistemler Kurmak (Gollwitzer ve Sheeran 2006; Stewart ve Payne 2008; Mendoza ve diğerleri 2010; Webb ve diğerleri 2012): Bir bireyin beklenen bir ipucuyla karşılaştığında gerçekleştirmeyi planladığı amaca yönelik bir yanıtı belirten “eğer böyle olursa, böyle yapacağım” planlarına dayanarak alışkanlıkları değiştirmek üzerine kurulmuş bir strateji. (Örneğin, telefon çaldığında cevaplamadan önce bir nefes alıp gülümseyeceğim).
  • Kontrolü Geri Kazanmana Yardımcı Olacak bir İşaret Belirleme (Monteith 1993; Monteith ve diğerleri 2002): Önyargılı tepkileri, özellikle bu tepkilerin katılımcıların eşitlikçi hedefleriyle tutarsızlığından kaynaklanan duygusal rahatsızlıkları fark etmeyi hedefleyen teknikleri barındıran bir yöntemdir.
  • Kişinin Hedeflerini, Ruh halini ve Motivasyonunu Hatırlatma (Huntsinger ve diğerleri 2010; Moskowitz & Li 2011; Mann & Kawakami 2012): Eşitlikçi hedeflere, çok kültürlü ideolojilere veya belirli ruh hallerine öncelik vererek, örtük ölçülerdeki önyargı puanlarını düşürmeyi hedefleyen bir yöntemdir.

Yöntemleri bu kadar katı bir çizgiyle birbirinden ayrı bir şekilde kategorize etme konusunda bazı şüpheler vardır çünkü bazı kontrol temelli yöntemler, kişilerin öyle davranmasının altında yatan ilişkileri de değiştirebilir ve bazı ilişkilendirme temelli yöntemler de kontrolü teşvik edebilir (Stewart & Payne 2008; Mendoza ve diğerleri 2010). Ancak daha da önemlisi, bu yöntemlerin zaman içindeki etkililiği (Lai ve diğerleri 2016), pratik anlamda uygulanabilirlikleri (Bargh 1999; Schneider 2004) ve dikkatimizi ekonomik ve kurumsal adaletsizlik biçimleri sorunlarından uzaklaştırabilme olasılığı (Anderson 2010; Dixon ve diğerleri 2012;bkz §5) hakkında yükselen şüphelerdir. Tabii ki, bu tür yöntemler üzerine yapılan araştırmaların çoğu yenidir, bu nedenle hangi stratejilerin veya strateji kombinasyonlarının (Devine ve diğerleri 2012) etkili olup olmayacağı henüz net değildir. Diğer yandan, bunun gibi laboratuvar temelli yöntemlerin, önyargı ve ayrımcılıkla mücadeleye yönelik daha geniş çabaların unsurları olarak oynayabileceği rol konusunda iyimserliğini dile getiren isimler de hızlı bir şekilde artmaktadır (Kelly ve diğerleri. 2010a; Madva 2017).

5. Eleştiriler

Örtük önyargı üzerine yapılan araştırmalar, birbirinden farklı ama ilişkili birkaç yönden eleştiriliyor. Bu eleştiriler arasından biraz daha fazla öne çıkanlara daha yakından bakalım. Bu yazıda daha genel olan eleştirilere bakacağım ve örtük tutum ölçmelerine karşı getirilen spesifik eleştirileri şimdilik bir kenara bırakacağım.

5.1 Aldatıcı

Örtük önyargı üzerine yapılan araştırmalar, yalnızca felsefe ve psikolojide değil, aynı zamanda siyaset, gazetecilik, hukuk, iş dünyası ve tıpta da büyük ilgi gördü. Tam da gördüğü bu büyük ilgi yüzünden bu araştırmaları eleştirenler var. Bu kişiler, örtük önyargı üzerine yapılan araştırmaların açıklayıcı gücünün abartıldığını düşündüklerinden dolayı, bu kadar ilgi için henüz çok erken olduğundan endişeliler (Singal 2017; Jussim 2018; Blanton & İkizer 2019).

Kamu bilimlerinde yürütülen araştırmaların zorluğu yaygın olsa da (yani, örtük önyargı araştırmasıyla sınırlı değil) ve en korkunç vakalar daha çok popüler basında bulunsa da, bazı araştırmacıların sosyal fenomenleri açıklamak için örtük önyargının önemini abarttığı doğrudur. Bu alanda yapılabilecek olası bir aldatma, bilime karşı kamuoyunda güvensizlik yaratmak gibi feci sonuçlara yol açabilir. Ancak akılda tutulması gereken önemli bir nokta, bilim haberciliğinin karşılaştığı zorluklarla bir araştırma grubunun karşılaştığı zorlukların farklı olmasıdır. Yani, bilimin kendisinin güçlü olup olmadığıyla bilimin sahip olduğu gücün olduğu gibi halka doğru bir şekilde aktarılıp aktarılamayacağı birbirinden ayrı sorulardır. Önemi (ya da hâlihazırdaki bulguları) aşırı abartılmış araştırma, bilim insanlarını gösterişli ama zayıf işler yapmaya teşvik edebilir ve bu bir problemdir ama yine de araştırmanın sonuçlarını yanlış anladığımızla ilgili problemler, bilimin kendisiyle ilgili problemlerden farklıdır.

5.2 İçsele Karşı Dışsal

Örtük önyargı araştırmalarına getirilen diğer bir yaygın eleştiri, açık önyargının, örtük önyargının açıklama iddiasında olduğu şeylerin çoğunu açıklayabileceği, dolayısıyla örtük önyargı üzerine bu kadar yoğunlaşmanın zaman kaybı olduğunu öne sürer (Hermanson 2017a,b, 2018; Singal 2017; Buckwalter 2018). Örneğin Jesse Singal (2017), Amerika Birleşik Devletleri Adalet Bakanlığı’nın Ferguson, MO’daki kasıtlı ırk temelli ayrımcılık hakkındaki bulgularına ve Amerika Birleşik Devletleri’nin 2016’da nispeten açıkça ırkçı bir Başkan seçtiği gerçeğine işaret ederek, örtük önyargının açık önyargıdan daha önemli olduğunu reddeder.

Singal ve diğerleri, açık yanlılığın ve önyargının kalıcı olduğu ve bazı yerlerde yaygın olduğu konusunda kesinlikle haklıdır. Diğer yandan, örtük önyargı üzerine araştırma yapan insanların, örtük önyargının açık önyargıdan daha önemli olduğunu düşündüğü açık olan bir şey değil. Özellikle filozoflar örtük önyargıyla daha çok ilgiliydiler çünkü açık önyargının kalıcılığına ve yaygınlığına rağmen, önyargısız bir şekilde düşünmeyi ve davranmayı amaçlayan (muhtemelen bu makaleyi okuyanların çoğu), fakat yine de araştırmacıların incelediği örtük önyargılı yanlı davranış türlerine duyarlı olan birçok insan var. Örtük önyargılı davranışlara karşı duyarlı olmak, üzerinde sadece düşünmemiz gereken önemli bir fenomen değil, fakat yazının bütününde verdiğimiz bağnazlık derecesindeki çirkin tutumları ve örnekleri çözmede ve daha iyi bir toplum yaratmada nedensel olarak katkısını hafife alamayacağımız, pratik anlamda hepimizin amaçlaması gerekecek kadar önemli bir hareket. Örtük önyargı, özellikle önyargılı normlarla dolu ortamlarda açık önyargıya nedensel olarak katkıda bulunabilir (Madva 2019).

Konuyla ilgili bir diğer endişe kaynağıysa, “örtük” kelimesini tam olarak nasıl anlamamız gerektiği üzerinedir. Muhtemelen en yaygın anlayış, “örtük” kavramının “bilinçdışı” anlamında kullanıldığıdır. Fakat örtük tutum ölçümlerinde değerlendirilen her şey bilinçsiz değildir (§3.1) ve bu da endişeye sebep olan şeydir.

“Örtülü”nün anlamı hakkında yaygın bir anlaşma olmadığı ve hiçbir örtük sosyal biliş teorisinin mevcut tüm verilerle tutarlı olmadığı da doğrudur. Bunun ne ölçüde bir problem olduğu, bilimin nasıl ilerlediğine dair arka plan teorilerine bağlıdır. Örtük tutum ölçümlerinin, zihnin herhangi bir ayrı “bölümünün” yüksek duyarlıklı (büyük oranda doğru) değerlendirmeleri olmadığını kabul etmek de çok önemlidir. Kişinin sahip olduğu örtük önyargılar, dışsal hiçbir şeyden etkilenmeyen, tamamen saf süreçler ya da karakter özellikleri değildir (§1.2). Örtük tutum ölçümleri, çeşitli bilişsel ve duygusal süreçlerin bir karışımını temsil eder. Bu karışıma insanların inançları ve açık tutumları dâhildir. Araştırmacılar bir süredir, bir kişinin örtük tutum ölçüm yöntemlerindeki gibi bir testteki puanlarını tahmin etmenin en iyi yolunun, yöntemin hedefleri hakkında onlara fikirlerini sormak olduğunu düşünüyorlardı. Ancak bu, örtük tutum ölçümlerinin “ayırt edici geçerliliği” olmadığı (yani, gereksiz olduğu) anlamına gelmez. Örneğin, kişnişin iğrenç olduğunu söyleyen insanların muhtemelen kişnişe karşı olumsuz tepkiler verdiğini görürdük, fakat bu onların tiksindirici tepkilerinin geçersiz bir zihni yapıda olduğu anlamına gelmezdi. Aslında, 2006’dan bu yana örtük sosyal bilişin dinamikleri ve süreçlerine ilişkin önde gelen teorilerden biri olan APE (§2.2) – bu sürecin dıştan etkilenmeyen yapısı hakkında (yani örtük ve açık değerlendirme süreçlerinin etkileşimleri hakkında) bir dizi tahmine dayanmaktadır.

