İnsanlar Neden Yanlış Şeylere İnanır? – eugyppius

//
4 Okunma
Okunma süresi: 6 Dakika

Bu kadar insanın karşısındaki devasa boyutlarda kanıtlara rağmen açıkça yanlış olan şeylere inanabilmesi ve inançlarını yıllarca sürdürebilmesi büyük bir sorun. Elbette aralarında yüksek yönetim pozisyonlarında olan yalancılar ve üçkağıtçılar da var; aynı zamanda sadece kandırılmış ve yanlış bilgilendirilmiş çok fazla insan da var. Yalnız, çok daha kötü bir sorun ise kültürlü ve tamamen dürüstçe bu kadar bariz yanlış şeyleri benimseyenlerdir. Maske takanların, kapanmacıların ve hatta aşı olanların büyük çoğunluğu böyledir. Arada küçümseyici ve kötü niyetli olanlar, ve aptal olanlar da var, ama bu saçma şeylere her şeye rağmen inanan diğer kesim var. Bunun sosyal, psikolojik ve duygusal açıklamaları olsa da yanılmak hepsinin üstünde zihinsel bir problemdir ve zihinsel kısıtlamalarımız yüzünden bu her yere nüfuz eder.

İnsan algısının ve idrakının her yerde görülen bir özelliği de model dediğiniz şeylerden geliyor. Doğrudan duyularımızın bize sağladığı verilerle hareket etmiyoruz. Bunun yerine, beynimiz önce bu bilgiyi çevremizin aralıksız çalışan, sürekli güncellenen bir modeline göre işler. Hareketlerimiz bu modelin içindedir ve bu model bizim subjektif algısal deneyimimizi de oluşturur. Örneğin, gözlerimiz görsel alanın sadece çok küçük bir kısmının yüksek çözünürlükte resmini sunar – ve bu düşündüğünüzden çok daha küçüktür. Beyinlerimiz bu sınırlı ve dağınık bilgilerden etrafımızda olan bitene dair daha geniş bir teori inşa eder, böylece boşlukları doldurarak zengin ve içselleştirilmiş birgörsel deneyim sağlar. Bu; neden beklenmedik olayların hiç yoktan gerçekleştiğini, neden aslında gözümüzün önünde olan kayıp eşyamız için aynı odayı yirmi kere aradığımızı ve görgü tanıklarının sık sık arabanın rengi ve suçlunun boyu gibi konularda anlaşmazlık yaşadığını açıklar.

Zihinsel süreçlerimiz de aynı şekildedir. Yıllar önce, Thomas Kuhn Bilimsel Devrimlerin Yapısı  adlı kitabında bilimin her zaman yeni keşiflerin ve bilginin yığılmasıyla gelişmediğini söyler. Bilim insanları her zaman ve daimi olarak evren hakkındaki veri deposunu güncellemez. Bunun yerine bilimsel görüşler kesintili bir denge içinde inişli çıkışlı bir şekilde değişir.

Araştırmacılar belli  varsayımların ve konunun doğasına dair teorilerin ve çalışma amaçlarının bulunduğu temel bir kümede anlaşırlar. Bu varsayımlar ve teoriler bir arada alındığında paradigmayı oluşturur. Paradigmalar basitçe beyninizin duyulardan gelen bilgiler üzerinden inşa ettiği çevresel modeller gibi zihinsel çerçevelerdir. Paradigmaların tamamı ister istemez kusurludur çünkü doğal fenomenler anlatılamayacak kadar karışıktır ve hakkındaki bilgilerimiz oldukça kısıtlıdır. Yine de, geçerli olan paradigmalar açıklayıcı gücü nedeniyle tercih edilir; ispatlara ve araştırmaya yeterince iyi adapte olabilir. Kuhn buna “normal bilim”, yani paradigma içinde günlük araştırma ve sorgulama der. Bu da geçerli paradigmaların düzeltilip gerçekliğe daha uygun yapıya gelmesini sağlar.

Ara sıra paradigmaların açıklayamadığı anomaliler ortaya çıkabilir. Normal bilimle uğraşan araştırmacılar bu anomalileri görmezden gelmeye veya küçümsemeye olabildiğince devam etmeye çalışır, çünkü paradigmaları tarafından bahşedilen zihinsel yöntemlerle anlaşılamaz ve işlenemez. Bu anomaliler yeni bir paradigma, yani temel varsayımların yeni bir kümesini, gerektirir ki bu, çok fazla anomalinin ortaya çıkıp hakim olan paradigmayı geçersiz kılarak çalışma alanının krize girmesine yol açana kadar düşünülmez. Bu noktada hastalıkta kirli hava teorisini terk edip mikrop teorisinin geçerliliğini savunursunuz veya Dünya merkezli yıldız sistemi yerine Güneş merkezli yıldız sistemini benimsersiniz.

Öyleyse paradigmalar sadece yorumlamalarda ve tahminlerde bulunmaz. Aynı zamanda hangi tip soruların sorulmasının uygun olup olmadığına ve bu sorulara nasıl cevap verileceğini de tesis eder. Bir paradigmanın içine girdiğinizde paradigma çok gerçekçi gelmez, sorgulanamayan ve görünmez  bir halde değildir. Bu, teorilerin neredeyse gerçeklik yaratma ve kendilerine kapalı, dokunulmaz düşünce dünyaları oluşturma konusundaki tuhaf yeteneklerini açıklar. Herhangi bir veri ve gözlem kümesi birden fazla hipotezi destekleyebilir, ama bir teorinin büyüsü altında sadece sizin zaten inandığınız şeyi onaylayan veriyi görürsünüz. Aksine, ispatları yalanlamak teoriyi diskalifiye etmiyor, hatta sıkıcı ve garip ve hepsinden fazlası önemsiz olarak görülüyor.

Kuhn bu konsepti sadece bilim bağlamında ele aldı, ama açıktır ki paradigmalar politik tartışmalardan Shakespeare üzerine yapılan çalışmalara kadar her şeyi kapsam altına alır. Doğal, tarihi veya edebi fenomenleri sürekli çalışmak sizi daha zeki ya da dünyayı daha iyi anlayan biri yapmıyor. Teorinin ve yorumlamanın sofistikeliği arttıkça sorgu kapsamı daralmaktadır ve kendini kandırmanın ve absürtlüğün olasılığı ise kat be kat artmaktadır. Bu yüzden sadece doktorası olanların böyle saçma fikirler ortaya atabileceği konusunda şakalar yapılır. Bu Korona için de, politik meseleler için de, ve kalan her şeyde de böyledir. Az bilgiye sahip olan gözlemcilerin maruz kalabileceği hatalar ve yanlış yorumlamalar vardır, ama zihinsel dünyalar inşa eden, çokça bilgiye sahip olan eleştirel düşünceliler de çok daha derin ve sağlam hatalar yapabilir ve asla yanıldıklarını kabul etmezler.

Kuhn ve diğerleri önceki bilim insanlarının ölümlerinden bilimsel bilginin keşifle çok ilerlemediğini not etmiştir:

Kopernikçilik, kendisinin ölümünden neredeyse bir yüzyıl sonra çok az kabul görmüştür. Newton’ın çalışmaları Principia yazıldıktan yarım yüzyıl sonrası boyunca kabul görmemiştir. Priestley oksijen teorisini, Lord Kelvin elektromanyetizma  teorisini hiçbir zaman kabullenememiştir, ve bu böyle gider. Darwin şunu yazmıştır: “Bu ciltte belirtilen yaklaşımların tamamının gerçekliğinden emin olsam da hiçbir şekilde deneyimli, zihinleri yıllar boyunca sayısız gerçekle doldurulmuş, doğrudan benim bakış açılarımın tam tersine sahip doğa bilimcilerini ikna edeceğimi düşünmüyorum.” Ve Max Planck Bilimsel Özgeçmişinde kariyerini incelerken ne yazık ki durumu “yeni bir bilimsel gerçek, karşıt görüştekileri ikna ederek ve onların gerçeği görmesini sağlayarak yerleşmez, bunun yerine karşıt düşünceliler zamanla ölürler ve yeni nesil buna uyum sağlayarak büyür.” şeklinde belirtmiştir.

Buradaki en büyük sorunlardan birisi hatanın ve hatanın kaynağının aynı olmamasıdır. İnsanlar bariz bir biçimde yaptıkları çıkarımlarda yanılmaktadırlar ama onlar bu yanlış çıkarımlara; hiç değinmemiş oldukları, alelade bir yanlışlanmaya bile maruz kalmayan, daha geniş bir zihinsel çerçeveden ulaşmışlardır.

Akademisyenlerin ve entelektüel katkılarının, hakim teorilerin ve fikir birliği biliminin eleştiriden korunması amacıyla diplomacılığın ve eşik bekçiliğinin etrafında kurulması durumu kötüleştirmektedir, ve doğru-düşünen toplumun doğru düşünmek konusundaki ön koşullar olduğunu düşünmesine yol açmaktadır. Bilime İnanın gibi sığ politik talepler, bütün dünyayı asla yanıldığını kabul edemeyen ve hangi kanıt sunulursa sunulsun fikirlerini asla değiştirmeyen bir grup sorumsuz akademisyenin sadece garip, kariyer odaklı entelektüel katkılarıyla sınırlayacaktır.


eugyppius – “Why People Believe Wrong Things

Çeviri: Hakkı Kılıç


Not: Bu içerik, entelektüel bir ortaklık içinde olduğumuz sevgili Mürekkep ekibi ile işbirliğimizin ürünüdür. İçeriklerinden haber olmak ve takip etmek için tıklayınız.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Olmak Ya Da Olmamak: Felsefi Seri Katiller – Katherine Ramsland

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü