Erdem Epistemolojisi – Massimo Pigliucci

Yalnızca teorik bir biçimde değil, aynı zamanda gündelik hayat pratikleri açısından da erdem etiğiyle yıllardır ilgileniyorum. Epistemolojiye erdem kavramıyla yaklaşan bir görüş vardır. Bunun nasıl bir şey olmasını bekleriz?

//
1003 Okunma
Okunma süresi: 7 Dakika

Bu soruya cevap bulmak adına, John Greco ve John Turri’nin Stanford Felsefe Ansiklopedisi’ndeki mükemmel ve kapsamlı yazısını özetlememe ve birkaç yorum yapmama izin verin. Yazarların da yazıya başlarken başlangıçta belirttiği gibi, erdem epistemolojisi kendini farklı biçimlerde gösterir okuyucuya, fakat bunların tümü de iki taahhüdü paylaşır:

İlk olarak, epistemoloji normatif bir disiplindir. İkinci olarak ise, epistemik değerin birincil kaynağı ve epistemik değerlendirmenin birincil odak noktası; entelektüel failler ve topluluklardır.

Bu açıdan gözden kaçırılmaması gereken ilk şey, erdem epistemologlarının Quine’a karşı olduklarıdır. Quine’ın epistemolojinin psikolojinin bir alt dalı olması gerektiğine dair ünlü önerisine göre; epistemoloji buyurgan (prescriptive) değil betimleyicidir (descriptive). Bunu yanı sıra erdem epistemologları, herhangi bir aklıselim felsefi okulundan beklenildiği gibi, öncelikle psikoloji olmak üzere ampirik bilimlerden gelen verilere duyarlıdır.

Erdem epistemolojisi yaklaşımı – tıpkı etikteki karşılığında olduğu gibi – odağını “kimsenin bulunmadığı bir bakış açısı”ndan epistemik failler olarak kabul edilen belirli bireyler ve topluluklara doğru kaydırır. Greco ve Turri’nin de belirttiği üzere: “Erdem etiği, bir eylemin ahlaki özelliklerini eylemi gerçekleştiren failin karakter özellikleri açısından açıklar, örneğin nezaketten mi yoksa kinden mi kaynaklandığı gibi. Erdem etiği, bilişsel performansın normatif özelliklerini, örneğin bir üstün bir çabadan mı yoksa kusursuz bir kavrayıştan mı kaynaklandığı veya bir soruşturma sürecinin dikkatsizlik veya ayrımcılık içerip içermediği gibi, idrak edenin sahip olduğu özellikler açısından açıklar.

Deontoloji ve faydacılık gibi hakim paradigmalarla karşılaştırıldığında, erdem etiğinin etiğe doğru atılmış çok farklı bir adım olması gibi, bu yaklaşımında da epistemolojiye doğru atılmış oldukça farklı bir adım olduğunu şimdiden kavramışsınızdır. Ve tıpkı erdem etiğinin kökenlerinin Antik Yunan ve Roma’ya uzanması gibi; erdem epistemologları da Platon, Aristoteles, Stoacılar, Thomas Aquinas, Descartes, Hume ve Bertrand Russell dahil ama bu isimlerle de sınırlı olmamak üzere uzun bir felsefi soyağacına sahip olduklarını iddia edebilirler.

Erdem epistemolojisinden biraz söz ettiğimize göre, bu bağlamda, ilk sorulacak sorulardan biri “erdem”den ne anladığımızdır. Greco ve Turri’ye göre: “Entelektüel erdemler, entelektüel gelişmeyi teşvik eden veya (kişiyi) kusursuz bir bilen kılan karakteristik özelliklerdir.” Tam bu noktada iki farklı pozisyon arasında bir bölünme ile karşılaşıyoruz: Erdem güvenilircileri için entelektüel erdemler sezgi, hafıza ve algı gibi şeylerdir; erdem sorumlulukçuları için ise vicdanlılık ve açık fikirlilik (tabii ki bunlar da karakter özellikleridir)’tir. Yazarların bu bağlamda sıraladığı daha fazla özellik var: entelektüel alçakgönüllülük ve tevazu, entelektüel cesaret ve gayret. Aslında bakarsanız bu iki kampın birbirini dışladığını düşünmüyorum.

Erdem epistemolojisi, bilgiyi neyin güvence altına aldığı veya hangi bilginin daha öncelikli olduğu gibi alandaki standart tartışmalara farklı bir bakış açısı sağlar. Bilgiye yönelik iki standart açıklama, temelselcilik ve başdaşımcılıktır. Temelselciler için bilgi, bir tür sağlam temel üzerine inşa edilmiş ve kademeli olarak yükselen bir piramit gibidir. Fakat problem şu ki, Hume epey meşhur olan tümevarım sorununu ortaya attığından beri, böyle bir temeli tam olarak neyin oluşturabileceğini söylemek giderek zorlaşmıştır.

Bağdaşımcılık ise, (Quine’ın da söylediği gibi) doğruya bir “inançlar ağının” karşılıklı bağımlılığı yoluyla ulaşıldığını iddia eder. Fakat buradaki problem ise, bağdaşımcılığın hiçbir şekilde doğruyu elde edeceğimizin garantisini verememesidir; çünkü kişi kendi içinde tutarlı olan sonsuz sayıda senaryo hayal edebilir ama bunlardan yalnızca biri gerçek dünyaya tekabül eder. (Bunu fark etmenin bir yolu, şayet çoklu evrenden bahsetmiyorsak; gerçek dünyanın mantıksal olarak tutarlı olması gerektiği, fakat mantıksal olarak tutarlı sonsuz sayıda mümkün dünya olduğu ve bunlardansa yalnızca birinin gerçek olduğunu iddia etmektir.)

Erdem epistemologları, var olan tüm problemleri oldukça farklı bir noktadan kavrarlar görürler (bu mutlaka en iyi yaklaşım olmak zorunda değil, ama kesinlikle nefes aldırıcı bir şekilde farklı): “Genel olarak, erdemleri, karakter üstünlükleri olarak düşündüğümüzü varsayalım. Erdem, istikrarlı olan ve başarı sağlayan bir eğilimdir: Bir kişinin güvenilir bir şekilde iyiye ulaşmasını sağlayan doğuştan gelen bir yeti veya sonradan edinilmiş bir huy/alışkanlık [veya daha büyük olasılıkla her ikisinin bir tür birleşimi]. O halde, entelektüel bir erdem bilişsel bir kusursuzluk ve üstünlük halini olacaktır: Kişinin, ilgili bir konudaki “doğruluk” gibi bir entelektüel iyiliği güvenilir bir şekilde elde etmesine izin veren doğuştan gelen bir yetenek veya sonradan edinilmiş bir alışkanlık. Şimdi, gerekçelendirilmiş inancı, uygun bir şekilde kişinin entelektüel erdemlerine dayanmış olan inanç olarak düşünebiliriz ve bilgiyi, bu şekilde temellendirilmiş doğru inanç olarak düşünebiliriz.” Aradaki fark; hem temelselciliğin hem de bağdaşımcılığın bilgiye dair yaklaşımlarını, inanç özelliklerine yönelerek temellendirmeleridir; oysa erdem epistemolojisi bunun tam aksine, kişinin sahip olduğu entelektüel erdem kavramıyla yola koyulur ve normatif inanç açıklamasını da bu temel üzerine inşa eder.

Linda Zagzebski, sahip olduğu Neo-Aristotelesçi yaklaşımıyla, erdem epistemolojisi içinde oldukça değerli bir fikir ortaya atmıştır. Erdem etiğinin ahlak felsefesine getirdiği aynı “ters” yaklaşımı epistemolojiye de taşıyarak, epistemik ve ahlaki erdemlerin etkileyici bir birleşimini önerir: Yani ahlaken doğru eylemleri (veya doğru inançları) başka bir yol yerine erdemli karakter özellikleri açısından incelemek. Greco ve Turri’den alıntıladığım, Zabzebski’nin kendi ifadesiyle: “Pür/sat erdem teorisi derken, ahlaken doğru eylem kavramını, erdem kavramından veya erdemin bir bileşeni olan bir kişinin içsel durumundan türeten bir teoriyi kastediyorum. Bu hem kavramsal öncelik hem de ahlaki ontolojiye dair bir noktadır. Saf/pür erdem teorisinde, ahlaken doğru eylem kavramı, harekete geçiren/motive edici olan gibi bir erdem bileşeni veya bir erdem konseptiyle tanımlanır. Ayrıca doğruluğun niteliği, kişilerin içsel özelliklerinden kaynaklanan bir şeydir.”

Zagzebski’ye göre entelektüel erdemler aslında ahlaki erdemlerin bir alt kümesi olarak düşünülmelidir, sanırım böylesi bir durum epistemolojiyi de etiğin bir dalı yapar! Böylesi bir düşünce merak uyandırmaktan daha fazlasıdır: Yiğitlik ve cesaret gibi standart ahlaki erdemleri ele alalım. Tipik olarak, örneğin bu erdemi taşıyanların fiziksel acı pahasına iyilik yapma motivasyonlarında kök saldıkları anlaşılır. Aynı şekilde düşünürsek erdemli epistemik fail de, mesela açık fikirlilik gibi uygun erdemleri geliştirdiği peşinde olduğu bilgi edinme arzusuyla motive olur. Greco ve Turri’nin de belirttiği üzere, “ahlaki erdemlerde olduğu gibi, entelektüel erdemler arasında da bir çatışma olması mümkündür. Bu nedenle, yapılacak entelektüel açıdan cesur şey, yapılacak entelektüel açıdan alçakgönüllü bir şeyle çatışabilir. Bu sorun, uzlaştırıcılık erdemi olan phronesis veya pratik bilgelik yoluyla çözülür. Pratik olarak bilge olan kişi, bilişsel aktivisitesine uygun bir şekilde yön vermek adına, spesifik bir durumla ilgili tüm erdemlerin ölçüp tartabilen kişidir. ” Başka bir deyişle, erdemli epistemik veya ahlaki epistemik fail, sahip olabildiği/toplayabildiği kadar bilgeliğe başvurup tüm-değişkenleri-hesaba katan bir yaklaşımı benimseyerek karmaşık bir ahlaki veya epistemik problemin üstesinden gelir. Böylece bilginin kendisi, entelektüel erdeme dayalı eylemler tarafından üretilmiş olan bir inanç durumu olarak yeniden biçimlendirilir.

Son bir not. Epistemolojideki belki de en rahatsız edici ve kadim olan problem radikal şüpheci tarafından ileri sürülmüştür. En bilindik haliyle söylersek: Şömine ateşi önünde oturuyorumdur; ama etrafta dolaşıp tüm bu manzarayı yaratan ve beni bunun gerçek olduğuna inandıran kötü bir iblisin var olmadığını nereden bilebilirim ki? (Descartes) Erdem epistemologları, şüpheciliğin de geniş kapsamlı bir analizini sunarlar, fakat bana bu analizler içinde en mantıklı gelen şeylerden biri, şüphecinin aslında epistemik erdem eksikliğinden mustarip olabileceğidir. Bu kişi, spesifik olarak konuşursak, insan yetilerini çok çok ötesine geçen bir raddeye dek hatadan kaçınmak istediği için epistemik-sınırlarını-bilmeme halinden mustariptir (veya suçludur). Ne de olsa bilgi, “dışarıda” olan bir şey değil nihayetinde bir insan yaratımıdır ve bundan ötürü de insanın kapasitesiyle sınırlıdır. Bu durumu görmezden gelmeye veya aşmaya çalışmaktansa, olanı olduğu gibi kabul etmek daha mantıklı olacaktır.


Massimo Pigliucci– “Virtue epistemology, anyone?“, (Erişim Tarihi: 19.11.2021)

Çevirmen: Taner Beyter

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Epistokrasi ve Politik Bilginin Doğası – Brice M. Vanhaelen

Sonraki Gönderi

Swinburne’ün Tanrı’nın Varlığına İlişkin Gülünç Olasılık Argümanı – Jonathan David Garner

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü