Şizofreniyi Anlamak: R. D. Laing’in Bölünmüş Benlik Fikri – Klejton Cikaj

/
782 Okunma
Okunma süresi: 7 Dakika

Diğer psikiyatristlerin yaklaşımlarından dolayı hayal kırıklığına uğrayan R.D. Laing, hastanın sadece semptomlarına değil, varoluşsal bağlamına da odaklanan fenomenolojik bir yaklaşım geliştirdi.

Akıl hastasının kodunun çözülmesi, nesnel olarak analiz edilmesi ve ölçülmesi gereken bir öteki olarak görüldüğü geleneksel yöntemin aksine, Laing’in ortaya koyduğu fenomenolojik çerçeve akıl hastasını dinlemeye büyük önem verir. Bu makalede, R. D. Laing’in akıl hastalığına nasıl yaklaştığını göstermek için şizoid tip örneğini ele alacağız.

Şizoid kişinin anlaşılması, ontolojik güvensizlik kavramının ortaya atılmasıyla başlar. Laing, bazı insanların deneyimleri boyunca devam eden temelli bir benlik duygusuna sahipken, diğerlerinin kendilerinden kopmuş, bedenlerinden kopmuş ve zamansal sürekliliği deneyimleyememiş hissedebileceğini ileri sürer. Ontolojik güvensizliği olan kişilerin kimlik duyguları, çoğumuzun sıradan olarak adlandıracağı olaylar tarafından tehdit edilir. Psikoz bu şekilde gelişir.

R. D. Laing’in Kimlik Kaybının Üç Biçimini Kategorize Etmesi

R. D. Laing kimlik kaybının üç biçimi arasında ayrım yapar. Bunlardan ilki Yutulma’dır. Yutulma; ilişkili olma, görülme, anlaşılma, maruz kalma, hatta sevilme korkusudur; kısacası, bir başkası tarafından kavranma hissidir.

R. D. Laing Record Cover “Life before Death”, 1978, By Hags Photography

Bu Yutulma korkusuna bir tepki olarak birey kendini başkalarından ve kendinden soyutlayabilir, mesafe yaratabilir veya anlaşılma olasılıklarını kasıtlı olarak engelleyebilir ve savuşturabilir. Bu gerçek aynı zamanda psikiyatristlerin bazı hastalarda sıklıkla karşılaştıkları direnci ve psikiyatrist ya da psikolog kendileriyle ilgili açığa vurmak istemedikleri bir şeyi anladığında hastaların verdiği olumsuz tepkiyi de açıklar.

Diğer bir form ise hastanın hiçlik olarak kimliğini umutsuzca korumaya çalıştığı İç Patlama’dır. Gerçeklikle, belirli bir varlık biçimiyle her temas burada kendi içlerinde hissettikleri boşluğu tehdit edici olarak görülür.

Son form ise Taşlaşma ve kişiliksizleşmedir. Bu, öteki tarafından bir “O”na, öznellikten yoksun, eylemlilikten yoksun bir nesneye dönüştürülme korkusuyla ilgilidir. Burada kişi aslında seçim yapabilen bir insan özne olduğunun sürekli teyidine ihtiyaç duyar ve varlığının başkaları tarafından onaylanmasına ihtiyaç duyar.

Bedenlenmiş ve Bedenlenmemiş Benlik

Normal insan yaşamı boyunca benlik duygusunun bedenlenmiş olduğunu, kendi bedenine yerleşmiş olduğunu ve iletişim olasılığı yaratacak şekilde ona bağlı olduğunu hisseder. Öte yandan, bedenlenmemiş kişi yaşamı boyunca bedenine gömülmez, her zaman ondan kopmuş, uzakta gibi görünür. Bunlar insanlığı deneyimlemenin iki radikal farklı yolunu oluşturur.

Schizoid 081 by Sarah Leever, June 12 2009, via Flickr.

Bedenlenmemiş kişi için beden, dünyadaki varlığının temeli olarak değil, diğer nesneler arasında yalnızca bir nesne olarak deneyimlenir. Beden benliğin özü değil, gerçek benlikten boşanmış sahte bir benliktir. Böyle bir boşanma, etrafında olup biten her şeyin “gerçek” benliğin özüne ulaşamıyor gibi göründüğü bedensiz benlikte bir gerçek dışılık hissinin ortaya çıkmasına katkıda bulunur. Bedensiz benlik aşırı bilinçlidir. Bedenin hislerini ve operasyonlarını güvenli bir mesafeden not alır. Yarılmanın gerçekleştiği, sahte ve gerçek benlik arasındaki asimetrik çatlağın ilk büyümeye başladığı yer burasıdır.

David’in Hikayesi

R. D. Laing’in David adlı bir hastasının durumu da böyleydi. David tüm hayatını kendinden uzakta geçirmiş, kendini asla ele vermemiş, gerçek olan hiçbir şeyi ifade etmemiş, kimliğinin özünü asla açığa vurmamıştı. Kişiliği dikkatlice inşa edilmiş, gerçeklikle her türlü temastan uzak, beyninin derinliklerinde kilitli olan gerçek benliğini gizleme amacına hizmet eden farklı hesaplanmış izlenimlerle oluşturulmuştu.

Bu parçalar kendi başlarına yaşamaya başlar ve özerkleşir. Birey, gerçekliği geçersiz kılan ve özünü gizleyen bir benlik mikro kozmosu oluşturur. David üniversitedeki derslere bir pelerin giyerek ve bir turna taşıyarak katıldı. Hocası onun davranışlarını tamamen yapay olarak tanımlıyordu ve konuşması büyük ölçüde alıntılardan oluşuyordu.

Çocukken annesinin ölümünden sonra David ev işlerinde onun rolünü üstlendi. Okulda da, çocukken, okul arkadaşları tarafından sevilmeyen karakterleri değiştirerek oynuyordu. Eylemlerinin içine girmesine asla izin vermedi, bunu asla açığa vurmadı. Oynadığı her zaman bir rol, bir oyundu. İnsanlar bir karakteri sevmediyse, sorun değildi. Bu gerçekte o değildi. Sahte benliklerinin sonuçlarından uzakta, korunuyordu.

David’in durumunda dünya gerçek dışı olarak deneyimlenir, yüceltilir. Olan her şey, benlik ile dünya arasında bir elçi görevi gören sahte benliğin bir sonucudur ve onun başına gelir. Hiçbir şey benliğe doğrudan dokunmaz. Temas ya da sürtünme yoktur. Laing’in dediği gibi:

Eğer birey kendisi ile öteki arasındaki tüm işlemleri kendi varlığı içinde “kendisi” olmayan bir sisteme havale ederse, o zaman dünya gerçek dışı olarak deneyimlenir ve bu sisteme ait olan her şeyin yanlış, boş ve anlamsız olduğu hissedilir.

Benlik spesifik olmayan karakterini korur. Dünyaya bağlanmaz, onunla doğrudan etkileşime girmez. Her şey aracılıdır ve bu nedenle canlı olarak deneyimlenmez. Her şey ölüdür, hareketsizdir ve benlikte hiçbir izlenim bırakılamaz. Laing, bedensiz bireyin Hegelci eylemden korktuğunu ileri sürer. Bir eylem basit, belirli bir şeydir ve şizoidin zihninde saf sonsuz potansiyel olan şeyin gerçekleşmesi anlamına gelir. İnsan, eylemi aracılığıyla kendisini doğrudan dünyaya bağlar, eylemi onun eylemi haline gelir, insan somut bir kişi haline gelir.

Eylem “basit, belirli, evrensel…” dir. Ancak benliği karmaşık, belirsiz ve benzersiz olmak ister. Eylem “onun hakkında söylenebilecek şeydir”. Ama o asla kendisi hakkında söylenebilecek şey olmamalıdır. O her zaman kavranamaz, anlaşılmaz, aşkın kalmalıdır. Eylem “şöyledir, böyledir… budur ve bireysel insan eylem ne ise odur. Ama her ne pahasına olursa olsun asla eylemi ne ise o olmamalıdır.

Şizoid, dünyada ölçülme, eşlenme ve hesap edilebilir olma olasılığından korkar. Eylem her zaman sahte benliğe aktarılır.

Peter’in Hikayesi

Laing’in 25 yaşındaki hastası Peter, kendisinden gelen ve günde birkaç kez duş almasına rağmen bir türlü kurtulamadığı kötü kokudan şikâyetçiydi. Laing bize Peter’ın çocukken ailesi tarafından önemsenmediğini söylüyor. Özellikle istismarcı değillerdi. Onunla maddi olarak ilgilenmişler, onu beslemişler ve giydirmişler ama onu fark etmemişler. Onun doğumu günlük yaşamlarında herhangi bir değişikliğe neden olmamış. Onu özellikle istemiyorlardı ve Peter’in kendisi de doğduğu için onu affetmediklerini hissediyordu.

Peter ayrıca yaşamadığını ve hiçbir değeri olmadığını da hissediyordu. Dünyadaki fiziksel varlığı neredeyse hiç tanınmıyordu. Sadece dünyada olduğu için bile suçluluk hissediyordu. Annesi narsistti ve babası onunla ilgilenmiyordu. O görülmedi. Peter gerçek benliği ile ebeveynlerine, öğretmenlerine ve çevresindeki insanlara uyumlu, onların düzenli, bir araya getirilmiş insan fikrine dayanan sahte bir benlik arasında bölündü.

Diğer insanların sahte kişiliğine nüfuz edip onu ifşa edebileceğinden giderek daha fazla korkmaya başladı. Peter sahte benlikten kopmayı bir tür “ayrılma” olarak adlandırdı ve bu sayede insanların yanında herhangi bir durumda benliğini gizleyen bir rol benimseyebildi. Tabii ki Peter aslında kokmuyordu. Bu onun, yer kaplayan ve suçluluk hissettiği belirli bir bedene sahip olma fikrinden ne kadar rahatsız olduğunu gösteren bir uydurmaydı.

R. D. Laing’in Bölünmüş Benliği Nasıl Psikoza Dönüşür?

R. D. Laing, şizoid görüşün geliştiği varoluşsal fenomenolojik zemini gösterdikten sonra, gerçek psikoza geçişin nasıl gerçekleştiğini ortaya koymak ister.

Geri çekilme ve izolasyon devam ederse, benlik gerçeklikle olan tüm temasını kaybeder: Sadece gerçekliğe aracılık eden bölünmüş kimlikleri tarafından çevrelenir. Benlik onlar üzerindeki merkezi kontrolü kaybederse, bu kimlikler kendi başlarına bir hayat sürebilir ve özerkleşebilir.

Bir kimliğe sahip olmak, bu kimliğin onaylandığı ve kimliğimizin yansıtıldığı bir başkasının varlığını gerektirir ki bu şizoidin her ne pahasına olursa olsun kaçındığı bir şeydir. Benliğin her şeye gücü yetme arzusu bir iktidarsızlığa yol açar ve benlik içerikten yoksun hale gelir, her türlü özden ve yönden arındırılır. Benlik fantezide her şeydir ama gerçekte hiçbir şey değildir. Gerçeklik uzaklaşan, geçici olan olarak deneyimlenir. Ona dokunmak için uzandığım anda çoktan ölmüştür. Hissettiğim, dokunduğum ve düşündüğüm her şey, yaklaştığımı hissettiği anda gerçek dışılıkla örtülür.

Glore Psikiyatri Müzesi’nde sergilenmekte olan bu kumaş eseri, bir şizofreni hastası yaptı, 29 Mart 2009.

Laing birkaç vaka hatırlıyor. Bunlardan biri, aniden bir tekneyle denize açılan ve saatler sonra karadan uzakta bulunan, kurtarılmayı reddederek Tanrıyı bulmaya gittiğini haykıran genç bir adamın durumudur. Ellili yaşlarında, daha önce hiç psikoz geçirmemiş bir adam, bir aile pikniği sırasında rastgele soyunup nehre giriyor, üzerine su dökmeye başlıyor ve karısını ve çocuklarını sevmediği için kendini vaftiz ettiğini söylüyor.

Her iki durumda da normal görünümün ardında saklı olanı açığa çıkaran kırılma noktası olan patlamaya kadar bir cephe korunur.


Klejton Cikaj – “Understanding Schizophrenia: R. D. Laing’s Idea of the Divided Self”, (Erişim Tarihi: 12.06.2023)

Çeviri: Ali Tacar

Çeviri Editörü: İzzet Can Kalender

Necmettin Erbakan Üniversitesi Almanca Öğretmenliği Bölümü 4. sınıf öğrencisi. Almanca ve İngilizceden felsefi ve edebi çeviriler yapıyor. Şiir ve öykü yazıyor. İlgi alanları; din felsefesi, epistemoloji, zihin felsefesi ve başta ontoloji olmak üzere felsefenin tüm alanlarıdır.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Karl Popper’ın Üç Dünyası Nedir? – Andres Felipe Barrero

Sonraki Gönderi

Bildiğimiz Bilim Bilinci Açıklayamıyor Fakat Bir Devrim Yolda – Philip Goff

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü