İdeolojinin Savunusu – Logan Chipkin

//
1147 Okunma
Okunma süresi: 6 Dakika

İdeolojik terimi sıklıkla sanki bir hakaretmiş gibi kullanılır. Tipik olarak bir kimsenin kendi yolunu belirlediği ya da dogmatik olduğu imasını taşır. Aynı zamanda, bir ideolojiye sahip olmayanların olaylara daha adil yaklaştığını, daha az ön yargıya sahip olduğunu ve daha soğukkanlı olduğunu da ima eder. Eğer yalnızca ideolojik kimseler sakinleşebilse ve herkesin haklı olduğu noktalar olduğunun farkına varabilse ortada bir ideolojinin ya da uyulması gereken katı prensiplerin olmadığı bir orta noktada buluşabilirdik.

Ancak ideoloji yalnızca bir fikirler kümesidir. Bir inanca adanmış kimseler bir fikir setine sahiptir; aynı şekilde politik olanlar da öyle. Peki bilimsel teoriler birer ideoloji midir? Neden olmasınlar? Bir ideoloji çoğunlukla kişilerin dünyaya onun çerçevesinden baktıkları bir lens olarak düşünülür. Çoğu insan, örneğin, köktenci Hristiyanlığı ve klasik liberalizmi birer ideoloji olarak görür: Bir kimsenin ortadaki gerçekleri yorumlamakta kullandığı fikirler kümesi. Örneğin, Darwin’in evrim teorisi de dünyayı anlamamız için bize araçlar sağlar.

Ancak bunlar tamamen kelimelerin anlamlarıyla ilgilidir. Bizim bir fikirler kümesinin genel olarak ideoloji olarak görülüp görülmediği konusunda endişelenmemize gerek yok. Asıl mesele dünya anlayışımızın ne kadar isabetli olduğudur. Her ne kadar dünya görüşümüzde hataların varlığı kaçınılmaz olsa da bu hataları sonu gelmeyen geliştirme dizileriyle düzeltmek için ahlaki bir zorunluluğumuz vardır. Bu zorunluluk bilim, toplum, ahlak ve aklın uygulanabileceği bütün diğer alanlar için geçerlidir. Dünyayı daha iyi anlayıp geliştirmek içinse bir ideoloji şart olabilir. Ya da belki de olmaz. Problemleri çözebildiğimiz sürece bunun bir önemi yoktur.

Klasik liberalizmi ele alalım. Hiç şüphe yok ki bu bir politik ideolojidir, özellikle günümüz kültür savaşlarında. Ekonomik özgürlük, bireycilik ve ilerlemeye duyulan bir inanç ve arzu ilkeleriyle savunucularına refahın nasıl yaratıldığı hakkında olduğu gibi toplumun nasıl düzenlenmesi gerektiği konusunda da bir vizyon sunar. Bir diğer deyişle, klasik liberalizm gerçekliğin belirli bir kısmının nasıl çalıştığı (ekonomi) ve insanların nasıl hareket etmesi gerektiği hakkında bazı iddialarda bulunur.

İnsanların bu ideoloji hakkında akıl yürütüp tartışacaklardır. Belki de klasik liberalizm göründüğü kadar tutarlı değildir. Belki ideoloji ekonomik açıdan tamamen hatalıdır ve piyasanın nasıl çalıştığı hakkında Adam Smith’ten esinlenilen görünmez el görüşü insan doğası hakkında bazı temel özellikleri görmezden geliyordur ve sonuç olarak gerçek dünyaya uyarlanamazdır. Ya da belki de bireycilik tamamen hatalı bir görüştür ya da kaçınılmaz olarak kolektivist bir dünyada umutsuz derecede safça bir görüştür.

Böyle bir ideolojiye her tür eleştiri yapılmıştır, yapılması da gerekir. Ancak klasik liberalizmi bir ideoloji olduğu için reddetmek bir eleştiri değildir-bu fikirlere yöneltilmiş ad hominem bir saldırıdır.

Bu aynı zamanda dinler, bilimsel teoriler ve ahlak felsefeleri için de geçerlidir. Bunların savunucularının ideolojik olup olmaması bir fark yaratmaz. Bir diğer yandan, bu görüşlerin savunucularının belki de yanılıyor olması fark yaratır.

Eğer bir ideoloji birbiriyle tutarlı olan açıklayıcı fikirler kümesiyse gerçekliği anlayışımız, derinleştikçe daha da ideolojik bir hale gelir. Bu yüzden bilimsel, ahlaki ve politik teorilerimizdeki hataların her bir çözümünde dünya görüşümüz daha tutarlı ve birleşik bir hale gelir. Bilimsel alanda bunu zaten iyi bir şey olarak görüyoruz. Ancak bilimsel bilgiyle diğer türden bilgiler arasındaki sınırlar sunidir- eğer tutarlılık, problem çözme kabiliyeti ve evrensel prensiplerin keşfi bilim için değerliyse, o zaman bunlar aynı zamanda ahlak ve siyaset felsefeleri için de değerlidir.

Aynı durum aşırılıkçı, aşırı sol ya da aşırı sağ gibi terimler için de geçerlidir. Bu sıfatların ima ettiği şey, bu gibi aşırı ya da ekstrem görüşlerin sahiplerinin hatalı olduğunu çünkü görüşlerinin- hmm, açıkçası tam olarak ne? Merkezden mi çok uzak? Bu merkezin neresi olduğuna kim karar veriyor ve neden merkezdeki görüşler zorunlu olarak doğru olsun? Gerçeklik onu nasıl böldüğümüzle ilgilenmez.

Kar amacı gütmeyen Ideas Beyond Borders oluşumunu düşünün. Iraklı bir mülteci olan Faisal Saeed Al Mutar tarafından kurulan organizasyon ”tüm dünyada insanları yeni fikirlere ve taze perspektiflere erişimle güçlendirerek aşırıcılığı engellemek” amacına hizmet ediyor. Yaptıkları işin çoğu başka türlü bu bilgilere hiçbir zaman erişemeyecek Arap dünyasından insanlar için kitap ve makale çevirerek bunları erişilebilir hale getirmeyi kapsıyor. Al Mutar onların ‘‘Global Conversations tartışma forumunun 120’den fazla ülkede 2.4 milyondan fazla insana ulaştığını” söylüyor. Bu doğru yöne atılmış temiz bir adım.

Ancak Al Mutar kendiliğinden aşırıcılıkla değil kötü fikirlerle savaşıyor. Al Mutar’ın doğum yerindeki dini köktencilik aşırı bir görüş olduğu için mesele değil, nasıl tanımlanırsa tanımlansın. Bu görüş problematik çünkü hatalı. Müslümanların kutsal kitabındaki—ya da İncil’deki—etik ve empirik iddialar toplumlarımızın keşfettiği diğer, üstün açıklamalarla çelişki içindeler. Aynı şekilde klasik liberalizmde de ilgilenmemiz gereken şey görüşün aşırılığından ziyade gerçeklikle ne kadar örtüştüğü ya da örtüşmediği olmalıdır.

Bir ideolojiyi ya da kamu politikasını aşırı sol ya da aşırı sağ olarak etiketlemek bir lekeleme taktiğidir, argüman değil. Politik eksen insan yapımıdır—neyin ne yönde aşırı olarak nitelendiği tarihi tesadüflerin bir yansımasıdır, ekonomik, etik ya da politik prensiplerin doğasının değil. Örneğin açık sınır politikası genellikle aşırı solla ilişkilendirilir. Ancak bu gibi bir politika alakalı açıklamalara bağlı olarak ya doğru ya da yanlıştır. Solcu uzmanlar sağcıları aşırı sağ olarak adlandırır ve sağcı uzmanlar da tam tersini yapar. Bu etiketlemede ima edilen düşünce eğer bir kimsenin siyasi karşıtı duruşunda daha ılımlı olsaydı belki de bir anlaşmaya varabilecek olmalarıdır. Peki merkezi bu kadar özel kılan nedir? Gerçekliğin prensiplerinin tam olarak bizim ürettiğimiz politik spektrumun ortasında yer alması gerektiği varsayımı ne büyük bir küstahlıktır!

İdeolojiler ahlaki düşüncelerden, gerçeğe dayalı düşüncelerden ya da ikisiyle beraber oluşur. Bir politik pozisyon tanımı gereği ahlaki olsa da (hükümetin ne yapması gerektiğiyle ilgilidir) aynı zamanda ekonomi, değerler vs. gibi konulardaki temel düşüncelerle de bilgilendirilebilir (gerçekler).

Doğanın prensipleri hem ahlaki hem bilimsel olarak tanımı gereği evrenseldir. Bu zamansız kurallarla hareket etmek için Doğa Ana ne kadar da aşırılıkçı, ne kadar da mutlakiyetçi olmalıdır! Gerçekliği anlayışımız derinleştikçe bu bazılarına gittikçe daha ekstrem ve ideolojik görünecektir. Dünyanın birliği ve tutarlılığından ötürü bu bilimde, ahlakta ve siyasette gerçekleşecektir. Eğer toplumdaki problemleri çözmeye devam edeceksek görüşleri bizim olmasını istediğimiz profile uymadıkları için reddetmekten daha olgun olmalıyız. Gerçeklik katıdır, gerçeklik hakkındaki en iyi açıklamalarımız da öyle.

Gelecek problemleri öngöremeyiz. Ancak düşünceleri eleştirme metotlarımızı geliştirebiliriz. Sözel saldırılarımızı ekstremlik derecelerine ya da bir ideolojinin parçası olup olmamaya değil düşüncedeki hatalara yöneltmeliyiz.

Logan Chipkin- “In Defence of Ideology”, (Erişim Tarihi: 17.07.2020), Erişim Kaynağı: https://areomagazine.com/2020/01/10/in-defence-of-ideology/#:~:text=The%20term%20ideological%20is%20often,unbiased%20and%20more%20even-tempered

Çevirmen: Yiğit Aras Tarım

Çeviri Editörü: Can Kalender

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Bugün Gulag Kamplarının Yerinde Ne Var? – Alexandra Guzeva

Sonraki Gönderi

Olumsallık Argümanı Üzerine Bazı Düşünceler – Jonathan David Garner

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü