Reformcu Epistemoloji ve Temel İnançlar – Taner Beyter

/
4250 Okunma
Okunma süresi: 10 Dakika

Dini epistemoloji çağdaş epistemolojik yaklaşımlar içerisinde en dikkat çekici pozisyonlardan birini temsil etmektedir. Bu haliyle mevcut yaklaşımın, en disiplinlerarası felsefe çalışma alanlarından biri olduğu da söylenebilir. Peki dini inancın epistemolojisi ne tür bir sınıra ve temellendirmeye sahiptir?

Dini epistemolojinin bilinen en yaygın alt yaklaşımlarından (ve dolayısıyla çağdaş epistemolojik yaklaşımlardan) biri olarak Reforumcu Epistemoloji’de birçok soru içerisinde iki ana soruya cevap arandığı iddia edilebilir. Bunlar;

  • “Tanrı inancı epistemolojik olarak nasıl gerekçelendirilebilir?”
  • “Önermesel delile ihtiyaç duymayan inançlar mümkün müdür?” şeklindedir.

Bu soruya cevap veren yaklaşımlardan biri olarak “Reformist Epistemoloji” kavramsallaştırmasının (Reformed Epistemology) tarihsel bir kökeni vardır, yani böylesi bir isimlendirme bir yönüyle tarihsel köklere veya benzerliğe vurgu yapar. John Calvin (1509-1564), Herman Bavinck (1854-1921) ve Karl Barth (1886-1968) gibi Protestan Reformist geleneğin benimsediği yaklaşım ile Plantinga’nın yaklaşımı arasında benzerliğin akılda tutulması önemlidir. Diğer yandan Plantinga’nın kendini Calvinist olarak tanımladığı da sık sık dile getirilir.

Bu epistemik yaklaşımın “çağdaşları arasında din felsefesiyle en çok içli dışlı olan yaklaşım” olarak sınıflandırılması mümkün görünüyor. Bundan dolayıdır ki dini epistemoloji alanındaki birçok araştırmacı bir yönüyle reformist epistemoloji çalışmış veya bu yaklaşıma işaret etmişlerdir. Bildiğimiz tüm gerekçelendirme tartışmaları ve kuramlarını Tanrı inancı ile beraber düşünürsek nasıl bir pozisyonda oluruz? Daha açık bir dil ile Tanrı inancının gerekçelendirilmesi mümkün mü? Eğer mümkün ise bu nasıl olabilir?

Reformist epistemoloji, delilcilik (evidentialism) ve klasik temelselcilik (classical foundationalism) yaklaşımlarına ateşli bir karşı çıkışa işaret eder ve bu sorulara Reformist Epistemoloji en temelde şöyle cevap verir; “Teistik inancın gerekçelendirilmesinde, önermesel bir delile ihtiyacımız olmak zorunda değildir.” [1] Bu iddia bir hayli büyüktür ve temellendirilmesi için ciddi bir iş yükü gerektirir gibi görünüyor. Ünlü din felsefecisi ve Analitik felsefedeki ‘teistik dönüş’ün mimarlarından Plantinga, bir yönüyle bu görevi sırtlamıştır. Plantinga’nın kendine biçtiği görevlerde cevap aradığı sorular şunlardır;

  • “Delilciliğe karşı teistlerin ispat yükümlülüğü (burden of proof) var mıdır?”

veya

  • “Delilciliğe karşı teistler inançlarını ispatlamak zorunda mıdır?”

Reformcu Epistemoloji’nin Sınırları

Reformcu Epistemoloji’nin ilk bakışta şu türden temel kabul ve iddiaları varmış gibi görünüyor;

Tanrı inancı;

  • rasyoneldir,
  • gerekçelendirilebilir,
  • epistemik olarak temeldir,
  • gerekçelendirme için temeldir.

Çoğu felsefecinin ilk soracağı sorulardan biri “Söz konusu olan hangi Tanrı anlayışından söz ediyoruz?” sorusudur. Bu soru söz konusu Tanrı’nın ne türden sıfatlara sahip olduğu sorusuna denk düşer. Çoğu felsefeci reformcu epistemolojide söz konusu olan gerekçelendirilebilir Tanrı inancındaki Tanrı anlayışının, teizmin Tanrı anlayışı olduğu konusunda hem fikirdir. Yani üç büyük semavi dinin öne sürdüğü, kadiri mutlak, her şeyi bilen, dünyayı yaratmış olan, ahlaken kusursuz ve bütünüyle iyi, istediği takdirde dünyaya müdahale edebilen türden bir Tanrı. Peki bu delilci itiraza neden tepki gösterir? Delilci itiraza bakalım.

Sahip olduğumuz inançların gücü, epistemik haklılığı ve kabul edilebilirliği için o inanç lehine delillere bakmamız gerektiği fikri David Hume ve John Locke gibi filozoflarında etkisiyle Aydınlanma döneminde sık sık tartışılmaya açılmıştı. Bu Delilci/Kanıtçı yaklaşım Russell tarafından da savunulmuştur ancak en bilinen ve net ifadelerini W.K. Clifford’da görmek mümkündür, ona göre “Her zaman, her yerde ve herkes için herhangi bir şeye yetersiz bir delille inanmak yanlıştır.” [2]

Kimi ateist düşünürler günümüzde de Tanrı’nın varlığı lehine kanıt olmadığı için inanmamayı rasyonel olarak tercih edilmesi gerekilen ve ahlaken doğru olan pozisyon olarak tanımlayacaktır. Böylesi bir yaklaşımın en net ifadesi şu önermedir;

  • “Tanrı’ya olan inanç, yeterince kanıt olmadığı için yanlıştır.”

Eğer bu önerme doğruysa ve Tanrı’nın varlığı lehine kanıtlar yetersiz ya da epistemik olarak gerekçelendirilemeyen türden ise ateizm doğru bir pozisyon olabilir. Ancak bazı reformcu epistemologlar teistlerin hiçbir kanıta sahip olmasa bile Tanrı’nın varlığına inanmalarının (en azından Plantinga’nın dediği gibi başlangıç pozisyonunda veya tartışma başlığına giriş yaparken) epistemik bir hak olduğunu savunurlar. Reformcu epistemolojinin temel iddialarına geçmeden önce delilcilikte yer alan belli türden varsayım ve iddialara yakından bakalım.

Bir inanca sahip olmak için belli türden kanıtlara sahip olmamız gerektiği fikri birçok açıdan normatif bir nitelik taşır. Böylesi bir iddia örtük olarak şu temel kabulleri içerir: 

  • P1. Bir inancı yeterli delil olmaksızın kabul etmek irrasyoneldir.
  • P2. Tanrı inancı için yeterli delil yoktur.
  • C1. Öyleyse Tanrı inancını kabul etmek irrasyoneldir.

Bu argüman yapısında ilk öncül (P1) bazı zihinsel sorumluluklarımız olduğunu kabul etmek anlamına gelir ki, normatifliğin yattığı yer de tam olarak burasıdır. Eğer belli türden önermeler ve inançlar için delilimiz yoksa onlara (önerme ve inançlara) inanma sorumluluğumuz olmadığı iddiası gün yüzüne çıkar. Bu kabul, normatiflik sınırımızı davranışlarımızdan, inançlarımıza ve önermelerimize doğru genişletme anlamı taşır. Böylece sorumluluklar sadece davranış değil, inanç ve önermeler için de gerekli bir hal olarak görünür. Peki delilciler haklıysa böylesi normatif bir içerik ve sorumluluk bize delil ile desteklenen kesin inançlara sahip olmamız ve böyle önermeleri savunmamız gerektiğini de söylemez mi? Büyük oranda söyler gibi görünüyor; peki kesin olmayan önerme ve inançlarımız hakkında ne söyleyebiliriz? Bir yoruma göre kesin olmayan önerme ve inançlarımız ancak kesin olan önerme ve inançlara dayandığı sürece epistemik ve etik olarak makul olur. Yani ortada olan iddia tam olarak şunlardır;

  • “Bir inanç veya önerme ancak bir delile sahipse ya da kesin ise ona epistemik olarak inanma hakkımız vardır.”
  • “Kesin olmayan bir inanç veya önerme ancak kesin bir delile ya da inanca dayanıyorsa ona epistemik olarak inanma hakkımız vardır.”

Böylece delilci bir pozisyon veya bir ateist için (delilciler her zaman ateist olmak zorunda değildir) karşı argüman şu halde görünür:

  • Teistler, delil olmaksızın bir inanca sahip oldukları veya kesin olmayan bir inanca dayanan kesin inanç sahibi olduklarını iddia ettiklerinde, epistemik olarak zihinsel sorumluluklarını yerine getirmemektedirler. [3]

Bahsettiğimiz türden bir iddia ilk bakışta sahip olduğumuz inanç ve önermelerimizin bir delile sahip (veya delil olarak sayılabilecek bir temele sahip) olması gerektiği ya da o inancı terk etmemiz gerektiğini normatif olarak içeriyor gibi görünüyor. Peki iddia buysa, bu iddia için delil nedir? Bir reformcu epistemoloğun bu soruyu sormaya hakkı var gibi görünüyor. “Delilci itiraz sadece sahip olduğumuz teistik inançlara değil, bizzat kendisine de yönlendirilmelidir.” dersek, bu makul olmayan bir soru mu olur?

Delilci itiraza yönelik şöyle bir itiraz da mümkündür; eğer tüm inançlarımız ve sahip olduğumuz önermelerimiz için delil talebinde bulunmak zihinsel sorumluluğumuz ise sonsuza kadar giden bir delil talebinde bulunma yolu doğmaz mı? Bu yol pratik olarak mümkün olmamasına rağmen ısrarlı olarak savunulabilir mi?

En temelde konu şu şekilde de ele alınabilir; bireyler hayatlarında birçok inanca delil aramaksızın inanmaya ya da önermeleri kabul etmeye eğilimlidir, hatta çoğunlukla böyle davranırlar. Örneğin insanların çoğu dünyanın ve dış gerçekliğin var olduğuna, diğer insanların zihinlerinin bulunduğuna bir delil olmaksızın inanır. Pratik hayatın çok daha içinden örnekler de verebiliriz; çoğu insan anne ve babasına DNA testi yapmaksızın biyolojik olarak onların çocuğu olduğuna inanır. Öğretmenimin diplomasını görmeyi talep etmeksizin bir üniversiteden mezun olduğunu kabul ederek derslere girerim. Belli türden inanç ve önermelere sahip olmak için ilk etapta delil aramaksızın sahip olduğum böylesi inanç ve önermeleri kabul ediyorsam, Tanrı inancı da bir delil olmaksızın ilk etapta kabul edilerek tartışmaya girebileceğimiz bir inanç olamaz mı? Plantinga’nın hedefi biraz daha ilerici görünüyor, evrenin gerçek olduğu ve diğer insanların düşünebilen varlıklar olduğunu delil olmaksızın kabul ederek belli türden başka inanç ve önermelere sahip olabiliyor ya da onları dedüktif olarak elde edebiliyorum. Evrenin gerçek olması veya diğer insanların düşünebilen varlıklar olmasına yönelik inancıma, bir delil aramaksızın onları temel olarak kabul ettiğim açık gibi duruyor; öyleyse bunlara “temel inanç” (basic belief) diyelim. Temel inanç delil aramaksızın var olan ve diğer inançlarıma temel olabilen önerme ve inançlarımdır; peki entelektüel olarak inançlı teistlerin de Tanrı inancını ‘temel inanç’ olarak kabul ederek tartışmaya girmeye hakları yok mudur? Eğer bunun için delil sunmalarını talep ediyorsak evrenin var olduğunu kabul edip fiziksel araştırmalar yapan bir fizikçiden evrenin var olduğuna yönelik temel inancı için ondan neden delil talep etmiyoruz? Ortada entelektüel bir iki yüzlülük mü var?

Özetlersek; hepimizin algı ve hafızaya dayanan, ancak diğer inançlara dayandırmadığımız birtakım temel inançları vardır. Benzer bir şekilde diğer zihinlerin varlığı, duyularımızın güvenilirliği ya da dış dünyanın var olduğu gibi inançlarımız da temel inançlar kategorisine alınabilir.

Belki Tanrı inancını da benzer bir şekilde, diğer inançlara ve argümanlara dayanmasının gerekmemesi anlamında, bir temel inanç olarak almak makuldür. Şimdi eleştirmen şu soruyu sorabilir; nelerin temel inanç olduğunun bir ölçüt ve sınırı var mı? Temel inançların verili bir listesi mümkün mü?

 

Plantinga böylesi bir eleştiriye, bazı şeylerin temel inanç olarak kabul edilemeyeceğini anlayabileceğimizi ve bir temel inanç kriterine ihtiyacımız olmaksızın nelerin temel inanç olabileceğini bilebileceğimizi söyleyecektir. Örneğin, “nerta lduçoka yii niasn” ifadesi herhangi temel inanç olma kriterine sahip olmaksızın temel inanç kategorisine almayabileceğimiz bir ifadedir. Diğer yandan Plantinga’nın reformcu epistemolojisi için birkaç önerme sıralayabiliriz;

  • Plantinga’nın görüşü temel inanç kriterlerimizin çok sıkı kriterler olmaları gerektiğini ve sadece kendiliğinden apaçık şeylere dair inançlarımızın temel inançlar olabileceğini iddia eden klasik temelselciliği (classical foundationalism) eleştirir.
  • “Temel inanç” kriterlerini gevşetmek gerekir. Plantinga temel inançların çürütenlere (İng: defeaters) sahip olmamaları gerektiğini söylemekle beraber temel inançları sistematik bir şekilde tespit edebileceğimiz bir yöntem sunmaz.
  • Böyle bir yöntemin olmaması bu görüşün bir meziyeti olarak görülebilir.

Reformcu epistemoloji yanlıları delil itirazını eleştirirken, bizzat reformcu epistemolojiye şu itiraz yöneltilebilir; “Tanrı vardır.” inancının temel inanç kategorisine neden alalım? Böylesi bir temel inanç ciddi gerekçelendirmeler talep etmeyi gerektirmez mi? Ayrıca tartışmalı felsefi konulardaki inançlarımızın temel inançlar olamayacakları, bu nedenle onlar lehinde gerekçelere sahip olmamız gerektiği söylenebilir. Bu eleştiriler nihai olarak tartışmaları sonlandırmasa da anlamlı sonuçlara varmamızı sağlayabilir. Ancak eleştirmenin unutmaması gereken birşey var ki, hem temelselcilik hem de reformcu epistemoloji sonsuza dek delil talep etme (döngüsellik-regress) ve gerekçelendirmeyi ne ile gerekçelendireceğimiz türündeki problemlerin muhatabı değildir gibi duruyor.

Reformcu Epistemoloji’yi daha iyi kavramın en iyi yollarından biri belki de ona taban tabana zıt görünen Doğallaştırılmış Epistemoloji’ye odaklanmak olabilir. Öyle ki çoğunlukla teistler söz konusu ilk epistemik yaklaşıma, çoğunlukla ateistler söz konusu ikinci epistemik yaklaşıma sempati ile bakıyor gibi görünüyor. 

Kaynakça:

https://plato.stanford.edu/entries/religion-epistemology/

[1] Plantinga A., “Reformed Epistemology”, A Companion to Philosophy of Religion, Philip L. Quinn and Charles Taliaferro (ed.), Blackwell Publishing: Malden, 2004, s.383.

[2] Batak K., Tanrı’yı Bilmek, “Alvin Plantinga’nın Din Felsefesinde Tanrı ve Epistemoloji”, İz Yayıncılık, İstanbul, 2015, s.95

Ankara Üniversitesi Coğrafya Bölümü’nü bitirdi, Felsefe master eğitimine ise ara verdi. Etik, epistemoloji, din felsefesi ve metafelsefe ile ilgilenir. Evli olup öğretmenlik mesleğine devam etmektedir.   

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Ateizm ve Agnostisizm (Stanford Encyclopedia of Philosophy) – Paul Draper

Sonraki Gönderi

Süleymani’yi Öldürmek Doğru muydu? – Peter Singer

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü