Giriş
Gazzâlî’nin Yaşamı
İslam felsefesi tarihinde çok önemli bir isim olan Gazzâlî’nin tam ismi Ebu Hamid Muhammed İbn Muhammed İbni Tavus Ahmet et-Tusi eş-Şafii olan Gazzâlî, 1085 yılında Horasan bölgesindeki Tus şehrinde doğmuştur(kısaca İmam Gazzâlî, Gazzâlî veya Huccetu’l-İslam olarak da bilinir).
En nihayetinde bizler onu filozof olarak kabul etsek de o, kendisini filozof olarak görmemekte ve adlandırmamaktaydı. Bizler Gazzâlî’nin hayatını incelerken en çok onun el-Munkızu Mine’d Dalal adlı eserine başvurmaktayız ve onun hayatını üç dönem halinde incelemekteyiz. Bu dönemler çerçevesi içerisinde, birinci dönemine denk gelen gelişme evresinde, ilk eğitmini zahit bir derviş olan babasından, sonra da kelamcı ve fakih olan amcası olan Ebu Hamid el- Gazzâlî’den almıştır. Gazzâlî, yirmi yaşındayken Nişapur’a gitmiştir ve Nişapur’da bulunan Nizamiye Medresesi’nde kelam, fıkıh, felsefe, mantık, doğa bilimleri ve tasavvuf alanlarında çok sıkı bir eğitim sürecinden geçmiştir. Gazzâlî’nin hayatının ikinci dönemi, onun Nizamiye Medresesinde yaptığı öğretmenlik dönemine tekabül etmektedir. Henüz yirmi sekiz yaşındayken Selçuklu sultanı Melikşah’ın ünlü veziri Nizamü’l Mülk’ün teveccühünü kazanan Gazzâlî, vezir tarafından Nizamiye Medresesi’nin kelam kürsüsüne atanmıştır. Düşünürümüz bu medresede kendisinin de söylediği gibi çok fazla şöhret ve para kazanmıştır. Fakat kendisi, ilerleyen zamanlarda bu yolun yol olmadığını ve kendisinin hakikat yolunda ilerlemediğini söyleyerek, medresedeki görevinden affını talep ederek, tüm malını mülkünü ihtiyaç sahiplerine dağıtarak, yolcuk yapmaya başlamıştır. Aynı zamanda ne kadar bu yolculukları yapsa da kendisi, bugüne kadar elde ettiği bilgilerden, bazı bilimlerden ve bilgi kaynaklarından kuşkulanmaya başlamıştır.
Düşünürümüz bu dönemde, meditasyonlarını yürüterek, gerçeği arayanları dört kategoriye ayırmıştır ve en başta kelamcıları incelemiş ve eleştirmiştir. Ona göre kelam, kişileri hakikate götüren bir yönteme sahip olmaktan uzak olan diyalektik yönteme dayalıydı. Bahsini ettiği diyalektik yöntem, karşıdan gelen itirazlara karşı kullanılmaktaydı ve bunun ötesine geçememekteydi. O, bu dini ilmin kurulmasındaki nedenin ardındaki yatan şeyin, bid’atçıların ehl-i sünnet yolunda ilerleyenlerin ayetleri saptırarak, onları yolundan saptırmalarından kaynaklandığını söyler. Ona göre bu dini ilmin en önem verdiği şey, itirazlardaki çelişkileri yakalamaktır.
Gazzâlî kelam ilmini soruşturduktan sonra inceleme ve eleştirme yönünü felsefeye döndürmüştür. Kendisi bu alana yönelince şunu fark etmiştir: bir insanın bir bilime hakim olması için o ilmi kılı kırk yararak öğrenmelidir ki meselelerin özünde yatan konuları öğrensin. Öğrenmezse, meselelerin özünde yatan şeyleri anlayamaz ve yeterli bir soruşturma olmaz. Hatta Gazzâlî, bir bilimi araştırırken, o bilimde uzmanlaşmak gerektiğini vurgulamıştır. Bu bağlamda filozofumuz, kelamcıları felsefe alanında yetkinleşmeden, felsefe alanında gerçek bir yetkinliğe sahip olmadan eleştirmelerini yanlış bulur ve kelamcıların felsefe eleştirilerini karmaşık, dağınık ve sistemsiz bulur. Bence Gazzâlî bu noktada şunu demek istiyor: ‘’Usulsuz vusul olmaz! Bir konu hakkında bilgi sahibi olmadan yapılan eleştiriler, bilimsel yetkinlikle yapılan eleştiriler değildir. Belli bir alanda bilimsel yetkinliğe sahip olmadan yapılan eleştiriler, ciddi manada dağınık, karmakarışık ve sistemsiz olacaktır.’’
Gazzâlî ‘’bilimsel yetkinlik’’ düşüncesinden hareketle, kendi tabiriyle ‘’kolları sıvayarak’’, bu alanda yazılan kitapları okumuş ve kendi kendine düşünerek, felsefi meselelerin özünü anlamaya çalışmıştır. Kendi anlatısına göre Gazzâlî, kitap yazmak ve şeriat ilimleri alanında ders verdiği sürenin dışında, kendisini felsefe öğrenmeye adamıştır. Kendisi bu felsefe eğitiminin iki sene sürdüğünü söylemiştir.
