Darwinci Bir Varoluşçudan Hayatın Anlamı – Michael Ruse

//
1468 Okunma
Okunma süresi: 7 Dakika

Bir Quaker [1] olarak yetiştirildim fakat yirmili yaşlara geldiğimde inancımı yitirmiştim. Bu durumun en kolay açıklaması – bir akademisyen ve öğretmen olarak yaşam boyu süren uğraşım olan- felsefeyle ilgilenmemdir. Ancak bu doğru değil. Daha doğrusu şu ki, bu hayatta başımda bir tane müdür varken eğer bir tanesini daha istersem lanetlenmiş olurum- şaka yapıyorum. Eskiden yetmiş yaşına geldiğimde yeniden yukarıdaki gücün [2] tarafına döneceğimi düşünürdüm fakat inancım bana geri dönmedi. Seksene merdiven dayadığım şimdilerdeyse ufukta bir şey görünmüyor. Hem de kendimi hiç olmadığı kadar huzurlu hissediyorum. Bunun sebebi hayatın anlamını ya da amacını umursamamam da huzur anlayışımın vurdumduymazlık olması veya kahramanlık sanrıları görmem de değil. Nihayetinde bir felsefeciyim. Sebebi, dindarların güzel bir yaşam için ödül olarak söz ettiği mutmainliği hissediyor olmam.

Bugünkü konumumda olmamın iki ayrı nedeni var. Birincisi; tanrı olsun yahut olmasın, Darwin’in öğrencisi olarak Huxley’in [3] de dediği gibi başkalaşmış çamurdansa başkalaşmış maymun olduğumuza tamamen ikna olmuş olmam. Kültür elbette önemli fakat biyolojimizi inkar ettirmemeli. İkincisi de varoluşçu felsefeye gömülmüş olmam. Darwin’den bir asır sonra Jean-Paul Sartre özgürlüğe mahkûm olduğumuzu söylemişti ve bence haklıydı. Eğer tanrı varsa bile bizim kararlarımızla alakası yoktur.

Sartre fıtrat denen şeyi inkâr ediyordu. Bu tipik Fransız’ın açıklamasını biraz değiştirerek alıyor ve Darwinci yaratılış bağlamında özgür olduğumuzu söylüyorum. Yani şunu demek istiyorum; bugün felsefeciler “insan doğası” düşüncesinin ortaya atılmasından rahatsızlar. Hemen bu düşüncenin eşcinseller ve engelliler gibi azınlıkları insan dışı kıldığını zannediyorlar. [4] Aslına bakarsak bu bir çürütmeden çok meydan okumadır. Eğer bir “insan doğası” tanımlaması yüzde onumuzun eşcinsel olduğu gerçeğini kapsayamıyorsa problem insan doğasında değil onun tanımındadır.

Charles Darwin (1809-1882)

Charles Darwin (1809-1882)

O zaman nedir bu insan doğası? Yirminci yüzyılın ortalarında, silah yapıp kullanabildiğimiz için katil şempanzeler olduğumuz düşüncesi yaygındı fakat modern primatologlar bu trendi pek yakalayamadı [5] çünkü bulguları gösteriyordu ki şempanzeler zani olmaya katil olmaktan daha yakınlar.[6] Yani savaşarak doğamızın gerekliliğini yerine getirmiyoruz. Elbette doğamızda hiç şiddet yoktur demiyorum ancak özümüz başka yola meyilli. Sosyalleşme bunlardan biri. Aslında o kadar da hızlı, o kadar da güçlü değiliz hatta kara bulutları gördü mü umudumuzu kaybediyoruz yine de el ele tutuştuğumuz için bir şeyleri başarabiliyoruz. Zaten doğamızdaki zayıflık da buraya işaret ediyor; her şeyi kaba kuvvetle çözemeyiz, birlikte olmak zorundayız.

Darwinciler doğamızdaki bu gerçeği keşfedemedi. Metafizik şair John Donne’ın 1624’te yazdığı şu şiire [7] kulak verin;

Kimse bir ada değil,

Bütünün kendisi olan.

Herkes karadan bir parsel,

Bütünün parçası olan.

Denize bir avuç toprak atılsa Avrupa eksilir,

Ya da koca bir dağ,

Ya da bir arkadaşın evi,

Veya bizzat sen olsan atılan.

Azaltır beni her insanın ölümü

Çünkü insanlık benim

Sorma kapıya bu yüzden; “kim o?”

Gelen senin. [8]

Darwinci evrim teorisi tüm bunların zamanla, doğa güçleri aracılığıyla oluşumunu gösteriyor. Eğer sonsuz bir gelecek olmadığını, varsa bile bugünümüzle alakalı olmadığını öne sürüyor. Daha da iyisi Darwinci yaratılışla özgürleşen mevcut hayatımızı doyasıya yaşamamız gerekir. Bu durumun gerçekleşmesi üç yoldan geçiyor.

Birinci yolumuz aile. Bizlerin hayatı erkek orangutanlar gibi tek gecelik ilişkilere dayanmaz. Onlarda bir erkek ortaya çıkar, işini görür ve toz olur. Hamile kalan dişi kendi başına çocuklarını doğurur ve yetiştirir. Basitçe; bunun muhtemel sebebi dişinin yeterli olmasıdır. Eğer yeterli olmasaydı, biyolojik olarak erkeğin de taşın altına elini koymasını sağlayacak etmenler olurdu. Mesela erkek kuşlar yuvalarına bakarlar çünkü ağacın tepesinde savunmasız kalan yavrulan en kısa sürede büyümeleri gerekir. İnsanlar da aynı sonla biten farklı sorunlarla yüz yüze gelir. Gelişmesi için zaman gereken büyük beyinlere sahibiz ve yavrularımız kendilerini koruyacak seviyeye birkaç gün, birkaç haftada ulaşamıyor. Bu sebeple bizim daha çok ebeveyn bakımına ihtiyacımız var. Hem de biyolojimiz; ebeveynlik, evlatlık, karı kocalık gibi ev hayatına dair durumlar için elverişli. Babaların çocuklarını Harvard’da sokmak için uğraşıp bununla övünmesi ya da bebek arabasıyla uğraşmaları tabii ki tesadüf değil.

Darwin’in fikirleri birçok alanda olduğu gibi “insan doğası” tartışmalarında da önemli bir etki sahibiydi.

İkinci yolumuz toplum. İşçiler, mağaza görevlileri, öğretmenler, doktorlar, resepsiyonistler… Bizim evrimsel gücümüz yardım etme, yardım isteme ve birlikte çalışabilmemizdir. Misal ben bir öğretmenim, sadece kendi çocuklarımın değil sizin çocuklarınızın da öğretmeniyim. Sen bir doktorsun, sadece kendi çocuklarına değil bizim çocuklarımıza da bakarsın. Böylelikle hepimiz kazanırız. Adam Smith’in 1776’da dediği gibi bunların hiçbiri doğanın yumuşaklığından ya da şanstan değil; “Kasabın, fırıncının ya da biracının lütfundan değil fakat herkesin kendi çıkarını gözetmesinden.” Smith bu duruma görünmez el [9] adını koydu. Darwinciler de bunu doğal seçilim üzerinden evrim teorisine yerleştirdiler.

Hayatta bazen engebeler olsa da biyoloji hayata tutunmamızı sağlar ve kendini bunun bir parçası kılar. John Stuart Mill 1863’te söylediği şeyde tamamen haklıydı;

“Maddi koşullar açısından şanslı olan insanlar, hayatı kendilerine değerli kılacak hazzı bulamazlar çünkü kendilerinden başkasını önemsemezler.”

Üçüncü yolumuzsa kültür. Sanat ve eğlence işleri, televizyon, filmler, oyunlar, romanlar resimler, sporlar ve niceleri. Bunların ne kadar da sosyal şeyler olduğunu hesap edin. Romeo ve Juliet; iki genç arasındaki yasak aşk. The Sopranos; bir mafya ailesinin başından geçenler. Bir Roy Lichtenstein çizgi romanını hayal edin; telefonda bir kız “Ah jeff… ben de seni seviyorum… ama biliyorsun”. İngiltere’nin Avusturalya’yı krikette yenmesi… Kültürün biyolojiye sıkı sıkıya bağlı olmasına şüpheyle yaklaşan veya kültürü evrimin eşantiyonu olarak görme eğiliminde olan evrimciler mevcuttur.  Stephen Jay Gould bu durumu 1982’de “exaptation” [10] [11]ile kavramlaştırmıştı. Elbette haklılık payı var, yalnız sadece bir pay. Darwin, kültürün cinsel seçilimle alakası olduğunu düşünüyordu. Mesela ilk insanlar eşlerini etkilemek için şarkı söylüyorlardı. Anlaşılan Sherlock Holmes de katılıyordu, Kızıl Dosya’da [12] Watson’a, Darwin’e göre müzikal yeteneğin konuşma yetisinden önce geldiğini söylüyordu;

“Belki de bu yüzden müziğin cazibesine kapılıyoruzdur. Ruhlarımızda eski dünyadan kalma belli belirsiz hatıralar vardır.”

Şöyle bir toparlayalım, birbirini seven eşler ve çocuklarla dolu bir aile hayatım oldu hatta ergenleri bile sevdim. Elli beş yıl boyunca üniversite profesörlüğü yaptım. Her zaman elimden gelenin en iyisini yaptığımı söyleyemem ama pazartesi sabahları haftanın en sevdiğim zamanıdır derken yalan söylemiyorum. Pek yaratıcı bir sanatçı olduğum söylenemez, sporda da umutsuz vakaydım ama ilim yolunda ilerledim ve bildiklerimi başkalarıyla paylaştım. Ve diğer insanların yaptıkları şeylerden büyük keyif aldım. Mozart’ın operası The Marriage of Figaro kelimenin tam anlamıyla cennetten gelmiş gibiydi.

Evet, benim hayata verdiğim anlam budur. Olmayan tanrımla tanıştığımda ona “Tanrım, bana yetenekler veren sendin ve onları kullanmak harikaydı, teşekkür ederim.” diyeceğim. Daha fazla uzatmaya lüzum yok, George Meredith’in “In the Woods” adlı şiirinden bir parçayla bitireyim;

Hayatı seven bilir emeğin kutsiyetini,

Demektir ki huzurun yerini.


Michael Ruse – “The meaning to life? A Darwinian existentialist has his answers”, (Erişim Tarihi: 18.05.2020), Kaynak Linki: https://aeon.co/ideas/the-meaning-to-life-a-darwinian-existentialist-has-his-answers

Çeviren: Anonim

Çeviri Editörü: Berk Celayir

Not: Michael Ruse, Florida State Üniversitesinde felsefe profesörü olup bilim tarihi ve bilim felsefesi alanlarında da kürsü başkanıdır. Yazdığı ve editörlüğünü yaptığı kitapların toplamı elliden fazladır. Bunlardan bazıları;  On Purpose (2017), Darwinism as Religion (2016), The Problem of War (2018) and A Meaning to Life (2019).

[1] On yedinci yüzyılda İngiltere’de kurulmuş Hristiyan mezhebi.

[2] Powers That Be.

[3]Thomas Henry Huxley On dokuzuncu yüzyılda yaşamış biyolog.

[4] Hull, David L. (1986). On Human Nature. PSA: Proceedings of the Biennial Meeting of the Philosophy of Science Association 1986:3-13.

[5] Leavens, D. (2010). The Pointing Ape. AEON: https://aeon.co/essays/how-clint-the-chimp-revised-theories-of-language-and-cognition.

[6] Jarrett, C. (2019). Xenophobic One Minute, Tolerant The Next: Humans Are Strange Primates. AEON: https://aeon.co/ideas/xenophobic-one-minute-tolerant-the-next-humans-are-strange-primates

[7] “Metaphysical Poet” on yedinci yüzyılda John Donne tarafından kurulup entelektüel derinlik kaygısı taşıyan edebi oluşum.

[8] Donne, John. No Man is an Island.

[9] Invisible Hand, herkesin kendi çıkarı için üretim yaparak toplumun ilerlemesini sağladığını savunan Adam Smith teorisi.

[10] Evrim sırasında bir özelliğin işlevindeki değişikliği tanımlar. Mesela kanatlar başlangıçta uçmak için değil ısı dengesi içindi.

[11] Gould, S., & Vrba, E. (1982). Exaptation—a Missing Term in the Science of Form. Paleobiology, 8(1), 4-15. doi:10.1017/S0094837300004310

[12] A Study in Scarlet (1887).

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Kadın Bir Filozof 17. yüzyıldaki Kadın Düşmanlığına Meydan Okuyor – Allauren Samantha Forbes

Sonraki Gönderi

Karantinanın Sonuçları Ne Zaman Salgının Sonuçlarından Daha Kötü Olacak? – Peter Singer & Michael Plant

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü