Eğer Tanrı Yoksa Objektif Ahlaktan Söz Edilemez mi? – Jonny Thomson

Ahlaki doğruluk ve yanlışlık için ilahi otorite dışında etik bir temel mevcut mu?

//
1348 Okunma
Okunma süresi: 5 Dakika

İlahi Buyruk Teorisi, yalnızca Tanrı’nın veya ilahların emrettiklerini yerini getirmemiz gerektiğinizi savunan ahlaki bir pozisyondur. Bu görüş, Antik Yunan’da oldukça popülerdi ve modern monoteizmde de hala önemini korumaktadır. Fakat Platon’un Euthyphron ikilemi bu yaklaşıma karşı bir meydan okuma niteliğindedir:

Bir şey Tanrı emrettiği için mi iyidir yoksa zaten iyi olduğu için mi Tanrı onu emreder?

Eğer Tanrı’ya inanmıyorsanız, objektif ahlak için bir temel bulmak zorlaşır. Eğer bir şeyin objektif iyi olduğunu Tanrı belirlemiyorsa, ne belirliyor?

Diyelim ki bir gün evde oturuyorsunuz ve muhteşem görünen ev yapımı bir lazanyaya çatalınızı daldırmak üzeresiniz. Tam çatalı ağzınıza götürürken birden bire yukarıdan bir ses yükselir! “Lazanyayı sakın yeme!” Birden kaşlarını çattınız ve bu uyarıdan rahatsız oldunuz. Nihayetinde lazanya muhteşemdi değil mi? “Bu ses kime ait?” diye homurdandınız; “Sana ne benim lazanyamdan?” Ses tekrar araya girer ve size cevap verir: “Ben senin Tanrı’nım ve bu lazanyayı yemeni yasaklıyorum!” Her şeye gücü yeten bir Tanrı’ya karşı çıkmak pek mümkün olmasa gerek; bu nedenle yavaşça çatalınızı kenara bırakıp pizza sipariş ediyorsunuz.

Buradaki felsefi soru şudur: Bir şey Tanrı emrettiği için mi kötüdür, yoksa zaten kötü olduğu için mi Tanrı o şeyi yasaklar? Bu soru ilk olarak Platon tarafından kurgulanmış olan Sokrates ve Euthyphron arasındaki diyalogda ortaya konmuştur.

İlahi Buyruk Teorisi

Platon’un yaşadığı Antik Yunan’da ahlaki doğruluk ile yanlışlığın, iyilik ile kötülüğün yalnızca ilahlar tarafından belirlenen şeyler olduğu yaygın bir inançtı. Veya buna paralel olarak rahiplerin ve rahibelerin söyledikleri. Bundan ötürü bir kahine gittiğinizde veya bölgenizdeki tapınağınıza danıştığınızda, onların söyledikleri şey doğru ve yanlış olarak kabul edilirdi. Antik Yunan’daki mevcut inançlara göre günahlarının en büyüğü, kibir denilen şeydir; yani ilahları görmezden gelecek veya onlara meydan okuyacak kadar kibirli ve aşırı gururlu olmak.

Sophokles’in Antigone adlı oyununda Kral Kreon, Apollon’un kör kahini Tiresias’ın kehanetini yerine getirmeyi reddedince, bu bir saygısızlık olarak görülür ve felaket kendini gösterir. Kral Oidipus, Delphi’deki Kâhin’in buyruğunu reddettiği zaman delirir ve kendi gözlerine zarar verir. Bir diğer meşhur örnek olarak Icarus güneşe çok yakın uçtuğu için mumdan kanatları erir ve yere düşer. Bu örneklerden çıkarılacak ders çok açıktır: Eğer tanrıları kızdırırsan cezalandırılırsın. İyi/ahlaklı olmak, tanrıların buyurduğu emri yerine getirmektir.

Bu açıdan bakıldığında günümüzdeki birçok dünya dini birbirinden çok farklı değildir. Kuran, Tevrat ve İncil; tümüyle Tanrı’nın buyurduğu ahlaki ve hukuki ilkeler içerir. İslam’daki “Şeriat”, Yahudilik’teki “Tevrat” ve Hıristiyanlık’ta “İncil”ler veya Pavlus’un mektupları (ve Katolikler için de papalık fermanları) neyin doğru neyin yanlış olduğunun sınırlarını çizer. Cinayet yanlıştır çünkü bu Tanrı’nın yasakladığı bir emirdir. Malınızın bir kısmını (zekat) bağışlamak, Kuran’da buyrulduğu için yapılmalıdır. Komşunu da kendini sevdiğin gibi sev, çünkü İsa böyle emretti. Bu ahlaki yaklaşım, “İlahi Buyruk Teorisi” olarak bilinir.

Tavuk mu Yumurta mı?

Bu yaklaşıma karşı Platon’un Euthyphro diyaloğu, genellikle “Euthyphro ikilemi” başlığı altında toplanan, bir dizi eleştiri getirir.

Öncelikle; çok tanrılı bir dini anlayışın hakim olduğu Atina’da tanrıların birçok konuda aynı fikirde olmadığı açıktır, onlar tartışma içine girerler; doğru veya yanlış olduğunu söyledikleri şeyler birbirinden çok farklıdır. Herhangi iki tapınakta görevli olan herhangi iki rahibe bir soru sorun size epey farklı cevaplar vereceklerdir. Sokrates’in eleştirisinin hedefi olan Euthyphron, “iyi”yi tüm tanrıların üzerinde anlaştığı şey olarak tanımlayabileceğimizi söyler. Fakat Sokrates bu konuda bile görüş birliği olmadığını söyler. İnsanların hiçbir konuda anlaşamaması gibi, tanrılar da hiçbir zaman anlaşma içinde olmayacaklardır.

Tanrı yalnızca iyi olan şeyi emrediyorsa, o halde bu durum din felsefesinde yer alan daha geniş çaplı bir diğer soruya götürür bizi: Tanrı, doğru ve yanlışın, O’ndan “daha ​​yüce olan gücüne” mi tabi midir? Günümüzde bu eleştirinin, tanrılar arasında bir anlaşmazlığın söz konusu olmadığı monoteizm için geçerli olmadığını söyleyebiliriz. Eğer tek bir Tanrı varsa, tanrılar arasındaki herhangi bir anlaşmazlıktan da söz edemeyiz. Elbette şimdi ele almamız gereken mesele, “ilahi buyruk”tan ne anladığımızdır. Kutsal metinler yalnızca birbiriyle farklı türden tutarsızlıklar içermez, aynı zamanda onları yorumlamanın çok farklı yolları vardır.

İkinci ve en yıkıcısını ise Sokrates şöyle sorar: “Kutsal olan, kutsal olduğu için mi tanrılar tarafından sevilir, yoksa tanrılar tarafından emredildiği için mi kutsaldır?”

Euthyphro ikilemi, ilahi buyruk teorisyenini bir paradoksun içine sokar. Eğer “iyi olan” sırf Tanrı emrettiği için iyiyse, o zaman cihatçılık, bebekleri katletmek ve cinayet işlemekte eğer Tanrı emrederse iyi olur.

Bununla birlikte, eğer Tanrı sadece iyi olanı emrediyorsa, o zaman bu, din felsefesinde daha geniş bir soruyua kapı aralar: Tanrı, doğru ve yanlışın “daha yüksek bir gücüne” tabi midir ve bu güç tarafından bağlı mıdır? Örneğin Thomas Hobbes, “Tanrı yasalarını… doğal aklın buyruklarına göre belirler.” demişti. Yani Tanrı da aklın ve ahlakın buyruklarına riayet etmelidir.

Euthyphron İkilemi’ni Yanıtlayabilir miyiz?

Euthyphron İkilemi’nin basit bir yanıtı yoktur. Felsefe ve teoloji tarihinde farklı isimler bu soruya yönelmiş ve cevap aramışlardır. St. Augustine, Martin Luther ve Karl Barth gibi isimler, neyin iyi olduğunu Tanrı’nın belirlediğini savunurken; St. Aquinas, Thomas Hobbes ve İbn Rüşd gibi isimler ise Tanrı’nın yalnızca iyi olanı emrettiğini iddia ediyordu. Elbette, teist olmayanlar, tüm bu anlattıklarımızı oldukça kafa karıştırıcı bulabilirler. Fakat ateistler ve agnostikler için bile bu tartışma şöyle bir soruyu gündeme getiriyor: Eğer ahlak bir yerden (mesela Tanrı’dan) gelmiyorsa, onun kaynağı nedir? Eğer ahlaki doğru ve yanlışın mutlak, objektif veya değişmez olduğunu savunmak istiyorsak, o halde onun bu niteliklere sahip kılan şey nedir? Ahlak yalnızca beşeri bir şey ise niçin onu yarın değiştirmiyoruz ki? Değil mi?


Jonny Thomson– “If there is no God, can anything be objectively good?“, (Erişim Tarihi: 08.01.2022)

Çevirmen: Taner Beyter

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Einstein Spinoza’nın Tanrısına İnandı. Peki O Tanrı Kimdir?

Sonraki Gönderi

Phyrron ve Şüpheci Yaşam Tarzı: Cehalet Mutluluktur – Jonny Thomson

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü