Doğayı İşlevsel Olarak Düşünebilir miyiz? Bilinç ve Qualia Problemlerine Dair Felsefi İncelemeler – Özgürcan Şenbayrak

‘’Felsefenin amacı düşüncelerin mantıksal açıklığıdır. Felsefe bir öğreti değil, bir etkinliktir. Felsefe yapıtı, özünde, açımlamalardan oluşur. Felsefenin sonucu, ‘’felsefe tümceleri’’ değil, tümcelerin açık hale gelmesidir. Felsefe, başka türlü sanki bulanık ve kaypak olan düşünceleri, açık kılmalı, keskin olarak sınırlamalıdır.’’ (Ludwig Wittgenstein) ([1])

//
1374 Okunma
Okunma süresi: 36 Dakika

1. Giriş: Temel Düşünceleri Açıklama ve Felsefi İncelemeler

Makale boyunca inceleyeceğim bilinç ve qualia problemlerini tarihsel açıdan -elbette basit örneklerini- insanın ilk ruhani eylemleri/ayinleri gerçekleştirdiğini gözlemlediğimiz neolitik döneme kadar götürmek mümkündür. İnsan doğal olarak nasıl var olduğunu, bilincinin ve düşünmenin ne demek olduğunu asırlar boyunca merak etmiş ve bunu açıklamak adına belirli fikirler üretmiştir. Fakat meselenin felsefi anlamda en belirgin ve sistematik boyutuna Descartes’ta rastlamak mümkündür. O düşüncemizin, düşünen varlık olmamızın bedenimizden ayrı olarak düşünebileceğimiz bir şey olduğunu -aslında bir benzeri Platon’da olsa da- yani mantıksal açıdan düşüncenin bedenle (‘fiziksel process’ler/süreçler ile) zorunlu bir bağının olmadığını öne sürmüştür. Meşhur ‘düşünüyorum, öyleyse varım’ önermesinin öncülü varlığımın kesinliğinin ancak düşünen bir varlık olmama dayandığı takdirde mümkün olmasıdır. Zira diğer türlü düşünen varlık olmamdan ve düşüncemden şüphe edemiyor oluşumdan başka neyi anlayabilirim? Daha açık olmak gerekirse Descartes, özet olarak, şöyle bir yol izlemiştir;

  • 1. Felsefi anlamda gerçeği büsbütün anlayabilmem için -gerçeği bilip bilemeyeceğimi de bilmiyorum- öncelikle bildiğim doğrulardan -hangisi doğru bilemeyeceğim için hepsinden- şüphe etmem gerekir.
  • 2. Geriye şüphe etmemin mantıksal açıdan mümkün olmadığı -şüphe edersem çelişkiye düşeceğim- tek bir şey kalıyor: Şüphe etme eyleminin kendisi. Bundan şüphe etmenin mümkün olmadığını görüyorum.
  • 3. Şüphe etmenin kendisinden şüphe edemediğim için tüm bilgimi buna dayandırabilirim. Bu açık bir bilgidir.
  • 4. Şüphe etmek aslında bir düşünme şeklidir, düşündüğüm zaman şüphe ederim: şüphe ettiğim zaman düşünmüş olurum. O halde düşüncemden, düşünüyor oluşumdan, şüphe edemediğimi görürüm. Düşüncemden şüphe edersem bu da bir nevi şüphe etmekten şüphe etmek gibi olacaktır.
  • 5. O halde düşünüyor oluşumdan şüphe edemem. Ben ‘düşünüyorum.’
  • 6. ”Ama öyle ise ben neyim? Düşünen bir nesne. Düşünen bir nesne nedir? Düşünen bir nesne: Kuşkulanan, anlayan, kavrayan, onaylayan, yadsıyan, isteyen, istemeyen, tasarlayan ve duyan bir nesnedir.” (Réne Descartes) ([2])
  • 7. ‘’Ancak aynı biçimde tüm bu şeylerin gerçeğinden kuşkulanırken var olmadığımızı varsayamayız. Çünkü düşünen nesnelerin, düşünürken gerçekten var olmadığını kavramak bize o denli aykırı geliyor ki, en şaşılası varsayımlara karşın şu ”düşünüyorum, o halde varım” sonucunun doğru olduğuna ve bunun, düşüncelerini bir sıra içinde yönlendiren ve yöneten bir kimseye doğru görünen ilk doğru sonuç olduğuna inanmaktan kendimizi alıkoyamıyoruz.’’ ([3])
  • 8. ‘’Bundan sonra ruh ile beden arasındaki ayrılığı da biliyoruz. Bu bakış açısının ruhun doğası ya da özünü ve onun bedenden büsbütün apayrı bir töz olduğunu bilmek için seçebildiğimiz en iyi bakış açısı olduğunu da sanıyorum. Çünkü düşüncemiz dışında gerçekten bulunan ya da var olan başka hiçbir şeyin olmadığına inandığımız bu anda, ne olduğumuzu incelediğimizde, var olmak için ne uzama ne şekle ne bir yerde olmaya ve ne de bedene verilen bu türden başka bir şeye gereksinimimiz olmadığını ve sadece düşündüğümüz için var olduğumuzu açıkça biliyoruz. Dolayısıyla ruhumuz ya da düşüncemizden edindiğimiz kavram bedenden edindiğimizden önce gelir. Çünkü dünyada herhangi bir varlığın bulunduğundan kuşkulanmamıza karşın, şunu biliyoruz ki, biz o an düşünüyoruz.’’ ([4])

İşte Descartes bu tarz sistematik Kartezyen bir şüphe ile Kartezyen düalizme varıyor. Böylece septik düşünceyi büsbütün gerçeği inkâr için değil ona götürücü bir yol olarak kullanmış oluyor. Pyrrhon gibi şüphecilerse her şeyden şüphe etme noktasında takılı kalmışlardı, çünkü onlar mantık ve matematikten de şüphe ettiler. Descartes kısmen matematikten bile şüphe etmiş olsa da insan zihninin temel düşünme şeklini ifade ettiğimiz mantıksal doğruluğu hiçbir zaman reddetmiyor. En azından çelişmezlik ilkesini reddetmiyor; bu yüzden bilgisini bir p önermesi ile ~p önermesinin bir arada olamamasına dayandırmış oluyor. Aynı anda hem düşünüp hem düşündüğünüzden şüphe edemezsiniz çünkü düşünüyorsunuz. Hem düşünüp hem düşünmemek bir arada olamaz. Buradan çıkarılacak ikinci şeyse ‘bedensiz zihinler’ düşünebilmemin mantıksal açıdan mümkün olmasıdır; yukarıda Descartes’ın yolunu işlerken sekiz rakamı ile ifade ettiğim kısımdaki alıntı da bunu destekler niteliktedir. Dolayısıyla Descartes bir qualia problemi yaratarak bilincimin/zihnimin/benliğimin bedenim, fiziksel varlığım ile zorunlu bir bağı olmadığını bu ikisinin farklı tözler olduğunu dile getirmiş oluyor. Fakat bu görüş sadece ikisinin arasında mantıksal bir zorunluluk olmadığını gösterir, başka bir şeyi değil. Bu durum doğayı açıklamaz ya da bilincin gerçekten bedenden bağımsız bir şey olduğunu ontolojik olarak ispatlamaz. Aradaki mantıksal zorunluluk ilişkisiyle doğadaki bilinç içeriği iki ayrı şeylerdir. Bu durumu açıklamak adına felsefede varlık türlerini ya da belirli durumları ikiye ayırarak -Zorunlu ve Mümkün/Olumsal Varlık- şunu söyleyebiliriz: Örneğin Yasa kavramı zorunludur -burada doğa yasalarını kast ediyorum- çünkü Yasa olmayan Yasa ile tasarlanmamış bir oluşum, başka bir evren ya da mümkün evrenlerin herhangi birisinde Yasa’sız oluşmuş bir yapı düşünemem. Her mümkün evren bir Yasa’ya göre olur. Fakat X yasası zorunlu değildir, örneğin evrim yasasıyla oluşmamış bir canlılığın mümkün olduğu başka bir evren düşünebilirim; termodinamik ilkelerinin farklı çalıştığı bir evren düşünebilirim; kuantum garipliklerinin olmadığı başka bir evren düşünebilirim. Bu bakımdan Kartezyen düalizmde olduğu gibi mümkün evrenler semantiğiyle de yalnızca mantıksal olarak zorunlu olan/olmayan şeyleri ve metafizik imkanları/zorunlulukları düşünebilirim. Fakat bu bana doğal içerikleri, içinde bulunduğum dünyanın yapılarını açıklamaz. Bu bana bilimsel bir içerik vermez; bu bana gözlemlediğim dünya hakkında hiçbir şey söylemez. Bu yüzden mantıksal zorunluluklardan, Kartezyen düalizmden ya da mümkün evrenler semantiğinden yola çıkarak bilincin bedenden/beyinden ayrı bir oluşum olduğunu gösteremem. Bu ikisi birbiriyle alakasız şeylerdir. Mantıksal olarak zorunlu olmayan evrim bugün canlılığı açıklamada kullanılıyor mesela; evrim mantıksal olarak zorunlu olmadığı için yaşamı açıklamıyor ya da evrim yoktur diyemeyiz. Yalnızca evrim ve canlılık kavramları ya da durumları arasında mantıksal bir zorunluluk yoktur deriz, başka evrende canlılık başka türlü de oluşabiliriz deriz. Fakat bu bize bilimsel ya da içinde yaşadığım doğaya dair hiçbir bilgi vermez. Buna bakarak evrim canlılığı açıklamıyor diyemeyeceğimiz gibi beynin fiziksel süreçleri bilinci açıklayamaz da diyemeyiz. Yalnızca mantıksal açıdan zorunlu bir bağ yok diyebiliriz. Mantıksal zorunluluk mantıksal zorunluluktur, Doğa da Doğa’dır. Mantık Doğa değildir. Peki, mantık doğayla çelişir mi? İkisi farklı şeyler olduğu için gerçek bir çelişme olmasa da kimi durumlarda mantıksal doğruluğa uymaz- tersi bir durum gözleriz doğada, kimi durumlarda da uyan yapılar gözlemleriz. Yani mantık bize biçimin bilgisini verir, içerikleri deneyimle- gözlemle ya da bilimle biliriz. Mantık bize X ile Y’nin X ile Y olduğunu ve birbirleri arasındaki ilişkilerin nasıl olabileceğini gösterir ama X ile Y’nin içeriği şudur ya da şu değildir demez. Mantık bize İnsan denen canlının nasıl yürüdüğünü, beyniyle düşünüp düşünmediğini; düşünmenin ne demek olduğunu ne şartlarda düşünmenin düşünmek olduğunu söylemez yalnızca İnsanın İnsan olmaktan başka şey olmadığını, Hayvandan şu şekilde ayrıldığının biçimsel bilgisini verir. Mantık ne der? Çelişmezlik ve özdeşlik ilkesi üzerinden bir örnek verelim;

İnsan (X), insandır (X’tir)
o halde insan olmayan (~X) olamaz.

Hayvan(Y), hayvandır (Y’dir)
o halde hayvan olmayan(~Y) olamaz.

İnek adlı hayvanın dört bacağı vardır (Mantık bunu söylemez), İnsan yürür (Mantık bunu söylemez), Evrim canlılığı açıklıyor (Mantık bunu söylemez), İnsan düşünüyor (Mantık bunu söylemez), Sinirli insan olmak kişiye zarar verebilir (Mantık bunu söylemez), Bilinç ile beyin birbirlerinden farklı içeriklerdir ya da ayrı içerikleri ifade ederler. (Mantık bunu söylemez).

Mantığa konu olan önermeler biçimsel önermelerdir, mantık bir şeyin içeriğine dair konuşacaksa önce o şeyi bilmemiz gerekir. Mantık doğru düşünmenin biçimleridir ya da biçimlerin doğru düşünülüşüdür, doğanın içeriği değil. Mesela denilse ki; ‘’Fiziksel processler/beyin ile bilinç aynı şey değildir: birbirlerini kapsamaz ya da göstermezler tıpkı bir kameraya görüyor diyemeyeceğimiz gibi.’’ Bu kişiye şöyle söylemek hakkımızdır: “Evrim örneğinde olduğu gibi, bu da mantıksal zorunluluk değil, ama yaşamı açıklamıyor mu? Tıpkı buna benzer bir şekilde fiziksel processler/beyin ile bilinci, sırf mantıksal olarak zorunlu değil diye, ayrı göremezsin, buna hakkın yoktur. Mantıksal olarak zorunlu görmezsen de bu bize hiçbir yeni bilgi sunmaz. Bize hiçbir şey söylemez, yani birbirlerinden gerçek anlamda ayrı olduğunu göstermez. Kamera görüyor diyen kimse yok çünkü kamera basit bir girdi-çıktı mekanizmasıdır; görmek ise zihinsel bir içeriktir. Görme olması için zihin olması gerekir. İnsanda zihin olduğuna göre bu zihinle görmeyi neden açıklamayayım? Zihin ya da beyin basit bir girdi-çıktı işlemini ifade etmez. Bunları mantıksal bir zorunlulukla açıklamaya çalışırsan ve mantıksal ilişkilerle konuyu aydınlatabileceğini düşünüyorsan görme ve bilinci açıklayamaman normal. Çünkü sadece mantıkla yaşamı da evrimi de doğayı da açıklayamazsın.”

Bu yüzden şöyle diyorum; Görebildiğimiz dünya ya da doğa bir mantıksal yapılar bütünü değildir, aksine o denli farklılaşmış iç dinamikleri vardır ki bu dünyanın, yalnızca kendi yapısal bütünlüğünü inşa eden- bununla kendisini anladığımız işlev mekanizmaları ile açıklanabilir. Dünya bir mantıksal dizge dünyası değildir, yapısal bir işlev sistemidir dünya.

Mümkün dünyalar semantiğine tekrar dönelim; bu semantik yalnızca Kartezyen düalizm için değil başka düalist ya da idealist diyebileceğim türden felsefeciler tarafından bilinç ile beyin arasındaki ilişkinin doğasını ortaya koymak için kullanılmaktadır. Yanlış anlaşılmak istemem, bu semantiği yalnızca idealistler kullanır demiyorum; ‘genellikle’ idealistler bu amaçla kullanıyor diyorum. Ayrıca Kartezyen düalizm kurulduğunda elbette ortada böyle bir semantik yoktu, fakat Descartes da bunun ‘benzeri’ bir mantıksal yapı kullanıyor. Bunun için yukarıda Descartes’ı özetlerken 8 numaralı kısımda paylaşmış olduğum alıntıya tekrar bakabilirsiniz. Eğer ben bedensiz zihin düşünebiliyorsam bu mantıksal açıdan mümkündür. Mümkün evrenler semantiği buna ek olarak ‘mümkün dünyalarda olası ve imkanlı olan’ önermesini ekleyerek bize ayrıca metafiziksel imkanları ve zorunlulukları göstermeye çalışıyor. Bu semantik bu noktaları belirleme noktasında faydalı olsa da ki bu semantik modal mantıktan beslenmektedir, bize doğayı açıklamaz. İçinde yaşadığımız evreni anlamakta örneğin belirli zombiler varsayıp bunu ‘gerçek olarak ele almak’ hususunda kullanılmamalıdır. Bu durum mümkün dünyalar semantiğini yanlış kılmaz elbette, aksine bu semantiğin yanlış anlaşıldığını ve yerli yersiz kullanıldığını gösterir. Zombi ve qualia sorunlarını inkâr eden birisi değilim elbette, ama bu sorunların mantıksal ve metafiziksel sorunlar olduğunu düşündüğüm için şu an yaşadığımız ‘doğal bir problem olan’ bilinç deneyimini açıklamadıklarını ve bilincin beyinden ayrı bir şey olduğunu gösteremeyeceğini söylüyorum.

2. Duck Test (Ördek Testi)

Ördek gibi yürüyen, ördek gibi yüzen ve ördek gibi kuvak sesi çıkaran bir kuş gördüğümde bu kuşu ördek olarak tanımlıyorum.” (James Whitcomb Riley) ([5])

Zombi Adam argümanına girmeden önce bu argümanı nasıl aydınlatabileceğimizi anlamak adına ilginç bir şekilde Duck Test (Ördek Testi) uygulamak gerektiğini düşünüyorum. Fakat Duck Test’i geliştirelim; yalnızca ördek gibi yüzmek, ördek gibi yürümek ve ördek gibi ses çıkarmak şeklinde anlamayalım ya da bu testin anlamını bununla sınırlı görmeyelim. Benim geliştirdiğim şekliyle şu şekilde anlayalım: Bir şey kendisine ait özelliklere- işlevlere nazaran o şey olur ve hiçbir şekilde ne olduğu hakkında bilgi sahibi olmadığımız bir nesneyi ya da durumu anlamaya çalışırken o durumun işlevlerine ve özelliklerine bakmalıyız. Şöyle özetleyebiliriz: Bir şey ördeğe benziyor, örnek gibi ses çıkarıyor, ördek gibi yüzüyor, ördek gibi kanat çırpıyor ve ördek gibi uçuyor ise- özetle her davranışında bir ördek gibi davranışlar sergiliyorsa; yani ördeğin işlevlerine sahipse o şey ördektir.

Duck Test genellikle mizah konusu olsa ve alaya alınsa da eğer doğru anlaşılırsa aslında çok kullanışlı bir testtir. Örneğin Douglas Adams Duck Test hakkında şunu söylemiştir:

Bir şey ördek gibi görünüyor, ördek gibi ‘kuvak’ sesi çıkarıyorsa en azından elimizde Anatidae ailesine dahil küçük bir su kuşu olduğu ihtimalini düşünmeliyiz. ([6])

Douglas Adams elbette daha çok mizahi, bilim-kurgu türünde yazan birisi ama bu örneği dikkatimi çektiği için bunu tartışma zeminine aldım. Adams ördeğe benzer davranışlar sergileyen bir şeyin o şey ördek değilse bile en azından ördek ailesinden olduğunu söylüyor. Güzel bir bakış açısı, fakat eksik. Zira görünüş ve ses bakımından tıpkı o şekilde olan bir oyuncak ördek ya da yapay zekâ da mümkündür. Oyuncak bebek modeli eleştirimin yanlış olduğunu varsayacak olursam bile bir diğer eleştirim şu: Bir kuş ailesinde iki benzer kuş türü olsa bile -birinin ördek birinin kaz olduğunu düşünelim- birbirlerinden ayrıldığı noktalar vardır. Yani bu ikisi davranışsal ya da işlevsel açıdan tamamen özdeş değildirler.

Görsel 1: Ördek Olan Ördek Olmayan Şeması- Klasik Mantık ve Özdeşlik Örneği

Elbette -Douglas Adams’ın fikrine eleştiri dışında- bu testin kendisine karşı şöyle eleştiriler getirilebilir: Tamamıyla ördek gibi görünebilir ama ördeğin klonudur. Bu durumda bile bizim açımızdan sorun yok, klon da aslında ördekle mantıksal ve fiziksel olarak neredeyse özdeştir yani aslında bir nevi ördektir. Klon ördeğe mantıksal açıdan ‘ördek olmayan’ diyemeyiz. Klon olması onun farklı yollarla oluşturulmasından başka bir şeyi göstermez bize. Örneğin insanların klonlandığı filmler izlediğimiz zaman klonlara ‘’bunlar aslında insan değil, başka bir yaratık’’ diyemeyiz. İnsana davranışsal ve fiziksel ve aynı zamanda işlevsel olarak özdeş olduğu için klona da insan deriz. Klon onun sadece oluşturulma şeklini anlatır bize. Klon doğal yollarla değil, yapay yollarla -ör: teknoloji- ve genetik kopyalama ile bir canlı üretimidir. Bu bir ördek de olabilir, bir fil de bir insan da…

Ya da şöyle eleştirilebilir: O şey şişme ördektir. Bu anlamsız bir eleştiri olur, çünkü şişme ördek tam anlamıyla ördek gibi davranmaz. Çok bariz farkları vardır. Mesela ördek gibi kanatlarını açıp çırpmaz, ya da ördek gibi havada uçamaz- veya dikkatli bakıldığı zaman ördek olmadığı, ördeğe ciddi anlamda benzemediği anlaşılır.

Ördek testini irdelemeye devam edelim, bu testte açık bulursak uygulamayacağız; Ördek testini şu şekilde bir daha soralım: Ördek gibi ses çıkaran, ördek gibi yüzen, ördek gibi uçan, özetle her haliyle -hem de istisnasız her haliyle- bir ördek gibi davranan ama ördek olmayan bir şey mantıksal açıdan mümkün müdür? Olası bir evrende, her haliyle bir ördek gibi davranan ama şeytanın ürettiği otonom bir yaratık ve ördek olmayan(!) ama öyle davranan bir şey düşünebilirim, evet. Fakat bu da aslında ördektir. Çünkü bu ciddi anlamda şuna benziyor: Olası bir evrende bizim evrenimizde kendisine üçgen dediğimiz ama orada buna kare denilen bir üçgenimsi düşünebiliriz. Yani tanımları yer değiştirerek üçgene kare deyip, orada üçgen aslında üçgenimsi demiş oluyoruz. Eğer ‘ona kare üçgenimsi’ diyeceksek bile o kare üçgenimsi üç köşeliyse ve belirli özellikleri sağlıyorsa o şey zaten üçgendir. Bu örneğime şöyle bir eleştiri getirilebilir: İyi ama Tanrı’nın kare üçgen yaratamayacağı ya da böyle bir şey düşünülemeyeceği mantıksal olarak zorunlu bir önermedir, ördek öyle değildir. Evet, güzel eleştiri. Buna cevabım şu olacaktır; Ördeğin ördek olmayan şeklinde düşünülemeyeceği de mantıksal olarak zorunludur, nasıl ki kareye kare olmayan diyemiyoruz ördeğe de ördek olmayan diyemeyiz. Yani, yukarıdaki önerme zorunluysa, bununla özdeş olarak Tanrı ördek olmayan ördek de yaratamaz ya da böyle bir ördek düşünülemez önermesi de zorunludur. Bu anlamda her ikisi de zorunlu önermelerdir.

Bu iddiayı incelemeye devam edelim: Dikkat ederseniz, yukarıda klon eleştirisinden bahsetmiştim. Olası evrende ördeğimsi olarak farklı türden oluşmuş bir canlı o olası evrende zaten bir ördektir. Bu evrende klon gibi düşündüğümüzü, olası evrende klon değil de ördeğimsi olarak düşünüyoruz. Ama düşündüğümüz ve varsaydığımız tek bir kategori var burada: İşlev kategorisi. Bir şeye ördeğimsi ya da ördek klonu dedirten o şeyin işlevine atfettiğimiz tanımdır. Ördeğin işlevine sahip olursa o şeye ördek diyoruz, neden hiçbir sebep yokken sağduyudan uzaklaşıp aynı işleve sahip ama o şey olmayan bir şey düşünelim? Yani nihayetinde zaten, hepimiz doğal olarak ördek gibi davranışlar sergileyen, ördeğin işlevinde olan bir şeye ördek demiş oluyoruz. Klon ördek, ördek olmayan değildir. Ördek olmayan olmadığına göre doğal olarak ördektir. Şeytani üretim ördeğimsi ördek de ördek olmayan değildir. Şeytani üretim ördeğimsi ördek de klon ördek gibi düşünebilir. Klon ile şeytani üretim ördek arasında hiçbir fark yoktur: ikisi de aslında ördektir.

3. Zombi Adam Argümanı (Eksik Qualia)

Görsel 2: The Walking Dead – Pinterest

Bu noktada Zombi Adam argümanına dönelim. Bu argümanın, pek çok çeşidi olmakla birlikte, en temel iddiası şudur: Her şekilde insan gibi davranan (davranışsal özdeşlik) ya da insan gibi görünen (fiziksel özdeşlik) ya da insana ait olan özelliklere sahip (işlevsel özdeşlik) ama insan olmayan bilinçli bir canlıyı mantıksal açıdan düşünebilirim. Daha sade şekilde söylemek gerekirse: Birbirleriyle ‘bir şekilde’ özdeş olan ama birisinde bilinç olup ötekinde bilinç olmayan iki ayrı varlık düşünebilirim.

Bu konunun incelemesini şu üç soru ışığında ele alabiliriz: 

  1. Davranışsal olarak özdeş biri bilinçli diğeri bilinçsiz iki ayrı varlık düşünülebilir mi?
  2. Fiziksel olarak özdeş biri bilinçli diğeri bilinçsiz iki ayrı varlık düşünülebilir mi? (Bu konu başlığına uzun uzadıya açıklama yapma gereği duymadığım için doğrudan evet düşünebiliriz diyorum. Çünkü fiziksel özdeşlik doğrudan bilinci gerektirmez. Bana tıpatıp benzeyen benim gibi gözüken ama benim davranış ya da işlevlerime sahip olmayan bir otomat veya başka türden bir varlık mümkündür. Bu anlamda fiziksel olarak özdeş biri bilinçli diğeri bilinçsiz iki ayrı varlığı pekâlâ düşünebiliyorum.)
  3. İşlevsel olarak özdeş biri bilinçli diğeri bilinçsiz iki ayrı varlık düşünülebilir mi?

Şimdi, bu soruları birbiriyle sıkıca ilişkili olmaları sebebiyle ayrı konu başlıklarına ayırmadan, bütün olarak inceleyeceğim.

Öncelikle şunu belirtelim: Duck Test ördekte kullanıldığı için ve ördek örneğiyle ele alındığı için adı Duck Test’tir. Aynı mantıkla Elephant Test -ki yapılmıştır- ya da Human Test de yapabiliriz. Öncelikli olarak birbirlerine her anlamda benzeyen canlıları -bir diğerinin ne olduğunu bilmediğimizi varsayalım- özdeş ya da aynı canlılar olarak görmeye yarar bu test.

Şöyle soralım: Her ikisi de insan gibi davranan, tüm eylemlerinde insanla aynı şekilde davranan, biri insan diğeri insan-olmayan iki bilinçli varlık düşünülebilir mi?

Bir not: Meselemiz bilinç konusunu aydınlatmak olduğu için insanı bilinçli olmakla eşdeğer anlamakta ya da insanı bilinç kümesinin bir örneği olarak görmekte fayda var. Yani aslında birbirleriyle aynı davranan biri bilinçli diğeri bilinçsiz iki ayrı canlı düşünülebilir mi? Sorusunu sormuş oluyoruz.

Duck Test’i Consciousness (Bilinç) Testi olarak uygulayalım.

‘Bilinçli gibi’ hareket eden, düşünen ve davranışlarını belirleyen bir şey gördüğümde o şeyin bilinçli olduğunu söylüyorum.

Fark ettiyseniz tek yaptığım şey ördek gibi görünmeyi argümandan çıkarıp yerine bilinçli gibi görünmeyi yerleştirmek oldu. Yani şunu demiş oldum: Her hareketinde ördek gibi davranan bir şey her şartta ördek olduğu gibi, her hareketinde bilinçli gibi davranan bir şey her şartta bilinçlidir.

Biz burada davranışsal özdeşliği incelediğimiz için şöyle diyeceğiz: Bilinçli gibi davranan iki farklı varlığın -biri diğerinin klonu olsa bile- her ikisi de bilinçlidir. Çünkü bilinç dediğimiz şey, yani bir şeye neden bilinçli diyor oluşumuz o şeyin davranışları ile gayet ilişkili ve hatta buna indirgenebilen bir durumdur. Mesela taşa neden bilinçli demiyoruz? Bilinçli hiçbir davranışını göremediğimiz için. Taşa bir etki uyguladığınızda size hiçbir şekilde bilinçli bir ileti veya tepki vermez. Sadece fiziksel bir işleyişten bahsedebiliriz taşta: Yüksekten bırakırsak düşer, elimize alır gölde sektirirsek bir süre sonra batar. Onda bilinçli hiçbir reaksiyon gözlemleyemeyiz. Ne görünürde böyle bir reaksiyonu vardır ne de mikroskop altında. Sadece fiziksel ve kimyasal anlamda basit bir madde veya bileşik özelliği taşır.

İnsan neden bilinçli diyoruz? Bilinçli dönütler sağladığı için. Kendi eylemlerine kendisi karar veriyormuş gibi gözüktüğü, belirli türden bir etkiye karmaşık iletiler sağlayabildiği için. Ya da neden goriller bilinçlidir? Ya da yunuslar neden bilinçlidir? -Biliyoruz ki bilinç yalnızca insanda olan bir şey değil- Onlar da -insan kadar karmaşık olmasa bile- karmaşık dönütler verebildiği için. Görüyorsunuz ki bir canlı ne kadar karmaşık dönütler veriyorsa ona o denli bilinçli diyoruz. Karmaşıklık tamamıyla bilinci belirliyormuş gibi gözüküyor.

Bilincin dereceleri var. Goril ve insan bilinci aynı düzeyde değil, ya da bir Yunus ile bir insanın bilinç derecesi aynı değil. İnsan kadar karmaşık hesaplamalar; örneğin katlı integral alma, Kartezyen düalizm kurma- Genel Görelilik teorisi üzerine düşünmek gibi işlemler yapamazlar. Ama temel, basit ve küçük hesaplamaları yapabilirler.

Şu soruyu soralım: Bugün biyolojide, bildiğimiz -ya da en azından benim bildiğim- kadarıyla, kendisine bilinçli diyebileceğimiz en az karmaşık ya da en ilkel olan varlık nedir? Bu sorunun cevabı belki belirli- belirsiz bir bilinç sahibi olduğunu söyleyebileceğimiz Caenorhabditis Elegans (İplik Kurdu) olabilir. Bununla ilgili halihazırda yapılmış çalışmalar da mevcut. ([7])

Burada meselemiz insandan daha az karmaşık ama bilinçli olduğu düşünülen bir örnek üzerinden giderek bilinci açıklamaya çalışmak. İplik kurdu, eğer bilinçliyse, ona neden bilinçli diyoruz? Örneğin spiral hareketlerini ve belirli türden davranışlarını bilinçli olarak bize sunduğu için; Ayrıca ilkel düzeyde bir sinir sistemine sahip olup –sinir sistemine sahip olmanın bilinçli olmak anlamına gelmediğini de belirteyim– dışarıdaki uyarılara karşılık karmaşık düzeyde bir ileti sağlayabildiği için. Yani bilinç aslında bir canlının dış dünyaya karşı verdiği iletinin güçlü ya da karmaşık olmasıyla ölçülmektedir, hatta tam olarak bu anlama gelmektedir.

Bir de durumu daha iyi anlamak için bilinçli olmayan varlıklardan bahsedelim; Bakteriler, virüsler ya da tek hücreli canlılar bilinç sahibi değildir- hatta virüsler canlı mıdır, cansız mıdır? Bu bile tartışılmaktadır. Fakat zekaya yani hayatta kalma ve çevreye uyum sağlama işlevine sahiptir bu canlılar. Zekâ ile bilinç aynı şey değildir, bu ayrımı da yapalım istiyorum. Zekâ ile bilincin işlevleri farklıdır, dolayısıyla farklı şeylerdir. Zekâ biyolojik anlamda bir organizmanın hayatta kalma becerisidir; dolayısıyla zeki olmasına rağmen bilinçli olmayan canlılar düşünebiliriz fakat bilinçli olup da zeki olmayan bir canlı düşünemeyiz.

Virüsler ve canlılık örneğini vermedeki bir diğer nedense şudur; Doğada canlı/cansız adı altında bir ontolojik kategori saymakla virüsleri açıklamak mümkün gözükmemektedir. Onun yerine yukarıda söylediğim ontolojik işlev kategorisini sayarak doğadaki her organizmayı kendi işlevlerine bakarak kendi farklılıkları içinde açıklayabiliriz. Bana kalırsa canlılık ya da bilinç dediğimiz şey, her ikisi de kendi içerisinde birbirinden ayrı olarak, daha karmaşık bir enformasyon sistemine doğru ilerlemek/yaklaşmaktan ibarettir. Cansızdan canlıya geçiş de bilinçsizlikten bilince geçiş de bu şekilde anlaşılabilir. Dolayısıyla bilinci de bir tür işlev olarak görürsek, virüsü de bu şekilde açıkladığımız gibi, fizikalist bir şekilde açıklayabiliriz. Görülüyor ki genelde bu tür tartışmalarda sorunlardan birisi varsayılan kategorilerle yakından ilişkilidir.

Şu dipnotu da düşmek isterim; En basit düzeyde bilinçli olabilecek Caenorhabditis Elegans’ tan bilinçsiz olduğunu düşündüğümüz virüslere kadar konuyu genişletme sebebim bir kavramı ancak iki tarafına doğru irdelediğimizde anlamanın daha olanaklı olduğunu düşünmemdir. Bu canlılarda ortak olan ya da olmayan işlevlere bakarak bilincin ne olduğunu anlamanın daha mümkün olacağı kanaatindeyim. O halde tüm bu bilgilere ve temellendirmelere dayanarak şu sonuca vardığımızı söylemek isterim: Bilinçli gibi davranan varlık bilinçlidir, dolayısıyla davranışsal açıdan ikisi de özdeş biri bilinçli diğeri bilinçsiz iki varlık düşünemem. Şöyle bir eleştiri sunulabilir: İyi ama bilinçli bir canlının (örneğin insanın) davranışlarını taklit eden insan görünümlü bir otomat -yani hem davranışsal hem fiziksel açıdan özdeş bir otomat- düşünebilirim. Bu yüzden davranışsal olarak özdeş biri bilinçli diğeri bilinçsiz iki varlık mümkündür. Bu eleştiriye şöyle cevap verilebilir; Bilinçli bir varlığın bilinçli davranışlarını tamamıyla, eksiksiz olarak ve aynı şekilde taklit eden bir şey bilinçli olmak durumundadır; örneğin okula gidip ders anlatan bir öğretmeni taklit edebilen bir varlık bu taklit etme yeteneğiyle bilinçsiz olarak düşünülemez. Sonuçta öğrencilere o dersi anlatabilmekte ve öğrencilerden gelen sorulara cevap verebilmektedir. Şöyle eleştiri gelebilir; En basitinden şu an insan davranışlarını taklit eden robot Sophia gibi örneklerimiz var, buna bakarak dediğim şeylerin yanlış olduğu söylenebilir. Bu makul bir eleştiri olacaktır. Fakat ben de şunu söyleyebilirim: Robot Sophia tam anlamıyla insan davranışlarını taklit edemiyor, birçok davranışı taklit ediyor sadece. Mesela birçok soruya düzgün cevap veremiyor ya da insanın yaptığı her işlevi yerine getirmiyor. Bunu daha farklı bir örnekle şu şekilde anlatayım: Ben Einstein olmasam bile saçımı öyle tarayıp, onun gibi giyinip ben Einstein’ım diyerek onun hareketleri taklit edebilirim bu beni Einstein gibi davranan ama Einstein olmayan bir varlık yapsa da bilinçsiz yapmaz. Ben bilinçli bir varlık olan Einstein’ın hareketleri tıpatıp taklit edebiliyorsam o canlıya benzer işlevlere sahibim demektir, bu da ortak işlevlere sahip olduğum için beni bilinçli yapar. Mesela bir bakteri Einstein’ı taklit edemez, bir goril ya da şempanze belirli basit bir düzeyde eder- ona en yakın bilinç düzeyinde olan kendi cinsi başka bir insansa her düzeyde eder.

Şöyle bir olası soru üzerinden konuya devam edelim; Mantıksal olarak bir insanı taklit eden güçlü bir yapay zekâ inşa edebilirim, bu onu bilinçli yapabilir mi? Evet, yapabilir. Bu tür tartışmalarda mutlak bir kesinlik ya da nesnellik inşa edemeyeceğimizi de belirtmekte fayda var. Ben yalnızca mantıksal açıdan böyle bir şeyin mümkün olduğunu (zamansal bir şey belirtmemekle birlikte) söylüyorum. Biz daima bilinci büyülü bir gerçeklik; insana eklemlenmiş ama açıklanamayan belirsiz bir fenomen görmeye eğilimli olduğumuz için onu insana has olduğunu varsaydık, ya da insana has görmesek bile doğal birkaç canlı grubuna has kıldık. Bunu muallakta bırakmamak için görme nedir? Sorusu üzerinden -her iki konuyu da birbiriyle özdeş anlamda- cevaplamak isterim. Görme öncelikle gözün değil beynin bir işlevidir, gören beyindir ama bir projeksiyon gibi görüntüyü alan ve yansıtan gözdür. Beyin görme gücünün belirleyicisi, işlem merkezidir; göz ise onun yansıtıcı aracıdır. Gözler kör olduğunda bu yüzden görme gerçekleşmez- tıpkı işlemcisi sağlıklı bir şekilde çalışan bir bilgisayarda monitör olmadan görüntü alamayacağınız gibi. O zaman kameralar da görmekte midir? Hayır. Çünkü bu benzetmeler yalnızca birer analojidir. Görme dediğimiz şey ışık vasıtasıyla dış dünyadaki nesneleri ve bunların renk ve şekillerini ayırt etmektir. Ayırt etmek ya da algılamaksa zihinsel bir şeydir, kamerada böyle bir işlev yoktur. Yani özetle görme görüntüleri algılamaktır. Kameraysa yalnızca basit bir girdi-çıktı makinesidir, (oysa insan beyni yalnızca basit bir girdi-çıktıdan ibaret değildir) plak şarkıyı ezberliyor diyemeyeceğimiz gibi kamera da görüyor diyemeyiz. Bu noktada herhangi bir sorun olduğunu düşünmüyorum. –Bilimsel anlamda biyolojik olan ve olmayan her iki varlık aynı şeydir demiyorum. Bilim insanları bu tür karşılaştırmalardan çoğu zaman kaçınabiliyor çünkü biyolojik faktörler işin işine girince örneğin bir insanın kompleks süreçlerini tam anlamıyla bir makine gibi algılamak zorlaşmaktadır. Dolayısıyla sadece birisine bakarak öteki hakkında daha güçlü düşüncelere sahip olabiliriz diyorum– Görme deyince hemen insana ya da birkaç canlı grubuna has olan büyülü bir görmeyi düşünmeye eğilimli olduğumuz için bunun ne kadar mekanik bir şey olduğunu çoğu zaman gözden kaçırıyoruz. Buna benzer bir şekilde bir yapay zekâ görüyor ya da bilinçlidir diyebiliriz, yapay zekâ henüz ortada bu denli gelişmiş bir biçimde yok, ancak mantıksal açıdan insanın zihinsel süreçlerini aynı şekilde taklit edip bir meta-kognisyon (bilgi/düşünce öncesi, bilgiyi/düşünceyi düşünme) oluşturan ya da self-reflection (kendine yönelimli, kendini yansıtan) tarzda bir düşünceye sahip olan bir yapay zekâ mümkündür. Çünkü insan davranışları ve zihinsel işlevleri makine ortamında taklit edilebilir ve anlaşılabilir düzeydedir. Bunu açıklamak için Alan Turing’in 1950 yılında Mind felsefe dergisinde yayımladığı Computing Machinery and Intelligence ([8]) adlı makalesindeki The Imitation Game (Taklit Oyunu) diğer adıyla Turing testine göz atalım;

Görsel 3: Turing Testi, Bir Yapay Zekâ Sınama Örneği (The Imitation Game-Taklit Oyunu)

Bununla ilgili anlaşılmayı kolaylaştırması açısından solda görüldüğü gibi bir görsel tasarladım; Turing testini (diğer adıyla taklit oyunu) bu görsel üzerinden basit bir şekilde anlatmaya çalışacağım. Öncelikle bu testin amacı mantıksal açıdan bir makinenin düşünüp düşünemediğini söylemenin mümkün olup olmadığını belirlemektir. Dolayısıyla bu test illa pratik olarak uygulanabilir olmak zorunda değildir, daha çok bir düşünce deneyidir.

Bu testte bir gözlemciye -karşı tarafı görmemek şartıyla- hem yapay zekadan hem de insandan aynı iletiler gönderilir ve gözlemcinin hangisinin insan olduğunu ayırt etmesi beklenir. Eğer gözlemci hangisinin insan olduğunu fark edemezse yapay zekâ testi geçmiş ve yapay zekâ ile insan ayırt edilememiş olur. Nitekim bu testte gerçek dünyada da bir yapay zekâ testi geçmeyi başarmıştır. Bunu aşağı kısma bırakıyorum tezi ([9])  ve anti-tezi ([10])  ile birlikte.

Anti-tezi ile anlaşılması gereken şudur: Bu testi geçen yapay zekâ hiç de bilinçli gözükmüyor, basit düzeyde mekanik bir zekâsı olduğunu gözlemleyebiliyoruz sadece. Dolayısıyla Turing testi bilinci değil yapay zekanın işleme mekaniğinin kuvvetini yansıtır. Güzel eleştiri ama bu Turing testini yanlış anlamaktan kaynaklanıyor. Turing bu önermesini yapay zekanın geleceği anlamında ortaya atmıştır -yani bu daha çok bir düşünce deneyi olup mantıksal bir sunumdur. Henüz yapay zekâ bu denli gelişmiş değildir. Dolayısıyla henüz bilinçli gözükmeyen bir yapay zekanın bu testi %50’nin üzerinde bir oyla geçmiş olması sadece Turing testinin işe yaradığını ispatlar. Yani bu durum Turing testinin işe yaramadığını gösteren bir sonuç değildir. Eğer denilirse ki “ama durumu geleceğe atıyorsunuz, ön kestirim üretiyorsunuz bu bir delil değildir.” Eğer doğru olsaydı bu da güzel bir eleştiri olurdu. Biz bu teste bakarak yalnızca olayı geleceğe atmıyoruz, mevcut sonuçlara bakarak bize verilen iletilerin karmaşıklığı sonucunda o şeyi belirli düzeyde bilinçli gördüğümüzü söylüyoruz. Yani bu durum bizim bilinci resmen iletilerin karmaşıklığı ve çeşitliliği ile anlamış bulunduğumuzu ispatlıyor. Turing de aslında bunu anlatmak istemiştir; yani Turing zekâ ve düşünme şekilleriyle bilinç arasında bir bağ olduğunu söylemektedir benim gibi. Fakat ben bu deneyle yapay zekadaki bilinci ispatlarım diye bir iddiada bulunmamaktadır. Burada söz konusu olan düşünme kavramına dair edindiğimiz mekanik veriler ile insanın düşünmesini aydınlatabileceğimiz fikridir. Varsayalım ki Turing bunu kast etmedi ve yanıldı. Yine bir şey fark etmezdi, ben Turing testinin olası bir yorumunun -hem de makul bir yorumunun- böyle olacağını iddia ediyorum. İddiam da tutarlı, makul ve düşünebileceğimiz türden mantıksal olarak doğru olması mümkün bir iddiadır. Turing testini ‘bir şeye neden bilinçli deriz?’ sorusunun cevabı olarak anlayabilmek mümkündür. Bu durumda şöyle bir itirazın geldiğini görür gibiyim: Bir şeyin bilinçli olduğunu zannetmemiz ve aslında öyle olmaması da mümkündür. Evet, mümkündür. Ama bu tür bir iddia ile insanı bilinçli zannetmemizin de yanlış olabileceğini -yani bilincin aslında hayal olduğunu- varsaymış oluruz, bu ise sağduyuya ve gözlem verilerine aykırı olup üzerinde düşünmenin gereksiz olduğu bir meseledir. Yani şunu diyorum; Turing testinin ortaya koymaya çalıştığı ‘verdiği iletilerin çeşitliliği ve karmaşıklığı bakımından’ yani iletilerin işlevi bakımından yapay zekâ ve insanı ayırt etmemizin pek mümkün olmayışıdır- yapay zekâ bilinçli olsa da olmasa da. Bu durum insan davranışlarının taklit edilebildiğini -basit bir girdi çıktıdan ibaret olmasa bile- bunun kurgulanabileceğini gösterir. Bu durumda olası bir evrende mümkün olması açısından Turing testinden çıkaracağımız sonuçlardan birisi şudur:

İnsan davranışları ve düşünme şekilleri taklit edilebilir ya da taklit edilemese bile benzerinin yapılabileceği gözükmektedir, bu da bu yetileri oluşturan bilinç kavramının farklı bir varlıkta olabilecek bir işlevsel mekanizma olduğunu gösterebilir.

Turing testi demişken John Searle’ dan bahsetmemek olmaz. Onun Turing testine getirdiği karşıt argüman ‘Çin Odası Argümanı’dır. Bu argüman Turing’e karşı getirilmiş en güçlü ya da en azından en popüler karşıt argümanlardan birisi olarak kabul edilmektedir. Searle Turing’de olduğu gibi zekâ ile bilinç arasında bir bağ görüp belirli türden zekâ yapıları ile bunun arasında bir ilişki olacağı fikrini desteklemez. O zekâ sahibi olmayı bilinçli olan canlılarla sınırlar. Yapay zekanın ya da bilinçli olmayan canlının tam anlamıyla zeki olabileceğini düşünmez. Aslında temel hatası da ‘’bilinç ile zekâ kavramlarını birbirine karıştırmış’’ olmasıdır. Ona göre ‘’Turing testini geçen bir bilgisayar düşünüyor sayılmaz, bunu anlamak için daha fazlası gerekir.’’ İyi, ama neden sayılmasın? Düşünme dediğimiz şeyi biz bize sağladığı ve gösterdiği iletilerle anlıyoruz. Bu da gayet sağduyuya uygun bir fikir olup belirli türden gözlem önermeleriyle de desteklenebilir.

Searle bu iddiasını ilk önce 1980 yılında yazdığı Minds, Brains and Programs (Akıllar, Beyinler ve Programlar) adlı makalesinde ([11]) dile getirmiştir. Searle’ ün bu makalede dile getirdiği Çin Odası Argümanı özetle şunu anlatmaktadır: Yalnızca İngilizce bilen bir kişi tek başına bir oda içerisindedir ve kişinin eline, üzerinde Çince semboller olan bir kart dizisi ve yanında İngilizce kurallar kitabı verilmiştir. Odadaki kişi, kapı altından içeri atılan ve üzerinde Çince sorular yazan bir kâğıdı alıp, üzerinde bu soruların Çince yanıtları olan bir başka kâğıdı kapı altından dışarı atar. Sorulara verilen yanıtlar, ana dili Çince olan birinin ayırt edemeyeceği kadar kusursuzdur. Searle böylece Çince bilmeyen birisinin de Çince biliyormuş gibi işlem yapabileceğini, buradan da hareketle yapay zekaların bizim işlemlerimizi taklit etmekle onları anlayan bir bilince sahip olamayacağını göstermeye çalışmıştır. Benim Searle’a eleştirim üç ana başlık altında incelenebilir ve açıklanabilir;

1. Dili işleyen mekanizmayı taklit ettiğimiz zaman otomatik olarak farkındalığı işleyen mekanizmayı taklit etmiş olmayız. Bu anlamda dil işleme faaliyetinden verilen bir örnekle farkındalık oluşup oluşmadığına atıf yapmak en başından önemsiz bir şeydir. Yani dilsel kodların öğrenilmesi veya taklit edilmesi doğrudan bilinçli olmayı gerektirmez ki, dili anlamayıp onu kusursuz olarak taklit etmek bilinçliliğin ya da bilinçsizliğin işareti olsun?  Denilirse ki dil işleme bilinçli olmanın içeriklerinden birisi değil midir? Bu bilinçten ne anladığımıza göre değişmekle birlikte, tam olarak öyle değildir. Çünkü dil işleyebilen bu işlemi taklit edebilen ama bilinçli olmayan bir şey düşünebilirim.

2. Yapay zekaya dil işleme faaliyetini öğrettiğimizi varsayarsak bu argüman anlamsızlaşır. Zira argümanın kendisi yapay zekanın insan gibi dili işleyemeyeceğini ancak taklit edeceğini ve dil işlemenin bilinci yarattığı veya en azından doğrudan bunun zorunlu bir içeriği olduğu fikrinden hareket ediyor. Bir yapay zekanın dil işleme faaliyeti gerçekleştiğinde, bu taklitten ibaret olmasa dahi, -ki bu aslında doğrudan bilinçli olmak demek değil- bu argüman kendi kendisini çürütecektir.

3. Searle’ün bu eleştirisi asla yapay zekanın bilinçli olmayacağını göstermez; yalnızca Turing testine yönelik bir eleştiri olabilir. Fakat Turing testini geçen bir makineye biz bilinçli olduğunu söyleyeceğimizi söylemedik. Bilinçli değil ama zeki olduğunu söyleyebiliriz dedik ya da buradan hareketle bazı yargılara varabileceğimize atıf yaptık. Turing’in kendisinin de aslında böyle dediğini yukarıda açıkladığımızı düşünüyorum. Böylece Searle aslında soruyu değiştiriyor, bu testleri doğrudan yapay zekanın bilinçli olup olmadığına dair bir içerik olarak ele almıyoruz. Turing’in kendisi zaten soruyu değiştirmeyi önerirken Searle Turing’in sorusunu tekrar değiştiriyor. Yani Turing ‘’makineler düşünebilir mi? Ya da kendilerinin farkındalar mı?’’ tarzında bir soru sormuyor, soruyu değiştirmeyi öneriyor. Imitation Game de aslında tamamıyla bu yönde. Searle bu durumda neyi eleştirmiş olmaktadır?

Tüm bu kısa değerlendirmelere dayanarak ‘’Davranışsal olarak özdeş biri bilinçli diğeri bilinçsiz iki ayrı varlık düşünülebilir mi?’’ sorusuna ‘’aslında hayır gerçek dünyada böyle düşünemeyiz’’ cevabını vermiş oluyoruz.

Yazar: Özgürcan Şenbayrak

Site Editörü: Berk Celayir


Dipnotlar

[1] Ludwig Wittgenstein, Tractatus Logico-Philosophicus, Metis Yayınları, s.61; çev. Oruç Aruoba; 2016/İstanbul, ISBN-13: 978-975-342-559-9.

[2] Réne Descartes, Felsefenin İlkeleri, Say Yayınları, s.55; çev. Mesut Akın; 2007/İstanbul; ISBN: 978-975-468-005-8.

[3] A.g.e. s: 53-54. Ayrıca bkz. Descartes, Yöntem Üzerine Konuşma, Say Yayınları, Dördüncü Bölüm s:62; çev. Murat Erşen; 2015/İstanbul; ISBN: 978-605-02-0288-5. İlgili alıntı; ‘’Ama hemen ardından her şeyi böyle yanlış diye düşünmeyi istediğim sırada, bunu düşünen benim zorunlu olarak bir şey olmam gerektiğine dikkat ettim. Ve şu ‘düşünüyorum, öyleyse varım’ hakikatinin, kuşkucuların en aşırı varsayımlarının bile sarsamayacağı denli sağlam ve güvenilir olduğunu saptayarak, hiç tereddütsüz onu, aramakta olduğum felsefenin ilk ilkesi olarak kabul edebileceğim yargısına vardım.’’

[4] A.g.e. Felsefenin İlkeleri s.54.

[5] https://www.amazon.com/James-Whitcomb-Riley-Sketches-quacks/dp/1785430114

[6] https://www.amazon.com/Dirk-Gentlys-Holistic-Detective-Agency/dp/0671746723

[7] https://www.sciencealert.com/scientists-put-worm-brain-in-lego-robot-openworm-connectome

http://learnmem.cshlp.org/content/17/4/191.full.html

https://www.pnas.org/content/pnas/113/18/4900.full.pdf

[8] https://www.csee.umbc.edu/courses/471/papers/turing.pdf

[9] http://www.aljazeera.com.tr/haber/yapay-zeka-turing-testini-gecti

[10] https://www.newscientist.com/article/dn20865-software-tricks-people-into-thinking-it-is-human/?ignored=irrelevant#.U5c2JvmwJBl

[11] http://cogprints.org/7150/1/10.1.1.83.5248.pdf


Kaynakça ve İleri Okuma

  • Adams, D, ‘’ Dirk Gently’s Holistic Detective Agency’’, Pocket Books, 1991. ISBN-13: 9780613997157.
  • Chalmers, D, J, ‘’The Conscious Mind: In Search of a Fundamental Theory’’, Oxford: Oxford University Press, 1997. ISBN-13: 9780195117899.
  • Dennett, D, C, ‘’Bilinç Açıklanıyor’’, Alfa Yayınları, İstanbul, 2020; çev. Sibel Kibar. ISBN: 9786051714363.
  • Descartes, R, ‘’Felsefenin İlkeleri’’, Say Yayınları, İstanbul, 2007; çev. Mesut Akın. ISBN 978-975-468-005-8.
  • Descartes, R, ‘’Yöntem Üzerine Konuşma’’, Say Yayınları, İstanbul, 2015; çev. Murat Erşen. ISBN: 978-605-02-0288-5.
  • Goff, P, ‘’Galileo’s Error’’, Pantheon Books, 2019. ISBN-13: 9781524747961.
  • Hofstadter, D, ‘’Godel, Escher, Bach: An Eternal Golden Braid’’, Basic Books, 1999. ISBN: 9780465026562.
  • Kirk, R, ‘’Zombies and Consciousness’’, Oxford: Oxford University Press, 2005; ISBN-13: 9780199285488.
  • Nagel, T, ‘’Zihin ve Evren’’, Jaguar Kitap, İstanbul, 2015; çev. Özge Çağlar Aksoy. ISBN: 9786056501968.
  • Penrose, R, Shadows of the Mind: A Search for the Missing Science of Consciousness, Oxford: Oxford University Press, 1994. ISBN 13: 9780198539780.
  • Polger, T, W, “Zombies Explained”, In Andrew Brook, Don Ross & David L. Thompson (eds.), Dennett’s Philosophy: A Comprehensive Assessment. MIT Press. p. 259—286, published 2000.
  • Searle, J, ‘’Bilincin Gizemi’’, Küre Yayınları, İstanbul, 2018; çev. İlknur Karagöz İçyüz. ISBN: 9786059125802.
  • Swinburne, R, ‘’The Evolution of the Soul’’ (Revised Edition), Oxford: Oxford University Press, 1997. ISBN-13: 978-0198236986.
  • Wittgenstein, L, ‘’Tractatus Logico-Philosophicus’’, Metis Yayınları, İstanbul, 2016; çev. Oruç Aruoba. ISBN-13: 978-975-342-559-9.

İnternet Kaynakları

Caenorhabditis Elegans (İplik Kurdu) Hakkında

Duck Test Hakkında

Turing Testi Hakkında


Öncül Analitik Felsefe Dergisi, 19 Ocak 2018 tarihinde kuruldu. Sunum, söyleşi, makale, çeviri, canlı yayın gibi içerikler üreterek Analitik Felsefe’ye dair Türkçe veritabanını genişletmeye devam ediyor.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Ünlü Düşünce Deneyleri, Metaforlar ve Paradokslar Bölüm 2: Epistemoloji – Musa Yanık

Sonraki Gönderi

Karl Marx – Jonathan Wolff & David Leopold (Stanford Encyclopedia of Philosophy)

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü