“Doktor Ölüm” Ölüm Hakkı İçin Nasıl Yalnız Başına Savaşmıştı? – Michael DeCesare

//
696 Okunma
Okunma süresi: 6 Dakika

Toplumsal değişimler genellikle yavaş olur. Teknolojinin gelişmesi, sosyal hareketlerin ivme kazanması, yeni politikaların oluşturulması veya kamuoyunun değişmesi zaman alır. Ama bazen tek başına mücadele eden aktivistler hızlı bir değişim etkisi yaratabilir. Yardımlı-intihar konusunda tek başına ulusal ölçekte bir tartışma başlatan Dr Jack Kevorkian’ın bunun bir örneğiydi.

1990 yılında ABD’de bulunan ” Ölmek Üzere Olanlara Yardım Hareketi” 50 yaşını geçmişti ve bazı resmi savunuculuk örgütlerini bünyesine almıştı. Yine de bu hareket, Helen Keller ve Jack London gibilerin ilk başlardaki desteğine rağmen uzun bir süre boyunca halkın dikkatini çekmeyi başaramamıştı. Ama her şey 1990 yılından Haziran ayında, Kevorkian’ın bir Alzheimer hastası olan Janet Adkins’in yaşamına Volkswagen karavanının arkasında son vermesine yardımcı olmasıyla birden değişti. Emekli bir patoloji uzmanı olan Kevorkian bir gecede tüm ülkenin dikkatini üzerine çekmişti. O, onurlu bir şekilde ölme hakkının savunucusu muydu yoksa soğuk kanlı, klinik bir katil mi?

Kevorkian, 1990’lı yıllarda 100’den fazla yardımlı-intihar gerçekleştirdi ve hakkında kamuoyunda epey tartışılan dört ceza davası açıldı. Yani sözünü ettiğimiz bu on yılın tamamını, bir yandan toplumsal değişimin tohumlarını ekerken diğer yandan kültür (-el yaşam) üzerinde silinmez bir iz bırakacak olan ünlü bir aktivist olarak geçirdi. Kevorkianesk ve Kevorkian paktı (veya protokolü) gibi terimler sözlüklere girdi. Doktor ile onun Mercitron’u veya “intihar makinesi”, Late Night with David Letterman’daki (1980 ve 1990’lardaki bir talk-show programı) sayısız Top 10 listesinde yer aldı. Kurt Vonnegut, 1999 yılında “Tanrı Seni Korusun Dr. Kevorkian” (God Bless You, Dr Kevorkian) kitabını yayınladı. 2010 yılında yayınlanmış olan ve Kevorkian’ın yaşamını anlatan ödüllü bir biyografi filminde Al Pacino rol aldı. Hatta Toronto’daki bir restoran, az miktarda yağ ve tuz içermesiyle övündüğü bir burger olan ‘Big Kevorkian’ı üretmeye başlamıştı.

God Bless You, Dr Kevorkian

Tüm bunlarla beraber pek çok kişi, Kevorkian’ın “Ölmek Üzere Olanlara Yardım Hareketi” üzerindeki etkisini asgari seviyeye çekmeye devam ediyor ve onun serseri bir eylemci veya ilgi çekmeye çalışan bir militan olarak görüp reddediyor. Kevorkian hakkındaki bu nitelemelerin oluşmasında, onun kamusal ve gizli tuhaflıkları ile hastalarının bedenlerini adli tıpta veya motel odalarında bırakma tutkusu gibi eylemleri etki etmişti. Fakat gözlemcilerin Kevorkian’ın “Ölmek Üzere Olanlara Yardım Hareketi” üzerindeki kritik etkisini göz ardı etmelerinin asıl nedeni çok daha incelikli bir konu: Asıl sebep onu sevmemeleri değil tam olarak kategorize edememiş olmalarıdır. Akademisyenler ile medya uzmanları, resmi kuruluşlarla bağlantılı olan (Cesar Chavez ve National Farm Workers Association, Betty Friedan ile National Organization for Women, veya Dr Martin Luther King, Jr. ile Southern Christian Leadership Conference örneklerindeki gibi) hareket liderlerini aynı şekilde destekleme (veya eleştirme) eğilimindedir. Diğer yandan Kevorkian, hiçbir zaman “Ölmek Üzere Olanlara Yardım Hareketi” örgütlerinin bir parçası olmadı ve bu örgütlerin liderleriyle olan ilişkisi en hafif tabirle söylersek onlara muhalif olmak şeklindeydi. Örgütsel sınırlamaların dışında çalışarak, onu anlamaya veya daha da kötüsü onu kontrol etmeye çalışanlar için bir gizem olduğunu kanıtlamıştı.

Kevorkian’ın başına buyrukluğu, onun değişim yaratmadaki başarısı için çok önemliydi. Hareketin resmi liderlerinden uzak bir noktada durması, bu isimlerin örgütsel ve politik kaygıları olduğu için onlar için uygun olmayan taktikleri kullanabilmesini mümkün kıldı. Kevorkian’ın bu türden kaygıları yoktu. Gerek Amerikan Tabipler Birliği, Katolik Kilisesi ve sayısız politikacı ve savcı da dahil üzere kendisine muhalif olanları alenen azarlayıp aşağılaması gerekse mahkeme duruşmalarına Amerikan Devrimi dönemindeki kostümüyle gelmesiyle halkın dikkatini çekmeyi başarmıştı; ama yine de hiç kimseye cevap vermemişti. “Ölmek Üzere Olanlara Yardım Hareketi”nin sık sık kendisini tanımladığı serseri mayın gibi davranması sayesinde, kültürü, resmi liderlerin ve kuruluşlarının hiçbir zaman yapamadığı bir şekilde etkileyebilmişti. Bir burgere ABD’deki Hemlock Society’nin adının verilmesi tuhaf olurdu. Veya bu oluşumun kurucusu olan Derek Humphry’nin hayatı hakkında hiçbir film yapılmayacaktır.

Kevorkian’ın kusursuz mesleki sicili, kişisel propaganda yapmaya yatkınlığı ve (fedakarca görünen) çileciliği de yalnız bir aktivist olarak elde ettiği başarısına katkıda bulunmuştur. O, bilimsel dergilerde etkileyici bir yayın geçmişi olan lisanslı bir tıp doktoruydu. Ermeni bir göçmen çocuğuydu, 1954-1955 yılları arasında Kore’de hizmet yapmış olması da dahil olmak üzere ABD ordusunda görev yapmıştı. Michigan Royal Oak’da bir çiçekçi dükkanının üstünde bulunan gösterişsiz bir daire kiraladı. Mahkeme salonundaki ifadeleri ile TV röportajlarında, ara sıra huysuz olsa dahi açık sözlü ve aklı başında bir büyükbaba figürü olarak öne çıkıyordu. Hastalarından asla ödeme kabul etmemesi, fedakârlılığının (veya diğerkamlılığının) ne açık ifadesi olarak gösteriliyordu.

Kevorkian’ın ölmekte olanlara yardım kuruluşlarından ve bu kuruluşların liderlerinden bağımsız olması; politikacılar, yasal makamlar, tıp kurumları, dini muhalifler ve halk üzerinde yardımlı-intihar hareketi tarihindeki herkesten daha fazla baskı yapabilmesini sağlamıştı. İnsanların asıl dikkatini çeken şey ise Kevorkian ile ‘Mercitron’unun yan yana olan fotoğrafları, Kevorkian’ın Time dergisine kapak olan yüzü ve hapishanede yaptığı açlık grevleriydi.

Kevorkian’ın kitle iletişim araçlarını göz önüne alan yaklaşımı (veya diğer bir ifadeyle medyatik çalışmaları), ölmekte olanlara yardım kuruluşlarının teorik açıdan karmakarışık olan argümanlarından çok daha fazla halka hitap etti ve hareketin uzun zamandır kaçırdığı sosyal, politik ve kültürel değişimin yaşanmasına etki etti.

Kevorkian’ın başarısı, hareketin eşi görülmemiş hukuki kazanımlarında ve yardımlı-intihara yönelik artan halk desteğinde açıkça görülebilir. 2008 ve 2014 yılları arasında; dört eyalet daha ölümcül hastalıktan mustarip olanların yardım talep etmesine izin vererek 1997’den beri yardımlı-intiharın yasal olduğu Oregon’a katıldı. Bu Haziran ayında ise yardımlı-intihara izin veren bir yasa Kaliforniya’da yürürlüğe girecek. Bugünlerde de bir düzineden daha fazla eyalet benzer düzenlemeleri gerçekleştirmeyi düşünüyor. Yardımlı-intihara yönelik halk desteği, Amerikalıların yaklaşık yüzde 70’inin uygulamayı onaylaması sonucunda on yıldan fazla bir süredir var olan en yüksek seviyeye çıktı. 2014 yılında; 29 yaşında ölümcül beyin kanserine yakalanmış Brittany Maynard’ın hayatına son vermek için California’dan Oregon’a taşınması yönündeki kamuoyunda epey fazla yankı uyandıran kararı, bir insanın ölümüyle ilgili koşullar üzerinde daha fazla kontrol sahibi olmasına yönelik yaklaşık 25 yıldır var olan ulusal eğilimin son örneğiydi.

Kevorkian, 1990 yılının o kasvetli ve soğuk bahar sabahında, karavanının bagajındayken bir kıvılcımı ateşlemişti. Ve bunu yaparken de yalnız başına, kararlı bir eylemcinin toplumsal bir değişim yaratmadaki potansiyel gücünü bize göstermişti. “Dr. Ölüm”ün hala önemli olduğundan şüphe yok.


Michael DeCesare – “How ‘Dr Death’ single-handedly fought for the right to die“, (Erişim Tarihi: 27.01.2022)

Çevirmen: Taner Beyter

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Zihin Felsefesi’ne Dair Neleri Okumalıyız? – İbrahim Yeşua Özçelik

Sonraki Gönderi

Felsefe Müslümanların, Yahudilerin ve Hristiyanların Birbirine Benzerliğine İhtiyaç Duyduğunda – Peter Adamson

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü