Son 20 yılda ekstrem yoksulluk altında yaşayan nüfus oranı neredeyse iki katına mı çıktı, yarıya mı indi yoksa hemen hemen aynı mı kaldı? İsveçli istatistikçi ve kamu sağlığı uzmanı Hans Rosling, 2013 yılında insanlara bu soruyu sormaya başladığında aldığı cevaplar onu dumura uğratmıştı. 1005 Amerikan’dan sadece %5’i doğru yanıt vermişti: Ekstrem yoksulluk neredeyse yarıya indi. “Rastgele bir yanıt seçen bir şempanze çok daha iyi yapardı” diye belirtti muzipçe. İnsanlar alelade bir cahilden çok daha kötü: Dünyanın ne kadar kötü bir yer olduğu hakkında, aslında doğru olmayan, bir sürü şey bildiklerine inanıyorlar.
Rosling, geçen seneki zamansız vefatından bir yıl önce, (oğlu ve gelini ile birlikte) bu tür refleksif pesimizme karşı fevkalade bir kitap yazdı. Kitabın başlığı her şeyi anlatıyor: “Bilgililik: Dünya Hakkında Yanılmamızın On Nedeni — ve Neden Şeyler Düşündüğünüzden Daha İyi.” “Akılcı İyimser” isimli kitabın yazarı olarak, kendimi Steven Pinker, Bjorn Lomborg, Michael Shermer ve Gregg Easterbrook’un da dahil olduğu ekibin bir parçası olarak görmekten mutluyum.
Biz Yeni İyimserler için bu çok çetin bir mücadele. Kanıtlarımız ne kadar ikna edici olursa olsun, sık sık inanmama ve hatta düşmanlıkla karşılaşıyoruz, sanki pozitif şeylere dikkat çekmek bizi vurdumduymaz yapıyormuş gibi. İnsanlar dünyanın durumu hakkında karamsar olmak için canla başla çabalıyorlar. John Stuart Mill bu eğilimi ta 1828’de muntazam biçimde özetlemiş bile: “Şunu fark ettim ki, diğerleri umutsuzken umutlu olan insan değil de, diğerleri umutluyken umutsuz olan insan kitlelerce bilge biri olarak görülüyor ve kendisine hayran olunuyor.” Kasvetli olmak havalı bir şey.
Yapılan çalışmalar gelişmiş toplumlarda yaşayan insanların dünya ve kendi ülkelerine dair kötümser; fakat kendi yaşamlarına dair iyimser olmaya meyilli olduğunu ortaya koyuyor. İnsanlar genellikle aslında olduğundan daha çok kazanacaklarını ve daha uzun süre evli kalacaklarını öngörüyorlar. Eurobarometre anketine göre, Avrupalılar gelecek yıllarda kendi ekonomik durumlarının daha iyi olacağına daha kötü olacağından iki kat kadar fazla inanıyorlar; aynı zamanda yaşadıkları ülkenin ekonomik durumunun iyileşmektense kötüleşeceğini bekliyorlar. Pensilvanya Üniversitesi’nden psikolog Martin Seligman’ın bunun için öne sürdüğü bir sebep var: Biz, kendi kaderimizi kontrol edebildiğimizi, fakat daha geniş toplumunkini edemeyeceğimizi düşünüyoruz.
Günümüz dünyasında endişelenecek terörizmden obeziteye ve çevresel problemlere birçok şey olduğu doğru. Fakat gezegenimize dair karamsarlık, olguların ötesinde bir açıklamayı gerektiriyor. Bazı öneriler:
Kötü haberler, genellikle peyderpey olan iyi haberlerden daha anidir. Bu yüzden kötü haberler daha çok haber değeri taşır. Savaşlar, bombalamalar, kazalar, cinayetler, fırtınalar, seller, skandallar ve her türden felaketler haberleri egemenliği altına alıyor. Habercilik sektöründe denildiği gibi “Eğer kan akarsa reytingler de akar.” Buna karşılık, dünyada yoksulluk kademeli olarak azalır ve nadiren ani bir sıçrama yapar. Rosling’in dediği gibi, “Medyada ‘haber değeri taşıyan’ olaylar sıradan olmayan şeyleri abartır ve ani değişimlere odaklanırlar.”
Bu psikologların “ulaşılabilirlik eğilimi” olarak adlandırdıkları, ilk olarak 1970’lerde Amos Tversky ve Daniel Kahneman tarafından fark edilen bir zihinsel acayiplik. İnsanlar suçun sıklığını çok büyük ölçüde abartırlar çünkü suçlar haberleri orantısız olarak domine eder. Rastgele şiddet haberlere konu olur çünkü nadirdir; fakat rutin kibarlık haber olmaz çünkü çok yaygındır.
Kötü haberler genellikle önem taşır; fakat iyi haberler taşımayabilir. Tarihöncesi dönemde riskler hakkında endişelenmek, başarıyı kutlamaktan daha makuldü, bir aslan tarafından avlanılmaktan kaçınmanıza yardım edebiliyordu. Belki de insanların “kötümserlik eğilimi”ne sahip olma nedeni budur. 2014’e ait bir çalışmada, McGill Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, deneklerin göz-izleme deneyi sandıkları bir deneyde hangi haberleri okumayı tercih ettiklerini inceledi. İnsanların iyi haberleri tercih ettiklerini söylemelerine rağmen kötü haberlerle daha çok ilgilendikleri ortaya çıktı: Mark Trussler ve Stuart Soroka bu çalışmayı “Katılımcılar ne söylerlerse söylesinler, negatif içerikleri tercih etme eğilimi gösteriyorlar” diyerek sonuçlandırıyor.
İnsanlar mutlak değil, göreceli terimlerle düşünür.Önemli olan diğer insanlara göre ne kadar iyi olduğunuz, çünkü taş çağında kaynak (ve eş) için rekabette başarıyı belirleyen şey buydu. Bu nedenle diğer insanların iyi durumda olduğunu öğrenmek de bir tür kötü haber. Durumlar iyiye gittiğinde, insanlar bu gelişmeleri kanıksıyorlar ve beklentilerini sıfırlıyorlar.
Böyle görecelendirmeci davranışlar en samimi ilişkilerimizi bile etkileyebiliyor. David Buss ve Austin, Texas Üniversitesi’ndeki meslektaşları, 2016’da yaptıkları bir çalışmada şunu buldular: “Eş değeri olarak partnerlerinden daha aşağıda olan partnerler potansiyel eş havuzuna bakılmaksızın genel olarak memnunlarken, eş olarak daha yüksek değere sahip olanlar daha iyi alternatif partnerler erişilebilir olduğunda ilişkilerinden daha memnuniyetsiz hale geliyorlar.” Ouch.
Dünya ilerledikçe, insanlar kötü haber tanımlarını genişletiyorlar. Harvard psikologları David Levari ve Daniel Gilbert’ın yakın zamandaki bir çalışmalarından elde ettikleri bulgular, bir şey nadirleştikçe o konsepti daha geniş biçimde yeniden tanımladığımızı öne sürüyor. Bir deneyde, mavi noktaların sayısını azalttıkça insanların mor noktaları daha sık “mavi” olarak adlandırdıklarını; ve daha az tehditkar yüz ifadesi yaptıkça, insanların yüz ifadelerini daha sık tehditkar olarak tanımladıklarını buldular. “Düşük-seviye algıdan yüksek-seviye ahlaki yargılara” diyorlar, “algısal ve yargısal ölçütlerin, böyle olmaması gerektiği halde ‘genişleme’ yönünde güçlü bir eğilimleri var.”
Havayolu seyahatini düşünün: Uçak kazaları istikrarlı olarak azalıyor, —2017, dört milyardan fazla insanın uçmasına rağmen hiçbir ticari uçak kazasının olmadığı ilk yıldı— fakat artık her kazaya ayrılan haber süresi artıyor. Birçok insan halâ uçakları riskli bir seyahat yolu olarak görüyor.
Hatta varsıllığın bolluğundan canımız bile sıkılabiliyor. “Weird Al” Yankovic’in “Birinci Dünya Problemleri” şarkısında vurguladığı gibi: “Bu pamuk çarşaftaki iplikler beni kaşındırıyor/Evim o kadar büyük ki mutfakta Wi-Fi bile çekmiyor.” Columbia Ticaret Okulu’ndan Sheena Iyengar, “tercih aşırı-yükleme sorunu” olarak da adlandırılan modern bir hastalık üzerine yaptığı araştırmayla bir TED yıldızı haline geldi. Bu, diyelim, marketteki onlarca tür zeytinyağı yağı ya da reçel türü arasında tercih yapmaya çalışırken tercih felci geçirmeyle alakalı bir problem. Kuzey Koreliler, Suriyeliler, Kongolular ya da Haitililer genel olarak endişelenecek daha önemli şeylere sahipler.
Diğer psikolojik etkilerin de tesiri var. Geçmişe dair iyi şeyleri hatırlayıp kötü şeyleri unutmak gibi bir eğilim var, “anı tümseği” olarak bilinen bir femonen. İnsanların gençliklerine dair hoş bir nostaljileri var, aslında nasıl olursa olsun. Ayrıca baskı gruplarının bağış toplamak için kötü haber satmak çıkarlı bir iş.
Ve son olarak, “dönüm noktası” olarak adlandırdığım bir şey var. Bu da şeylerin geçmişte gelişmiş olmasına rağmen gelecekte böyle olmayacağı, çünkü tarihte bir dönüm noktasının üzerinde durduğumuzu düşünme eğilimi. Borsacıların söylemeyi sevdiği söz doğrudur, geçmişteki performans gelecekteki performans için bir rehber değildir. Fakat tarihçi Lord Macaulay’ın neredeyse iki asır önce yazdığı gibi, “Neye dayanarak arkamızda gelişmeden başka bir şey kalmadığını ve önümüzde sadece bozulma olduğunu beklememiz gerekiyor?”
Biraz neşelenin. Dünya sandığınızdan daha iyi halde.
Yazan: Matt Ridley
Kaynak: Rational Optimist
Çevirmen: Talha Gülmez