Gazzâlî, tüm bu felsefe eğitiminden sonra, iddialı bir şekilde felsefe disiplininin özüne dair saptamalarda bulunmuştur. Onun tespitine göre filozoflar birkaç sınıfa ayrılmıştır ve bilimleri de muhtelif kısımlara ayırmıştır. Fakat ona göre filozoflar kendilerini sınıflandırmaları bakımından küfür ve dinsizlik damgası taşımışlardır.
Gazzâlî, uzun bir süre boyu münzevi yaşantısına dalarak, yaklaşık on senelik seyahatle dolu bir yaşam geçirmiş ve şehri Tus’a geri dönmüştür. Kendisi, geri dönme sebeplerinden birisinin, evladına olan özleminden kaynaklandığını belirtir. Bu şüphe krizinde Gazzâlî, hiçbir şeye karşı güven beslememiş ve ne duyuların ne de aklın bilgisi ona yeterli gelmemiştir. Düşünürümüz bu uzun süren meditasyonlarından (tefekkür) sonra, Tanrı’nın vesilesiyle sezgisel olarak, daha ziyade işraki bir anlamda gönlüne Nur’un ışıdığını belirtir ve bu yaşadığı sezgisel idrakin sonunda şüpheciliğinden kurtulmuştur.
Değinmemiz gerekir ki, Gazzâlî’nin bu şüphesinde, onun şüpheciliğinin sonuçlarına bakıldığında, onun şüphesinin felsefi ve yöntemsel bir şüphecilik olduğu göze çarpmaktadır.
Gazzâlî, 1105 yılında Fahrul’-Mülk’ün öğretime dönmesi konusundaki ısrarı üzerine Nişapur’da ders vermeye başlamıştır. Fakat kendisi, eskiden yaptığı öğretmenlik görevini şan, şöhret ve para için yaptığını belirtirken, yaptığı onca felsefi soruşturma ve sezgisel idraktan sonra, bu medresede öğretmenliğe geri dönmesinin nedeninin insanlara edindiği bilgileri aktarmak olduğunu söyler. Ömrünün sonlarında edindiği bilgileri pratik yaşamının sonuna kadar sürdüren düşünürümüz Gazzâlî, 1111’de ölmüştür.
Eserleri
- İhya-u Ulumi’d-din
- El münkız mine’d Dalal
- Makaasidü’l Felasife
- El Mustasfa
- Tehafütü’l Felasife
- El İktisad fi’l İtikad
- El İktisad fi’l İtikad
- Kimya-i Saadet
- El Kıstasü’l Müstakim ve Fedâih-ul-Bâtınîyye
- Bidayetü’l Hidaye
- Miyarül İlim
- Mihekkun Nazar
- Mişkatü’l Envar
- Tefsir’u Yâkûti’t Te’vîl
- Cevâhir’ül Kur’ân
- El Bâsıt
- El Vâsit
- Maksaadü’l–Esnâ fi Şerhi’l-Esmâü’l Hüsnâ
- Makaasıd Maznun’ü Bih la Gayri Ehlih
- El Vecîz
- Fedâihu’l Bâtıniyye:
- Mizanü’l Amel
- Faysal ül-tefrika beyne’l –İslâm ve’z-zendeka
- İlcam ül-avam an İlm-i Kelâm
- El Mustazhiri
- Er-Redd ül-cemil Ala Sarih
- Kitab ül-erbain
- Minhac ül-abidin
- Eyyühe’l Veled
- Mükâşefetü’l-Kulûb
- Nasihatü’l Müluk
- Ed-Dürc
- Mafsalü’l Hilaf
- Hüccetü’l Hak
- el-İmlâ alâ Müşkilâti’l-İhyâ
Gazzâlî’nin eserleri hakkında bir konuya değinmemiz gerekiyor. Bu değinmemiz gereken konu, Gazzâlî’nin Latin Batı Avrupa’sındaki yeriyle ilgili önemli bir örnek teşkil edecektir. Gazzâlî, Filozofların Tutarsızlığı adındaki eserini yazmadan önce Filozofların Maksatları adında bir eser kaleme almıştır. Latin Batı dünyası en başta Gazzâlî’yi Filozofların Maksatları adlı eseriyle tanımıştır. Fakat bu eser Latin Batı dünyasında tamamen çevrilmemiştir. Gazzâlî bu eseriyle Latin Batı dünyasında Meşşai bir filozof olarak tanınmıştır.
Gazzâlî’nin Felsefesi
1.a. Bilimler Sınıflaması
Gazzâlî tıpkı kendisinden önceki İslam filozofları gibi bilimler sınıflaması yapmıştır. Kendisinden önceki filozofların büyük bir çoğunluğu (Doğalcı, Arisotelesçi…) felsefeyi teorik ve pratik olmak üzere ikiye ayırmıştır. Gazzâlî de bu sınıflandırmayı takip etmiştir.
Gazzâlî, ilk başta bilimleri ikiye ayırmaktadır:
Teorik Felsefe:
- 1-Matematik ve mantık bilimeri
- 2-Doğa bilimi
- 3-Metafizik [1]
Pratik Felsefe:
- 1-Tasavvuf
- 2-Siyaset
- 3-Ahlak
Gazzâlî’ye göre, insanın bilgi edinme yolu ya dışarıdan ya da içeriden kendini düşünceye vermekle olmaktadır. Öğrenme bir başkasından bilgi yönünden faydalanma demek anlamına geliyorken, düşünce ise ruhun tümel ruhun faydalanmasıdır. Bir öğrenme yolu da vardır ki, o da ilahi bir öğrenme yoludur. Vahiy, peygamberlere özgü bir bilgi yolu olduğu halde, ilham peygamber olmayan kişilerde görülen ‘’ledünni’’ bir bilgidir. [2]
Gazzâlî’nin Ruh Anlayışı
Gazzâlî’nin düşünce sisteminde, canlıların ve insanların araştırılması, onun psikolojisini oluşturmaktadır. O, ruhu ve insanın ruhu halleriyle hastalıklarını derinden konu edinerek, bu hastalıkların tedavisi için çareler göstermiş ve insanın mutluluğunu temin etmeye çalışmıştır. [3] Aynı zamanda Gazzâlî, ruhun yapısı hakkında tasavvufa dayalı görüşlerini de ileri sürmüştür. Ona göre insan bedeni, kalıcı değildir. Bu bağlamda gönül ve Tanrı arasında bir bağ oluşturan ruh, kalıcıdır.
Gazzâlî, Meşşai filozoflarda gördüğümüz gibi ruhun üç bölümü olduğunu ileri sürmüştür.
–Bitkisel Ruh (Nebati nefs): Canlı varlıkların ilkini ve en alt tabakasını oluşturan bitkinin üç gücü vardır:
- a) Doğrucu güç: Bitki bu güç ile ürer.
- b) Büyütücü güç: Bitkinin büyüyük gelişmesi, dal budak salması bununla mümkün olur.
- c) Besleyici güç: Bitkinin gıdalarını alıp beslenmesini sağlayan güçtür. Gazzâlî’ye göre bitkisel tindeki (nebati nefsteki) bu güçler, hayvani ve insani tinde bulunur.
Hayvani Ruh (Hayvani nefs):
- Hareket gücü: Bu gücü de meydana getiren güç ve fail güç olmak üzere ikiye ayrılır. Hayvanda bir şeyi arzulamak ve gazap güçleri vardır.
- İdrak gücü: bu da dışarıdan ve içeriden olmak üzere ikiye ayrılır. Dışarıya çevrilmiş idrakin aracısı beş duyudur. İdrakın iç gücü de şöyle sıralanır: muhayyile, kuruntu gücü, hafıza gücü ve düşünme gücü.
Hayvanlarda bulunan bu ruhun yetileri, aynı zamanda insanda da bulunmaktadır.
Gazzâlî’ye göre ruh, iki şeyden oluşur. Bunlar beden ve ruh veya kendini iç gözüyle bile kalptir. Ona göre insan bir yönüyle yaratılan alemdendir, diğer yönü ile ilahi alemdendir.
Gazzâlî’ye göre insan ruhunun insani olması bakımından iki gücü bulunur:
- Bilici güç
- Yapıcı güç
Bu güçlere akıl da denilir. Bilici güç, yapıcı güce göre daha üst mertebededir. Gazzâlî’ye göre bizim ruhumuzun iki ayrı yanı vardır: Birincisi bedenle ilgili olan taraftır. Diğeri ilahi aleme yönelen kısım olup, daima ilahi alemden gelen etkileri kabul etmesi gerekir.
Gazzâlî, ruh ve beden ilişkisinden söz ederken de ruhsal öz, Tanrı’nın emrinde olduğu için bedene yabancı olduğunu ileri sürer. Ayrıca Gazzâlî, bedene canlılığını veren şeyin ruh olduğunu ileri sürmüştür.
Gazzâlî’de Akıl ve Din İlişkisi
Gazzâlî, akıl ve din ilişkisi üzerine de düşünmüş ve üzerine yazılar yazmış bir filozoftur. Ayrıca Gazzâlî’nin akıl ve din ilişkisini de ele alıyor oluşumuz, bize, yazımızdaki ilerleyen konu başlığı için ciddi yol gösterecektir. Gazzâlî’ye göre akli bilimleri dini bilimlere aykırı bulanlar bilgisiz insanlardır. Akıl, dinsiz doğru yolu bulamadığı gibi, din de ancak akıl ile açıklanabilecektir. Başka bir deyişle söyleyecek olursak, din bir binadır, akıl da binanın temeli olmak durumundadır. Nasıl ki binasız temel anlamsız olduğu gibi, temelsiz bina da ayakta duramaz.
Kısacası belirtmemiz gerekecek olursa Gazzâlî’ye göre din ve akıl birbirini tamamlamaktadır. Akıl ve din birbirine aykırı değildir. Sonuç olarak din, aklı değersizleştirmez. Bu bağlamda Gazzâlî’de ihyacı (uzlaştırıcı) bir tutum görmekteyiz. Gazzâlî’ye göre bilgi, bilgiyle çelişmez ve din, aklı ve bilimi dışlamamaktadır.
Gazzâlî’nin Siyaset Felsefesi
Gazzâlî’ye göre siyaset, insanı iyi yola yönlendiren bir bilim olan ahlak felsefesinin yanında yer almakla beraber, bu dünyada insan hayatı için konmuş olan davranış ilkelerinin gerekli olduğunu ileri sürmüştür.
Gazzâlî, devleti gerekli bulduğunu belirtirken, insanın toplumsal bir canlı olduğunu belirtmektedir. Fakat insanların toplum halinde yaşarken karşılıklı münasebetlere gireceklerinden aralarında bazı tartışmaların ve/veya sorunların bulunabileceğini söyler. Gazzâlî, bu durumun önüne geçebilmek için bir hukuk sisteminin gerekli olduğunu ileri sürer. Bütün bunların en tepesinde ise bir yöneticinin bulunması gerekiyor. Gazzâlî, devlet yöneticisini için altı tanesi yaratılıştan gelen, dörtü de sonradan kazanılan özelliklerin bulunması gerektiği kanaatindedir. Bu özellikler de şunlardır:
- Yetişkinlik çağına gelmek.
- Akıl sahibi olmak
- Özgürlüğe sahip olmak
- Erkek olmak
- Duyu algılarının sağlıklı olması
- Cesaretli olması
- Sağ duyulu olması
- İmanının (faith) kuvvetli olması
- Cömert olması
- İlim sahibi olması [3]
Gazzâlî, adaletin tesis edilebilmesi özelinde yöneticinin unutmaması gereken idari kurallar belirler:
- Hükümdar halk ile empati kurmalıdır.
- ‘’Halka hizmet ibadetten hayırlıdır.’’ Prensibince bir ihtiyaç için kendisine gelen Müslüman’ın arzusunu adaletle yerine getirmelidir.
- Kanaat sahibi olmalıdır. Bedensel ihtiyaçlarında israftan kaçınmalı ve ölçülü olmalıdır.
- Halk ile ilişkilerinde yumuşak huylu olmalıdır.
- Kanunla ilgili uygulamalarında halkı memnun etmeye çalışmalıdır.
- Kanuna aykırı haraket etmemelidir.
- İdareciliğin sorumluluğunun büyük ve halkın işlerini yürütmenin iyi olduğunu bilmelidir.
- Daima bilginlerin tavsiyelerine önem vermeli ve bilim yapabilmeleri için onları teşvik etmelidir.
- Bütün devlet hizmeti görenlerin zulmüne engel olmalı, onların görevlerini doğru ve iyi bir şekilde temsil etmelerine dikkat etmelidir.
- Kibirden uzak durmalı. [4]
Gazzâlî’nin İslam’da Felsefeyi Bitirdiğine Dair Olan Görüş Doğru Mu?
Gazzâlî ile ilgili en çok gündeme getirilen şeylerden biri, onun İslam’da bilimi, mantığı ve felsefeyi eleştirileriyle ket vurduğu, gelişmelerine engel olduğuna dair olan görüştür. Şimdi belirtmek gerekir ki, bu gündeme getirilen konu, gerçekten Gazzâlî okumalarının yanlış yapılmasından, Gazzâlî’nin metinlerinin taraflı okunmasından, İslam felsefesi tarihini üzerine bütüncül bir bakış sergiyeleyememekten ve bu gibi çeşitli sebeplerden kaynaklanmaktadır.
Elimize bir İslam felsefesi tarihi kitabı alacak olursak, Gazzâlî’ye karşı yürütülen bu eleştirilerin ne kadar anlamsız olduğunu görmemiz hiç de zor olmayacaktır. Mesela Henry Corbin’in, İslam Felsefesi Tarihi kitabında ne yazdığına bakalım:
’Gazzâlî’nin bu dönemde yazdığı ikinci eser de feylesoflara yönelttiği ünlü ve şiddetli hücumdur. Aşağıda bunun üzerine bir-iki söz söylenecektir. Fakat bu anda İslam’da felsefi ve manevi düşüncenin devamlılığını biraz daha iyi tanıdığımıza göre, Gazzâlî’nin bu eleştirisinin felsefeye Doğu’da bir daha kendine gelemeyecek şekide bir darbe indirdiğini -son yüzyılda söylendiği gibi- ileri sürmek gülünç bir iddia olacaktır.’ [5]
Henry Corbin’in belirttiği üzere, İslam’da felsefi ve manevi düşüncenin devamlılığını iyi tanımamız, Gazzâlî’nin bu eleştirisinin, Doğu’da kendine gelemeyecek bir darbe indirdiğinin komik bir iddia olacağını görmemizi sağlamaktadır. Şimdi gelin sizlerle Gazzâlî’nin Filozofların Tutarsızlığı(Tehafütü’l Felasife) eserini inceleyelim.
’İmdi ben, akkran ve emsallerinden zekâ ve anlayışça üstün olduğuna inanan birtakım kimseler gördüm…’[6]
Gazzâlî, kendi çağdaşlarından duyduğu rahahatsızlığı burada açık bir şekilde belirtmektedir.
’Oysa bunların inkarlarının -Yahudi ve Hristiyanlar gibi-, duyum ve alışkanlıktan kaynaklanan taklitten başka bir dayanağı yoktur.’[7]
Burada Gazzâlî, muhataplarının birer taklitçi olduğunu ileri sürmektedir.
’Onların inkara sapmalarının esa kaynağı Sokrat, Hipokrat, Eflatun, Aristoteles ve benzeri önemli isimleri duymuş olmaları; bu filozofları izleyen ve bu sebeple sapıtanlardan bir grubun, onların us güçlerini; yöntemlerinin güzelliğini; geometri, mantık, fizik ve metafizik hakkındaki bilgilerinin inceliğini; üstük zeka ve anlayışa sahip oldukları için gizli meseleleri ortaya çıkarmada başkalarına baskın geldiklerini abartarak anlatmalarıdır.’ [8]
Gazzâlî, burada Antik Yunan filozoflarını abartarak anlattıklarını ve onları taklit ettiklerini ileri sürer.
’Önceki filozofların inançları, bu anlatılanları duyan [İslam filozoflarının] yapılarına uygun düşünce, kendi anlayışlarına göre faziletliler topluluğunda yer almak ve onların izinden gitmek; kendilerini halk yığınlarının telakkilerinin üstünde görmek ve atalarının diniyle yetinmeyip onları küçümsemek suretiyle küfür akidesini benimsemek, onlara hoş göründü. Hakkı taklitten ayrılmanın zarafet gösterisi ve batılı taklit etmenin bir güzellik olduğunu sanarak bir taklitten öbürüne geçmenin delilik ve budalalık olduğunun farkına bile varmadılar.’ [9]
Gazzâlî’nin yukarıdaki pasajda açık bir şekilde, belirli bir grubu taklitçilik yaptıklarına dair ithamlarını görmekteyiz. Gazzâlî’nin bu tarz belirli bir grubu ele alan ithamlarda bulunması, bizlere Gazzâlî’nin felsefenin tamamına bir saldırı yapmadığını, belirli bir gruba, daha doğrusu, Meşşai ekolüne eleştirilerde bulunduğunu görmemizi sağlamaktadır. Böylelikle Gazzâlî’nin, felsefenin bütününe dair bir eleştiride bulunduğuna dair görüşünün özünde ne kadar anlamsız olduğunu görebiliyoruz.
’Allah’ın yarattığı şu alemde, geleneksel olarak inandığı hakkı bırakıp herhangi bir bilgi ve araştırmaya dayanmaksızın batılı tasdike koşan kimsenin seviyesinden daha düşük hangi seviye olabilir?! Halkın en budalası bile bu onur kırıcı çukura düşmekten uzaktır. Çünkü onların mayasında, sapıklara benzeyerek zarif görünme sevdası yoktur! Budalalık kurtuluşa, keskin zekadan; körlük de selamete, şaşı bakmaktan daha yakındır.’ [10]
Yukarıdaki pasajda da açık bir şekilde görebileceğimiz gibi,Gazzâlî, eMeşşaileri tekrardan taklitçi olmakla eleştirmektedir.
’Bu kalın kafalıların nabzının ahmaklıkla çarptığını görünce bu kitabı yazmayı görev bildim. Amacın, önceki filozofları, metafiziğe ilişkin inançlarının tutarsız ve görüşlerinin çelişik olduğunu açıklayarak reddetmek; gerçekte aklı başındakiler için alay söz konusu olan öğretilerinin iç yüzünü ve tehlikelerini göz önüne sermek ve bunun sıradan halk yığınları arasından çeşitli inanç ve görüşleriyle temayüz eden zeki kimselere ibret olmasını sağlamaktır. [11]
Bu pasajda,Gazzâlî’nin, Meşşai ekolü ne amaçla eleştirdiğini görmekteyiz. Gazzâlî, esas amacının, Meşşai filozofların görüşlerindeki tutarsızlıkları ve çelişkileri ortaya koymak olduğunu eserinde açık bir şekilde dile getirmektedir. Pasajdan çıkan diğer bir sonuç,Gazzâlî’nin genel olarak felsefeyi değil, belirli bir grubun görüşlerinin tutarsızlıklarını ortaya koymak olduğuna dair çıkan sonuçtur.
Gazzâlî’nin Meşşai ekolü eleştirdiğine dair belirli ifadeler de görmekteyiz. Gazzâlî, birinci ön sözünde Arisoteles’ten Muallim-i Evvel, yani ‘’Birinci Öğretmen’’den bahsetmektedir:
’Bilinmesi gerekir ki, filozoflar arasındaki görüş ayrılıklarının ayrıntılarıyla tartışmak uzun sürer. Çünkü onların temellendirilmemiş yaklaşımları ve tartışmaları çok, görüşleri yaygın, yöntemleri ise farklı ve çelişiktir. O halde biz onların önde geleni ‘’Mutlak Filozof’’ ve ‘’Muallim-i Evvel’’ diye bilinenin düşünce sistemindeki çelişkiyi ortaya koymakla yetinelim. Zira o, felsefi ilimleri sıra düzenine koyup sistemleştirmiş, gereksiz ayrıntılardan ayıklamış ve filozofların temel düşüncelerine en yakın görüşleri seçmiştir. O kişi Aristoteles’tir. Aristoteles, kendisinde öncekilere hatta Eflatun el İlahi lakabıyla anılan hocasına karşı çıkmış; fakat hocasından olan muhalefetinden dolayı özür dileyerek ‘’Eflatun da dost, hakikat de dosttur, fakat hakikat ondan daha çok dosttur. [12]
Eleştirinin odağında olan filozofları ve nedenleri görebilmemiz açısından Gazzâlî’den alıntılar yapmaya devam edelim.
Bu hikâyeyi nakletmemizin sebebi, öğretilerinin tutarsız ve temellendirilmemiş olduğunun, yargılarının inceleme ve kesin bilgiye değil, zan ve tahmine dayandığının, metafizik hakkındaki bilgilerinin doğruluğunu ise matematik ve mantık ilimlerinin yardımıyla kanıtlamaya çalıştıklarının, böylece kıt akıllıları aldatarak ikna ettiklerinin onlar tarafından da bilinmesini sağlamaktır. Şayet onların metafizik hakkındaki bilgileri tahminden arındırılmış kesin kanıtlara dayanıyor olsaydı, matematikte olduğu gibi bu konuda da görüş ayrılığına düşmezlerdi. [13]
Ayrıca Aristoteles’in eserlerini çevirenlerin tercümeleri de açıklama ve yorum gerektirecek derecede bozulma ve değişmeye uğramaktan kurtulamamış, hatta bu husus kendi aralarında ayrı bir tartışmaya yol açmıştır. İslam filozofları arasında [Aristoteles’i] en iyi nakledip inceleyen Ebu Nasr el-Farabi ve İbni Sina’dır. O halde biz bu ikisinin, sapıktıktaki reislerinin öğretisinden seçip doğru buldukları görüşleri doğru buldukları görüşleri geçersiz kılmakla yetineceğiz… Öğretilerin çoğalık yayılmasına bağlı olarak sözün de uzayıp gitmemesi için, filozofların öğretilerini bu iki ikişini nakli doğrultusunda reddetmekle yetineceğimiz bilinmelidir. [14]
Yukarıdaki pasajda çok açık bir şekilde görüleceği gibi Gazzâlî, Aristoteles’in eserleri üzerine yapılan çeviri ve şerhlerin bozulmaya uğramaktan kurtulamadığını ve bu bozulmanın kendi aralarında ayrı bir tartışmaya neden olduğunu ileri sürdüğünü görebiliyoruz. Ayrıca Gazzâlî, Aristoteles’i en iyi inceleyenlerin Farabi (Batı’da Avennasar olarak anılır.) ve İbni Sina (Batı’da Avicenna olarak anılır.) olduğunu söylemiştir. Gazzâlî de onların Aristoteles hakkında doğru bulduğu görüşleri geçersiz kılma çabasına gireceğini söylediğini görebiliyoruz. Böylelikle önümüzde bir resim oluşmuştur. Gazzâlî, esas olarak felsefeyi değil, Meşşai ekolü eleştirmiştir.
İşte bu [gibi meseleleri onlarla tartışmaktan vazgeçtik], çünkü alem hakkında araştırma, onun yaratılmış veya ezeli oluşu üzerinde yürütülmektedir. Yaratılmışlığı sabit olunca ister küre şeklinde, ister yayvan, ister altıgen veya sekizgen olsun, iddia ettikleri gibi gök ve altındakiler ister on üç, ister daha az veya daha çok tabakan oluşsun fark etmez. Bu konular üzerinde durmanın, ilahiyat bahisleriyle ilgisi, tıpkı soğanın kaç katı, narın kaç tanesi bulunduğu konusu üzerinde durmak gibidir. Amaç, nasıl olursa olsun, alemin sadece Allah’ın fiili olduğunu vurgulamaktır. [15]
Yukarıda pasajda görebileceğimiz üzere,Gazzâlî, Meşşai filozofların evrenin ezeli olduğu iddiasında bulunmaları üzerine tartışıyor olmanın anlamsız olduğu yönünde olduğudur. Bu pasaj aracılığıyla,Gazzâlî’nin, Meşşai ekole ne gibi gerekçelerle karşı çıktığına dair görüşlerini de görebilmekteyiz. O görüşlerinden bir tanesi de evrenin ezeli olup olmadığı üzerinedir.
Üçüncü kısım, alemin yaratılmışlığı, Allah’ın sıfatları ve cesetlerin/bedenlerin dirilişine dair hükümler gibi dinin inan esaslarına ilişkin tartışmaları içermektedir ki, filozofların bunların hepsini inkâr etmişlerdir. İşte başka konularda değil, onların bu ve benzeri konulardaki öğretilerinin yanlış olduğunun ortaya konulması gerekmektedir. [16]
Bu pasajda da Gazzâlî’nin, Meşşai filozofların bedenin ve ruhun dirilişine dair olan dinin esaslarını inkâr ettiklerine dair görüşlerine de rastlıyoruz. Şunu da belirtmeyi istiyorum ki, Gazzâlî’nin bu iddialarına, İbni Rüşd (Batı’da Averroes olarak bilinir), Tutarsızlığın Tutarsızlığı eserinde cevap verecektir.
Gazzâlî, Meşşai filozofların dinin esalarına saldırdıklarını, mezhepler arası ayrılığın bu konuda olmaması gerektiğini ve bir olup bu filozoflara karşı birleşilmesi görüşündedir.
Bu konuda belli bir mezhebe bağlı kalmayıp aksine bütün mezhepleri onların aleyhine tek bir mezhep olarak kullanacağım. Çünkü diğer mezhepler ayrıntıda bize ters düşse düşseler de filozoflar dinin temel ilkelerine saldırmaktadırlar. O halde bizler onlara karşı birleşmeliyiz, zira sıkıntı anlarında kin ve nefret ortadan kalkar. [17]
Bu bağlamda Gazzâlî, filozofların çelişkili olduğu ve çürütülmesi gereken yirmi mesele belirler. O meseleler de şunlardır:
- Alemin ezeliliği konusundaki görüşlerinin çürütülmesi üzerine
- Alemin ebediliği konusundaki görüşlerinin çürütülmesi üzerine
- İlk Varlık’ın alemin yaratıcısı ve alemin de O’nun eseri olduğu şeklindeki görüşlerininçürütülmesi üzerine
- İlk Varlık’ın varlığını ispat etme konusunda aciz bırakılmaları şeklindeki görüşlerinin çürütülmesi üzerine
- İki ilahın imkansızlığını kanıtlama konusunda aciz bırakılmaları şeklindeki görüşlerinin çürütülmesi üzerine
- Onların sıfatları inkâr konusundaki öğretileri üzerine
- İlk Varlık’ın zatının cins ve fasa bölünemeyeceği şeklindeki görüşlerinin çürütülmesi üzerine.
- İlk Varlık’ın basit bir varlık olduğu şeklindeki görüşlerinin çürütülmesi üzerine.
- İlk Varlık’ın cisim olmadığını açıklama konusunda aciz bırakılmaları üzerine.
- Sonsuz bir zaman varlığını kabul etmenin Yaratıcı’nın varlığını inkârı gerektirdiğinin açıklanması üzerine.
- Onların İlk Varlık’ın başkasını bileceği hakkındaki görüşlerini ispat etme konusunda aciz bırakılmaları üzerine
- Onların İlk Varlık’ın kendi zatını bileceği yolundaki görüşerini ispat etme konusunda aciz bırakılmaları üzerine.
- Onların İlk Varlık’ın cüzz’iyyatı bilemeyeceği şeklindeki görüşlerinin çürütülmesi üzerine.
- Göğün iradeyle hareket eden bir canlı olduğu şeklindeki görüşleri üzerine.
- Onların göğü hareket ettiren amaçla ilgili olarak anlattıklarının çürütülmesi üzerine.
- Onların göklerin nefsinin bütün cüz’ileri bileceği yolundaki görüşlerinin çürütülmesi üzerine.
- Onların olağanüstülüklerin [yani mucizelerin] imkânsız olduğu yolundaki görüşlerinin çürütülmesi üzerine.
- Onların insan nefsinin cisim ve araz olmayıp kendi kendine var olan cevher olduğu yönündeki görüşlerini üzerine.
- İnsani nefislerin yok olmasının imkânsız olduğu yolundaki görüşleri üzerine.
- Onların, cennet ve cehennemdeki cisme ilişkin haz ve elemleri kabul etmekle birlikte cesetlerin yeniden dirilişini inkâr etmelerinin çürütülmesi üzerine. [17]
Diğer sorumuza geçmeden önce, bir şey belirtmek istiyorum. Bu sorulara verdiğimiz cevapları uzun tutmamız bizi yoracaktır. Bu nedenle, bu konularda Gazzâlî’nin Filozofların Tutarsızlığı eserinde bulunan net ifadelerle yetinmek çok ciddi oranda yeterli olacaktır.
Gazzâlî’nin esas olarak felsefeye mi yoksa Meşşai ekole mi eleştirilerde bulunduğu konusundaki ortadaki karşıtlığı kaldırmış olduğumuza göre, diğer sorumuza geçelim: Gazzâlî, mantık düşmanı mıydı?
Evet, onların ‘Mantığı iyi bilmek gerekir’ şeklindeki görüşleri doğrudur; ancak mantık filozoflara özgü bir şey değildir. O sadece bizim kelam ilminde ‘kitabü’n nazar’ adını verdiğimiz bir yöntemdir. Fakat onlar bu lafzı abartarak ‘mantık’ şeklinde değiştirmişlerdir. [18]
Gazzâlî’nin bu pasajdaki ifadelerinden de göreceğimiz üzere, ‘’Mantığı iyi bilmek gerekir.’’ şeklinde olan görüşe katıldığını görmekteyiz.
İbni Sina’nın ölümünden yaklaşık elli yıl sonra Gazzâlî, mantığın hem caiz hem de kelam ve fıkıh usulü için yararlı olduğunu savunmakla beraber, mantığın dine bir zararı olmadığına dayanan argümanlar geliştirmiştir.[19] Ayrıca, bununla da kalmayarak Gazzâlî, sadece mantığı savunmamış, aynı zamanda kelam eserlerinde kullanmakla beraber, daha da ileri giderek Kur’an’ın kodlanmış bir dili de olsa, mantığın kullanılmasını onayladığını savunmuştur.[20]
Gazzâlî’nin mantığa katkısı, büyük oranda mantığın özel dilini yerli hale getirmek ve fıkhi örneklerle kullanımını göstermek yoluyla ona yönelik saldırıları etkisizleştirmek olmuştur. [21] Şunu da es geçmemek gerekir ki, Gazzâlî mantığın destekçisidir fakat esas ilgilendiği alan olarak mantıkçı değildir. [22] Gazzâlî’nin mantık konusundaki söylediği yargıları ve eserindeki pasajı incelememizin sonucunda Gazzâlî’ye ‘’mantık karşıtı’’ gibi ithamların ne kadar anlamsız ve ne kadar bilgisiz çıkarımlar sonucu elde edildiğini göstermiş olduk.
Şimdi diğer bir konu ise Gazzâlî’nin matematik karşıtı olduğuna dair olan görüştür. Gazzâlî, el-Munkız mined Dalal adlı eserinin Filozof İlimlerinin Bölümleri kategorisinde ‘’Matematik ilmini öğrenmede iki tehlike vardır.’’ demiştir. [23]
Şimdi buradaki alıntıda bulunan yargıdan, Gazzâlî’nin matematik düşmanı olduğuna dair olan bir yargının çıkartılması geçersizdir. Zira yaptığımız alıntıdan böyle bir sonuç çıkmamaktadır. Bu bağlamda Gazzâlî’nin matematik bilimini öğrenmede iki sakınca olduğunu belirtiyor olması, onun matematiğe düşman olduğunu göstermemektedir. Gazzâlî, matematiğin İslam’ın esaslarıyla çelişen bir yönünün olmadığını, bu konuda bir zarar bulunmadığını ileri sürmüştür.
Gazzâlî, bu bilimin iki sakıncası olduğunu belirtmiştir. Onlar da şu şekildedir:
- ‘’Bazı insanlar, matematik ilminin inceliklerini, kesin olan formüllerini görünce, (dinsiz) felsefecilerin (o gün felsefe bütün fen bilimleri için kullanılan bir unvandır) hatalı olan düşüncelerinin ve onların ortaya koyduğu bütün ilim dallarının matematik gibi sağlam bir temele dayandığını zanneder. Böylece onların o bilimler vasıtasıyla İslam dinini hafife lamalarını, küfür olan bazı görüşlerini de -cahillikten ve taklitçilikten ötürü- doğru kabul ederek küfre düşebilir. ‘’
- ‘’Böyle kimseler, felsefecilerin ortaya koydukları bütün ilimlerini inkâr etmeyi, İslam’ın bir gereği olduğunu tevehhüm ederler.Öyle ki, bunlar (körü körüne takındıkları dini taassuptan ötür), ay ve güneşin tutulmasıyla ilgili sağlam bilgileri de inkâr ederler.Ancak, bunlar matematik gibi kesin delile dayanan bazı bilgileri o felsefecilerden duyunca, ister istemez, ona inanmaya başlar ve (daha önce o fenlerle bağdaşmadığını düşündüğü) İslam’ın hükümlerinin doğru olmadığını tasavvur eder.Bundan böyle artık (o dinsiz) felsefeye sevgi, İslam’a ise düşmanlık beslemeye başlar. Bundan da anlaşılıyor ki, felsefecilerin (bazı yanlışlarına bakarak) onların bütün bilgilerini reddetmeyi dinin bir gereği olarak kabul eden cahillerin bu tavrı, İslam dinine en büyük cinayettir.’’ [24]
Görüldüğü üzere Gazzâlî burada, matematik bilimi üzerine çok fazla uğraşılmaması gerektiğini ve bu bilimle çok fazla uğraşmanın taklite düşen filozofların yolunda gitmek gibi bir tehlikeye yol açacağını söylemiştir. Dolayısıyla Gazzâlî’nin matematiğe karşı yöneltmiş olduğu eleştirlerden, kendisinin matematik bilimine ve eğitime karşı olduğu sonucu çıkmamaktadır.
Kaynakça:
- [1] Necip Taylan-Ana Hatlarıyla İslam Felsefesi (11. basım 2020 Ensar Yayınları s.248)
- [2]a.g.e s. 248-249
- [3]a.g.e s. 268- 269
- [4] a.g.e s. 269-270
- [5] Henry Corbin-İslam Felsefesi Tarihi Başlangıçtan İbni Rüşd’ün Ölümüne (İletişim Yayınları 1. cilt 12. baskı 2020 s. 319.)
- [6] Gazzâlî-Filozofların Tutarsızlığı (Klasik Yayınları 11. baskı 2020 s. 1)
- [7] a.g.e s .2
- [8] a.g.e s .2
- [9] a.g.e s. 2
- [10] a.g.e s. 2-3
- [11] a.g.e s. 3
- [12] a.g.e s. 4
- [13] a.g.e s. 4
- [14] a.g.e s. 4-5
- [15] a.g.e s. 8
- [16] a.g.e s. 8
- [17] a.g.e s. 9
- [18] a.g.e s. 12-13
- [19] a.g.e s. 11
- [20] Tony Street-İslam Mantık Tarihi (Klasik Yayınları 1. basım 2014 s. 60)
- [21] a.g.e s. 63
- [22] a.g.e s. 65
- [23] a.g.e s. 65
- [24] Hakikat Arayışı El Munkız Mined Dalal, Tercüme ve Tahkik Abdürrezzak Tek, Sayfa 18-19 Emin Yayınları
Gazali sadece felsefe eleştirisi yapmamış, örgütlü dinin otoritesine başvurarak felsefi akımları dinsizlikle suçlamıştır, dolayısıyla kendisinin kastı bu olmasa bile ‘’bilim ve felsefe düşmanı’’ bir toplum yaratmada katkılarının olduğu bir gerçektir.