Rousseau’nun İnsan Doğası Üzerine Yaklaşımı: “Amour de soi” ve “Amour propre” – Corey McCabe

/
653 Okunma
Okunma süresi: 8 Dakika

Jean-Jacques Rousseau (1712-1778) insanlığın doğal halini (devletler kurulmadan önceki halini) insanlığa ‘’en uygun’’ hal olarak gören İsviçreli bir filozoftu [1]. Yaşamı boyunca çağdaşları ile girdiği tartışmalarda insanın özünde iyi olduğunu ancak toplum içinde yozlaştığını savundu.

Rousseau’nun felsefesindeki baş amacı, toplum olgusunun insanın iyi doğasını nasıl yozlaştırdığını tespit etmekti. Bu yazıda Rousseau’nun konu hakkında neyin yanlış gittiğine dair açıklamasına ve sunduğu çözüme odaklanacağız.

1. Doğal Halinde İnsanlık

Rousseau’dan evvel, Thomas Hobbes (1588-1679) insanın doğal halinin özünde kötücül olduğunu öne sürdü. Hobbes; polis, mahkemeler ve diğer otoritelerin yokluğunda yaşamın ‘’yalnız, fakir, kirli, yabani ve kısa’’ [2] olacağını düşünüyordu.

Hobbes, şiddetin insan doğasının kaçınılmaz bir sonucu olduğuna inanıyordu: insanlar asla sadece birtakım ihtiyaçlarını karşılamak için değil, ‘’her türlü güce karşı bitmez tükenmez, yalnızca ölüm ile sonlanan bir ihtiras’’ içinde yaşıyorlardı [3]. Bu güç arzusu, başkalarının üstünde bir egemenlik kurmak arzusu kaçınılmaz bir şekilde birtakım çatışmalarla sonuçlanıyordu [4]. Bu bağlamda Hobbes, devletlerin bahsedilen kötücül doğayı engellemek üzere kurulduğunu öne sürüyordu.

Rousseau’nun insan doğası ve doğaya ilişkin görüşleri ise tam tersiydi. İnsanların doğal halini motive eden şeyin amour de soi olarak isimlendirdiği ‘’kendilik sevgisi’’ olduğunu düşünüyordu. Bunun anlamı ise ilk olarak yemek, uyumak ve üremek gibi eylemler için, türümüzün devamı için yaşadığımızdı [5]. Bu kadar küçük arzulara sahip insanlar ise ihtiyaçlarını şiddet gibi olgulara başvurmadan giderebilir [6], Hobbes’un düşündüğü gibi ‘’herkesin herkese karşı olduğu’’ [7] bir hayatın aksine barış ve huzur içinde bir hayat yaşanabilirdi.

2. Hata Neredeydi?

Her ne kadar Hobbes’un insanın doğasına ilişkin görüşü tecrübelerimizle daha uyuşuyor gözükse de Rousseau insanların her zaman bencil ve çatışmaya meyilli olmadığını düşünüyordu.

Rousseau, özünde iyi olan doğamızın bozulmasına sebep olan şeyin ise toplum kavramının gelişmesi olduğunu öne sürdü. Toplumda gösteriş ve kendimize yönelik övgüler konusunda takıntılı bir hale geliyorduk. Bu ise Hobbes’un bahsettiği gibi doğamızın bir yansıması olmaktan ziyade onun yozlaşmış bir halinin temsiliydi.

İnsanın motivasyonu neden değişti?

Rousseau, bu değişimi tarihin mitolojik bir yorumuyla açıkladı. Ona göre insanlar ailelerden daha büyük gruplar halinde yaşamaya başladıkça fark edilmek, saygı görmek gibi faktörler önemli bir hale geldi [8]. Kitle içerisindeki en iyi anlatıcı veya dansçı olmak gibi unsurlar toplum içinde arzulanan bir konuma geldi ve bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak insanlar sadece yaşamayı devam ettirmek yerine arzulamayı da hayatlarının bir parçası haline getirdiler [9]. Rousseau tam olarak bu faktörlerin ‘’eşitsizliğe ve kötülüğe doğru ilk adımlar’’ olduğunu düşünüyordu [10].

Toplumun gelişmesiyle insanın hareketlerini etkileyen yeni bir faktör ortaya çıktı: amour propre[11].  Kişinin yaşamının sürdürülmesini merkeze alan amour de soi’nin aksine, amour propre bireyin karşılaştırmalar sonucu oluşan bağıl değerini öne çıkarıyordu. Tabiatı gereği rekabetçi olan bu kavram, fark edilme ve öne çıkma isteğinden ileri geliyordu. Bunun sonunda kaçınılmaz olarak şu acı gerçek ortaya çıkıyordu: hepimiz en iyi dansçı olamazdık [12].

Rousseau’nun amour propre kavramı ilk bakışta kendine sevginin patolojik bir biçimi gibi görülebilir ancak Rousseau bunun kaçınılmaz bir şekilde zararlı olduğunu düşünmüyordu [13].  Ona göre amour propre kendimiz için yaşamayı bırakıp başkaları için yaşar olduğumuz zaman zararlı bir hale geliyordu [14].  Toplum; yalnızca ihtiyaçlarımızı için basit bir şekilde yaşamamızı engelliyor, bunun yerine bizi rekabet ve bölünmeye itiyordu. Kaçınılmaz bir sonuç olarak kendi doğal dürtülerimize yabancılaşıyorduk ve başkalarıyla samimi ilişkiler kurmamız daha da zorlaşıyordu [15]. Daha da kötüsü, bu rekabet bizleri başkalarına üstünlük kurmaya itiyordu [16].

Bu aşırılığın modern bir örneği sosyal medya olarak görülebilir. Sürekli sosyal medyayı kullanıyor olmanın sağlıksız kabul edilmesine karşın bunu bilinçsiz bir şekilde yapmaya devam ediyoruz. Çoğu insan, kendi ruhsal sağlıkları pahasına, olumlu yanıtlar, beğeniler almak için sürekli kendilerinin en iyi versiyonunu insanlara sunuyor.

3. Ne Yapılabilir?

Rousseau, ilk olarak bahsettiği, insanın doğal haline dönmenin artık mümkün olmadığını düşünüyordu [17]. Bunun yerine çözüm amour propre’nin oluşturduğu tehlikeleri, toplumu yeniden şekillendirerek düzeltmekten geçiyordu [18] ve bu iki aşamalı bir çözümdü.

İlk olarak kendine sevginin sağlıklı versiyonu birey bazında çevremizdekilere uygulanmalı ve sonunda vatandaşlar arası bağları güçlendirmeliydi [19].

İkinci olarak ise vatandaş ve devlet arasındaki ilişki yeniden yapılandırılmalıydı [20]. Rousseau, devletin ana amacının birey ve otorite arasındaki çatışmanın kontrol edilmesi olduğunu düşünüyordu [21]. Bunun ‘’genel irade’’ adını verdiği toplumdaki kişilerin ilgilerinin kolektif bir temsiliyle çözülebileceğini öne sürmüştü [22].

Genel irade kavramı, insanların yönetildikleri kuralların altında bir bütün olmasını gerektiriyordu. Aksi takdirde insanların egemen gücün kurallarına ‘’bağlanıp itaat etmesi’’ mümkün değildi [23]. Rousseau’ya göre politik kurallar grubun tüm üyelerinin görüşlerini içermedikçe geçerli olamazdı.

Genel iradenin varlığında bireyler kendi arzularının topluluğun bir parçası olduğunu görecek ve toplumun geri kalanının refahı arttıkça bireyin de refahı artacaktır. Durum böyle olduğunda amour propre yıkıcı olmayacaktır, artık kişi kendi iyiliği için başkalarının iyiliğini de düşünmek durumundadır.

4. Sonuç

Çoğu çağdaşının aksine Rousseau, devletin oluşumundan önceki hayatın insana en uygun olduğunu düşündü. Doğal halimiz oldukça iyiydi ve toplumun inşası kaçınılmaz olarak kişilerin kendilerine ve başkalarına yaklaşımlarını değiştirdi.

Dahası Rousseau, tanınmışlık dürtüsüyle birleşmekten ziyade arzuların, toplumun bireyin ihtiyaçlarını karşılayacak bir şekilde şekillendirilebileceğini söylüyordu; arzuların bu şekilde olduğu bir toplumda tüm kibrimizden arınmış ve ahenk içinde bir hayat yaşayabilirdik.


Notlar

  • [1] Rousseau (1755/2002), 105.
  • [2] Hobbes (1651/1962), Ch. 13 Section 9. İnsan doğası hakkında Hobbes ve diğer filozofların tartışmasının daha detaylı görmek için bu kaynağa bakabilirsiniz: Toplamsal Sözleşme Teorisi – David Antonini.
  • [3] Hobbes (1651/1962), Ch. 11 Section 2.  Daha açıkça belirtmek adına, Hobbes bu tip bir şiddetin kaçınılmaz bir şekilde insan doğasından kaynaklandığını düşünmedi. Bunun yerine doğal halimizin bizleri ileride etkilerini gösterecek kendini korumak refleksi olarak oluşmuş bir korku ve rekabet içine yerleştirdiğini söylüyordu. Rousseau ise tam tersini düşündü.
  • [4] Hobbes (1651/1962), Ch. 11 Section 3: “Zenginlerin, onurun, komutanın ve diğer güç kaynaklarının çekişmesi rekabet, düşmanlık ve savaşla sonuçlandı.’’
  • [5] Rousseau (1755/2002), 97, note O.
  • [6] Rousseau (1755/2002), 97, note O.
  • [7] Hobbes (1651/1962), Ch. 13 Section 8.
  • [8] Rousseau (1755/2002), 118.
  • [9] Rousseau (1755/2002), 118.
  • [10] Rousseau (1755/2002), 118.
  • [11] Hem amour de soi hem de amour propre kavramları kendilik sevgisi, ufak anlam kaymlarıyla kendine sevgi olarak çevirilebilir. Amour propre bazen bencillik olarak çevrilir ancak bu çeviri Rousseau’nun görüşünü ifade etmek açısından oldukça risklidir. Bu yüzden terimler orijinal dilinde verilmiştir. Kavramları çevirmenin zorluğu ve yetersizliği üzerine daha detaylı bilgi için bu kaynağa bakabilirsiniz: Dent (1989)
  • [12] Ve birisi arzuladığı prestiji kazandığı zaman geriye tatmin olunacak ufak bir şey kalır:’’kaybetmek[arzu nesnelerini] bir talihsizlikti, onları gerçekleştirmekse bir mutluluk vermedi.’’ Rousseau (1755/2002), 117.
  • [13] ‘‘Amour-propre, kendinde veya göreceli olarak bizim için iyi ve kullanışlı… Sadece ona atfettiğimiz anlamlar ve kullanım şeklimizle iyi veya kötü oluyor. (Rousseau 1921, 92). Bu kaynağa daha detaylı bir tartışma için bakabilirsiniz: Dent (1989) and Dent and O’Hagan (1998).
  • [14] Rousseau (1762/1921), 40–41.
  • [15] Bertram (2020), 2.
  • [16] See Dent (1989), 56–58, 60.
  • [17] En azından toplum doğamızı zayıflattığı için doğada uaşamaya uygun olmadık. Rousseau (1755/2002), 90.
  • [18] Karl Marx gibi ileriki tarihlerde olan sosyalist düşünürler ile Rousseau arasındaki bağlantı burada çok bariz.  Daha fazla detay için: Karl Marx’ın Yabancılaşma Anlayışı – Dan Lowe.
  • [19] Dent (1989), 127.
  • [20] İkincil olarak, birey toplumdaki diğer bireylerle olan bağlantısını görmeli. Bu ise diğer kişileri bir düşman gibi görmekten ziyade dost gibi görmekten geçer. En yakınımzdaki kişiler için beslediğimiz sevgiyi daha büyük bir kitleye genişletiriz(Dent [1989], 143). Diğerlerinin varlığını ve ihtiyaçlarını tanır, saygı gösteririz.
  • [21] Bertram (2020), 3. Bu gerilim modern toplumdaki ihtiyaçlarımızın doğal halimizdeki ihtiyaçlarımıza kıyasla çok daha karmaşık olduğu söylenilerek abartılı bir şekilde dile getirildi.
  • [22] Bertram (2020), 3, 3.1.
  • [23] Dent (1989), 172.

Referanslar


Corey McCabe – “Rousseau on Human Nature: “Amour de soi” and “Amour propre”, (Erişim Tarihi: 03.02.2024)

Çevirmen: Çağan Okur

Çeviri Editörü: Beyza Nur Doğan

Öncül Analitik Felsefe Dergisi, 19 Ocak 2018 tarihinde kuruldu. Sunum, söyleşi, makale, çeviri, canlı yayın gibi içerikler üreterek Analitik Felsefe’ye dair Türkçe veritabanını genişletmeye devam ediyor.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Uyuyan Güzel Problemi – Daniel Peterson

Sonraki Gönderi

İşkence ile Sorgulama Neden Etkili Bir Suçluluk Testiydi? – Peter T. Leeson

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü