Süper İş Birlikçiler – Gary Lupyan

//
34 Okunma
Okunma süresi: 15 Dakika

Mark Twain, 1884 ‘te yazdığı bir mektupta, “Telefonlar, telgraflar ve kelimeler bu çağ için çok yavaş. Daha hızlı bir şey bulmalıyız.” diyerek yakınıyordu. “Gelecekte,” diyordu, “sadece düşünerek iletişim kurmalı ve birkaç dakika içinde, bir buçuk saatte kelimelere dökemeyeceğimiz şeyleri söylemeliyiz.”

2020 ‘ye doğru ileri sarıyoruz. Elon Musk, bir röportajında ‘nöral ağ’ (beyne yerleştirilmiş dantel benzeri bir ağ) teknolojisini kullanarak ” prensipte, hem çok hızlı hem de çok daha kesin bir şekilde dil ve fikir iletişiminde bulunabileceğimizi” öne sürüyor. Röportajı yapan Joe Rogan, ‘Konuşmak zorunda kalmamamıza kaç yıl var?’ diye sorduğunda, Musk, “Eğer geliştirme hızlanmaya devam ederse belki beş yıl, beş ila on yıl arası.” diye yanıtlıyor.

Önceki yüzyılın hem dil hem de beyin hakkındaki anlayışımıza getirdiği somut ilerlemeye rağmen, telepatiye Twain’in zamanında olduğumuzdan daha yakın değiliz. Bunun sebebinin, bize vadedilen telepatinin (Twain ve Musk tarafından öngörülen ve sayısız film ve TV dizisinde popülerleşen halinin) hatalı bir öncül üzerine dayanması olduğunu öne süreceğiz.

Eski usul telepati (Good old-fashioned telepathy-GOFT-)”, düşüncelerin bir zihinden diğerine doğrudan aktarılmasını içerir. GOFT’un insanları büyülemesinin birkaç sebebi vardır. İlk olarak, dilin sınırlamalarından ve belirsizliklerinden sıyrılır. GOFT sayesinde artık her kavramı kelimelere dökmek veya birinin dilini deşifre etmek için çabalamamız gerekmez. Dilden sıyrılması GOFT’un temel bir özelliğidir; bilim kurgu yazarlarının, bir dili, kültürü veya biyolojiyi paylaşmamalarına rağmen insanların ve uzaylıların telepatik olarak iletişim kurduklarını hayal etmelerini sağlayan şeydir.

İkincisi, GOFT daha kesin ve saf bir iletişim vadeder. Dilin belirsizlikleri sayısızdır. Hepimizin bir şey söyleyip, başka bir şey kastetmişiz gibi anlaşılmak üzerine tecrübesi vardır. (Ve bunlar sadece dikkatimizi çeken yanlış iletişimler!) Dil çok esnek olduğu için, insanın yalan söylemesi ve kendisiyle çelişmesi de kolaydır. Bu belirgin kusurlar, yüzyıllardır belirsizliği ve aldatıcılığı ortadan kaldırmaya çalışan yapay dillerin icat edilmesine ilham kaynağı olmuşlardır. Nihai çözüm, doğrudan düşünceden düşünceye aktarım gibi görünmektedir.

Son olarak, GOFT daha hızlı iletişim vadeder. Birçoğumuz, konuşabildiğimizden veya yazabildiğimizden daha hızlı düşünebildiğimiz ve iletişim için dile bel bağlama mecburiyetinin bir engel olduğu sezgisine sahibizdir. Musk’ın, nöral arayüz/telepati girişimi olan Neuralink’inin amaçlarından birinin, insanların düşünce hızında iletişim kurmasına izin vermek olması tesadüf değildir.

Bununla birlikte, GOFT’un kökeninde bir sorun vardır. İşe yaraması için düşüncelerimizin hizalanması, ortak bir formata sahip olması gerekir. Alice’in Bob’un beynine ışınlanan düşünceleri Bob için anlaşılabilir olmalıdır. Ama olurlar mı? Gerçek hizalamanın aslında ne gerektirdiğini anlamak için Bob’un Alice’e bir e-posta gönderdiği zaman gerçekleşen makineler arası iletişimi düşünün. Bu görünüşte basit hareketin gerçekleşmesi için Bob ve Alice’in bilgisayarları harfleri aynı şekilde kodlamak zorundadır (aksi takdirde Bob tarafından yazılan bir ‘a’ Alice için farklı bir şey olarak görünecektir). Bob ve Alice’in makinelerinin bilgileri iletmek için kullandığı protokollerin (örneğin, SMTP, POP) de eşleştirilmesi gerekir. Bu e-postaya ekli bir fotoğraf varsa, alıcı makinenin gönderen tarafından kullanılan görüntü formatının (örneğin, JPG) kodunu çözebilmesini sağlamak için ek bir hizalanma mevcut olmalıdır. Makinelerin birbirlerini ‘anlamalarına’ izin veren bu formatlardır (topluca kodlamalar ve protokoller olarak bilinirler). Bu formatlar incelikli mühendisliğin ürünleridir ve evrensel bir ortaklık gerektirirler. Dünyadaki posta sistemlerinin birbirlerinin pullarına itibar göstermeyi kabul etmeleri gerektiği gibi, şirketler ve hükümetler de Unicode gibi ortak kodlamaları ve TCP/IP ve SMTP gibi protokolleri kullanmayı kabul etmek zorundaydılar.

Ancak düşüncelerimizin bu şekilde hizalandığını düşünmek için herhangi bir neden var mıdır? Şu anda, Bob’un düşüncesini oluşturan sinirsel aktivitenin, örneğin, canım trüflü risotto istiyor düşüncesinin, Bob dışındaki herhangi birine bir anlam ifade edeceğini hayal etmek için hiçbir nedenimiz yoktur (aslında Bob’un zihinsel durumunun bir yıl sonra Bob’un kendisi tarafından bile yorumlanıp yorumlanamayacağından emin değiliz). Peki, Bob risotto arzusunu Alice’e nasıl iletir? Bariz çözüm, İngilizce gibi doğal bir dil kullanmaktır. Yararlı olmaları için bu sistemlerin öğrenilmesi gerekir. Ancak bir kere öğrendikten sonra diğer İngilizce konuşanların zihnindeki belirli düşünceleri belirtmek için ortak birtakım semboller (İngilizce kelimeler) kullanmamızı sağlarlar.

Dilin bu kadar iyi çalışmasının nedeninin düşüncelerimizin zaten hizalanmış olması ve dilin onları iletmenin bir yolu olduğunu varsaymak caziptir: düşüncelerimiz kelimelere ‘sıkıştırılır’ ve daha sonra bir alıcı tarafından ‘çözümlenir’. Ancak bu bir yanılsamadır. Doğal dilde bile kavramsal hizalanmanın zor bir iş olduğu ve dil aktif olarak kullanılmazsa azaldığı aşikardır.

Doğal diller böylece makine protokollerinin ve kodlamaların yaptığının bir versiyonunu gerçekleştirirler; düşüncelerimizin çeşitli formatlarını (bir dereceye kadar) birbirine bağlayan ortak bir protokol sağlarlar. Bu görüşe göre dil, daha önceki bir kavramsal hizalanmaya dayanmaz, onun oluşturulmasına yardımcı olur.

Düşüncelerimiz arasında bir hizalanma yaratmak mümkün olabilir mi? Bob’un zihinsel durumunu, Alice’in ya da daha iyisi herkesin düşünceleriyle uyumlu bir forma dönüştürmenin bir yolu var mıdır? Üç olası çözüm düşünelim.

Birincisi, düşüncelerimizi İngilizce gibi doğal bir dile dönüştürmek. Ham düşünceleri bir zihinden diğerine ışınlamak yerine, kelimeleri ışınlamak. Bu işe yarayabilir. Ancak elbette buna dahil olan herkesin halihazırda İngilizce gibi bir dili paylaşması gerekir ve bu da telepatiyi mesajlaşmanın süslü bir biçimine dönüştürecektir.

İkincisi, ham zihinsel durumları hesaplamalı olarak ortak bir biçime, evrensel olarak anlaşılabilir bir ‘düşünce dili ’ne dönüştürmektir. Şu an itibariyle böyle bir dönüşümün mümkün olduğunu düşünmek için hiçbir neden yoktur. Ancak böyle bir sistemin genel durumları iletmek için kullanılabileceği düşünülebilir, örneğin, ‘Evet’i, ‘Eh’den ayırt etmek vezihinsel görüntüleri iletmek için kullanulabilir. Ancak bu yöntemin keyfi düşünceleri iletmek (GOFT’un ana vaadi) için nasıl işleyeceğini bilmiyoruz.

Üçüncüsü, belirli düşünceleri önceden kararlaştırılmış bir şekilde belirli anlamlara eşlemek ve bir tür ‘telepatça’, ‘telepati dili’ yaratmaktır. Gerçekte, telepatik iletişime yönelik modern girişimler (bunlardan birkaç tane vardır) tam olarak bu tür girişimlerdir. Bunlardan ikisine bir göz atalım.

2014 yılında yapılan bir araştırmada bilgisayar bilimcisi Rajesh Rao liderliğindeki bir araştırma ekibi, insanları bir oyun oynamak üzere ikişerli olarak eşleştirdi. Bu oyunda, bir şehri düşman roketlerinden korumak için sanal bir top ateşlemeye çalışmaları gerekiyordu. Her çiftten bir kişi (‘gönderen’) hedefin konumunu gösteren ekranı görebiliyor ancak topu ateşleyemiyordu. Diğer kişi ise (‘alıcı’), ekranı göremiyor ancak ‘ateş’ düğmesine basabiliyordu. Gönderici bir EEG makinesine (kafa derisine yerleştirilen ve elektrotları kullanarak beyin aktivitesinin gerçekleştirdiği küçük voltaj dalgalanmalarını ölçmek için kullanılan bir cihaz.) bağlanarak iki oyuncu beyinden-beyne bir arayüz ile birbirine bağlandı. Bu voltajlar daha sonra alıcının kafa derisine konumlandırılmış bir transkraniyal manyetik stimülasyon (TMS) makinesinde manyetik darbeleri tetiklemek için kullanıldı. Bu manyetik darbeler, kafa derisinin motor korteksin belirli bir bölümünü kaplayan kısmına iletildiğinde alıcının ‘ateş’ düğmesine basmasına neden olan kas kasılmaları üretti.

Bunun gerçek bir iletişim mi yoksa biraz ürkütücü bir uzaktan kumanda mı olduğu sorusunu bir kenara bırakalım. Manyetik darbenin ateşleme eylemine neden olmak yerine yalnızca telkin ettiği daha incelikli bir versiyon hayal edilebilir. Ancak, ne kadar incelikli olursak olalım, burada değiş tokuş edilen bilgiler son derece spesifiktir ve yalnızca gönderene ve alıcıya (doğal bir dil kullanarak) oyunun nasıl çalıştığı hakkında bilgi verdikten sonra bu özel bağlamda anlamlı olur. EEG sinyali aracılığıyla gönderilen mesaj, bir düşünce veya fikir değildir. Aksine, kelimenin tam anlamıyla, normalde gönderenin el kaslarını kasılmaya itecek olan motor komutudur.

Bu tür bir beyinden beyine arayüzü belirli bir oyuna daha az bağlı olacak şekilde genişletmenin bir yolu var mıdır? Aynı yıl yayınlanan bir çalışmada, psikolog Carles Grau ve meslektaşları da bir EEG/TMS teçhizatı kullanarak bir ‘gönderici’yi ve bir ‘alıcı’yı eşleştirdi. Göndericilere ellerini veya ayaklarını hareket ettirdiklerini hayal etmeleri talimatı verildi. Elde edilen EEG motifleri ayırt edilebilirdi ve bir alıcının görsel korteksini uyarmak için bir TMS bobinini tetiklemek veya fosfen üretmeyen bir nabız iletmek için kullanılabilirdi. Yani elimizde, bir göndericinin bir düşünceyi düşünebileceği (örneğin, ayaklarını veya ellerini hareket ettirdiğini hayal etmesi) ve bir alıcının bir fosfeni algılamasına veya algılamamasına neden olacağı bir düzenek var. Temelde, bu yöntem keyfi bilgileri iletmek için kullanılabilir. Örneğin, bir Mors kodu kullanabilirsiniz: ‘merhaba’, ‘……-…-.. —’ olur. (Burada el imgeleri bir nokta ve kol imgeleri bir çizgidir). Bu elbette yavaş ve hataya yatkındır, ancak asıl sorun bunun da GOFT olmamasıdır. Artık sinyallerin ‘düşünceler’ olmasına daha yakın olsak da anlamlarının önceden ayarlanması gerekmektedir: ya İngilizce kelimelere (Mors kodunu kullanarak beyinden beyine mesajlaşmak gibi) geri dönülmesi ya da gönderenlerin ve alıcıların belirli bir açık/kapalı sinyal modelini belirli bir nesneyle ilişkilendirmek gibi yeni bir protokol öğrenmeleri gerekir. Ancak zaten bebeklik döneminde öğrendiğimiz böyle bir protokolümüz var: dil. Telepatik iletişimden telepatik koordinasyona.

Şimdiye kadar düşüncelerimizin hizalandığını varsayan telepati olasılığına dair belli belirsiz bir görüşümüz oldu. Düşüncelerimizi hizalamanın bazı yolları vardır. Belki de insanları Grau ve meslektaşları tarafından kullanılan türde son derece spesifik protokolleri kullanmaları için eğiterek olabilir. Ancak, önceden hizalanmayı gerektirmesi nedeniyle, telepatinin temel faydalarının çoğu kaybolma tehdidi altındadır. Sadece düşüncelerimizi kullanarak insanlarla iletişim kurabilmek yerine, öncelikle nasıl daha benzer olacağımız konusunda eğitilmemiz gerekiyor. Yabancı düşünme ve akıl yürütme biçimlerine yeni bir pencere açmak yerine, bu telepati biçimi ancak neredeyse her şey halihazırda aynı olursa (dolayısıyla iyi hizalanmış olursa) işe yarayacaktır.

Ama belki de hala telepati için umut, ya da onun gibi bir şey, vardır. Çünkü telepati hakkında düşünmenin, ampirik araştırma ve deneyler için ilgi çekici yöntemler öneren başka bir yolu bulunuyor. Aklımızda ne olduğunu anlamak için, bir adım geri gitmek ve ilk etapta dilin ne olduğunu sormak faydalı olacaktır. Bir olasılık (hizalanma konusundaki düşüncelerimizle en uyumlu görünen olasılık), dilin, bireyler arasında düşünce ve bilgi paylaşmanın bir aracı olmasıdır. Ancak bilgi paylaşımı, yalnızca farklı eylemlere yol açtığı sürece faydalıdır. Bu, dil ve (bir tür yeni moda) telepati ihtimali hakkında farklı bir düşünme şeklini mümkün kılar.

İnsanlar arasındaki iletişimi bir bilgi aktarımı olarak görmek yerine, birbirimize (ve genellikle kendimize), etki yaratmak için gerçekleştirdiğimiz bir dizi eylem olarak düşünebiliriz. Bu şekilde anlaşılan dilin amacı, zihinsel temsillerin hizalanması değildir (veya her zaman değildir), sadece eylemin bilinçli koordinasyonudur. Bu resimde, dilin başarılı kullanımı için kavramsal hizalanma gerekli değildir. Dilin koordinasyon için bir vasıta, pratik eylem için bir araç olduğu görüşü Andy Clark (2006), Mark Dingmanse (2017), Christopher Gauker (2002) ve Michael Reddy (1979) tarafından yapılan araştırmalarda bulunabilir.

Benzetme yoluyla, ‘birlikte çalışabilirlik’ kavramını düşünün, ancak bunu geniş fiziksel yeteneklere uygulayın. Çok farklı boy ve kiloya sahip iki kişi, bir mobilyayı bazı dar köşelerden birlikte geçirmek için iş birliği yapabilir. Hatta yol boyunca birbirlerine işaret bile verebilirler. Bunun işe yaraması için, işaretlerin doğru türde bedensel etki yaratması gerekir, nesnenin bir ucunu itmek veya havaya kaldırmak gibi. Ancak bunun ötesinde, ortak bir hedefe sahip olmak dışında, olgusal bir yana, kavramsal hizalanmaya bile hiç gerek yoktur. Önemli olan tek şey pratik hizalanmadır.

Dil, pratik koordinasyon için bir vasıta olarak görüldüğünde, telepatiye benzer bir şeyin olma ihtimali farklı görünmeye başlar. Telepatiyi, içsel düşüncelerimizi ve deneyimlerimizi iletmek, onları bir zihinden diğerine aktarmak için potansiyel bir araç olarak görmek yerine, yeni nedensel etki kanalları olarak düşünebiliriz: bir gün ortak eylemleri koordine etmek için kullanılabilecek kanallar. Mevcut beyinden-beyne ara yüzleri bu rolü oynayabilirler. Yeterli kavramsal uyumun olmamasından ötürü bir insanın zihinsel temsillerini bir başkasına direkt olarak aktarmak konusunda yetersiz olsalar bile.

Şimdi bunu aklınızda tutarak, Rao ve Grau’nun çalışmalarında kullanılan gönderici-alıcı düzeneklerinin alternatif bir versiyonunu hayal edin. Bu versiyonda, insanlara önceden belirlenmiş bir anlamı iletmek için belirli bir zihinsel duruma neden olmaları söylenmiyor; bunun yerine genç yaşta iki veya daha fazla kişi arasında açılan iki yönlü bir beyinden-beyne kanal bulunuyor. Bağlanan insanlar daha sonra çeşitli ortak projeler yürütüyorlar: okul ödevleri üzerinde çalışıyor, kanepeler taşıyor, aşık oluyorlar. Beyinleri, hedeflerine ulaşmalarına yardımcı olmak için bu yeni kanalı kullanmayı öğrenebilir mi? Bu (en azından bize göre) daha makul bir alana doğru ilerliyor gibi görünüyor. Benzer bir durum, karşıdaki kişinin ne düşündüğüne veya ne yapmaya niyetlendiğine dair bir ipucu olarak vücut diline dikkat etmeyi öğrendiğinde iki kişi, hatta bir insan ve bir evcil hayvan arasında da ortaya çıkıyor gibi. Bu durumda da farklı bir hedefe (küçük bedensel hareketler) sahip farklı bir kanal (bu durumda görme duyusu) ekstra bir kullanılabilir bilgi katmanı taşır ve başka yollarla kopyalanması zordur.

Herhangi bir yeni, başlangıçta amaçsız beyinden beyne kanal, farklı sinir alanlarından kaydedilen izler iletilerek veya ortalaması alınarak çeşitli şekillerde yapılandırılabilir. Hangi tür yapılandırmaların hangi amaçlar için en iyi şekilde çalıştığını keşfetmek bir deneme yanılma meselesi olacaktır. Ancak bu yeni köprülerin amacı, iki kişinin niyetlerini (Rao gibi tasarımlarda olduğu gibi) es geçmek değil, her birinin niyetlerini oluşturduğu ve uyguladığı temeli geliştirmek olacaktır.

Bildiğimiz kadarıyla bu tür deneyler insanlar veya diğer hayvanlar üzerinde hiçbir zaman yapılmamıştır. Ancak benzer bir şey nöro-filozof Paul Churchland tarafından hayal edilmiştir. A Neurocomputational Perspective (1989) (Nörobilgisayımsal Bir Perspektif) adlı kitabında Churchland, doğrudan kablosuz beyinden-beyne bağlantılar ile eğitilen ve oynayan bir hokey takımı hayal etmiştir. Böyle bir ekip, birçok türde bilgi taşıyan sinyallerin çok hızlı transferinden faydalanabilir. Churchland, oyuncuların normal dilsel iletişimin mümkün kıldığından çok daha üstün bir birbirlerini anlama yolu öğrenebileceklerini öne sürer. Bunun nedeni, kamusal dili sınırlı ve yoksul bir iletişim aracı olarak görmesidir. Dilin görevi bir tür doğrudan beyinden-beyne bağlantı ile çok daha iyi yerine getirilebilirdi. Buna karşılık bizim görüşümüze göre hem kamusal dilin hem de gelecekteki herhangi bir beyinden-beyne köprünün gücü, ortak eyleme araç olabilme, bunu yaparken de temsili alanlardaki temel farklılıkları görmezden gelebilme kabiliyetlerindedir.

Paul ve Patricia Churchland

İnsan beyninin yeni kanal türlerini ve/veya yeni bilgi türlerini taşıyan kanalları iyi kullanmak için gereken esneklik ve yoğrulabilirliğe sahip olduğunu düşünmek için nedenler vardır. Bunun basit bir örneği NorthSense’tir. Göğse tutturulmuş küçük bir silikon olan bu cihaz, kullanıcı manyetik kuzeye döndüğünde kısa bir titreşim sağlar. Kullanıcılar evleri veya çocuklarının okul kapıları gibi önemli uzak yerlere bağlı olarak konumlarını an be an ‘bilmeye’ başladıklarını oldukça hızlı bir şekilde bildirmişlerdir. Böylece, sürekli olarak sağlanan yeni yön bilgileri, kullanıcının bilişsel ekolojisine hızla asimile edilmiştir.

Veya duyusal ikame teknolojilerini düşünün. Kör bir kişinin bastonu, nesneleri tanımlama ve lokalize etmeye yardımcı olmak için kullanılabilecek bir bilgi akışı sağlar. Ancak daha yüksek bir bant aralığı deneyimi için, dile yerleştirilen bir elektrik şebekesine bağlı olan ve kafaya monte edilen bir kamera, erişilemeyen nesnelerin mesafesi ve şekli hakkında bilgi taşıyan elektrik stimülasyon kalıpları sunabilir: bunlar nesneleri tanıma ve eyleme yöneltme için kullanılabilecek bilgilerdir. Dokunmadan ziyade ses kalıplarını kullanarak görsel bilgi sağlayan ticari sistemler de vardır; örneğin EyeMusic gibi cihazlar. Tüm bu durumlarda, denekler çeşitli eylemler gerçekleştirmeye çalışırlar ve bu sırada ortaya çıkan video verileri dokunmaya, elektriksel stimülasyonlara veya sese çevrilir. Zaman ve pratikle, karşılaşılan farklı nesnelerin kendine özgü kalıplarını öğrenmek ve bitkileri heykellerden, haçları dairelerden vb. ayırt etmek mümkündür.

Bu tür teknolojiler kapsamlarında sınırlı kalırlar ve ustalaşmak için geniş çaplı bir eğitim gerektirirler. Ama yine de önemli bir ilkeyi kanıtlarlar. İnsan beyni, birçok türde bilgi taşıyan sinyalleri kullanabilen esnek organlardır. Standart doğal algılama repertuarımız hem diğer insanlarla hem de daha geniş dünyayla nihai temas yöntemlerimiz için yalnızca bir başlangıç olabilir.

Bu şekilde bakıldığında, telepatiyi yeni bir dil öğrenmekten ziyade yeni bir motor beceri öğrenmek olarak düşünmek faydalı olabilir. Yani hokkabazlık ya da dans etmek veya motor sürmek gibi daha sofistike bir beceri olarak. Bu örneklerde doğru pratik türü tamamen yeni bir şey yapmamıza olanak sağlar ve alışılagelmiş repertuarımızı, en iyi kullanımları daha sonra keşfedilebilecek şekilde genişletir.

Eski usul telepati ihtimalinin zayıf olduğunu ileri sürdük. GOFT, düşüncelerimizin ortak bir formata sahip olmasını gerektirir, bir kişinin düşüncesi diğeri için ancak bu yolla anlaşılabilir olur. Böyle bir formatın var olma olasılığı uzaktır. Ve onu doğal dil kullanarak kurmaya çalışmak, telepatinin amacını büyük ölçüde boşa çıkaracak ve onu süslü bir mesajlaşma biçimine dönüştürecektir.

Ancak, düşüncelerin veya deneyimlerin doğrudan iletilmesiyle ilgili kötümserliğimize rağmen, doğrudan beyinden-beyne kanallar ekleme olasılığı heyecan verici. Bu tür yeni kanallar sağlamak, esnek beyinlerimizi pratik eylemleri koordine etmenin yeni ve güçlü yollarını keşfetmek için ’serbest bırakılabilir‘. Sanat, bilim ve kültür alanındaki mevcut başarılarımız, doğal dilin mümkün kıldığı etkili koordinasyonu gerektiriyordu. Yeni beyinden-beyne kanallar, bu mevcut yetenekleri artırma, bizi süper iş birlikçilere dönüştürme ve yaşamı ve toplumu henüz hayal edemeyeceğimiz şekillerde dönüştürme potansiyeline sahiptir.


Gary Lupyan – “Super-cooperators“, (Erişim Tarihi 12.05.2023)

Çevirmen: Çevirmen dostumuz lütfen bize ulaş, iletişim numaranı kaybettik 🙂
Çeviri Editör: Beyza Nur Doğan

Öncül Analitik Felsefe Dergisi, 19 Ocak 2018 tarihinde kuruldu. Sunum, söyleşi, makale, çeviri, canlı yayın gibi içerikler üreterek Analitik Felsefe’ye dair Türkçe veritabanını genişletmeye devam ediyor.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Argümanlar: İnandığın Şeye Neden İnanıyorsun? – Thomas Metcalf

Sonraki Gönderi

Epistemik Gerekçelendirme: Rasyonel İnanç Nedir? – Todd R. Long

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü