Felsefe Müslümanların, Yahudilerin ve Hristiyanların Birbirine Benzerliğine İhtiyaç Duyduğunda – Peter Adamson

/
1259 Okunma
Okunma süresi: 4 Dakika

10. yüzyıl Bağdat’ının en önemli filozofunun kim olduğu sorulsaydı, muhtemelen “el-Farabi” ismini vermekten çekinmezdiniz. Platoncu ve Aristotelesçi metafizik ile siyaset felsefesini hevesli bir şekilde yeniden ele alması göz önüne alındığında, hak ettiği gibi; İslam dünyası uzmanı olmayanlarca tanınan az sayıdaki düşünüründen biridir. Şayet 10. yüzyıl Bağdat’ında yaşayan biri olsaydınız, muhtemelen Yahya ibn Adi ismi de aklınıza gelebilirdi. Günümüzde pek bilinin bir sima olmasa dahi; tarihçi el-Mes’udi ondan kendi dönemindeki Aristoteles felsefesinin eşsiz değerdeki bir öğretmeni olarak bahsediliyordu. Fakat ibn Adi, yalnızca şöhretin yüzyıllar boyunca nasıl azaldığına dair bir örnek olmakla kalmayıp aynı zamanda İslam dünyasındaki felsefenin dinler-arası doğasına yönelik de güzel bir örnektir.

İbn Adi de bir Hristiyan’dı; tıpkı bu sıralarda Bağdat’ta Aristoteles üzerine yorumlar kaleme alan filozoflar grubunun üyelerinin çoğu gibi. Görünüşe bakılırsa ibn Adi’nin öğretmeni olan el-Farabi Müslüman olduğu için bu kaidenin bir istisnasıydı. Ekümenik resmi tamamlayan İbn Adi, kendisine, açıklığa kavuşturmayı umduğu Aristoteles felsefesi hakkında sorular soran İbn Ebi Sa’id el-Mawsili adlı bir Yahudi bilgin ile de mektuplaşmıştı. Hiç şüphe yok ki Bağdat özel bir şehir ve imparatorluğun başkentiydi; bu özelliğinden ötürü de İslam dünyasının her bölgesinden alimleri kendi potasında topluyordu. Ama felsefe başka dönemlerde ve yerlerde de inançlar-arası bir fenomendi. Hiç şüphesiz bunun iyi örneği, convivencia (“beraberce-yaşamak”) kültürüyle meşhur olan İslami İspanya’dır. Orta Çağ’ın en büyük düşünürlerinden ikisi olan Müslüman İbn Rüşd ile Yahudi Maimonides de Endülüs’lü olan, kabaca çağdaş isimlerdi. Toledo Hıristiyanların eline geçtikten sonra; bir Yahudi olan Avendauth, Müslüman düşünür İbn Sina‘nın bir eserini Arapça’dan Latince’ye çevirmek için bir Hıristiyan olan Gundisalvi ile el ele vermişti.

Verdiğimiz bu son örnek epey anlamlı. Bu dönemlerdeki felsefe, genellikle çeviri faaliyetlerine dayandığı için çoğu zaman farklı inançların temsilcilerini içeriyordu. Aristoteles’in en büyük yorumcusu olan İbn Rüşd de dahil olmak üzere, İslam dünyasının neredeyse hiçbir filozofu Yunanca bilmiyordu (Yunanca metinlerini okuyamıyordu). İbn Rüşd ve Helen bilgeliğine ilgi duyan diğer müslümanlar, çoğunlukla 8. ila 10. yüzyıllarda Hıristiyanlar tarafından yapılmış olan çevirilere güvenmek zorunda kalmışlardı. Yunanca bilgeliği, Bizans Suriye’sinde Hıristiyan alimler tarafından devam ettirilmişti; bu, Müslüman otoritelerin Aristo, Batlamyus, Galen ve diğer birçok kadim düşünürün eserlerini Arapça’ya çevirmek için neden yüzlerini Hıristiyanlara döndüğünü açıklıyor. Bu durumun doğal bir sonucu olarak da İslam dünyasındaki Helen esinli felsefenin varlığı, dinler-arası işbirliğinin bir tezahürüydü.

Tüm bunlar, İslam dünyasının dinler-arası çatışmalarda uzak olduğu anlamına gelmez. Tam aksine bu Müslüman otoritelerin Aristoteles ile ilgilenmesinin bir nedeni, Aristo mantığının onlara giriştikleri teolojik tartışmalarda Hıristiyan muhaliflere ayak uydurabilmeleri için araçlar sağlamasıydı. Bunun canlı kanlı bir örneği, Helenistik kaynaklardan yararlanan ilk Müslüman düşünür olan el-Kindi tarafından sunulmuştu. Tanrı’nın bir ve üç değil büsbütün/eksiksiz bir olması gerektiğini savunmak için Yunan mantığını kullanarak Üçlü Birlik’e yönelik kısa bir reddiye kaleme aldı: Hıristiyan okuyucuların mantıksal kavramlara aşinalığını göz önüne alarak onların da tartışmayı takip edebilmesi gerektiğini söyledi. Bu hikayenin hoş bir cilvesi ise, (El-Kındi’ye ait olan) söz konusu reddiyeyi Hristiyan öğretisine yönelik saldırıları çürütmek için El-Kındi’den söz eden İbn Adi sayesinde bilmemiz olsa gerek.

Kindi gibi isimler İslam’ı savunmak ve Hıristiyanlığa eleştirmek adına Yunan bilgeliğine dair fikirlerini benimserken, başka isimler bu fikirlerin Müslüman kültürüne ithal edilmesini onaylamıyordu: El-Kindi, putperest Yunan felsefesine başvurulmasını kınayan isimsiz eleştirmenlere yanıt verdi ve Hristiyan Bağdat okulunun kurucusu, Müslüman bir gramer uzmanı ile Aristoteles mantığının kullanışlılığına yönelik aleni bir tartışmaya girmişti. Müslüman gramer uzmanı, Hıristiyan Aristotelesçilerin iddialarıyla alay etti ve başvurdukları bu mantığın onları Tanrı’nın aynı anda hem bir hem de üç olabileceğine inanmaktan başka bir yol bırakmadığını söylemekten memnundu.

Genel anlamda konuşursak, felsefe ile bilimler hala farklı inançlara sahip entelektüeller için bir tür buluşma noktası olmaya veya objektif bir tartışma zemini sunmaya devam etmektedir. Aristoteles metafiziğine veya Galen’in tıbbi teorilerine yönelik ortak bir ilgiyi paylaşan Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler; birbirlerinin Helen geleneğine yönelik çalışmalarını ve incelemelerini okumuştur. Bu, aralarındaki tartışmalarda bile kendini göstermektedir: anlaşılmaktadır: Üçlübirlik’i tartışabilmek için Yunan mantığına başvurmak, örtük olarak bunun akla başvurularak çözüme kavuşturulacak bir konu olduğunu da varsaymaktadır. Ayrıca yukarıda sözü edilen düşünürlerin çoğu, ister Tevrat, ister Hristiyan İncili veya Kuran olsun, kutsal metinlerin yorumlanması için en iyi kaynağın felsefe olduğunu savunmuştu. Dolayısıyla Müslüman el-Kindi”nin, Hıristiyan ibn ‘Adi’nin ve Yahudi Maimonides’in çalışmalarındaki İbrahimî geleneğin Tek Tanrı’sının Aristoteles’in Metafizik’teki tanrısına çarpıcı bir benzerlik taşıması tesadüf değildir. Bu, seçkin filozoflar olarak giriştikleri çalışmalarında, kendi dindaşlarının çoğundan daha fazla ortak noktaları olduğu anlamına geliyordu.


Peter Adamson – “When philosophy needed Muslims, Jews and Christians alike”, (Erişim Tarihi: 27.01.2022)

Çevirmen: Taner Beyter

Ankara Üniversitesi Coğrafya Bölümü’nü bitirdi, Felsefe master eğitimine ise ara verdi. Etik, epistemoloji, din felsefesi ve metafelsefe ile ilgilenir. Evli olup öğretmenlik mesleğine devam etmektedir.   

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

“Doktor Ölüm” Ölüm Hakkı İçin Nasıl Yalnız Başına Savaşmıştı? – Michael DeCesare

Sonraki Gönderi

Daha Çok Sayıda İnsan Down Sendromlu Çocuk Sahibi Olmayı Seçmeli – Chris Kaposy

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü