Okyanuslar boyunca yelken açan erken homininler, dili kullanan ilk tür olarak arkalarında dolaylı kanıt bırakmışlardır
Şimdiye kadarki en büyük teknolojik inovasyon nedir? Ateş? Tekerlek? Penisilin? Kıyafetler? Google? Hiçbirisi cevaba yakın değildir. Bu yazıyı okurken zaten kazanan teknolojiyi kullanıyorsunuz. Dünyadaki en büyük araç dildir. Dil olmasaydı kültür, edebiyat, bilim, tarih, ticari girişim veya endüstri olmazdı. Homo cinsi dile sahip olduğu için Dünya’nın hakimidir. Fakat nasıl ve ne zaman bu söylem krallığını inşa ettik? Ve “biz” kimiz? Ne de olsa, Homo Sapiens Dünya’ya ayak basmış pek çok insan türünden yalnızca birisidir. “Biz” cinsimiz Homo’ya mı yoksa türümüz Sapiens’e mi gönderme yapmaktadır?
Bu sorulara cevap bulmak için en az 1.9 milyon yıl öncesine, Homo Erectus’un kadim primat evrimi sürecinde ortaya çıktığı ana seyahat etmemiz gerekir. Erectus kendisini önceleyen tüm homininlerin neredeyse iki katı büyüklüğünde bir beyne sahipti, kalıcı olarak iki ayak üstünde yürüdü, olağanüstü avcıydı, dünyayı dolaştı ve okyanus adalarına yelken açtı. Bu arada bir yerde dili de edindi. Evet, Erectus, ne Neanderthals ne de Sapiens. Eğer dili Erectus icat ettiyse, bu durum bir milyon yıl sonra doğan Neanderthals’in dile halihazırda sahip bir dünyaya geldiği anlamına gelir.
Aynı şekilde, bizim türümüz de dilin mevcut olduğu bir dünyada ortaya çıkmıştır. Pek çok paleoantropolog, Erectus’u pek az başarıya sahip olan, dile sahip olamayacak kadar aptal ve anlaşılabilir söylem için uygun vokal aparatlardan yoksun cılız bir goril gibi görse de Erectus’un dile sahip olduğuna ilişkin kanıt oldukça kuvvetlidir. Erectus’un dile ihtiyacı vardı ve Erectus dile muktedirdi. Evrimsel çalışmalarda sıklıkla reddedilse de dile “sıçrayış”, mutasyon veya kompleks gramer gerektirmeyen uzun bebek adımları bütünlerinden başka bir şey değildi. Aslında Erectus’un dili de her yönüyle tüm modern diller gibi “gerçek bir dil” olmuş olabilir.
Erectus heybetli bir yaratıktı. Erkeklerin boyu 173 ila 180 santimetre arasındaydı. Birincil ataları Australopithecine erkekleri yalnızca 137 cm uzunluğundaydı (birincil ataları Homo Habilis olabilir fakat bunun için Habilis’in Australopithecine olmadığını veya Homo Erectus’tan ayrı bir tür olduğunu kabul etmemiz gerekir ki bu iki durum da kesin değildir). Bu erken insanların beyinleri yaklaşık olarak 950 santimetre küp hacmindeydi. Neanderthals (1,450 cm3) ve Sapiens (1,250-1,300 cm3)’in beyin hacimlerinden daha küçük olsa da Australopithecine beyinlerinin iki katıydı ve modern sapiens dişilerinin beyin boyutu aralığındaydı. Erectus’un vokal aparatı modern bir gorilin vokal aparatından daha gelişmiş olmayabilir veya bizim vokal aparatımıza daha yakın olmuş olabilir. Fakat konuşmaları bizimkinden farklı bir şekilde ses çıkarıyor olmuş olsun veya olmasın, yine de dil için yeterliydi.
Erectus’un dile sahip olduğunun kanıtı onların yerleşimlerinden, sanatından, sembollerinden, yelkencilik yeteneklerinden ve aletlerinden gelmektedir. Erectus yerleşimlerine eski Dünya’nın pek çok yerinde rastlanmıştır. Erectus’un dile sahip olduğu iddiası için en önemlisi de açık okyanusların onların yolculuğuna engel oluşturmamış olmasıdır.
Erectus yerleşimleri kültür kanıtı barındırır – değerler, bilgi yapıları ve sosyal yapı. Bu kanıt önemlidir çünkü bu elementlerin her biri diğerini genişletir. Örneğin Gesher Benot Ya’aqov/İsrail’de çalışılan Erectus yerleşiminden gelen kanıtlar yalnızca Erectus’un ateşi kontrol ettiğini göstermez; yerleşimlerinin planlı olduğunu da gösterir. Bir alan bitki-yiyecek işlemesi için, öbürü hayvansal malzeme işlemesi için ve bir diğeri de komünal yaşam için kullanılmıştır. Erectus, şaşırtıcı bir şekilde, deniz aracı da yapmıştır. Deniz yolculuğu, Wallacea (Endonezya), Girit Adası ve Arap Denizi’ndeki Socotra ada yerleşimlerini açıklamanın yegane yoludur. O zamanda (ve günümüzde), bu adaların hiçbiri açık okyanusu geçmek dışında erişilebilir değildi. Bu kültürel ada siteleri, Erectus’un 20 veya daha fazla insanı taşıyabilecek deniz araçları inşa etmeye muktedir olduğunu gösterir. Arkeologların çoğuna göre, 20 birey keşfedilen yerleşimleri kurmak için gerekli minimum sayıdır.
Erectus taş aletleri basit olduğundan ve yavaş evrildiğinden bazıları hemen Erectus’un dil için yeterli zekadan yoksun olduğu sonucunu çıkardı. Ancak taşçılık gereçleri hikayenin tamamı değildir. Erectus ada yerleşimlerinden gelen kanıt, onların su taşımacılığı araçları inşa ettiğini gösterir. 250.000 yıllık Berekhat Ram Venüs’ünde de örneklendiği gibi, Erectus sanatla da uğraşmış gibi görünmektedir.
Bunlara ek olarak arkeologlar, aşağı Saksonya’da 400.000 yıllık tahta saplama ve fırlatma mızrakları (“Schöningen mızrakları” olarak adlandırılırlar) keşfetmişlerdir ki bu durum sağlam bir avcılık kültürüne işaret eder. Örneğin mızrak saplamak, en az bir grup üyesinin, mastodon gibi avlara mızrağı saplamak için yeteri kadar yaklaşmasını gerektirir. Avcılık kültürü diğerleriyle iş birliği yapmayı ve planlamayı zorunlu kılar.
Elbette birisi bu mızrakların ve diğer aletlerin Erectus’a değil de bir ön-Neanderthal, ön-Sapiens gibi başka bir Homo türüne ait olduğunu söyleyerek karşı çıkabilir. Bu itiraz pek de güçlü değildir. Neanderthals’i önceleyen Homo türleri için varolan isim yaygınlığına rağmen (rudolfensis, ergaster, heidelbergensis, naledi, floresiensis vb.), Erectus, Neanderthalensis ve Sapiens dışındakiler için kanıt belirsizdir. İspat yükümlülüğü hala diğer önerilen Homo türlerini ayrıştırmak isteyenin üzerindedir. Bu tarz ayrımlar için yalnızca ikna edici kanıt yoksunluğundan ötürü değil; fakat aynı zamanda diğer pozitif kanıt yoksunluğundan ötürü de erken Homo türleri arasındaki daha ince ayrımlar tartışmaya açıktır.
Bir kaynak, yalnızca birkaç yıl önce günümüz Gürcistan’ının Dmanisi mağarasında keşfedilen 1.8 milyon yıllık Dmanisi kafataslarının keşfidir – hepsi de aynı türe aittir. Bunlar farz edilen farklı türlerde bulunanlarla kabaca aynı miktarda şekil çeşitliliği gösterir. Bir diğer kanıt kaynağı ise, Çin’deki Erectus’un doğrudan Homo Sapiens’e evrildiğini gösteren bir çalışmadır ki bu görüş daha yakın zamanlı keşifler tarafından vurgulanmıştır. Öyleyse neden bu kadar farklı tür ortaya atılmıştır? Bunun bir nedeni, bu tarz önermelerin farklı fosil ve site formlarındaki çeşitliliğe açıklama getirme çabaları olmasıdır. Fakat bir nedeni de bir türü adlandıran ilk kişi olmanın oluşturduğu cazibedir.
Gerçek muhtemelen daha sıradandır – Homo, ileri sürdüğüm üç tür dışında, türler arasında kesin bir başlangıç veya bir son olmadan aşamalı bir şekilde değişmiştir. Ne var ki, sonradan bilim gerçekten ara türler olduğunu ve bunlardan birinin (mesela Homo Heidelbergensis) dili ilk keşfettiğini kanıtlasa bile bu makalenin temel iddiası değişmez. Dil, Neanderthals ve Sapiens’ten yüzlerce binlerce yıl önce icat edilmiştir. Fakat şu an için, en güvenilir bilim Neanderthals’i önceleyen tek belirgin insan türünün Erectus olduğu fikrini destekler.
‘Flores’ten gelen kanıt erken atalarımızın başarılı denizciler olduğunu belirtir’
Bunlara ek olarak yelkencilik, modern insanlarınki ile bile rekabet edebilecek düzeyde bir bilişsel gelişime işaret eder. Erectus’un, Endonezya’nın Flores adasını çevreleyen okyanus akıntısı gibi dünyanın en haşin okyanus akıntılarını geçme başarısı, sadece iş birliği değil; aynı zamanda düzeltme, yönerge ve emirler de gerektirmiştir. Dil olmadan oldukça az detaylı düzeltme yapılabilir veya yönerge verilebilir.
Erectus’un dil yeteneğini değerlendirmek için yolculuk kapasiteleri çok önemli olduğundan bu konu hakkında dikkatli davranmalıyız. Erectus’un gemi veya sal inşa ettiği fikrine karşı tek alternatif Erectus bireylerinin kütükler aracılığıyla veya doğal yollarla oluşan bitki salları yardımıyla kazara diğer adalara taşındığıdır. Fakat bu durum kanıta açıklama getirmez. Stone Age Sailors’da (Taş Çağı Denizcileri) (2014) antropolog Alan Simmons şöyle ifade eder:
Atalarımız sürekli aptal vahşiler olarak resmedildi … ne var ki … gerçek bu değildir. Kanıt … en azından Homo Erectus’un veya belki de bir ön-Erectus homininlerinin erken denizciler olduğunu gösterir … ve bu kanıta göre, erken atalarımız … başarılı denizciler gibi görünmektedir … Biyolojik çalışmalar, devam edebilen bir kolonizasyon için olağanüstü sayıda “kurucu popülasyon”ların gerektiğini gösterir.
Simmons şu şekilde sonuçlandırır:
“Bu değişkenler göz önüne alındığında, olağanüstü mesafeler boyunca nispeten büyük yükleri (yani insanlar ve erzak) taşıyabilecek istemli bir şekilde inşa edilmiş gemileri içeren amaçlı denizcilik, pek çok adadaki erken insanlar için artan küresel kanıt ışığında daha makul bir modeldir.”
Gemi inşa etmek ve işletmek için Erectus’un hangi malzemelerin toplanacağı, nerede toplanacağı ve malzemelerin nasıl birleştirileceği hakkında konuşması gerekiyordu – tıpkı bir sal yapmak için bizim ne hakkında konuşmamız gerekiyorsa. Bir salın toplanışına ek olarak, bir bütün olarak yolculuğun planlanması, bu görevin arkasındaki amacı açıklama da dil gerektirirdi.
Bunlardan yola çıkarak Erectus’un dile ihtiyacı olduğunu iddia edebilirz. Fakat o iri Homo beyinleriyle bile dili icat etmek ne kadar zor olmuştur? Bunun cevabı dil ile neyin kastedildiğine bağlıdır. Tüm dilbilimcilerin üzerinde uzlaştığı iki temel dil bileşeni vardır – gramer ve semboller. Bazıları dilin en önemli bileşeni olarak grameri alsa da diğerleri sembolleri yeğlemektedir. Ne var ki, aşağıda da görüleceği gibi, semboller dilde ortaya çıktığında gramer bedava promosyon olarak gelmektedir. Erectus’un dil icadının doğasını anlamak için, başlangıçta iletişim ve dil arasındaki ayrımı kavramak önemlidir:
- İletişim bilgi transferidir.
- Dil semboller aracılığıyla bilgi transferidir.
Kitabım How Language Began’de (Dil Nasıl Başladı?) (2017) dilin Erectus sembollerinin onların aletleri ile başladığını iddia ediyorum. 350.000 yıl önce, günümüzde Atapuerca/İspanya’da bulunan bir cenaze töreninde kullanılan kuvarsit el baltası “Excalibur”a ek olarak tüm Erectus aletleri, tıpkı Sapiens aletleri gibi; iş, topluluk ve kültür sembolleri haline gelmiştir. Aletlerin yaratımı, bakımı, taşınması ve kullanımı bu aletlerin yalnızca yerine getirmek için tasarlandıkları görevlerden başka şeyler de ifade ettiğini gösterir. Nasıl bir kürek yalnızca kazmayı temsil etmiyorsa fakat yılan öldürme ve kamp alanı oluşturma hatıralarını da uyandırıyorsa, Erectus’un aletlerinin de pek çok işlevi vardı ve mevcut olmadıkları durumlarda kültürel değerlerin ve aktivitelerin hatıralarını ortaya çıkarmış olmalılar.
Bir başka deyişle Erectus aletleri, sembollerin alamet-i farikası olan yeri değişmiş (displaced)[1] – anında mevcut olmayan – aktivitelere ve anlamlara işaret eden, kültürel olarak üzerinde uzlaşılmış anlamları temsil etmiştir. Dolayısıyla Erectus sembolleri, aktiviteleri, aletleri, yelkenciliği, yerleşim patenleri vb.’ni icat ederken, simültane olarak kültürü icat ediyordu ve saf iletişimi dile dönüştürüyordu. Bu, dilin herhangi bir icattan daha fazla “insan doğası” parçası olmadığı anlamına gelir. Daha ziyade, eğer insan doğası gibi bir şey varsa, inovasyon yapma yeteneğimizi destekleyen bilişsel güç ve esneklikte kendini gösterir. Dil, yeterli kapasitede bir beyine sahip olan insanlar, insan olmayanlar ve hatta uzaylılar tarafından icat edilmeyi beklemektedir.
Bu bakış açısından bakınca, dilin kökeni teorileri için mevcut riskler fazladır. Beliren esas soru, insanların diğer yaratıkların beyninde bulunmayan özel bilişsel yeteneklere sahip olup olmadığı veya daha basitçe, insanların diğer yaratıklardan daha zeki olduğu için mi dile sahip olduğudur (daha fazla nöron yoğunluğu sebebiyle veya beyin organizasyonunun diğer avantajları sayesinde vb.).
Tüm hayvanlar dünyada yollarını bulmak için, kendilerini beslemek için ve tehlikeden kaçmak için dizinlere (index) güvenir.
Bana göre cevap basittir: Semboller aracılığıyla konuşabilen bir hayvan bulun ve işte size dile sahip bir hayvan. Homo Erectus için de iddiam budur: Semboller aracılığıyla konuşan ilk hayvan Erectus’tur. Kompleks gramer dil için ne gerekli ne de yeterlidir. DNA replikasyonu da gramer benzeri bir prosedür seyreder ama kimse genlerin dili olduğunu söylemez. Ayrıca, yıllarca belirttiğim üzere, bazı modern dillerin karmaşık sözdizim sistemleri yok. Dolayısıyla sözdizim değil; semboller dilin olmazsa olmazıdır. Kendi başlarına yer değiştirmiş, bütün bir konuşur topluluğu tarafından paylaşılan, konuşurlar ve jenerasyonlar arasında aktarılabilen ve hem soyut hem de somut fikir veya şeyleri temsil edebilen iletişimi sağlarlar.
Semboller üç özelliklerinden ötürü bunları yapabilir: keyfilik, amaçlılık ve uzlaşımsallık. Keyfilik, “elma” gibi bir kelimenin gönderme yaptığı meyveye zorunlu bir bağlantısı olmamasını ifade eder. Portekizce’deki maçã kelimesi gibi, başka bir kelime de elmayı temsil etmek için kullanılabilirdi. “Amaçlılık” ile bir formun amaçlı bir şekilde temsil ettiği anlama yöneltildiğini kastediyoruz. Uzlaşımsallık ise bir sembolün formunun, toplumun üzerinde anlaşılmış bir şekilde özel bir niteliğe, olaya veya şeye atıfta bulunması anlamına gelmektedir. Elma, ona “elma” dediğimiz için elma anlamına gelir.
Etkileyicidir ki, arkeolojik kanıtlar da tam olarak sembolsüz bilgi transferinden dile (semboller aracılığıyla bilgi alışverişi) geçiş yapmak için gerekli adımların ilerleyişini destekler. Bu tam da göstergebilimin (semboller teorisi) babası Charles Sanders Peirce’in tahmin edeceği şeydir. Dolayısıyla ben bu sekansa “Peirkeyan ilerleyişi” (Peircean progression) adını veriyorum. Ortaya çıkış sırasına göre arkeolojik kanıtlardaki adımlar şöyle olmuş olmalıdır: (i) (tüm hayvanlar tarafından kullanılan) dizinler; (ii) (ilk başta Australopithecus Africanus’ta gözlenen) görüntüsel göstergeler (icons); ve (iii) semboller (Erectus’un aletleri, sanatı ve kültürel yaratımları). Bu ilerleyiş aşağıdaki diyagramda gösterilmiştir:
Tüm hayvanlar dünyada yollarını bulmak, kendilerini beslemek ve tehlikeden kaçmak için dizinlere güvenir. Mesela bir aslan, avını koku veya görüş dizini (başka bir hayvanın geçişinden ötürü hareket eden ağaç dalı gibi) ile avlar. Bir tilki ateş sonucunda ortaya çıkan koku dizininden kaçınarak ateşten korunur. Dolayısıyla dizinler yaşamın kendisi kadar eskidir.
Sonrasında ise görüntüsel göstergeler gelmektedir. Arkeolojik kanıtlardaki ilk görüntüsel gösterge, bir nesnenin diğerine benzediğine yönelik bir amaçlı kavrayış gösterir. Bu Güney Afrika’dan gelen 3 milyon yıllık Makapansgat çakılıdır. Bu küçük 7 x 8,3 cm çakıl bir insan yüzü gibi görünür ve küçük bir Australopithecus Africanus grubunun mülkiyeti altında bulunmuştur. Bu mineral diğerlerine benzemediği için onun Australopithecus’un mağarasına taşıdığını biliyoruz.
Bu görüntüsel göstergeden bir milyon yıl sonra, Homo Erectus’un kültürel başarılarında semboller için kanıtlar ortaya çıkar.
Peirkeyan ilerlemesinde, Erectus’un farklı araçları, başlangıçta temsil ettikleri görevlerin dizinleri olmuştur. Yani ucunda kan bulunan bir mızrak ile öldürdüğü mastodon arasında bir fiziksel bağlantı olmuş olmalıdır. Fakat arkeolojinin de gösterdiği gibi, kültür geliştikçe bu araçlar bir milyon yıl önce daha uzlaşımsal hale gelmiştir ve aşamalı bir şekilde sembollerin rolünü almıştır. Bir alet Erectus için kültürel açıdan önemli bir görevi temsil etmiştir. Bu temsil, alet kullanılmazken bile mevcuttur. Tekrardan, bu durum belki de en iyi şekilde Atapuerca’daki olası bir mezarlıkta bulunan iki yüzlü kırmızı kuvarsit ile örneklenmektedir. Kültür geliştikçe aletler sembollere dönüşmüştür. Bu duruma sadece insanlar arasında rastlarız.
Erectus yerleşimlerinin ve seyahatinin organizasyonu ve planlaması da gramer ve uzlaşım için gerekli bilişsel yetiyi resmeder. Erectus başarılarının toplu arkeolojik kanıtı, dolayısıyla, Erectus’un 800.000 yıldan daha önce dili icat ettiğini destekler. Yelkenciliğin dili takip ettiğini varsayarsak bu sayı 1,5 milyon yıla çıkar (kapsamlı seyahat ve alet standardizasyonu tarafından desteklenir). Dili icat etmek Erectus için ne kadar büyük bir adım olmuştur?
Semboller, aynı zamanda kültürel bağlam tarafından yorumlanan, üzerinde anlaşılmış form-anlam karşılıklarından (konuşulan kelimelerin ses formları, aletlerin ise görsel, kokusal ve dokunsal formları vardır) da aşamalı bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bunlar sonrasında semboller olarak uzlaşımsallaştıran, jest ve tonlama ile yapılan basit ünlemler olmuş olabilir. Mesela birinin keskin dişli bir kedi ile karşılaşmasında “Shamalamadingdong” diye bağırdığını varsayın. Jestler ve tonlama sonrasında bunu tersine mühendislik aracılığıyla daha küçük parçalara bölmüştür. Bu duruma “Pig Latin”[2] gibi modern dil oyunlarının çoğunda rastlanır. Aynı zamanda, konuşurların kendi dillerini, “alkolik” kelimesini ‘alkol-’ ve ‘ik’ gibi iki parçaya bölmesi ve sonrasında ‘çikolatakolik’ gibi yeni kelimeler üretmesi gibi art-yapımlar aracılığıyla analiz ederler. Konuşurlar kendi kelimelerini ve cümlelerini sıklıkla ve kolaylıkla analiz ederler fakat onların analizleri dilbilimsel teorinin analizinden ayrıdır.
Semboller, aynı zamanda, ağlama gibi doğal ses kalıplarının, Brezilya’nın bazı Ge dillerinde de rastlandığı gibi, bir tür ritüel ağıt oluşturmak amacıyla uzlaşımsallaşması sonucunda da ortaya çıkabilir.
Kelime gibi bir sembol icat edildiği zaman “ikili örüntüleme” olarak bilinen bir olgu takip eder (1960’larda Amerikalı dilbilimci Charles Hockett tarafından ortaya atılmış bir kavram). Bu kavram, bir ses zinciri gibi anlamsız bir maddenin bir anlamla ilişkilendirilmesi anlamına gelir. “Cat” (kedi) kelimesine bakalım. ‘c’ [k], ‘a’ [æ], ve ‘t’ [t] sesleri kendi başlarına anlamsızken, ‘cat’ kelimesinde birleştirildiklerinde uzlaşımsallaşmış bir anlam kazanırlar. Bir kelimedeki anlamsız sesler dizisi, diziliş aracılığıyla fark edilebilir. Bunu yaptıktan sonra, ‘pat’ı (hafifçe vurmak) elde etmek için ‘c’yi ‘p’ ile, ‘cad’i (kaba kimse) elde etmek için ‘t’yi ‘d’ ile, ‘caught’u (yakalanan/yakaladı) elde etmek için ‘æ’yi ‘ᴐ’ ile vb. değiştirebiliriz. Bu işlem, dilin tekil sesleri olan “boşluk”ların (slot) (kelimedeki ‘c’, ‘a’ ve ‘t’ için boşluklar ve hece) ve “tamamlayıcı”ların (filler) kavrayışına veya keşfine dayanır. Bu basit boşluk-tamamlayıcı ilkesini, anlam ve kültür ile birleştirerek farklı karmaşıklık seviyelerine sahip olan gramerler ortaya çıkarabiliriz.
Kültür tarafından üzerinde uzlaşılan bir semboller kümesine ve bir doğrusal dizilişe sahip olmanız dile sahip olmanız demektir.
Tıpkı kelimelerin bir cümlenin boşlukları için tamamlayıcılar olduğu gibi, kelime dizilerinin, öbeklerin ve cümlelerin de boşlukları vardır. ‘The goat saw the monkey’ cümlesinde (Keçi maymunu gördü) tamamlayıcılar isim (‘goat’ ve ‘monkey’), artikel (‘the’), fiildir (‘saw’) ve boşluklar fiilden önce gelen pozisyonlar, fiil ve fiiilden sonra gelen pozisyondur. Tıpkı ‘pat’i ‘cat’ten türetebildiğimiz gibi, bir bakıma, ‘The goat saw the monkey’ cümlesinin boşluk-tamamlayıcı düzenlemesinden ‘The monkey saw the goat’ (Maymun keçiyi gördü) veya ‘The man saw the boy’ (Adam çocuğu gördü) cümlelerini türetebiliriz. Kültür tarafından üzerinde uzlaşılan bir semboller kümesine ve bir doğrusal dizilişe sahip olduğunuzda dile de sahipsinizdir.
Elbette diller zaman içerisinde daha karmaşık hale gelirler ancak durum bundan ibarettir. Aynı şekilde, yay ve ok da kültürler arasında değişen karmaşıklık seviyelerine sahiptir fakat bunun dışında evrensel gibi gözükmektedir (çünkü sizden hızlı hareket eden bir proteini elde etmenin en ideal yolu budur). İleri sürdüğüm Peirkeyan ilerleyişinde, bu ayrımlar G1- G3 gibi farklı G(ramerler) ile ifade edilir. G1 doğrusal gramerdir (yani sadece doğrusal bir dizilime sahip semboller). G2 biraz hiyerarşiye sahiptir (İlkokulda bazılarımızın gördüğü Reed-Kellogg* diyagramları gibi). G3 hem hiyerarşiye hem de yinelemeye (recursion) sahiptir. [Yani birisi yalnızca hiyerarşik olarak inşa edilmiş ‘Bill said Mary came in the room’ (Bill, May’in odaya girdiğini söyledi.) cümlesini değil – burada ‘that May came in the room’ cümlesi daha geniş cümle olan ‘Bill said …’ cümlesine eklemlenmiştir – fakat aynı zamanda ‘Bill said that May said that Peter said that John said that …’ gibi yineleyen cümleleri de dile getirebilir – buradaki cümlelerin prensipte bir üst sınırı yoktur].
Hiyerarşik yapılar, yineleme, sıfat cümlesi ve diğer karmaşık yapılar gibi gramer süslemelerinin hepsi, etkili hesaplamanın genel ilkeleri ve kültürel uzlaşımlar ile uyumlu bir şekilde, sembollerin boşluk-tamamlayıcı düzenlemesine ve kompozisyonuna dayanan ikincil ögelerdir. Bu ilkeler ilk olarak Nobel ödüllü ekonomist Herbert Simon’ın ‘The Architecture of Complexity’ (1962) (Karmaşıklığın Mimarisi) makalesinde tartışılmıştır. Ne var ki, başka diller ile aynı seviyede anlatımsal güce sahip olmak için sözdizimsel karmaşıklık zorunlu değildir. İşin aslı, hiyerarşi veya karmaşık sözdizimin diğer yapı taşları kanıtlarından yoksun olan, gramerleri üzerinde anlaşılmış dizilim ve sembollerden fazlasına sahipmiş gibi görünmeyen modern diller mevcuttur.
Dolayısıyla, kültürler ve semboller ortaya çıktığında gramer de yola çıkar. Eğer bu doğruysa, dil şarkı, ezgi veya jestler ile başlamamıştır. Semboller eş zamanlı ve simbiyotik bir şekilde jestlere, söyleme ve ezgiye bağlı olmuştur – How Language Began (2012) (Dil Nasıl Başladı) kitabında David Mcneill de bunu iddia eder.
Elbette Erectus’un modern insanların ses aralığından mahrum olmanın da ötesinde diğer bazı kısmi eksiklikleri de vardı. Önemli FOXP2 [3] geninin Sapiens’lerde bulunan modern formundan yoksundu. Bu vokal aparat ve ilkel genlerin eksikliği Erectus’un dile sahip olduğu fikri için bir sorun teşkil ediyor mu? Pek de değil. Örneğin, konuşmanın evrimi dil tarafından tetiklenmiştir – bizler dili geliştirdikçe onları aktarma yolları da zamanla gelişti. Elbette Sapiens’in konuşması muhtemelen Erectus’un konuşmasından daha iyi. Fakat bu Erectus’un dilden yoksun olduğu anlamına gelmez. Her memeli bugün üretebildiği seslerle dile sahip olabilir. Sadece doğru beyine ihtiyaçları vardır. FOXP2’nin Sapiens versiyonu, sesleri daha kolay telafuz edebilmemize ve Erectus’tan daha daha hızlı ve efektif bir şekilde düşünebilmemize yardım eder. Fakat bir “dil geni” değildir. Biz ‘Tesla versiyonu’na sahip iken Erectus ‘Model T’ versiyonuna sahip olmuş olsa da, onların ‘ilkel’ FOXP2 geni onları dilden yoksun bırakmamıştır. FOXP2 ve diğer genler kısmen dil ve kültürün evrimsel baskıları dolayısıyla uyarlanmıştır.
Bir varlığın kendi konuşmasını farklı tutmak için kaç tane sese ihtiyacı var ki? Bilgisayarlar yalnızca iki ‘ses’ kullanır – 0 ve 1. Dilde ne kadar çok konuşma sesi olursa olsun, dünyadaki herhangi bir dilde dile getirilebilecek her şey bir bilgisayarda 0’lara ve 1’lere çevirilebilir – aksi halde dizüstü bilgisayarınızda romanlarınızı yazamazdınız. Gırtlak, dikkatleri dağıtmak için ortaya atılmıştır. Esasında, Papua dili Rotokas gibi bir düzineden daha az sayıda sese sahip olan modern diller mevcuttur. Erectus da fiziksel olarak, en az bir goril veya dizüstü bilgisayarımın ikili dilinin çıkardığı sayıda ses çıkarabilme yetisine sahipti. Aslında, aynı vokal aparatla bile, Erectus daha gelişmiş beyni sayesinde gorillerden daha fazla ses üretebiliyor olmuş olabilir. Şempanzeler sembolleri destekleyecek beyinleri olmadığından konuşmazlar, uygun vokal aparattan yoksun oldukları için değil.
Modern İngilizce ‘İç. Sür. Hapse gir.’ gibi (You drink. You drive. You go to jail.) basit cümlelere sahiptir. Fakat gramatik olarak basitliklerine karşın bu örnekleri de anlarız. Esasında birisi, herhangi bir dilde, o dilin tüm ana dil konuşurlarının anlayabileceği benzer cümleler kurabilir. Yorumlama, kültürel bağlam gerektirir; kompleks gramer değil – fakat Language: The Cultural Tool’da (Dil: Kültürel Araç) açıkladığım gibi kompleks gramer yorumlamayı daha da kolaylaştırır.
Aletleri çok ilkel olduğu için Homo Erectus modern dile muktedir değil miydi? Zırva!
Bu tarz tabirler, dil kelimelerin dizilişinden başka belirgin bir gramere sahip olmasa da insanların dili yorumlayabileceğini ve kullanabileceğini gösterir. Homo Erectus’un dili bu örneklerden daha karmaşık olmamış olabilir veya olmuş da olabilir. İngilizce örnekler, dilin kültürel bağlamı dışında tam belirlenmemiş olduğu ilkesini vurgular. Tek başına sözdizim yetersizdir.
Fakat Erectus araçlarının çok ilkel olduğundan dolayı Erectus’un modern dile muktedir olduğuna inanmayan modern paleoantropologlara, dilbilimcilere ve diğerlerine ne demeli? Zırva! Bu yetersizlik damgası akıl yürütmede oluşan birkaç hatadan kaynaklanmaktadır: (i) Kemik ve tahta aletlerden gelen kanıtları yoksayarak neredeyse sadece taş aletlere odaklanır; (ii) pek çok adadaki yerleşimlerin ya kara köprülerinin ya da rüzgar kaynaklı kazaların sonucu olduğunda hatalıdır; (iii) Erectus’un köy organizasyonunun önemini göz ardı ediyor gibi görünmektedir; (iv) Erectus konuşmasının hiçbir çalışması konuşmanın dilden sonra geldiğini ve dile sahip olmak için insanın vokal aparatının yalnızca pek az ses üretmesinin gerekli olduğunu kavramıyor gibi görünmektedir (fakat Viyana Üniversitesi’nde bulunan evrimsel biyolog W. Tecumseh Fitch tarafından yürütülen yeni araştırmaya bakınız); (v) aletlerin semboller haline geldiğini anlamamaktadır; (vi) dile sahip olmanın zorluğunu abartma eğilimdedir ve boşluk-tamamlayıcı gramerlerin ikili örüntülemeye dayanan semboller sonucunda ortaya çıktığını fark etmekte başarısızdır.
Arkeolojik kanıtın da gösterdiği gibi, Erectus’un yüksek zekası ve kültürel gelişimi aracılığıyla dili icat ettiğine yönelik çıkarılan sonuç güçlüdür. Fakat dil yalnızca sembollere ve gramere dayanan bir teknoloji ise diğer canlılar da onu keşfedebilirdi. Eğer keşfetmedilerse, bunun sebebi kültürden yoksun olmalarıdır. Dilin burada tanımlandığı şekliyle – semboller aracılığıyla bilgi transferi – diğer hayvanların da dile sahip olduğuna ilişkin bazı iddialar vardır. Ne de olsa pek çok hayvanın sembolleri öğrenebildiği iyi bilinmektedir. Bunlardan bazıları atlar, büyük maymunlar ve köpeklerdir. Belirsiz olan şey insan dışı canlıların vahşi yaşamda sembol icat edip etmediğidir. Bunun için kültüre ihtiyaçları vardır ve kültür için pek kuvvetli kanıtlar mevcut değildir.
Öyleyse, eldeki kanıtlar güçlü bir şekilde Erectus’un bir milyon yıldan daha önce dili icat ettiğini ileri sürmektedir. Erectus bu hamlesiyle, o andan itibaren dünyayı, torunları Homo Sapiens de dahil olmak üzere, tüm canlılardan daha fazla değiştirmiştir.
Çevirmen Notları
[1]: Yer Değiştirme, (Displacement) yakın çevremizde mevcut olmayan şeyler veya olaylar hakkında konuşabilme yetisi.
[2]: Pig Latin, kelimenin veya başına ekler getirerek, bazı ekleri veya sesleri çıkararak farklı kelimeler ortaya çıkarmayı amaçlayan bir oyun.
[3]: FOXP2 yüz kontrolünde ve ses üretiminde etkisi olduğu düşünülen, ilk bulunduğa zamanlarda popüler bilim dergileri tarafından “Dil geni bulundu” gibi başlıklarla duyurulan çatal şeklindeki bir gen.
Daniel Everett- “Did Homo erectus speak?”, (Erişim Tarihi: 25.09.2020), Erişim Kaynağı: https://aeon.co/essays/tools-and-voyages-suggest-that-homo-erectus-invented-language
Çevirmen: Can Kalender