5.3. Davranışı Öngörme

Geleneksel yöntemlere göre yapılmış birkaç meta-analize göre, örtük tutum ölçümleri ve davranış arasındaki korelasyonun çok da güçlü olmadığı bulunmuştur. Aralarındaki korelasyon yaklaşık olarak 0.14 ile 0.37 arasında değişmektedir (Cameron ve diğerleri 2012; Greenwald ve diğerleri 2009; Oswald ve diğerleri 2013; Kurdi ve diğerleri 2019). Bu çeşitlilik, ölçümlerin türü, ölçülen tutumların türü (örneğin, kişinin genel tutumları ve belirli gruplara karşı tutumları), meta-analizler için dâhil etme kriterleri ve istatistiksel meta-analitik teknikler dâhil olmak üzere çeşitli faktörlerden kaynaklanmaktadır. Bu verilerden bazı eleştirmenler, örtük tutum ölçümlerinin davranışı öngörme yeteneğinin zayıf olduğu sonucuna varmışlardır. “Örtüm tutum ölçümleri, kimin kime karşı ayrımcılık yapacağı konusunda çok az fikir veriyor ve açık önyargı ölçümlerinden daha fazla içgörü sağlamıyor” (Oswald ve diğerleri 2013, 18). Örtük önyargı araştırmalarının direkt içinde olan Buckwalter da, bu bulguların “örtülü tutumların önemli davranış nedenleri olarak bulunacağı iddiasına şüphe düşürdüğünü” öne sürer (2018, 11).

Bu iddiaları değerlendirmeden önce arka planda dikkate almamız gereken başka önemli sorular vardır. Örtük tutum ölçümlerinin davranışla olan doğrudan ilişkisinin küçük, orta veya büyük oranda olmasına dair ne beklemeliyiz (ya da bir şey beklemeli miyiz, bu bir şey ifade eder miydi)? Sıfır dereceli korelasyonlar, hiçbir ek değişken kontrol edilmediğinde iki değişken arasında elde edilen korelasyonlardır. 1970’lerden bu yana, kişinin kendi farkında olduğu tutumlar üzerine yapılan araştırmalar, tutumların davranışı tam olarak bu şekilde öngörüp öngörmediğine değil, tutumların ne zaman ve hangi koşullar altında davranışı öngördüğüne odaklanmıştır. Örneğin, kişide bir tutumun oluşumuna sebep olacak nesne ile söz konusu davranış arasında açık bir uyuşma olduğunda, tutumlar davranışı daha iyi tahmin eder (Ajzen ve Fishbein 1977). Diğer yönden, kişinin çevreye yönelik olan genel tutumları (örneğin, geri dönüşüm konusundaki düşünceleri), kişinin gerçek hayatta nasıl davrandığı konusunda çok da isabetli bir öngörü sağlayamaz (Oskamp et al. 1991). 1970’lerde ve 1980’lerde, tutum-davranış ilişkilerinin genel olarak ölçülen belirli davranışa (örneğin, siyasi yargılar veya ırksal yargılar), davranışın gerçekleştirildiği koşullara (örneğin, zaman baskısı altında olup olmadığına) ve davranışı gerçekleştiren kişiye bağlı olduğu konusunda bir fikir birliği ortaya çıktı (Zanna & Fazio 1982). Tutum-davranış ilişkilerinin çok sayıda teorik modeli, tutumların ne zaman davranışı öngördüğü ve ne zaman öngörmediği hakkında isabetli tahminler yapmak için bu gerçekleri göz önüne alır (Fazio 1990). Örtük sosyal biliş üzerine de buna benzer bir çalışma yürütülmektedir (inceleme için bkz. Gawronski & Hahn 2019 ve Brownstein ve diğerleri).

Bu eleştiriyle ilgili olarak, sıfır dereceli korelasyonların sosyal bilimlerin tümünde zaten çok nadiren bulunduğunu hatırlatmak önemlidir. Dolayısıyla, tutum araştırmalarına odaklanıp böyle bir eleştiri getirmekten ziyade, böyle bir eleştiriyi sosyal bilimlerde yürütülen araştırmaların bütününe yöneltmek daha isabetli olurdu çünkü örtük önyargı araştırmalarında da sıfır dereceli korelasyonların bulunması beklenmemelidir (Gawronski).

5.4 Yapısalcılık

Yapısalcı olarak adlandırılan eleştirmenler, araştırmacıların, bireylerin zihinlerindeki önyargılara odaklanmak yerine, adaletsizliğin sistemik ve kurumsal nedenlerine (yoksulluk, konut ayrımcılığı, ekonomik eşitsizlik vb.) daha fazla dikkat etmeleri gerektiğini savunurlar (Banks & Ford 2009; Anderson 2010; Haslanger 2015; Ayala 2016, 2018). Yapısalcı düşünceyi daha iyi anlamak için, onların şu düşüncesine kulak vermek bize yardımcı olabilir: Bireylerin zihninde olup bitenler (önyargılar da buna dâhil), onlar için vereceğimiz bir açıklamanın değil, fakat toplumsal eşitsizliklerin ürünüdür. Dolayısıyla, eğer örtük önyargıları azaltmak ve hatta yok etmek istiyorsak, odaklanmamız gereken konu insan zihnine bakıp bunları teorik anlamda daha iyi anlamaya çalışmak değil, bu “yanlılıklara” sebep olan toplumu değiştirmek olmalıdır. Yani yapılsacılar, ayrımcılık ve eşitsizlikle mücadele çabalarımızın, bireyin önyargılarını doğrudan değiştirmeye çalışmak yerine, sosyal yapıları değiştirmeye odaklanması gerektiğini savunma eğilimindedir. Örneğin Ayala, sosyal adaletsizliği ele alırken “kişilerin zihinsel durumlarını anlamak ve açıklamak zorunda olmadığımızı” iddia eder (2016, 9). Benzer şekilde, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ayrımcılıkla mücadele çağrısında Anderson (2010), önyargı psikolojisi üzerine odaklanmanın dikkat dağıtıcı bir nokta olduğunu söyleyerek, eleştirilerde bulunur.

Önyargı psikolojisi üzerine araştırmaların tamamen yararsız, dikkat dağıtıcı ve hatta tehlikeli olduğunu söyleyecek kadar katı/radikal bir yapısalcı eleştiriyi savunmak zor görünüyor. Sebebiyse, büyük ölçekli demografik araştırmaların, psikolojik önyargının (örneğin) ekonomik eşitsizliğin (Chetty ve diğerleri 2018) ve ceza adalet sistemindeki eşitsizliklerin (Center for Policing Equity 2016) temel bir itici gücü olduğunu açıkça ortaya koymasıdır. Yani, belirli sosyal yapılar ne kadar özerk bir yapıda olursa olsun, insanlar bu yapıları kabul etmek veya reddetmek, kendileri lehinde veya aleyhinde konuşan politikacılara oy vermek vb. seçimler yapmak zorundadırlar. İnsanların bu seçenekleri nasıl değerlendirdiği, en azından kısmen psikolojik bir sorudur.

Yapısalcı eleştirinin daha yumuşak bir versiyonu, psikolojik ve yapısal fenomenlerin ayrımcılığı ve eşitsizliği üretmek için etkileşime girme yollarına odaklanmamız gerektiğini söyler. Bu “etkileşimcilik”, önyargının farklı bağlamlarda nasıl farklı şekilde işlediğini anlamaya çalışır. Örneğin, konut ayrımcılığıyla mücadele etmek isteseydiniz, yalnızca bankaların ipotek kredisi vermeyecekleri belirli mahalleleri “kırmızı ile işaretlemesi” gibi sorunlu kurumsal uygulamaları veya yalnızca düşük gelirli insanları güvenilmez olarak algılama eğilimi gibi psikolojik faktörleri değil, ikisinin etkileşimini de göz önünde bulundurmak istersiniz. Üstü kırmızı ile işaretlenmiş bir mahalleden olan düşük gelirli bir kişi, dadı olmak için gittiği bir iş görüşmesinde güvenilmez olarak algılanmıyor olsa bile, kredi görüşmesi için bankaya gittiğinde “güvenilmez” olarak etiketlenme olasılığı yüksektir. Önyargı ve sınıf yapısının, eşit olmayan sonuçlar üretmek için etkileşime girdiği görüşünü benimsemek, araştırmacıların her zaman her ikisini de hesaba katması gerektiği anlamına gelmez. Bazen, bu nedenlerden birini diğerinden daha fazla vurgulamak mantıklıdır.

Yapısalcılığın etkileşimci bir versiyonu, önyargı üzerine araştırma yapmaktan kaçınmak yerine, onu daha geniş bir eşitsizlik anlayışının içerisine dâhil edebilir. Bunu yapmanın bir yolu, psikolojik önyargıların (örtük veya açık) sosyal-yapısal fenomenlere önemli katkılar sağlayabildiği yolları belirlemektir. Örneğin, yapısalcılar bazen ABD’deki siyah erkeklerin toplu olarak hapsedilmesine katkıda bulunan uyuşturucu yasalarına ve cezalandırma yönergelerine sistemik önyargı örnekleri olarak işaret ederler. Ancak bazen bu yasalar ve politikalar değiştiğinde bile ayrımcılık devam eder. Esrarı suç olmaktan çıkaran eyaletlerdeki tüm ırk grupları için tutuklamalar azalırken, siyahi insanlar esrarla ilgili suçlardan beyazların yaklaşık 10 katı oranında tutuklanmaya devam ediyor (Uyuşturucu Politikası İttifakı 2018). Bu, psikolojik önyargıların (memurlara, politika yapıcılara veya seçmenlere ait) sistemik eşitsizliğin ortadan kaldırılamaz bir parçası olduğunu göstermektedir. Bu tür bir etkileşimcilik, gruplar arası ayrımcılığa yönelik bireysel ve kurumsal yaklaşımları harmanlamak için sadece bir yaklaşımdır (bkz. Madva 2016a, 2017; Davidson & Kelly). Başka bir fikir, bireyler arasındaki farklılıkları değerlendirmek yerine geniş sosyal kalıpları değerlendirmek için örtük tutum ölçümlerini kullanarak, özellikle örtük önyargı üzerine araştırmaları, eşitsizliğin sınıf yapılı kaynaklarının daha geniş bir anlayışına dâhil etmektir. “Kalabalığın Önyargısı” modeli (§2.5), örtük önyargının kültürlerin ve toplulukların bir özelliği olduğunu savunur. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki örtük önyargı ve basmakalıp inanç ölçümlerine ilişkin ortalama puanlar şehirler düzeyinde toplandığında, bu şehirlerdeki vatandaşların polis tarafından vurulmasındaki ırksal eşitsizlikleri ele veriyor (Hehman ve diğerleri 2017). Bu nedenle, ilgili literatürün ve tartışmanın çoğunun örtük önyargıyı bireyler arasında ayrım yapmanın bir yolu olarak kavramsallaştırdığı kesinlikle doğru olsa da, yapısalcılar verileri bölgeleri, kültürleri vb. farklılaştırmak için kullanabilirler.

6. Gelecek Araştırmalar

Örtük sosyal biliş üzerine yapılacak olan ikinci nesil araştırmalar “Mekanizma Çağı” olarak yükselebilir (Nosek ve diğerleri, 2011). Böyle bir etiketlendirme yapmadan önce cevaplamamız gereken birkaç metafiziksel soru vardır tabii. Örtük önyargı metafiziği için çok önemli bir soru, ilgili psikolojik yapıların bir kişinin kimliğinin istikrarlı, özellik benzeri nitelikleri olarak mı yoksa mevcut zihniyetinin veya durumunun anlık, durum benzeri özellikleri olarak mı düşünülmesi gerektiğidir (§2.4). Mevcut veriler, örtük önyargıların nitelik benzeri olmaktan çok durum benzeri olduğunu öne sürse de, metodolojik iyileştirmeler örtük tutum ölçümleri üzerinde daha istikrarlı, eğilimsel sonuçlar üretebilir. Örtük ölçümlerin ek psikometrik özellikleri (ayrımcı geçerlilikleri ve davranışı tahmin etme kapasiteleri gibi) üzerine devam eden araştırmalar, örtük önyargı metafiziğine ilişkin bazı teorilere desteği güçlendirecek ve diğerlerine yönelik desteği zayıflatacaktır. Sorulabilecek başka bir metafiziksel soru, farklı örtük önyargı biçimlerinin altında yatan mekanizmaların (örtük ırksal önyargılara karşı örtük cinsiyet önyargıları) birbiriyle ilişkili olup olmadığıdır. Bu noktada, örtük sosyal tutumları farklı türlere ayıran ve bunların birbiriyle tamamen ilişik olmadığını söyleyenler olmuştur (Amodio & Devine 2006; Holroyd & Sweetman 2016; Del Pinal ve diğerleri 2017; Del Pinal & Spaulding 2018; Madva & Brownstein 2018). Yasal uygulamalarda ve tıpta, siyahi olmayan ırksal azınlıklara yönelik gruplar arası örtük önyargı konusunda çocuklarda örtük önyargının gelişimi üzerine yürütülen araştırmalar ve Latinler ve Batılı olmayan ülkelerde örtük önyargı üzerine kültürler arası araştırmalar gibi sosyal yaşamın belirli alanlarındaki örtük önyargı üzerine gelecekteki araştırmalar da bu konuyu aydınlatmaya yardımcı olabilir.

Epistemoloji ve örtük önyargı üzerine gelecekteki araştırmaların karşılaşacağı muhtemel bir soru, sosyal ve kişisel özdeşlik psikologlarının istatistiksel düzenlilikler hakkındaki ifadelerinin, önyargılı olduğumuza inanmamızı haklı çıkarıp çıkarmayacağıdır. Ya da, Görme bilimindeki gelişmeler, örtük önyargı nedeniyle oluşan inançların gerekçelendirilmesi hakkında bize ne söyleyebilir? Örtük önyargı, akademi dışında nasıl tasvir edilir ve tartışılır (örneğin, sosyal tutumlara odaklanan stand-up komedisinde nasıl ifade edilebilir)? Ayrıca, örtük sosyal biliş üzerine araştırmaların sosyal tutumlar ve ayrımcılık üzerine büyük ölçekli korelasyonel sosyolojik çalışmalarla nasıl arayüz oluşturabileceği gibi gelecekte yükselecek metodolojik sorular da önemlidir (Lee 2016). Önemli olan bir diğer metodolojik soruysa, örtük önyargı teorilerinin (ve daha genel olarak, sosyal fenomenleri anlamaya yönelik psikolojik yaklaşımların) ırk, cinsiyet, sınıf ayrımı, engelli olmak vb. üzerine odaklanan daha geniş sosyal teorilerle bütünleştirmek mümkünse bunu nasıl yapabileceğimizdir. Önemli tartışmalar başlamış olsa da, kişisel özdeşlik (Appiah 2005), eleştirel teori (Delgado & Stefancic 2012), feminist epistemoloji (Grasswick 2013) ve ırk ve siyaset teorisiyle (Mills 1999) ilgili çalışmalarla daha fazla bağlantı kurulacağı uzun bir yol var önümüzde.

Örtük önyargılarımızın üzerinde sahip olduğumuz ahlaki sorumlulukla ilgili teorik etikteki sorular, gelecekte yapılacak ampirik araştırmalardan etkilenecektir. Teorik etik ile gelecek ampirik araştırmaların dikkate değer bir kesişimi, kişilere ve gruplara yönelik yaptığımız suçlamaların kişilerarası etkilerine ve sahip olduğumuz örtük önyargılardan ne derecede sorumlu olabileceğimiz hakkındaki yargılara odaklanacaktır. Gruplar arası çatışmayı ve ayrımı azaltmak için, sadece teorik anlamda bir şeyler söylemek yeterli değildir ve pratik anlamda uygulamaların yapılması gerekir. Bu anlamda yükselebilecek bir soru, kişilere laboratuvarda profesyonel yöntemlerle müdahale edilmesinin ardından, bunun kalıcılığı ve tercih edilebilirliğiyle ilgilidir. Önyargılı yanıt vermedeki değişimler ne kadar sürecek? Bireyler önyargılarını “yeniden öğrenecek” mi ve bu kaçınılmaz bir sonuç mu (Madva 2017)? “Durumculuk” görüşünü savunanların söylediklerini, bireylerin tutumlarındaki değişimlerin diğer insanlarda daha eşitlikçi davranışları kışkırtan ortamlar yaratacak şekilde dönüştürmek mümkün müdür (Sarkissian 2010; Brownstein 2016b)? Ayrıca, örtük önyargı üzerine yapılan araştırmalar kamuoyunun önemli ölçüde dikkatini çekmesine rağmen insanların duygularında, yargılarında ve eylemlerinde ne değişti (veya değişmedi)?


Bibliyografya

  • Aberson, C., M. Porter, & A. Gaffney, 2008, “Friendships predict Hispanic student’s implicit attitudes toward Whites relative to African Americans”, Hispanic Journal of Behavioral Sciences, 30: 544–556.
  • Ajzen, I., & M. Fishbein, 1977, “Attitude-behavior relations: A theoretical analysis and review of empirical research,” Psychological Bulletin, 84: 888–918.
  • Allport, G., 1954, The Nature of Prejudice, Reading: Addison-Wesley.
  • Amodio, D. & P. Devine, 2006, “Stereotyping and evaluation in implicit race bias: evidence for independent constructs and unique effects on behavior”, Journal of Personality and Social Psychology, 91(4): 652.
  • –––, 2009, “On the interpersonal functions of implicit stereotyping and evaluative race bias: Insights from social neuroscience”, in Attitudes: Insights from the new wave of implicit measures, R. Petty, R. Fazio, & P. Briñol (eds.), Hillsdale, NJ: Erlbaum, pp. 193–226.
  • Amodio, D. & K. Ratner, 2011, “A memory systems model of implicit social cognition”, Current Directions in Psychological Science, 20(3): 143–148.
  • Anderson, E., 2010, The Imperative of Integration, Princeton: Princeton University Press.
  • –––, 2012, “Epistemic justice as a virtue of social institutions”, Social Epistemology, 26(2): 163–173.
  • Antony, L., 2016, “Bias: friend or foe? Reflections on Saulish Skepticism”, in Brownstein & Saul (eds.) 2016A.
  • Appiah, A., 2005, The Ethics of Identity, Princeton: Princeton University Press.
  • Arkes, H. & P. Tetlock, 2004, “Attributions of implicit prejudice, or ‘would Jesse Jackson ‘fail’ the Implicit Association Test?’”, Psychological Inquiry, 15: 257–278.
  • Aronson, E. & C. Cope, 1968, “My Enemy’s Enemy is My Friend”, Journal of Personality and Social Psychology, 8(1): 8–12.
  • Arpaly, N., 2004, Unprincipled Virtue: An Inquiry into Moral Agency, Oxford: Oxford University Press.
  • Ashburn-Nardo, L., M. Knowles, & M. Monteith, 2003, “Black Americans’ implicit racial associations and their implications for intergroup judgment”, Social Cognition, 21:1, 61–87.
  • Ayala, S., 2016, “Speech affordances: A structural take on how much we can do with our words,” European Journal of Philosophy, 24: 879–891.
  • –––, 2018, “A Structural Explanation of Injustice in Conversations: It’s about Norms,” Pacific Philosophical Quarterly, 99(4): 726–748. doi:10.1111/papq.12244
  • Banaji, M. & A. Greenwald, 2013, Blindspot, New York: Delacorte Press.
  • Banaji, M. & C. Hardin, 1996, “Automatic stereotyping”, Psychological Science, 7(3): 136–141.
  • Banaji, M., C. Hardin, & A. Rothman, 1993, “Implicit stereotyping in person judgment”, Journal of personality and Social Psychology, 65(2): 272.
  • Bandura, A., 1978, “The self system in reciprocal determinism,” American Psychologist, 33: 344–358. Banks, R. R., & R.T. Ford, 2008, “(How) Does Unconscious Bias Matter: law, Politics, and Racial Inequality,” Emory LJ, 58: 1053–1152.
  • Banse, R., J. Seise, & N. Zerbes, 2001, “Implicit attitudes towards homosexuality: Reliability, validity, and controllability of the IAT”, Zeitschrift für Experimentelle Psychologie, 48: 145–160.
  • Bar-Anan, Y. & B. Nosek, 2014, “A Comparative Investigation of Seven Implicit Measures of Social Cognition”, Behavior Research Methods, 46(3): 668–688. doi:10.3758/s13428-013-0410-6
  • Bargh, J., 1994, “The four horsemen of automaticity: Awareness, intention, efficiency, and control in social cognition”, in Handbook of social cognition (2nd ed.), R. Wyer, Jr. & T. Srull (eds.), Hillsdale, NJ: Lawrence Erlbaum Associates, Inc., pp 1–40.
  • –––, 1999, “The cognitive monster: The case against the controllability of automatic stereotype effects”, in Chaiken & Trope (eds.) 1999: 361–382.
  • Barrick, C., D. Taylor, & E. Correa, 2002, “Color sensitivity and mood disorders: biology or metaphor?”, Journal of affective disorders, 68(1): 67–71.
  • Basu, R. & M. Schroeder, 2018, “Doxastic Wronging,” in B. Kim & M. McGrath (eds), Pragmatic Encroachment in Epistemology, New York: Routledge.
  • Beeghly, E., 2014, Seeing Difference: The Epistemology and Ethics of Stereotyping, PhD diss., University of California, Berkeley, California.
  • Beeghly, E. & A. Madva, forthcoming, An Introduction to Implicit Bias: Knowledge, Justice, and the Social Mind, New York: Routledge.
  • Begby, E., 2013, “The Epistemology of Prejudice”, Thought: A Journal of Philosophy, 2(2): 90–99.
  • Berger, J., forthcoming, “Implicit attitudes and awareness,” Synthese, first online 14 March 2018. doi:10.1007/s11229-018-1754-3
  • Bertrand, M., D. Chugh, & S. Mullainathan, 2005, “Implicit discrimination”, American Economic Review, 94–98.
  • Bertrand, M. & S. Mullainathan, 2004, “Are Emily and Greg more employable than Lakisha and Jamal? A field experiment on labor market”, NBER Working Papers from National Bureau of Economic Research, Inc., No. 9873.
  • Blanton, H., & E.G. Ikizer, 2019, “Elegant Science Narratives and Unintended Influences: An Agenda for the Science of Science Communication,” Social Issues and Policy Review, 13(1): 154–181.
  • Blair, I., J. Ma, & A. Lenton, 2001, “Imagining Stereotypes Away: The Moderation of Implicit Stereotypes through Mental Imagery”, Journal of personality and social psychology, 81(5): 828–841.
  • Block, N., 1995, “On a confusion about a function of consciousness,” Behavioral and Brain Sciences, 18: 227–287.
  • Bodenhausen, G. & B. Gawronski, 2014, “Attitude Change”, in The Oxford Handbook of Cognitive Psychology, D. Reisberg (ed.), New York: Oxford University Press.
  • Brennan, S., 2013, “Rethinking the Moral Significance of Micro-Inequities: The Case of Women in Philosophy”, in Women in Philosophy: What Needs to Change?, F. Jenkins and K. Hutchinson (eds.), Oxford: Oxford University Press.
  • Brewer, M., 1999, “The psychology of prejudice: Ingroup love and outgroup hate?”, Journal of social issues, 55(3): 429–444.
  • Brownstein, M., 2016a, “Attributionism and moral responsibility for implicit bias, Review of Philosophy and Psychology, 7(4): 765–786.
  • –––, 2016b, “Implicit Bias, Context, and Character”, in Brownstein & Saul (eds.) 2016B.
  • –––, 2018, The Implicit Mind: Cognitive Architecture, the Self, and Ethics, New York: Oxford University Press.
  • –––, forthcoming, “Skepticism about Bias,” in Beeghly & Madva (eds.), forthcoming.
  • Brownstein, M. & A. Madva, 2012a, “Ethical Automaticity”, Philosophy of the Social Sciences, 42(1): 67–97.
  • –––, 2012b, “The Normativity of Automaticity”, Mind and Language, 27(4): 410–434.
  • Brownstein, M., Madva, A., & Gawronski, B., 2019, “What do implicit measures measure?,” WIREs Cognitive Science. doi:10.1002/wcs.1501
  • Brownstein, M. & J. Saul (eds.), 2016A, Implicit Bias & Philosophy: Volume I, Metaphysics and Epistemology, Oxford: Oxford University Press.
  • ––– (eds.), 2016B, Implicit Bias and Philosophy: Volume 2, Moral Responsibility, Structural Injustice, and Ethics, Oxford: Oxford University Press.
  • Buckwalter, W., forthcoming, “Implicit attitudes and the ability argument,” Philosophical Studies, first online 15 September 2018. doi:10.1007/s11098-018-1159-7 [available online]
  • Byrd, N., forthcoming, “What we can (and can’t) infer about implicit bias from debiasing experiments,” Synthese, first online 12 February 2019. doi:10.1007/s11229-019-02128-6
  • Cameron, C., B. Payne, & J. Knobe, 2010, “Do theories of implicit race bias change moral judgments?”, Social Justice Research, 23: 272–289.
  • Cameron, C.D., Brown-Iannuzzi, J. L., & B.K. Payne, B. K., 2012, “Sequential priming measures of implicit social cognition: A meta-analysis of associations with behavior and explicit attitudes,” Personality and Social Psychology Review, 16: 330–350.
  • Carruthers, P., 2009, “How we know our own minds: the relationship between mindreading and metacognition”, Behavioral and Brain Sciences, 32: 121–138.
  • –––, 2013, “On knowing your own beliefs: A representationalist account,” in N. Nottelmann (ed.), New essays on belief: Constitution, content and structure, pp. 145– 165, Basingstoke: Palgrave MacMillan.Center for Policing Equity, 2016, [available online].
  • Cervone, D. Caldwell, T. L., & N.D. Mayer, 2015, “Personality systems and the coherence of social behavior,” In. B. Gawronski & G. V. Bodenhausen (Eds.), Theory and explanation in social psychology, pp. 157–179, New York: Guilford.
  • Chaiken, S. & Y. Trope (eds.), 1999, Dual-process theories in social psychology, New York: Guilford Press.
  • Chetty, R., Hendren, N., Jones, M. R., & S.R. Porter, 2018, “Race and economic opportunity in the United States: An intergenerational perspective (No. w24441),” National Bureau of Economic Research, [available online].
  • Clark, A., 1997, Being There: Putting Brain, Body, and World Together Again, Cambridge, MA: MIT Press.Cooley, E., & B. K. Payne, 2017, “Using groups to measure intergroup prejudice. Personality and Social Psychology Bulletin,” 43: 46–59.
  • Conrey, F., J. Sherman, B. Gawronski, K. Hugenberg, & C. Groom, 2005, “Separating multiple processes in implicit social cognition: The Quad-Model of implicit task performance”, Journal of Personality and Social Psychology, 89: 469–487.
  • Correll, J., B. Park, C. Judd, & B. Wittenbrink, 2002, “The police officer’s dilemma: Using race to disambiguate potentially threatening individuals”, Journal of Personality and Social Psychology, 83: 1314–1329.
  • Correll, J., Wittenbrink, B., Crawford, M., & M. Sadler, 2015, “Stereotypic Vision: How Stereotypes Disambiguate Visual Stimuli,” Journal of Personality and Social Psychology, 108(2): 219–233.
  • Cortina, L., 2008, “Unseen injustice: Incivility as modern discrimination in organizations”, Academy of Management Review, 33: 55–75.
  • Cortina, L., D. Kabat Farr, E. Leskinen, M. Huerta, & V. Magley, 2011, “Selective incivility as modern discrimination in organizations: Evidence and impact”, Journal of Management, 39(6): 1579–1605.
  • Cunningham, W. & P. Zelazo, 2007, “Attitudes and evaluations: A social cognitive neuroscience perspective”, Trends in cognitive sciences, 11(3): 97–104.
  • Cunningham, W., P. Zelazo, D. Packer, & J. Van Bavel, 2007, “The iterative reprocessing model: A multilevel framework for attitudes and evaluation”, Social Cognition, 25(5): 736–760.
  • Currie, G. & A. Ichino, 2012, “Aliefs don’t exist, but some of their relatives do”, Analysis, 72: 788–798.
  • Dasgupta, N., 2004, “Implicit Ingroup Favoritism, Outgroup Favoritism, and Their Behavioral Manifestations”, Social Justice Research, 17(2): 143–168.
  • Dasgupta, N. & A. Greenwald, 2001, “On the malleability of automatic attitudes: Combating automatic prejudice with images of admired and disliked individuals”, Journal of Personality and Social Psychology, 81: 800–814.
  • Dasgupta, N. & L. Rivera, 2008, “When social context matters: The influence of long-term contact and short-term exposure to admired group members on implicit attitudes and behavioral intentions”, Social Cognition, 26: 112–123.
  • Davidson, L. J., & D. Kelly, forthcoming, “Minding the gap: Bias, soft structures, and the double life of social norms,” Journal of Applied Philosophy, first online 23 December 2018. doi:10.1111/japp.12351
  • De Houwer, J., 2009, “The propositional approach to associative learning as an alternative for association formation models,” Learning & Behavior, 37: 1–20.
  • –––, 2011, “Evaluative Conditioning: A review of functional knowledge and mental process theories”, in Associative Learning and Conditioning Theory: Human and Non-Human Applications, T. Schachtman and S. Reilly (eds.), Oxford: Oxford University Press, pp. 399–417.
  • –––, 2014, “A Propositional Model of Implicit Evaluation”, Social Psychology and Personality Compass, 8(7): 342–353.
  • De Houwer, J., G. Crombez, E. Koster, & N. Beul, 2004, “Implicit alcohol-related cognitions in a clinical sample of heavy drinkers”, Journal of behavior therapy and experimental psychiatry, 35(4): 275–286.
  • De Houwer, J., S. Teige-Mocigemba, A. Spruyt, & A. Moors, 2009, “Implicit measures: A normative analysis and review”, Psychological bulletin, 135(3): 347.
  • Del Pinal, G., A. Madva & K. Reuter, 2017, “Stereotypes, conceptual centrality and gender bias: An empirical investigation,” Ratio, 30(4): 384–410.
  • Del Pinal, G., & S. Spaulding, 2018, “Conceptual centrality and implicit bias,” Mind & Language, 33(1): 95–111.
  • Delgado, R. & J. Stefancic, 2012, Critical race theory: An introduction, New York: NYU Press.
  • Devine, P., 1989, “Stereotypes and prejudice: Their automatic and controlled components”, Journal of Personality and Social Psychology, 56: 5–18.
  • Devine, P., P. Forscher, A. Austin, & W. Cox, 2012, “Long-term reduction in implicit race bias; a prejudice habit-breaking intervention”, Journal of Experimental Social Psychology, 48(6): 1267–1278.
  • Devine, P. & M. Monteith, 1999, “Automaticity and control in stereotyping”, in Chaiken & Trope (eds.) 1999: 339–360.
  • Dixon, J., M. Levine, S. Reicher, & K. Durrheim, 2012, “Beyond prejudice: Are negative evaluations the problem and is getting us to like one another more the solution?”, Behavioral and Brain Sciences, 35(6): 411–425.
  • Doggett, T., 2012, “Some questions for Tamar Szabó Gendler”, Analysis, 72: 764–774.
  • Dovidio, J. & S. Gaertner, 1986, Prejudice, Discrimination, and Racism: Historical Trends and Contemporary Approaches, Academic Press.
  • –––, 2004, “Aversive racism”, Advances in experimental social psychology, 36: 1–51.
  • Dovidio, J., K. Kawakami, & S. Gaertner, 2002, “Implicit and explicit prejudice and interracial interaction”, Journal of Personality and Social Psychology,82: 62–68.
  • Dovidio, J., K. Kawakami, C. Johnson, B. Johnson, & A. Howard, 1997, “On the nature of prejudice: Automatic and controlled processes”, Journal of Experimental Social Psychology, 33: 510–540.
  • Dreyfus, H. & S. Dreyfus, 1992, “What is Moral Maturity? Towards a Phenomenology of Ethical Expertise”, in Revisioning Philosophy, J. Ogilvy (ed.), Albany: State University of New York.Drug Policy Alliance, 2018, “From Prohibition to Progress: A Status Report on Marijuana Legalization,” [available online].
  • Dunham, Y., M. Srinivasan, R. Dotsch, & D. Barner, 2013a, “Religion insulates ingroup evaluations: the development of intergroup attitudes in India”, Developmental Science, 17(2): 311–319. doi:10.1111/desc.12105
  • Dunham, Y., E. Chen, & M. Banaji, 2013b, “Two Signatures of Implicit Intergroup Attitudes Developmental Invariance and Early Enculturation”, Psychological science, 24(6) 860–868.
  • Egan, A., 2008, “Seeing and believing: perception, belief formation and the divided mind”, Philosophical Studies, 140(1): 47–63.
  • –––, 2011. “Comments on Gendler’s ‘The epistemic costs of implicit bias,’”, Philosophical Studies, 156: 65–79.
  • Faucher, L., 2016, “Revisionism and Moral Responsibility”, in Brownstein & Saul (eds.) 2016B.
  • Faucher, L. & E. Machery, 2009, “Racism: Against Jorge Garcia’s moral and psychological monism”, Philosophy of the Social Sciences, 39: 41–62.
  • Fazio, R., 1990, “Multiple processes by which attitudes guide behavior: The MODE model as an integrative framework”, Advances in experimental social psychology, 23: 75–109.
  • –––, 1995, “Attitudes as object-evaluation associations: Determinants, consequences, and correlates of attitude accessibility”, in Attitude strength: Antecedents and consequences (Ohio State University series on attitudes and persuasion, Vol. 4), R. Petty & J. Krosnick (eds.), Hillsdale, NJ: Lawrence Erlbaum Associates, Inc., pp. 247–282.
  • Fazio, R. & T. Towles-Schwen, 1999, “The MODE model of attitude-behavior processes”, in Chaiken & Trope (eds.) 1999: 97–116.
  • Festinger, L., 1956, A theory of cognitive dissonance, Stanford, CA: Stanford University Press.
  • Fischer, J. & M. Ravizza, 2000, Responsibility and control: A theory of moral responsibility, Cambridge: Cambridge University Press.
  • Fiske, S. & P. Linville, 1980, “What does the schema concept buy us?”, Personality and Social Psychology Bulletin, 6(4): 543–557.
  • Follenfant, A. & F. Ric, 2010, “Behavioral Rebound following stereotype suppression”, European Journal of Social Psychology, 40: 774–782.
  • Frankfurt, H., 1971, “Freedom of the Will and the Concept of a Person”, The Journal of Philosophy, 68(1): 5–20.
  • Frankish, K., 2016, “Implicit bias, dual process, and metacognitive motivation”, in Brownstein & Saul (eds.) 2016A.
  • Fricker, M., 2007, Epistemic Injustice: Power & the Ethics of Knowing, Oxford: Oxford University Press.
  • Friese, M., W. Hofmann, & M. Wänke, 2008, “When impulses take over: Moderated predictive validity of explicit and implicit attitude measures in predicting food choice and consumption behavior”, British Journal of Social Psychology, 47(3): 397–419.
  • Galdi, S., L. Arcuri, & B. Gawronski, 2008, “Automatic mental associations predict future choices of undecided decision-makers”, Science, 321(5892): 1100–1102.
  • Gardiner, G., 2018, “Evidentialism and Moral Encroachment,” in K. McCain (ed.), Believing in Accordance with the Evidence, Cham, Switzerland: Springer.
  • Gawronski, B., forthcoming, “Six lessons for a cogent science of implicit bias and its criticism,” Perspectives on Psychological Science.
  • Gawronski, B. & G. Bodenhausen, 2006, “Associative and propositional processes in evaluation: an integrative review of implicit and explicit attitude change”, Psychological bulletin, 132(5): 692–731.
  • –––, 2011, “The associative-propositional evaluation model: Theory, evidence, and open questions”, Advances in Experimental Social Psychology, 44: 59–127.
  • –––, 2017, “Beyond persons and situations: An interactionist approach to implicit bias,” Psychological Inquiry, 28(4): 268–272.
  • Gawronski, B. & S. Brannon, 2017, “Attitudes and the Implicit-Explicit Dualism,” in The Handbook of Attitudes, Volume 1: Basic Principles (2nd Edition), D. Albarracín & B.T. Johnson (eds.), New York: Routledge, pp. 158–196.
  • Gawronski, B., R. Deutsch, S. Mbirkou, B. Seibt, & F. Strack, 2008, “When ‘Just Say No’ is not enough: Affirmation versus negation training and the reduction of automatic stereotype activation”, Journal of Experimental Social Psychology, 44: 370–377.
  • Gawronski, B. & A. Hahn, 2019, “Implicit Measures: Procedures, Use, and Interpretation,” in Measurement in Social Psychology, Blanton, H., LaCroix, J.M., and G.D. Webster (eds.), New York: Taylor & Francis, 29–55.
  • Gawronski, B., W. Hofmann, & C. Wilbur, 2006, “Are “implicit attitudes unconscious?”, Consciousness and Cognition, 15: 485–499.Gawronski, B., Morrison, M., Phills, C., & Galdi, S.,2017, “Temporal Stability of Implicit and Explicit Measures: A Longitudinal Analysis,” Personality and Social Psychology Bulletin, 43: 300–312.
  • Gawronski, B., E. Walther, & H. Blank, 2005, “Cognitive Consistency and the Formation of Interpersonal Attitudes: Cognitive Balance Affects the Encoding of Social Information”, Journal of Experimental Social Psychology, 41: 618–26.
  • Gendler, T., 2008a, “Alief and belief”, The Journal of Philosophy, 105(10): 634–663.
  • –––, 2008b, “Alief in action (and reaction)”, Mind and Language, 23(5): 552–585.
  • –––, 2011, “On the epistemic costs of implicit bias”, Philosophical Studies, 156: 33–63.
  • –––, 2012, “Between reason and reflex: response to commentators”, Analysis, 72(4): 799–811.
  • Gertler, B., 2011, “Self-Knowledge and the Transparency of Belief”, in Self-Knowledge, A. Hatzimoysis (ed.), Oxford: Oxford University Press.
  • Gilbert, D., 1991, “How mental systems believe”, American Psychologist, 46: 107–119.
  • Glaser, J. & E. Knowles, 2008, “Implicit motivation to control prejudice”, Journal of Experimental Social Psychology, 44: 164–172.
  • Glasgow, J., 2016, “Alienation and Responsibility”, in Brownstein & Saul (eds.) 2016B.
  • Gollwitzer, P. & P. Sheeran, 2006, “Implementation intentions and goal achievement: A meta-analysis of effects and processes”, in Advances in experimental social psychology, M. Zanna (ed.), Academic Press, pp. 69–119.
  • Grasswick, H., 2013, “Feminist Social Epistemology”, The Stanford Encyclopedia of Philosophy, (Spring 2013 edition), E. Zalta (ed.), <https://plato.stanford.edu/archives/spr2013/entries/feminist-social-epistemology/>.
  • Green, A., D. Carney, D. Pallin, L. Ngo, K. Raymond, L. Lezzoni, & M. Banaji, 2007, “Implicit bias among physicians and its prediction of thrombolysis decisions for black and white patients”, Journal of General Internal Medicine, 22: 1231–1238.
  • Greenwald, A. & M. Banaji, 1995, “Implicit social cognition: attitudes, self-esteem, and stereotypes”, Psychological review, 102(1): 4.
  • Greenwald, A., M. Banaji, & B. Nosek, 2015, “Statistically Small Effects of the Implicit Association Test Can Have Societally Large Effects”, Journal of personality and social psychology, 108(4): 553–561.
  • Greenwald, A. & S. Farnham, 2000, “Using the implicit association test to measure self-esteem and self-concept”, Journal of personality and social psychology, 79(6): 1022–1038.
  • Greenwald, A., D. McGhee, & J. Schwartz, 1998, “Measuring individual differences in implicit cognition: The implicit association test”, Journal of Personality and Social Psychology, 74: 1464–1480.
  • Greenwald, A., B. Nosek, & M. Banaji, 2003, “Understanding and using the implicit association test: I. An improved scoring algorithm”, Journal of personality and social psychology, 85(2): 197–216.
  • Greenwald, A., T. Poehlman, E. Uhlmann, & M. Banaji, 2009, “Understanding and Using the Implicit Association Test: III Meta-Analysis of Predictive Validity”, Journal of Personality and Social Psychology, 97(1): 17–41.
  • Gregg A., B. Seibt, & M. Banaji, 2006, “Easier done than undone: Asymmetry in the malleability of implicit preferences”, Journal of Personality and Social Psychology, 90: 1–20.
  • Hahn, A. & B. Gawronski, 2019, “Facing One’s Implicit Biases: From Awareness to Acknowledgement,” Journal of Personality and Social Psychology: Interpersonal Relations and Group Processes, 116(5): 769–794.
  • Hahn, A., C. Judd, H. Hirsh, & I. Blair, 2014, “Awareness of Implicit Attitudes”, Journal of Experimental Psychology-General, 143(3): 1369–1392.
  • Han, H., M. Olson, & R. Fazio, 2006, “The influence of experimentally-created extrapersonal associations on the Implicit Association Test”, Journal of Experimental Social Psychology, 42: 259–272.
  • Harari, H. & J. McDavid, 1973, “Name stereotypes and teachers’ expectations”, Journal of Educational Psychology, 65(2): 222–225.
  • Haslanger, S., 2000, “Gender and race:(what) are they? (What) do we want them to be?”, Nous, 34(1): 31–55.
  • –––, 2015, “Social Structure, Narrative, and Explanation,” Canadian Journal of Philosophy, 45(1): 1–15.
  • Hehman, E., Flake, J. K., & J. Calanchini, J., 2017, “Disproportionate use of lethal force in policing is associated with regional racial biases of residents,” Social Psychological and Personality Science, 1948550617711229.
  • Heider, F., 1958, The Psychology of Interpersonal Relations, New York: Wiley.
  • Hermanson, S., 2017a, “Implicit Bias, Stereotype Threat, and Political Correctness in Philosophy,” Philosophies, 2(2): 12. doi:10.3390/philosophies2020012 [available online].
  • –––, 2017b, “Review of Implicit Bias and Philosophy (vol. 1 & 2), Edited by Michael Brownstein and Jennifer Saul, Oxford University Press, 2016,” The Journal of the Royal Institute of Philosophy, 315—322.
  • Helton, G., forthcoming, “If you can’t change what you believe, you don’t believe it,” Nous, first online 26 August 2018. doi:10.1111/nous.12265
  • Hieronymi, P., 2008, “Responsibility for believing”, Synthese, 161: 357–373.
  • Hofmann, W., Gawronski, B., Gschwendner, T., Le, H., & M. Schmitt, 2005, “A meta-analysis on the correlation between the Implicit Association Test and explicit self-report measures,” Personality and Social Psychology Bulletin, 31(10): 1369–1385.
  • Holroyd, J., 2012, “Responsibility for Implicit Bias”, Journal of Social Philosophy, 43(3): 274–306.
  • Holroyd, J. and D. Kelly, 2016, “Implicit Bias, Character, and Control.” in J. Webber and A. Masala (eds.) From Personality to Virtue, Oxford: Oxford University Press.
  • Holroyd, J., Scaife, R., & T. Stafford, T., 2017, “Responsibility for implicit bias,” Philosophy Compass, 12(3). doi:10.1111/phc3.12410
  • Holroyd, J. & J. Sweetman, 2016, “The Heterogeneity of Implicit Biases”, in Brownstein & Saul (eds.) 2016A.
  • Hookway, C., 2010, “Some Varieties of Epistemic Injustice: Response to Fricker”, Episteme, 7(2): 151–163.
  • Houben, K. & R. Wiers, 2008, “Implicitly positive about alcohol? Implicit positive associations predict drinking behavior”, Addictive behaviors, 33(8): 979–986.
  • Hu, X., Gawronski, B., & R. Balas, 2017, “Propositional versus dual-process accounts of evaluative conditioning: I. The effects of co-occurrence and relational information on implicit and explicit evaluations,” Personality and Social Psychology Bulletin, 43: 17–32.
  • Huddleston, A., 2012, “Naughty beliefs”, Philosophical studies, 160(2): 209–222.
  • Huebner, B., 2009, “Trouble with Stereotypes for Spinozan Minds”, Philosophy of the Social Sciences, 39: 63–92.
  • –––, 2016, “Implicit Bias, Reinforcement Learning, and Scaffolded Moral Cognition”, in Brownstein & Saul (eds.) 2016A.
  • Hughes, S., D. Barnes-Holmes, & J. De Houwer, 2011, “The dominance of associative theorizing in implicit attitude research: Propositional and behavioral alternatives”, The Psychological Record, 61(3): 465–498.
  • Hundleby, C., 2016, “The Status Quo Fallacy: Implicit Bias and Fallacies of Argumentation”, in Brownstein & Saul (eds.) 2016A.
  • Huntsinger, J., S. Sinclair, E. Dunn, & G. Clore, 2010, “Affective regulation of stereotype activation: It’s the (accessible) thought that counts”, Personality and Social Psychology Bulletin, 36(4): 564–577.
  • Hütter, M., & S. Sweldens, S., 2018, “Dissociating controllable and uncontrollable effects of affective stimuli on attitudes and consumption,” Journal of Consumer Research, 45: 320–349.
  • Jacoby, L. & M. Dallas, 1981, “On the relationship between autobiographical memory and perceptual learning”, Journal of Experimental Psychology: General, 110(3): 306.
  • James, W., 1890/1950, The Principles of Psychology, Volumes 1&2, New York: Dover Books.
  • Jaworska, A., 2007, “Caring and Internality”, Philosophy and Phenomenological Research, 74(3): 529–568.
  • Jost, J. T., 2019, “The IAT is dead, long live the IAT: Context-sensitive measures of implicit attitudes are indispensable to social and political psychology,” Current Directions in Psychological Science, 28(1): 10–19.
  • Jost, J. T., Rudman, L. A., Blair, I. V., Carney, D. R., Dasgupta, N., Glaser, J., & C.D. Hardin, 2009, “The existence of implicit bias is beyond reasonable doubt: A refutation of ideological and methodological objections and executive summary of ten studies that no manager should ignore,” Research in organizational behavior, 29: 39–69.
  • Kang, J., 2009, “Implicit Bias: A Primer for Courts”, National Center for State Courts.
  • Kang, J., M. Bennett, D. Carbado, P. Casey, N. Dasgupta, D. Faigman, R. Godsil, A. Greenwald, J. Levinson, & J. Mnookin, 2012, “Implicit bias in the courtroom”, UCLA Law Review, 59(5): 1124–1186.
  • Kawakami, K., J. Dovidio, & S. van Kamp, 2007, “The Impact of Counterstereotypic Training and Related Correction Processes on the Application of Stereotypes”, Group Processes and Intergroup Relations, 10(2): 139–156.
  • Kawakami, K., J. Steele, C. Cifa, C. Phills, & J. Dovidio, 2008, “Approaching math increases math = me, math = pleasant”, Journal of Experimental Social Psychology, 44: 818–825.
  • Kelly, D., L. Faucher, & E. Machery, 2010a, “Getting Rid of Racism: Assessing Three Proposals in Light of Psychological Evidence”, Journal of Social Philosophy, 41(3): 293–322.
  • Kelly, D., E. Machery, & R. Mallon, 2010b, “Race and Racial Cognition”, in The Moral Psychology Handbook, J. Doris & the Moral Psychology Reading Group (eds.), Oxford: Oxford University Press, pp. 433–472.
  • Kelly, D. & E. Roedder, 2008, “Racial Cognition and the Ethics of Implicit Bias”, Philosophy Compass, 3(3): 522–540.
  • Korsgaard, C., 1997, “The Normativity of Instrumental Reason”, in Ethics and Practical Reason, G. Cullity & B. Gaut (eds.), Oxford: Clarendon Press, pp 27–68.
  • Krickel, B., 2018, “Are the states underlying implicit biases unconscious? A Neo-Freudian answer,” Philosophical Psychology, 31(7): 1007–1026.
  • Kurdi, B., Seitchik, A., Axt, J., Carroll, T., Karapetyan, A., Kaushik, N., Tomezsko, D., Greenwald, A., and M. Banaji, M., 2019, “Relationship between the Implicit Association Test and intergroup behavior: A meta-analysis, American Psychologist 74(5): 569–586. doi:10.1037/amp0000364
  • Kwong, J., 2012, “Resisting Aliefs: Gendler on Alief-Discordant Behaviors”, Philosophical Psychology, 25(1): 77–91.
  • Lai, C., K. Hoffman, & B. Nosek, 2013, “Reducing implicit prejudice”, Social and Personality Psychology Compass, 7: 315–330.
  • Lai, C., M. Marini, S. Lehr, C. Cerruti, J. Shin, J. Joy-Gaba, A. Ho, … & B. Nosek, 2014, “Reducing implicit racial preferences: I. A comparative investigation of 17 interventions”, Journal of Experimental Psychology: General, 143(4): 1765–1785.
  • Lai, C. K., Skinner, A. L., Cooley, E., Murrar, S., Brauer, M., Devos, T., … & S. Simon, 2016, “Reducing implicit racial preferences: II. Intervention effectiveness across time,” Journal of Experimental Psychology: General, 145(8): 1001–1016.
  • Lane, K., J. Kang, & M. Banaji, 2007, “Implicit Social Cognition and Law”, Annual Review of Law and Social Science, 3: 427–451.
  • Lassiter, C., & N. Ballantyne, N., 2017, “Implicit racial bias and epistemic pessimism,” Philosophical Psychology, 30(1-2): 79–101.
  • Lee, C., 2016, “Revisiting Current Causes of Women’s Underrepresentation in Science”, in Brownstein & Saul (eds.) 2016A.
  • Leslie, S., 2007, “Generics and the Structure of the Mind”, Philosophical Perspectives, 375–405.
  • –––, 2008, “Generics: Cognition and Acquisition”, Philosophical Review, 117(1): 1–49.
  • –––, 2017, “The original sin of cognition: Fear, prejudice, and generalization”, The Journal of Philosophy, 114(8): 393–421.
  • Levinson, J., 2007, “Forgotten Racial Equality: Implicit Bias, Decision making, and Misremembering”, Duke Law Journal, 57(2): 345–424.
  • Levy, N., 2011, “Expressing Who We Are: Moral Responsibility and Awareness of our Reasons for Action”, Analytic Philosophy, 52(4): 243–261.
  • –––, 2012, “Consciousness, Implicit Attitudes, and Moral Responsibility”, Noûs, 48: 21–40.
  • –––, 2015, “Neither fish nor fowl: Implicit attitudes as patchy endorsements”, Noûs, 49(4): 800–823.
  • Levy, N. & T. Bayne, 2004, “Doing without deliberation: automatism, automaticity, and moral accountability”, International Review of Psychiatry, 16(3): 209–215.
  • Levy, N. & E. Mandelbaum, 2014, “The Powers that Bind: Doxastic Voluntarism and Epistemic Obligation”, in The Ethics of Belief, J. Matheson & R. Vitz (eds.), Oxford: Oxford University Press.
  • Lewis, D., 1982, “Logic for Equivocators”, Nous, 431–441.
  • Machery, E., 2016, “De-Freuding Implicit Attitudes”, in Brownstein & Saul (eds.) 2016A.
  • –––, 2017, “Do Indirect Measures of Biases Measure Traits or Situations?,” Psychological Inquiry, 28(4): 288–291.
  • Machery, E. & L. Faucher, 2005, “Social construction and the concept of race”, Philosophy of Science, 72(5): 1208–1219.
  • Machery, E., Faucher, L. & D. Kelly, 2010, “On the alleged inadequacy of psychological explanations of racism”, The Monist, 93(2): 228–255.
  • Madva, A., 2012, The hidden mechanisms of prejudice: Implicit bias and interpersonal fluency, PhD dissertation, Columbia University.
  • –––, 2016a, “A plea for anti-anti-individualism: How oversimple psychology misleads social policy,” Ergo, an Open Access Journal of Philosophy, 3.
  • –––, 2016b, “Virtue, Social Knowledge, and Implicit Bias”, in Brownstein & Saul (eds.) 2016A.
  • –––, 2016c, “Why implicit attitudes are (probably) not beliefs,” Synthese, 193(8): 2659–2684.
  • –––, 2017, “Biased Against De-Biasing: On the Role of (Institutionally Sponsored) Self-Transformation in the Struggle Against Prejudice,” Ergo, 4: 145–179.
  • –––, 2018, “Implicit bias, moods, and moral responsibility,” Pacific Philosophical Quarterly, 99: 53–78.
  • –––, 2019, “Social Psychology, Phenomenology, and the Indeterminate Content of Unreflective Racial Bias,” in E. S. Lee (Ed.), Race as Phenomena. New York: Rowman and Littlefield.
  • Madva, A. & M. Brownstein, 2018, “Stereotypes, Prejudice, and the Taxonomy of the Implicit Social Mind,” Nous, 53(2): 611–644.
  • Mai, R., S. Hoffmann, J. Helmert, B. Velichkovsky, S. Zahn, D. Jaros, … & H. Rohm, 2011, “Implicit food associations as obstacles to healthy nutrition: the need for further research”, The British Journal of Diabetes & Vascular Disease, 11(4): 182–186.
  • Maison, D., A. Greenwald, & R. Bruin, 2004, “Predictive validity of the Implicit Association Test in studies of brands, consumer attitudes, and behavior”, Journal of Consumer Psychology, 14(4): 405–415.
  • Mandelbaum, E., 2011, “The architecture of belief: An essay on the unbearable automaticity of believing”, Doctoral dissertation, University of North Carolina, Carolina.
  • –––, 2013, “Against alief”, Philosophical Studies, 165:197–211.
  • –––, 2014, “Thinking is Believing”, Inquiry, 57(1): 55–96.
  • –––, 2016, “Attitude, Association, and Inference: On the Propositional Structure of Implicit Bias”, Noûs, 50(3): 629–658.
  • Mann, T. C., & M.J. Ferguson, 2017, “Reversing implicit first impressions through reinterpretation after a two-day delay,” Journal of Experimental Social Psychology, 68: 122–127.
  • Mann, N. & K. Kawakami, 2012, “The long, steep path to equality: Progressing on egalitarian goals”, Journal of Experimental Psychology: General, 141(1): 187.
  • McConahay, J., 1982, “Self-interest versus racial attitudes as correlates of anti-busing attitudes in Louisville: Is it the buses or the Blacks?”, The Journal of Politics, 44(3): 692–720.
  • McConahay, J., B. Hardee, & V. Batts, 1981, “Has racism declined in America? It depends on who is asking and what is asked”, Journal of conflict resolution, 25(4): 563–579.
  • Meissner, C. & J. Brigham, 2001, “Thirty years of investigating the own-race bias in memory for faces: A meta-analytic review”, Psychology, Public Policy, and Law, 7(1): 3–35.
  • Mekawi, Y., & K. Bresin, 2015, “Is the evidence from racial bias shooting task studies a smoking gun? Results from a meta-analysis,” Journal of Experimental Social Psychology, 61: 120–130.
  • Mendoza, S., P. Gollwitzer, & D. Amodio, 2010, “Reducing the Expression of Implicit Stereotypes: Reflexive Control Through Implementation Intentions”, Personality and Social Psychology Bulletin, 36(4): 512–523.
  • Merleau-Ponty, M., 1945/2013, Phenomenology of Perception, New York: Routledge.
  • Millikan, R., 1995, “Pushmi-pullyu representations”, Philosophical Perspectives, 9: 185–200.Mills, C., 1999, The Racial Contract, Ithaca, NY: Cornell University Press.
  • Mischel, W., 1968, Personality and Assessment. Hoboken, NJ: Wiley.
  • Mitchell, C., J. De Houwer, & P. Lovibond, 2009, “The propositional nature of human associative learning”, Behavioral and Brain Sciences, 32(2): 183–198.
  • Monteith, M., 1993, “Self-regulation of prejudiced responses: Implications for progress in prejudice-reduction efforts”, Journal of Personality and Social Psychology, 65(3): 469–485.
  • Monteith, M., L. Ashburn-Nardo, C. Voils, & A. Czopp, 2002, “Putting the brakes on prejudice: on the development and operation of cues for control”, Journal of personality and social psychology”, 83(5): 1029–1050.
  • Moskowitz, G. & P. Li, 2011, “Egalitarian goals trigger stereotype inhibition: a proactive form of stereotype control”, Journal of Experimental Social Psychology, 47(1): 103–116.
  • Moss-Racusin, C., J. Dovidio, V. Brescoll, M. Graham, & J. Handelsman, 2012, “Science faculty’s subtle gender biases favor male students”, Proceedings of the National Academy of the Sciences, 109(41): 16474–16479. doi:10.1073/pnas.1211286109
  • Mugg, J., 2013, “What are the cognitive costs of racism? A reply to Gendler”, Philosophical studies, 166(2): 217–229.
  • Muller, H. & B. Bashour, 2011, “Why alief is not a legitimate psychological category”, Journal of Philosophical Research, 36: 371–389.
  • Murphy, M.C., K.M., Kroeper, & E.M. Ozier, 2018, “Prejudiced Places: How Contexts Shape Inequality and How Policy Can Change Them,” Policy Insights from the Behavioral and Brain Sciences, 5(1): 66–74.
  • Murphy, M.C. & G.M. Walton, 2013, “From prejudiced people to prejudiced places: A social-contextual approach to prejudice,” in C. Stangor & C. Crandall (eds.), Frontiers in Social Psychology Series: Stereotyping and Prejudice, Psychology Press: New York, NY.
  • Nagel, J., 2012, “Gendler on alief”, Analysis, 72(4): 774–788.
  • Nier, J., 2005, “How dissociated are implicit and explicit racial attitudes?: A bogus pipeline approach”, Group Processes & Intergroup Relations, 8: 39–52.
  • Nisbett, R. & T. Wilson, 1977, “Telling more than we can know: Verbal reports on mental processes”, Psychological review, 84(3): 231–259.
  • Nosek, B. & M. Banaji, 2001, “The go/no-go association task”, Social Cognition, 19(6): 625–666.
  • Nosek, B., M. Banaji, & A. Greenwald, 2002, “Harvesting intergroup implicit attitudes and beliefs from a demonstration website”, Group Dynamics, 6: 101–115.
  • Nosek, B., J. Graham, & C. Hawkins, 2010, “Implicit Political Cognition”, in Handbook of implicit social cognition: Measurement, theory, and applications, B. Gawronski & B. Payne (eds.), New York, NY: Guilford Press, pp. 548–564.
  • Nosek, B., A. Greenwald, & M. Banaji, 2005, “Understanding and using the Implicit Association Test: II. Method variables and construct validity”, Personality and Social Psychology Bulletin, 31(2): 166–180.
  • –––, 2007, “The Implicit Association Test at Age 7: A Methodological and Conceptual Review”, in Automatic Processes in Social Thinking and Behavior, J.A. Bargh (ed.), Philadelphia: Psychology Press.
  • Nosek, B., C. Hawkins, & R. Frazier, 2011, “Implicit social cognition: from measures to mechanisms”, Trends in cognitive sciences, 15(4): 152–159.
  • Olson, M. & R. Fazio, 2001, “Implicit attitude formation through classic conditioning”, Psychological Science, 12(5): 413–417.
  • –––, 2006, “Reducing automatically activated racial prejudice through implicit evaluative conditioning”, Personality and Social Psychology Bulletin, 32: 421–433.
  • –––, 2009, “Implicit and explicit measures of attitudes: The perspective of the MODE model”, Attitudes: Insights from the new implicit measures, 19–63.
  • Oskamp, S., Harrington, M. J., Edwards, T. C., Sherwood, D. L., Okuda, S. M., & D.C. Swanson, 1991, “Factors influencing household recycling behavior,” Environment and behavior, 23(4): 494–519.
  • Oswald, F., G. Mitchell, H. Blanton, J. Jaccard, & P. Tetlock, 2013, “Predicting Ethnic and Racial Discrimination: A Meta-Analysis of IAT Criterion Studies”, Journal of Personality and Social Psychology, 105(2): 171–192. doi: 10.1037/a0032734
  • –––, 2015, “Using the IAT to predict ethnic and racial discrimination: Small effect sizes of unknown societal significance,” 108(4): 562–571.
  • Paluck, E. & D. Green, 2009, “Prejudice Reduction: What Works? A Review and Assessment of Research and Practice”, Annual Review of Psychology, 60: 339–367.
  • Payne, B., 2001, “Prejudice and perception: The role of automatic and controlled processes in misperceiving a weapon”, Journal of Personality and Social Psychology, 81: 181–192.
  • Payne, B., C.M. Cheng, O. Govorun, & B. Stewart, 2005, “An inkblot for attitudes: Affect misattribution as implicit measurement”, Journal of Personality and Social Psychology, 89: 277–293.
  • Payne, B., & B. Gawronski, 2010, “A history of implicit social cognition: Where is it coming from? Where is it now? Where is it going?”, in Handbook of implicit social cognition: Measurement, theory, and applications, B. Gawronski, & B. Payne (eds.), New York, NY: Guilford Press, pp. 1–17.
  • Payne, B., A. Lambert, & L. Jacoby, 2002, “Best laid plans: Effects of goals on accessibility bias and cognitive control in race-based misperceptions of weapons”, Journal of Experimental Social Psychology, 38: 384–396.
  • Payne, B. K., Vuletich, H. A., & K.B. Lundberg, K. B., 2017, “The bias of crowds: How implicit bias bridges personal and systemic prejudice,” Psychological Inquiry, 28: 233–248.
  • Penner, L., J. Dovidio, T. West, S. Gaertner, T. Albrecht, R. Dailey, & T. Markova, 2010, “Aversive racism and medical interactions with Black patients: A field study”, Journal of Experimental Social Psychology, 46(2): 436–440.
  • Perkins, A. & M. Forehand, 2012, “Implicit self-referencing: The effect of nonvolitional self-association on brand and product attitude”, Journal of Consumer Research, 39(1): 142–156.
  • Pessoa, L., forthcoming, “The Cognitive-Emotional Brain”, Behavioral and Brain Sciences.
  • Peters, D. & S. Ceci, 1982, “Peer-review practices of psychological journals: The fate of published articles, submitted again”, Behavioral and Brain Sciences, 5(2): 187–195.
  • Pettigrew, T. & L. Tropp, 2006, “A Meta-Analytic Test of Intergroup Contact Theory”, Journal of Personality and Social Psychology, 90: 751–83.
  • Petty, R., 2006, “A metacognitive model of attitudes”, Journal of Consumer Research, 33(1): 22–24.
  • Petty, R., P. Briñol, & K. DeMarree, 2007, “The meta-cognitive model (MCM) of attitudes: Implications for attitude measurement, change, and strength”, Social Cognition, 25(5): 657–686.
  • Phills, C., K. Kawakami, E. Tabi, D. Nadolny, & M. Inzlicht, 2011, “Mind the Gap: Increasing the associations between the self and blacks with approach behaviors”, Journal of Personality and Social Psychology, 100: 197–210.
  • Proffitt, D., 2006, “Embodied perception and the economy of action”, Perspectives on psychological science, 1(2): 110–122.
  • Puddifoot, K., 2017, “Dissolving the epistemic/ethical dilemma over implicit bias,” Philosophical Explorations, 20(sup1): 73–93.
  • Railton, P., 2009, “Practical Competence and Fluent Agency”, in Reasons for Action, D. Sobel & S. Wall (eds.), Cambridge: Cambridge University Press, pp. 81–115.
  • –––, 2014, “The Affective Dog and its Rational Tale: Intuition and Attunement”, Ethics, 124(4): 813–859.
  • Richeson, J. & J. Shelton, 2003, “When prejudice does not pay effects of interracial contact on executive function”, Psychological Science, 14(3): 287–290.
  • –––, 2007, “Negotiating interracial interactions: Costs, consequences, and possibilities”, Current Directions in Psychological Science, 16: 316–320.
  • Ross, L., M. Lepper, & M. Hubbard, 1975, “Perseverance in Self-Perception and Social Perception: Biased Attributional Processes in the Debriefing Paradigm”, Journal of Personality and Social Psychology, 32(5): 880–802.
  • Ryle, G., 1949/2009, The Concept of Mind, New York: Routledge.
  • Sarkissian, H., 2010, “Minor tweaks, major payoffs: The problems and promise of situationalism in moral philosophy”, Philosopher’s Imprint, 10(9): 1–15.
  • Saul, J., 2012, “Skepticism and Implicit Bias”, Disputatio, Lecture, 5(37): 243–263.
  • –––, 2013, “Unconscious Influences and Women in Philosophy”, in Women in Philosophy: What Needs to Change?, F. Jenkins & K. Hutchison (eds.), Oxford: Oxford University Press.
  • Scanlon, T., 1998, What We Owe Each Other, Cambridge: Harvard University Press.
  • Schacter, D., 1987, “Implicit memory: History and current status”, Journal of Experimental Psychology: Learning, Memory, and Cognition, 13: 501–518.
  • Schneider, D., 2004, The Psychology of Stereotyping, New York: Guilford Press.
  • Schwitzgebel, E., 2002, “A Phenomenal, Dispositional Account of Belief”, Nous, 36: 249–275.
  • –––, 2006/2010, “Belief”, The Stanford Encyclopedia of Philosophy, (Winter 2010 edition), E. Zalta (ed.), URL = <https://plato.stanford.edu/archives/win2010/entries/belief/>
  • –––, 2010, “Acting contrary to our professed beliefs, or the gulf between occurrent judgment and dispositional belief”, Pacific Philosophical Quarterly, 91: 531–553.
  • –––, 2013, “A Dispositional Approach to Attitudes: Thinking Outside of the Belief Box”, in New Essays on Belief, N. Nottelmann (ed.), New York: Palgrave Macmillan, pp. 75–99.
  • Sher, G., 2009, Who Knew? Responsibility without Awareness, Oxford: Oxford University Press.
  • Shiffrin, R. & W. Schneider, 1977, “Controlled and automatic human information processing: Perceptual learning, automatic attending, and a general theory”, Psychological Review, 84: 127–190.
  • Shoemaker, D., 2003, “Caring, Identification, and Agency”, Ethics, 118: 88–118.
  • –––, 2011, “Attributability, Answerability, and Accountability: Towards a Wider Theory of Moral Responsibility”, Ethics, 121: 602–632.
  • Sie, M. & N. Vorst Vader-Bours, 2016, “Personal Responsibility vis-à-vis Prejudice Resulting from Implicit Bias”, in Brownstein & Saul (eds.) 2016B.
  • Siegel, S., 2012, “Cognitive Penetrability and Perceptual Justification”, Nous, 46(2): 201–222.
  • –––, 2017, The Rationality of Perception, Oxford: Oxford University Press.
  • –––, forthcoming, “Bias and Perception, in Beeghly & Madva (eds.), forthcoming.
  • Singal, J., 2017, “Psychology’s Favorite Tool for Measuring Racism isn’t Up to the Job,” New York Magazine, [available online].
  • Smith, A., 2005, “Responsibility for attitudes: activity and passivity in mental life”, Ethics, 115(2): 236–271.
  • –––, 2008, “Control, responsibility, and moral assessment”, Philosophical Studies,138: 367–392.
  • –––, 2012, “Attributability, Answerability, and Accountability: In Defense of a Unified Account”, Ethics, 122(3): 575–589.
  • Smith, H., 2011, “Non-Tracing Cases of Culpable Ignorance”, Criminal Law and Philosophy, 5: 115–146.
  • Snow, N., 2006, “Habitual Virtuous Actions and Automaticity”, Ethical Theory and Moral Practice, 9: 545–561.
  • Sripada, C., 2016, “Self-expression: A deep self theory of moral responsibility,” Philosophical Studies, 173(5): 1203–1232.
  • Stalnaker, R., 1984, Inquiry, Cambridge, MA: MIT Press.
  • Steele, C. & J. Aronson, 1995, “Stereotype threat and the intellectual test performance of African Americans”, Journal of personality and social psychology, 69(5): 797–811.
  • Stewart, B. & B. Payne, 2008, “Bringing Automatic Stereotyping under Control: Implementation Intentions as Efficient Means of Thought Control”, Personality and Social Psychology Bulletin, 34: 1332–1345.
  • Strack, F. & R. Deutsch, 2004, “Reflective and impulsive determinants of social behaviour”, Personality and Social Psychology Review, 8: 220–247.Strenze, T., 2007, “Intelligence and socioeconomic success: A meta-analytic review of longitudinal research,” Intelligence, 35: 401–426.
  • Suhler, C. & P. Churchland, 2009, “Control: conscious and otherwise”, Trends in cognitive sciences, 13(8): 341–347.
  • Talaska, C., Fiske, S., and S. Chaiken, 2008, “Legitimating Racial Discrimination: Emotions, Not Beliefs, Best Predict Discrimination in a Meta-Analysis,” Social Justice Research 21(3): 263–296.
  • Taylor, S. & J. Brown, 1988, “Illusion and well-being: a social psychological perspective on mental health”, Psychological bulletin, 103(2): 193–210.
  • Teachman, B. A., & S.R. Woody, S. R., 2003, “Automatic processing in spider phobia: Implicit fear associations over the course of treatment,” Journal of Abnormal Psychology, 112(1): 100.
  • Tetlock, P., O. Kristel, B. Elson, M. Green, & J. Lerner, 2000, “The psychology of the unthinkable: Taboo trade-offs, forbidden base rates, and heretical counterfactuals”, Journal of Personality and Social Psychology, 78(5): 853–870.
  • Tetlock, P., & G. Mitchell, 2009, “Implicit bias and accountability systems: What must organizations do to prevent discrimination?”, Research in Organizational Behavior, 29: 3–38.
  • Trawalter, S. & J. Richeson, 2006, “Regulatory focus and executive function after interracial interactions”, Journal of Experimental Social Psychology, 42(3): 406–412.
  • Valian, V., 1998, Why so slow? The advancement of women, Cambridge, MA: M.I.T. Press.
  • –––, 2005, “Beyond gender schemas: Improving the advancement of women in academia”, Hypatia, 20: 198–213.
  • Van Dessel, P., De Houwer, J., & C.T. Smith, 2018, “Relational information moderates approach-avoidance instruction effects on implicit evaluation,” Acta Psychologica, 184: 137–143.
  • Vargas, M., 2005, “The Revisionist’s Guide to Responsibility”, Philosophical Studies, 125(3): 399–429.Vianello, M., Robusto, E., & P. Anselmi, 2010, “Implicit conscientiousness predicts academic performance,” Personality and Individual Differences, 48: 452–457.
  • Walther, E., 2002, “Guilty by Mere Association: Evaluative Conditioning and the Spreading Attitude Effect”, Journal of Personality and Social Psychology, 82(6): 919–34.
  • Washington, N. & D. Kelly, 2016, “Who’s responsible for this? Implicit bias and the knowledge condition”, in Brownstein & Saul (eds.) 2016B.
  • Watson, G., 1975, “Free Agency”, Journal of Philosophy, 72(8): 205–220.
  • –––, 1996, “Two faces of responsibility”, Philosophical Topics, 24(2): 227–248.
  • Webb, T., P. Sheeran, & A. Pepper, 2012, “Gaining control over responses to implicit attitude tests: Implementation intentions engender fast responses on attitude-incongruent trials”, British Journal of Social Psychology, 51(1): 13–32. doi:10.1348/014466610X532192
  • Welpinghus, A., forthcoming, “The imagination model of implicit bias,” Philosophical Studies, first online 11 March 2019. doi:10.1007/s11098-019-01277-1
  • Wigley, S., 2007, “Automaticity, Consciousness, and Moral Responsibility”, Philosophical Psychology, 20(2): 209–225.
  • Wolfe, R., & S. Johnson, 1995, “Personality as a Predictor of College Performance,” Education and Psychological Measurement, 55(2): 177–185.
  • Zanna, M. P., & R.H. Fazio, 1982, “The attitude-behavior relation: Moving toward a third generation of research,” in M. P. Zanna, E. T. Higgins, C. P. Herman (Eds.), Consistency in social behavior: The Ontario symposium (Vol. 2, pp. 283–301), Hillsdale, N.J.: Erlbaum.
  • Zeigler-Hill, V. & C. Jordan, 2010, “Two faces of self-esteem”, in Handbook of implicit social cognition: Measurement, theory, and applications, B. Gawronski & B. Payne (eds.), NY: Guilford Press, pp. 392–407.
  • Zheng, R., 2016, “Attributability, Accountability and Implicit Attitudes”, in Brownstein & Saul (eds.) 2016B.
  • Zimmerman, A., 2007, “The nature of belief”, Journal of Consciousness Studies, 14(11): 61–82.

Michael Brownstein– “Implicit Bias“, Erişim Tarihi: 17.08.2021

Çevirmen: Alparslan Bayrak

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Tutsak İkilemi – Jason Wyckoff

Sonraki Gönderi

Evrim: Laboratuvarda Yetiştirilen ‘Mini Beyinler’ Bir Mutasyonun İnsan Zihnini Yeniden Yapılandırmış Olabileceğini Gösteriyor – Itzia Ferrer & Per Brattås

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü