Kavram Mühendisliği – Herman Cappelen & Josh Dever

//
1111 Okunma
Okunma süresi: 35 Dakika

Çevirmen Önsözü

Herman Cappelen ve Josh Dever’in Bad Language (Kusurlu Dil) kitabının 5. bölümü olan bu metnin temel amacı okura Kavram Mühendisliği başlığıyla anılan ve felsefenin yaklaşık son 30 yılında önemli etkiler yapmış bir kavram çözümleme ve felsefe yapma biçiminin temel düşüncelerini, iddialarını, olanaklarını, potansiyellerini, tartışmalarını ve sınırlılıklarını anlatmaktır.

Metinde de kısaca bahsedilen dil felsefesi tarihini düşündüğümüzde ideal dil felsefecileri olarak adlandırılan Gottlob Frege, Bertrand Russell, 1. Dönem Wittgenstein’a göre olağan dil (ordinary language) çeşitli eksiklik ve kusurlara sahiptir. Bunları aşmak için olağan dilin altında yatan mantığı esas almalıyızdır. İdeal dil fikrinin altını kazıdığı çeşitli gelişmelerden (örn. 2. Dönem Wittgenstein, Gödel’in eksiklik kuramları) sonra dil felsefesi ideal dilden doğal/olağan dile bir dönüşüm gerçekleştirir. Bu dönüşüm özellikle dilin kusurlarına ve kullanımına ilgiyi arttırır ve bu kusurların araştırılmasıyla sonuçlanır. Özellikle bu dönemde semantikten pragmatiğe bir dönüş olduğu da söylenebilir. Yani dilin anlam, gönderim ve doğruluk koşullarının araştırılmasından dilin kullanımının araştırılmasına geçilir. (Bu tartışmalar hakkında daha detaylı bilgi ve ileri okuma için Nicholas Joll’ün The Internet Encylopedia of Philosophy için kaleme aldığı Metafelsefe maddesinin çevirisine bakabilirsiniz.)

Bu temelde Cappelen ve Dever’in Bad Language kitabı Oxford Üniversitesi Yayınları’nın Dil Felsefesine Çağdaş Girişler serisinin Context and Communication (Bağlam ve İletişim) ve Puzzles of Reference (Gönderim Bilmeceleri) ile birlikte çıkan üçüncü kitabıdır ve dilin çeşitli kullanımlarını ve kusurlarını inceler. Yani bu kitabın temel amacı dilin idealleştirilmiş açıklamasından sapan dil kusurlarına giriş yapıp detaylı şekilde incelemektir. Yazarlar birinci bölümde dilimizi anlamak için işlevsel 7 idealleştirmeden bahsederler. Bu idealleştirmeler sırasıyla aşağıdadır.

  1. Karşılıklı konuşma ve iletişim temelde iş birliğine dayalı bir etkinliktir. Karşılıklı konuşmada, erişilmek istenen bir amaç vardır ve konuşmadaki her katılımcı bu amaç uğruna ilerlemeye teşebbüs etmek için konuşmaya katkı yapar.
  2. Konuşucular ve dinleyiciler birbirlerinden Grice’ın maksimlerine (nicelik, nitelik, bağıntı, tarz) uymalarını beklerler.
  3. Karşılıklı konuşmanın amacı tarafların ortak bilgi bütünü oluşturmasıdır.
  4. Karşılıklı konuşmanın herhangi bir aşamasında tarafların ortak bilgi bütünü ortak dayanak (common ground) olarak modellenebilir.
  5. Bir konuşmadaki ortak dayanak olan konu, konuşmanın taraflarınca ortak olarak bilinen ve bilindiği bilinen (bilindiği bilindiği bilinen, bilindiği bilindiği bilindiği bilinen… ve böyle devam eden) şeylerdir.
  6. Konuşucular yalnızca bildikleri şeyi öne sürerler/söylerler.
  7. Ortak dil konuşmanın ortaklarınca bilinen sabit anlamlı sözcüklere sahiptir, öyle ki konuşucular uygun sözcükleri kullanarak iletişimsel niyetlerini ifade edebilirler.

İşte bahsettiğimiz üzere Bad Language kitabının temel amacı dilin bu idealleşmiş halinden sapan durumları incelemektir. Bu yüzden yazarlar ideal durumdan sapan konuşma sezdirimleri (conversational implicature), önvarsayımlar, yalan, yanıltma, salt yanıltma, zırva, derin zırva, kurgu dili, yalan haber gibi dilin çeşitli boyutlarını incelerler. İşte bu incelemede kavram mühendisliği hem bu incelemeleri yaptığımız temel bir felsefe yöntemi hem de 7. idealleştirmeden ayrılan bir dilsel kusur olarak karşımıza çıkar. Çünkü kavram mühendisliğine göre dilimizdeki sözcük ve kavramların nihai sabit anlamları yoktur ve semantiğimiz (yani sözcükleri oluşturduğumuz kurallar) devingendir.

Bu dediklerimizle birlikte çevrilen bu eserin Türkçe’de kavram mühendisliği konusuna katkı yapmasını umuyorum. Özellikle son yıllarda sistematize edilip kuramsallaştırılmaya çabalanan, birleştirici bir kuram altında dilsel kusur ve iyileştirme kuramı oluşturmaya çalışan kavram mühendisliği anlam tartışmalarını çok daha farklı bir şekilde ele almamızı sağlayarak sorunlarımızı kökten etkiliyor. Böylelikle bazı sorunlarımıza cevaplarken bazı sözde sorunlarımızın sorun olmadığını ortaya koyuyor ve yeni sorunlar ortaya çıkararak bu soruların cevaplandırılmasını bekliyor.

Son olarak çeviriyle ilgili düzeltme önerileri ve kavram Türkçeleştirmedeki yardımları için Sevgili Hocam Dr. Öğr. Üyesi Alper Yavuz’a teşekkür ederim.


Kavram Mühendisliği

Önceki bölümde konuşmanın anlamsız (non-sensical) olması sebebiyle bazı durumlarda paylaşılan bir anlam olmayabileceğini tartıştık. Bu bölümde ise çok fazla anlam olan ama paylaşılan bir anlam olmayan durumları tartışacağız. Konuşma taraflarının bir sözcüğün sahip olması gereken anlamının ne olduğu konusunda anlaşmadığı durumlar üzerine odaklanacağız. Bunlar anlam yokluğu yüzünden değil, çok fazla aday anlam olduğu ve hangisinin kabul edileceği üzerine bir fikir birliği olmaması sebebiyle Bölüm 1’deki idealleştirilmiş resimden ayrılan konuşma bağlamlarıdır.[1] Bazı felsefeciler anlam üzerine bu kavgaların kamusal ve kuramsal söylem için merkezi olduğunu düşünürler. Kimi örneklerle başlayacağız ve daha sonra temel kuramları daha detaylı inceleyeceğiz.

5.1 Kavram Mühendisliğine Giriş: Sözcüklerin Anlamlarını Önemseriz

Birçok durumda sözcüklerin alabileceği birçok anlam olduğunu ve hangisini seçeceğimizin önemli olduğunu söylemiştik. Bunu keskinleştirmek için aşağıdaki örneklere bakalım.

  • “Tecavüz” üzerine tartışmalar: Birçok yer ve zamanda “tecavüz” sözcüğü, bir kocanın karısına tecavüz etmesinin olanaksız olduğu şekilde kullanılmıştır.[2] Bazı durumlarda bu, kadının kocasının mülkü olduğu düşüncesiyle temellenir. Başka durumlarda ise evliliğe başlamanın açık uçlu bir onay vermek olduğu düşüncesiyle temellenir. Çoğumuz “tecavüz”ün bu tanımını reddederiz çünkü bu tanımın “tecavüz”ü yorumlamanın yanlış bir yolu olduğunu düşünürüz. Bu yalnızca “tecavüz”ün anlamı hakkında bir anlaşmazlık değildir. Bu kitabı yazarken bile ne türden faaliyetlerimizin “tecavüz” olarak sınıflandırılması gerektiği hakkında devam eden yoğun tartışmalar vardır. Kısacası, “tecavüz”ün alabileceği ilişkili birçok anlam vardır ve birçok insan bu sözcüğün hangi anlama sahip olması gerektiğini tutkulu şekilde önemser.
  • “Evlilik” üzerine tartışmalar: Yirminci yüzyılın sonu ve yirmi birinci yüzyılın başında birçok Batı ülkesinde “evlilik” sözcüğünü nasıl yorumlayabileceğimize dair şiddetli tartışmalar yaşanmıştır. Bu sözcük eşcinsel çiftleri içermeli mi içermemeli midir? Bu, en azından kısmen “evlilik” sözcüğünün ne anlama gelmesi gerektiği üzerinde bir anlaşmazlıktır. Eşcinsel evliliği destekleyenlerin çoğu eşcinsel evliliği kapsaması için tanıtılan yeni sözcük “Schmarriage”i kabul etmemiştir. “Evlilik” sözcüğünün kendilerini de içeren bir anlam taşımasını istemişlerdir —eşcinsel çiftleri dışlayan anlamın yanlış olduğunu dile getirmişlerdir.[3] Daha genel olarak, “evlilik” sözcüğünün alabileceği geniş bir ilgili anlamlar çeşitliliği vardır ve sözcüğün hangisi aldığı çok önemlidir.
  • “Kişi” üzerine tartışmalar: Kişi nedir? Bazı insanlar ceninin dahil edilmesi gerektiğini düşünürken diğerleri buna katılmaz. Ceninin “kişi” olarak anlaşılmaması gerektiğini düşünenler arasında da ne olarak anlaşılması gerektiğiyle ilgili bir anlaşmazlık vardır. Bu sorun ya da en azından bu sorunun bazı versiyonları ABD’de kürtaj üzerindeki tartışmaların özüydü. Bu tartışmayı düşünmenin bir yolu, kısmen “kişi” sözcüğünün ne anlama gelmesi gerektiği üzerine tartışmak gibi durur.
  • “İşkence” üzerine tartışmalar: Basınç ile nefessiz bırakarak sorgulama (waterboarding) bir işkence biçimi midir? Bu yoğun bir tartışma konusudur. Bazıları “işkence”nin basınç ile nefessiz bırakarak sorgulamayı da içerecek şekilde kullanılması gerektiğini düşünürken diğerleri buna katılmaz. Yine, bu tartışmayı düşünmenin bir yolu “işkence” sözcüğünün ne anlama gelmesi gerektiği üzerine tartışmak gibi durur.[4]

Bu durumlar anlam seçimlerinin önemli olduğunu belirginleştiriyor. Çoğu insan tutkulu şekilde bu meseleleri önemser. Kavramları nasıl değerlendireceğimizi (assesment) ve geliştireceğimizi incelemek Kavram Mühendisliği dediğimiz alanın merkezindedir.

Okuyucu yukarıdaki örneklerin —“tecavüz”, “evlilik”, “kişi” ve “işkence”— hepsinin toplumsal, politik ve hukuki bağlamlardan alındığını fark etmiş olabilir. Bunlar şiddetli ve duygusal olarak yüklü kamusal tartışmaların olduğu durumlardır. Ancak sözcük anlamı seçiminin önemli olduğu tek alan buralar değildir. Aşağıdaki felsefi soruları düşünün:

  • Özgürlük nedir?
  • Yalan nedir?
  • Sözcük anlamı nedir?
  • Bilgi nedir?
  • Delil nedir?
  • Sezgi nedir?

Aşağıda bu sorular üzerine düşünmek için iki yol vardır:

  • İlk Yol: Bu görüşe göre “özgürlük”, “yalan”, “sözcük anlamı”, “bilgi”, “delil”, sezgi” gibi her sözcüğün sabit bir anlamı vardır ve felsefecinin amacı sözcüğün anlamını bulmak ve daha sonra bunu betimlemektir. Doğru kuram gerçek anlamı doğru saptayan kuramdır. Bu görüşe göre bu soruların her birinin yalnızca tek bir doğru cevabı vardır. Örneğin “bilgi” sözcüğünün Türkçede sabit bir anlamı vardır ve iyi bir bilgi kuramı bu anlamı betimler.[5]
  • İkinci Yol: Bu görüşe göre, bu sözcüklerin her birinin alabileceği birçok anlam vardır ve bu konularla ilgili tartışmanın en uygun yorumu (en azından kısmen) bu anlamlardan hangisinin en iyi olduğu üzerine bir tartışma yürütmektir. Bu görüşe göre amaç basitçe bu sözcüklerin her birinin Türkçede atanmış olduğu anlamı betimlemek değildir. Amaç bu olduğu kadar normatif bir soruya cevap vermektir: Onların hangi anlamı almaları gerekir? Bu görüşe göre “Bilgi nedir?” sorusuna farklı cevaplar vermek, sözcüğün ne anlama gelmesi gerektiği ya da en iyi bilgi kavramının ne olabileceği hakkında farklı önerilerde bulunduğumuzda olduğu gibi en iyi yorumlamadır.

Kavram mühendisleri İkinci Yol’u savunur ve gelecek bölümde İkinci Yol’un önemini destekleyen bir argümana bakacağız.

5.2 Kavram Mühendisliği İçin Temel Argüman (ve Biraz Tarihçe)

Aşağıda kavram mühendisliğinin (anlamları değerlendirme ve geliştirmenin) düşünen ve konuşan herkes için, özellikle felsefenin tüm bölümleri için neden önemli olduğu lehine bir argüman vardır.[6]

Temel Argüman

  1. W, M anlamını alan bir sözcükse, W’nin alabileceği çok benzer M1, M2,…,Mn anlamları vardır.
  2.  W’nin son anlamının W’nin alabileceği en iyi anlam olduğunu düşünmek için iyi bir gerekçemiz yoktur. Yani genellikle W için daha iyi bir anlam olabilecek sayısız aday anlam olacaktır.
  3. Konuşurken, düşünürken, kuram oluştururken sözcüklerimizin olabildiğince iyi anlamlı olmasından emin olmamız önemlidir.
  4. Öyleyse konu ne olursa olsun temel kavramlarımızın anlamlarını değerlendirmemiz ve iyileştirmemiz (ameliorate) gerekir. Yani kavram mühendisliğiyle ilgilenmeliyiz.

Bu düşünce çizgisi felsefe tarihinin her aşamasında bulunabilir. Örneğin Alman felsefeci Friedrich Nietzsche’nin aşağıdaki pasajını düşünelim.

Filozoflar l. Öteden beri contradictio in adjecto olarak mucizeli bir yetenek gösterdiler; 2. Onlar kavramlara keza kayıtsız şartsız güvendiler, duyulara güvensizlikten daha çok inandılar: Onlar kavramlar ve sözlerin kafalarda çok karanlık ve iddiasız oldukları çağlardan kalan miraslar olduğunu düşünmediler. Filozofların aklına sonunda şu nokta belirgin oldu: Onlar kavramları sadece kendilerine armağan ettirmekle kalmazlar, onları arıtmakla ve aydınlatmakla yetinmekte kalmayıp, tersine her şeyden önce yaptıklarını, yarattıklarını, ortaya attıklarını ve onlara ikna ettiklerini düşünmediler. Şimdiye kadar bütününde (genellikle) kavramlara güvenildi, herhangi bir mucizeli dünyadan kalan mucizeli bir çehiz gibi: Ama onlar bizim en uzak, keza akıllı olmaktan çok en budala atalarımızın mirası idiler. Bu saygı içimizde bulunan belki de tanımada ahlaki öğeye karşı olana dahildir. İlkin geçmişten gelen bütün kavrarnlara karşı mutlak kuşku gerekli oldu.

(Nietzsche (1968): 220-1, bölüm 409)[7]

Burada Nietzsche miras kalan tüm kavramlarımız hakkında şüpheciliğin kökten bir biçimini destekler. Yani onların hiçbirini cepte görmememiz ve hepsini eleştiri konusu yapmamız gerekir. Nietzsche kavram mühendisliğini esas felsefe olarak görür. Nietzsche’ye göre sahip olduğumuz anlamlar muğlak (obscure) ve şüpheli bir tarihin sonucudur. Nietzsche’ye göre doğru tutum tarihin ürettiklerine tam bir güvensizliktir.

Yirminci yüzyılın önde gelen birçok felsefecisi Nietzsche’nin öne sürdüğü gerekçelerden başka gerekçelerle kavram mühendisliği lehine olan Temel Argüman’ın versiyonlarını desteklemiştir.

  • Gottlob Frege ana eserlerinin birinde —Begriffsschrift— amacı “sözcüklerin insan zihni üzerindeki tahakkümünü kırmak” olan iyileştirilmiş bir dil inşa etmişti (Frege (1879), Begriffsschrift’e Önsöz’de). Frege’ye göre olağan dil (ordinary language) düşüncemizi muğlaklaştıran çeşitli boyutları boyunca kusurludur ve daha açık şekilde düşünebilmek için olağan dili iyileştirilmiş bir dille değiştirmemiz gerekir. Bu açık bir şekilde kavram mühendisliğinde etkileyici derecede tutkulu bir alıştırmaydı.
  • Ludwig Wittgenstein’ın ilk dönem eserinin amacı —Tractatus Logico-Philosophicus—söylenebilen ve yalnızca gösterilebilen arasında bir sınır çizmekti. Wittgenstein’a göre yalnızca gösterilebilen şeyleri söylemeye çalışmamamız gerekir. Felsefecilere (ve diğer kişilere) dilin meşru ve meşru olmayan kullanımlarını anlatmanın amacı temel olarak normatif bir amaçtır.
  • Daha önce Rudolf Carnap’tan bahsetmiştik —o çoğu felsefi ve olağan konuşmanın anlam-dışı (meaningless) olduğunu ileri sürenlerden biriydi (4. Bölüm’e bakabilirsiniz). Carnap ayrıca “açımlama” (explication) dediği bir şeyi desteklemişti. Açımlama kavramsal araçlarımızı geliştirmek için bir çabadır. Bu düşünce, çeşitli eksikliklerden müzdarip olan kavramları almak —Carnap belirsizlik (vagueness) ve belirlenmemişlik (indeterminancy) dediğimiz şeyler üzerine odaklanır— ve daha sonra onları çeşitli açılardan geliştirmektir. Aşağıda Anil Gupta’nın açımlama sürecini betimlemesi vardır.

Bir açımlama kavramın bazı temel kullanımlarını koruyup fakat diğer kullanımlarını da koşullandırmayı amaçlar. Açımlama var olan, bozuk bir kavramın mutlak gelişmesi olarak sunulabilir. Ya da belki de o özgül bağlamlarda belirli amaçlar için terimin “dile getirmesi iyi olan anlam” olarak sunulabilir. (Gupta (2015): §1.5)

5.3 Kavram Mühendisliği İçin Bazı Zorluklar

Temel Argüman son derece ilginç ve zorlu sorular çeşitliliği ortaya çıkarır. Bu bölümün devamında kısaca bunların üçünü inceleyeceğiz:

  • Sözcükler hangi anlamda kusurlu olabilirler?
  • Anlam değişikliği insanları ayrı telden çaldırtmaz mı?
  • Anlam değişimi bizim denetimimizde midir?

5.3.1 Zorluk 1: Sözcükler hangi anlamda kusurlu olabilirler?

Kavram mühendisliği projesi bir anlamın diğerinden daha iyi olabileceği ve anlamın geliştirilebileceği varsayımına dayanır. İlgili iyi ve kötü yanlar nelerdir? Literatürde buna sistematik şekilde cevap vermeye teşebbüs eden pek fazla kişi yoktur fakat Cappelen (2018) buna kısmi bir sınıflandırma sağlar. İki geniş kategori arasında ayrım yapar:

  • Kategori 1: İçkin kötülük (intristic badness): Anlamın kendisi kusurludur.
  • Kategori 2: Anlamın olumsuz etkileri vardır.

Kategori 1 paradigmaları aşağıdakileri içerir:

Nefret Sözcükleri (slurs). “Orospu” ya da “kike”[8] içkin olarak kötü olabilir. Bunlar ahlaki olarak eleştirilebilir anlamların örnekleridir. Bunun ne anlama geldiğini 6. Bölüm’de inceleyeceğiz. Ancak bu durumda iki seçeneğimizin olduğunu fark etmek önemlidir: “eleme” (ifadenin kullanımını eleriz) ya da sıklıkla dediğimiz gibi (bir iyileştirme biçimi olan) “yeniden anlam kazandırma” (reappropriation).

Aşırı belirsiz ya da belirlenemeyen kavramlar. En azından belirli amaçlar için, belirsizliğin ve belirlenmemişliğin önemli kusurlar olduğunu ve iyileştirmenin bazı belirginleştirme biçimlerini içerdiğini düşünmemiz doğaldır.

  • Bağdaşmazlık (incoherent) ya da tutarsızlık (inconsistency): Çoğu felsefeci belirli anlamların bağdaşmaz ya da tutarsız olduğunu ileri sürer. Örneğin felsefeci Peter van Inwagen özgürlük kavramımızın bağdaşmaz olduğunu düşünür. Şöyle der:

Görünen o ki özgür iradenin belirlenimcilikle uyuşmadığını gösteren […] çürütülemez argümanlar vardır —ve aynı şekilde özgür iradenin belirlenemezcilikle uyuşmadığını […] gösteren çürütülemez argümanlar da vardır. Fakat özgür irade hem belirlenimcilikle hem de belirlenemezcilikle uyuşmuyorsa, “özgür irade” kavramı bağdaşmazdır ve özgür irade dediğimiz bu şey yoktur.

(Van Inwagen (2008): 327-8)

  • Felsefeci Kevin Scharp çoğu temel felsefi kavramın bağdaşmaz olduğunu ve felsefecilerin yapmaları gerekenin bu kavramların yerine geçecek yeni kavramlar, yani iyileştirilmiş anlamlar yaratmak olduğunu savunmuştur. Bu bittiğinde felsefe de biter. Şöyle yazar: “Benim görüşüme göre felsefe, büyük oranda, tutarsız kavramların araştırılmasıdır… Belirli bir konuda görece tutarlı bir kavram kümesine ulaşmada yeterli ilerleme kaydedildiğinde, konu bilime havale edilir” (Scharp (2013): 3)

Buradaki türlü örneklerin ortaklaştığı şey sözcük anlamının bir tür içkin kusuru olduğu düşüncesidir. Bu, Kategori 2 kusurlarından ayrıldıkları noktadır.

Kategori 2 kusurları anlamın içkin özelliklerine odaklanmak yerine bu anlamların etkilerine odaklanır. Bu kategori son derece çeşitlidir. Bu kategori gizil olarak herhangi bir belirli anlamda konuşmanın ya da düşünmenin olumsuz ya da olumlu etkilerini kapsar. Bazı örnekler aşağıdadır:

  • 8. Bölüm’de göreceğimiz gibi bazı felsefeci ve psikologlar toplumsal türleri “genellemeler” (generics) dediğimiz deyimleri kullanarak betimlemenin hatalı bir akıl yürütmeyle ve ön yargılı tutumlarla sonuçlanabileceğini savunurlar. Bu doğruysa, genellemeler bu bakımdan kusurludur ve onları ya iyileştirmemiz ya da değiştirmemiz gerekir.
  • “Evlilik” sözcüğünün anlamının eşcinsel çiftleri kapsamadığını varsayalım. Bu, böyle çiftlerin belirli türden ayrımcılığa uğramalarının kalıcılaşmasına etki edebilir. Bu ise toplumsal ve politik bir kusur örneğidir.
  • “Tecavüz” sözcüğünün anlamının evli insanlar için uygulanamayacağını kabul ettiğimizi varsayalım. Bunun “tecavüz” için kötü bir anlam olduğunu düşünebiliriz çünkü bu, insanların davranışını ve tutumlarını son derece zararlı şekilde etkiler.
  • Cinsiyet (gender) kavramlarımızın kullanımının eşitsiz ya da adaletsiz olan belirli bir toplumsal yapıya katkı yaptığını varsayalım. Böyleyse, bu var olan cinsiyet kavramlarımızın anlamlarının bir etkisidir. Bu kavramların şu anki anlamlarının önemli olumsuz etkileri olduğunu düşünüyorsak, bu anlamları iyileştirmeyi amaçlamamız gerekir.

Bu son örneği biraz daha değerlendireceğiz ve önerilmiş bir iyileştirme örneği sunacağız. Kavram mühendisliği konusunda dünyanın önde gelen uzmanlarından biri felsefeci Sally Haslanger’dır (örneğin onun (1999) ve (2000) yazılarına ve bunlarla birlikte-, diğer ilgili yazılarının toplandığı (2012)’ye birlikte bakılabilir). Haslanger’ın en etkili olmuş önerilerinden biri “erkek” (man) ve “kadın” (woman) sözcüklerimizin anlamını politik ve toplumsal olarak Haslanger’ın olumlu katkı yapacağını düşündüğü şekilde değiştirmemizdir. Onun somut önerilerinden birisi şudur: “Kadın” sözcüğünün tanımına kadının algılanan cinsiyet temelinde toplumsal olarak aşağı konumda olduğunu dahil etmemiz gerekir. Bu onu şaşırtıcı bir sonuca ulaştırır, feministler Haslanger’ın önerdiği “kadın” sözcüğünü kullanırken kadını yok etmeyi amaçlamalıdırlar:

Yaklaşık olarak, kadınlar toplumda algılanan ya da hayal edilen dişil üretici kapasiteleri nedeniyle aşağıda konumda olan kişilerdir. Buradan şu çıkar ki kadın olmanın (ya da varsayılmanın) herhangi bir açıdan aşağıda konumda olmakla sonuçlanmadığı toplumlarda, kadın yoktur. Dahası adalet, bu tür bir aşağı konumda olmanın olduğu yerde daha fazla kadın (ya da erkek) olmaması için toplumsal ilişkilerimizi değiştirmemizi gerektirir. (Bu toplu kadın cinayetlerini gerektirmez! Erler (males) ya da dişiler (females) erkekler ya da kadınların olmadığı yerde bile kalabilirler.) (Haslanger (2012): 8-9)

Haslanger bu anlam değişikliği önerisinin her birimizin kendimizi nasıl düşündüğümüz üzerine olumlu etkisi olacağını düşünür. Aşağıda Haslanger’ın daha genel olarak cinsiyet ve ırk kavramlarımıza nasıl mühendislik yapacağımız üzerine önerileri hakkında yazdıkları vardır.

… sunduğum çözümlemeler, her günkü ırk ve cinsiyet kavram kümemizi yeniden anlamlandırarak, kişisel ve politik kimliklerimizi çerçevelemede baskıcı sistemlerin gücünü kabul etmeye davet ediyor. Her birimiz ırk ve cinsiyetimizdeki bazı atamalara sahibizdir. Yani örneğin ben beyaz bir kadınım. Benim açıklamalarıma göre, bu iddia beni bazı açılardan ayrıcalıklı bazı açılardan aşağıda olan toplumsal sistemlerin içine yerleştirir. Çünkü cinsiyet ve ırk eşitsizlikleri basitçe bir kamu politikası meselesi değildir, aksine bu mesele kendini; her birimizin kendilik-anlayışının özünde olduğunu sezdirir, kavram kümemizin dönüşümü bizi kim olduğumuzu tekrar düşünmeye çağırır. ((2000): 47)  

Bu pasajdan açıkça anlaşılması gerektiği gibi onun projesini temellendiren yeni anlamların olumlu (ve buna karşı eskilerin olumsuz) etkisidir.

Kategori 2 kusurlarının önemini daha genel bir şekilde görmenin yolu sahip olduğumuz anlamların düşüncelerimizi ve eylemlerimizi çeşitli şekillerde biçimlendirdiğini fark etmektir. Burgess ve Plunkett (2013a) bu etkileri aşağıdaki gibi betimler:

…kavramsal envanterimiz yalnızca sahip olabileceğimiz inançları değil fakat ayrıca ele alabileceğimiz hipotezleri, biçimlendirebileceğimiz arzuları, bu tür zihinsel durumlar temelinde yapabileceğimiz tasarıları ve dolayısıyla dünyada başarmayı umabileceğimiz şeylerle ilgili kısıtları belirler. Temsil en karmaşık bilimsel araştırmadan en dünyevi ev işlerine dek eyleme olanak sağlar. Kavramsal envanterimiz toplumsal/politik kurumlar içindeki seçeneklerimizi etkiler ve hangi kurumların daha akla yatkın olduğunu belirlemeye de yardım eder. Toplumsal rollerimiz sırasıyla ne türden insanlar olabileceğimizi, ne türden hayatlar yaşayabileceğimizi belirlemeye yardım eder. Kavramsal seçimler ve değişimler belki içsel olarak ilgi çekicidir fakat onları önemsememiz için en açık gerekçe onların kavramsal olmayan yaygın ve derin sonuçlarıdır. (Burgess ve Plunkett (2013a): 1096-7)

Haklılar. Sahip olduğumuz bu anlamlar/kavramlar hayatlarımızı pek çok şekilde etkiler. Bu, sahip olduğumuz anlamların olabildiğince iyi olmalarından emin olmamızın neden önemli olduğunun gerekçelerinden biridir. Bu ise kavram mühendisliğinin neden önemli olduğunun gerekçesidir.

5.3.2 Zorluk 2: Anlam değişikliği insanları ayrı telden çaldırtmaz mı?

Anlamı değiştirirken neden aynı dilsel ifadeyi tutarız? Örneğin Haslanger neden yeni, iyileştirilmiş anlamıyla arasındaki farkı işaret etmek için “kadın” sözcüğünü yeni anlamıyla kullanmaya devam etsin de örneğin “kadın*” gibi yeni bir ifade kullanmasın? Her şeye rağmen, Haslanger’ın önerdiği anlamıyla “kadın” sözcüğünü kullananlar olasılıkla bu sözcüğü iyileştirme öncesi anlamıyla kullananlardan farklı düşünceler ifade eder. İyileştiriciler kendilerinden olmayanlara iyileştirme öncesi insanların söyledikleri şeyleri söylemeye çalıştıklarında büyük bir kafa karışıklığı doğacaktır. Sözcüğümüzdeki ayrım yoluyla anlamdaki bu ayrımı göstersek her şey daha kolay olmaz mı? Yakından ilgili bir zorluk şudur: “Kadın” teriminin anlamını değiştirdiğimizde, konuyu da değiştirmiş olmadık mı? Değiştirdiysek, Haslanger artık “kadın” sözcüğünü eski anlamıyla kullananlar ile aynı şey hakkında konuşmaz. Bu çok talihsiz gözükür çünkü iletişim üzerinde gizil olarak olumsuz etkileri olabilir. Jennifer Saul ((2006): 141) bu sorunu şu örnekle canlandırır: Amanda’nın feminist felsefe dersi aldığını ve Haslanger’ın kuramını kabul ettiğini düşünelim. Böylece o “kadın” ve “erkek” sözcüklerini Haslanger’ın önerdiği şekilde kullanmaya başlar. Arkadaşı Beau’ya şunu sözceler:

  • (1) Tüm kadınlar erkekler tarafından aşağı konuma getirilmiştir.

Şimdi, Beau Haslanger’ın anlamı hakkında hiçbir şey bilmez ve bu yüzden “kadın” sözcüğünü Amanda’nın kullandığı şekilde kullanmaz. Böyle bir durumda Haslanger (ve genel olarak iyileştiriciler) için zor sorular vardır:

  • Amanda Beau’ya ne söyledi? Amanda Beau’nun bu tümceyi kullandığında dediğini mi yoksa Haslanger’ın dediğini mi söyledi?
  • Cevabın Amanda’nın Haslanger’ın (1)’i kullandığında dediğini söylemiş olduğunu varsayalım. Şimdi, Beau’nun başka birisine Amanda’nın dediği şeyi söylediğini hayal edelim. Beau şunu desin: “Amanda tüm kadınların erkekler tarafından aşağı konuma getirildiğini söyledi.” Burada Beau ne demiş oldu?

Bunlar oldukça karmaşık sorulardır ve kavram mühendisleri arasında bunların en iyi şekilde nasıl cevaplandırılabileceğine dair bir fikir birliği yoktur. Aşağıda iki cevabı kısaca özetleyeceğiz.

Konulara (Topic) Güvenmek: Cappelen (2018) bu zorlukları konular dediği şeyi öne sürerek cevaplar. Cappelen’e göre sözcükler zaman içinde değişse bile konular sabit kalabilirler. Bu anlam değişiminin konu-korunumu olduğu zamanlarda ortaya çıkan şeydir. Yani “kadın” gibi bir terimin anlamının (belki Haslanger-tarzında öneri sebebiyle) zaman içinde değiştiğini varsayalım. Zorluk “kadın” sözcüğünü değişim öncesi ve sonrası kullananların birbiriyle nasıl konuşabildiklerini açıklamaktır. Cevap şudur: “Kadın” sözcüğünün anlamından daha kapsamlı bir —kadın— konusu vardır, bu yüzden konuşucular bu sözcüğü bir dereceye kadar ayrı anlamlarıyla kullanabilirler fakat yine de aynı konudan konuşurlar —yani onlar “kadın”ı farklı anlamlarda kullansalar bile kadın hakkında konuşabilirler. Bu türden bir görüş için zorluk tatmin edici bir konu kuramı geliştirmek ve ne zaman anlam değişiminin konu-korunumu olup ne zaman olmadığını açıklamaktır. Bu sorular Cappelen (2018)’de cevaplanmıştır.

Konuşmaya Özgü Kargaşayı Kucaklamak: Sterken (yayımlanacak) bu tür konuşmaya özgü bozulmaların —ya da onun dediği şekliyle “aksamalar”ın— desteklenmesi gerektiğini savunan bir görüş önerir. Az biraz konuşma kargaşası yaratmak kavram mühendisliğinin amacının bir parçası olabilir çünkü bu konuşma taraflarının durup anlamlar üzerine düşünmesini sağlayabilir. Kavram mühendisliğinin sağlamak istediği şeylerden biri dilimizin sorunlu olabileceği yönleri hakkında daha çok bilinçlenmektir. Sterken’in görüşüne göre konuşmadaki aksamalar bu tür bir bilinçliliğe yardım edebilir. Bu yüzden Saul’un sorduğu türden sorulara (“Beau ne söyledi?, “Beau Amanda’nın dediğini nasıl diğerlerine söyleyebilir?”) cevap olarak, kavram mühendisliği kafa karışıklığını kucaklamalıdır. Çünkü kolay cevaplar yoktur. Bu tür iletişim aksamaları kavram mühendisliğinin kasıtlı etkisinin parçası olabilirler.

5.3.3 Zorluk 3: Anlam değişimi bizim denetimimizde midir?

Devingen Sözlük Programı (the Dynamic Lexicon Framework) karşısında Azla Yetinme Programı (the Austerity Framework)

Şu ana dek anlamın önemli olduğunu gördük. Daha açıkça sahip olduğumuz anlamların bizim için önemli olduğunu gördük. Bu iki önemli soru doğrurur:

  • Sahip olduğumuz anlamın ne olacağını kim belirler?
  • Bununla birlikte, anlamlar üzerlerinde denetimimiz olan türde şeyler midir? Canımız istediğinde onları değiştirebilir miyiz?

Örneğin Haslanger’ın “kadın”ın ne anlama gelmesi gerektiğine dair önerisini gördük. Makul olarak, Haslanger ile aynı fikirde olanlar güncel anlamları değiştirmek ve onların yerine gelişmiş anlamları koymak isterler. Yani onlar dilsel aktivizmle ilgilenmek isterler. Aslında bu, Haslanger’ın yaptığı işi nasıl anlamlandırdığının bir parçasıdır. Yani yaptığı iş kısmen pratik bir etki yapmayı amaçlar—Haslanger yaptığı işin tamamen teorik düşünümlerden oluşmasını istemez. Ancak aktivizmin anlamlı olması için anlamların değiştirebileceğimiz türde şeyler olması gerekir. “Kadın”ın anlamı biraz da olsa denetimimiz altında olmalıdır. Bu bölümün kalanında soracağımız sorular şunlar olacak: “Bu türden bir denetime sahip miyiz?” ve “Anlamların denetimimizde olması için nasıl şeyler olmaları gerekir?”

İki anlam değişimi kuramına bakacağız: Peter Ludlow’un Devingen Sözcük Programı (Ludlow 2014) ve Cappelen’in Azla Yetinme Programı (Cappelen 2018). Bu iki program birbirinden kökten farklıdır: Ludlow’a göre anlamlar değiştirebileceğimiz ve istediğimizde az ya da çok denetleyeceğimiz türde şeylerdir. Cappelen’e göre ise dilsel anlam üzerindeki denetimimiz asgaridir ve dilsel aktivizm beyhudedir.

5.3.3.1 Devingen Sözlük Üzerine Ludlow

Ludlow çoğumuza kavram mühendisliği projesi için uygun gelen bir dil ve iletişim görüşünü destekler. Ludlow “dilin aşırı bağlam duyarlılığı” dediği gözlemlerle başlar. Dillerin öğrendiğimiz ve daha sonra kullandığımız durağan soyut nesneler olduğu fikrini reddeder. Ludlow’a göre insan dilleri karşılıklı konuşma temelinde oluşan şeylerdir —o bunlara mikro dil der. Sözcüklerin bir zaman sonra öğrenebildiğimiz durağan ve sabit anlamları olduğu düşüncesini reddeder. Ludlow’a göre sözcük anlamları devingendir. Anlam değişimleri yalnızca konuşmadan konuşmaya değil, konuşma içinde de gerçekleşirler —ve çoğu zaman konuşmaların amacı da budur. Ludlow’un görüşünün merkezinde Anlam Denetimi dediği tez vardır:

Anlam Denetimi öğretisi bizim (ve konuşmamızın taraflarının) ilkece sözcüklerimizin anlamları üzerinde denetimimizin olduğunu söyler. Konuşmamızın tarafları bize uymak isterse, sözcük anlamlarının uygun gördüğümüz şekilde ayarlayabiliriz.

(Ludlow (2014): 83)

Bu görüş haklıysa her konuşmada yeni anlamlar yaratırız ve konuşmamızın taraflarıyla anlaşabilirsek kullandığımız sözcüklerin anlamları üzerinde denetim sahibiyizdir.

Ludlow’a göre konuşma tarafları arasındaki güç ilişkileri mikro-dilin (bu konuşmanın dilinin) anlamını kimin belirleyeceğini etkiler. Bu kuramda kimin en çok bilgi sahibi olduğu, daha otorite sahibi olarak tanındığı ve bunun gibi şeyler önemli hale gelir. Konuşmaların iç güç dengeleri anlamların nasıl biçimlendiğini anlamada temel önemdedir.

Ludlow’un görüşü birçok açıdan tartışmalıdır. Kısaca iki sorundan bahsedeceğiz:

  • İlk olarak, Ludlow’un programında gerçekten ne türden bir denetimimiz olduğu açık değildir. Mikro-dilimizdeki sözcüklerin anlamları küçük bir an için denetimimizde olabilir fakat bir dahaki sefer, yeni bir mikro-dil ortaya çıktığında, her şey başa döner. Benzer şekilde, gelecekteki mikro-diller üzerine denetim eksiliğim olduğu kadar konuşmuyor olduğum insanların mikro-dilleri üzerinde de denetim eksikliğim vardır. Örneğin, yan kapıdaki yapılan konuşma üzerinde bir etkim yoktur. Herhangi bir anlam değişimi en iyi ihtimalle geçicidir ve bu konuşma tarafları arasında sınırlanmıştır.
  • İkinci olarak Anlam Denetiminin, anlamı Ludlow’un “konuşma tarafları” dediği bir gruba bağlı kıldığını fark edebiliriz. Hangimizin denetim sahibi olduğumuzun kapsamı kimin konuşma tarafları grubunda içerildiğine bağlıdır. Makale (ya da bunun gibi bir kitap) yazdığımızı varsayalım, konuşma taraflarım olarak geçmişteki, gelecekteki ve ayrıca hiç tanışmadığım ya da haklarında hiçbir şey bilmediğim şu an var olan insanları düşünüyor olabilirim. Anlam Denetimi öğretisine göre, yalnızca çeşitli gruplarla uyumlu olabildiğimiz sürece anlam değişimleri üzerinde denetimimiz vardır. Bir makale yazdığımızda bu uyum büyük olasılıkla gerçekleşmez çünkü geçmişteki, gelecekteki ve asla tanışamayacağımız insanlarla uyuşmak pratikte olanaksızdır. Bu yüzden Ludlow’un programında bile en azından anlam değişimi üzerinde tam bir denetimin eksikliğinin olması olanaklıdır. Dahası bu türden dinleyiciler istisna değil, normdur. Konuşmalarımızın yalıtılmış dilsel olaylar olmasını, geçmişte söylenmiş, gelecekte söylenecek ya da başka konuşmalarda söylenen şeylerle bağlantısız olmasını istemeyiz. Konuşmalarımız daima geçmişteki konuşmalarla süreklidir. Konuşmalarımız sıklıkla başkalarının söylediklerine cevap verir ya da onların söylediklerini takip eder ya da geçmişte söylenen şeyleri kısımen önvarsayar. Yine sıklıkla konuşmalarımız insanların gelecekte düşünmesi ve konuşması içindir, diğer insanlara iletilmeyi ve öngörülmeyen yollarda değerlendirilmeyi amaçlar. Slogan biçimiyle: İletişimsel tekbencilik diye bir şey yoktur. Bunlar aklımızdayken, “konuşma tarafları”nı geniş anlamak gerekir ve bu yüzden Anlam Denetimi öğretisine göre, uygun şekilde yorumlandığında, bizim denetimimizde olan bir şey yoktur çünkü etkileşimde bulunmak için ihtiyaç olunan dinleyiciler tamamen sınırsızdır.

5.3.3.2. Azla Yetinme Programı

Ludlow’unkiyle keskince karşıt olan kavram mühendisliği görüşü Cappelen’in Fixing Language: An Essay on Conceptual Engineering (Dili Sabitlemek: Kavram Mühendisliği Üzerine Bir Deneme) eserinde geliştirilir. Cappelen dil ve anlam hakkındaki normatif düşünümlerin önemli olduğu bir görüşün destekçisidir. Dilin büyük bir kısmının kusurlu ve çeşitli açılardan geliştirilebilir olduğunu düşünür. Ancak o kavram mühendisliği aktivizmi olarak düşünebileceğimiz şey hakkında kötümserdir: Azla Yetinme Programı’na göre sözcüklerin anlamı konuşucuların çok az ya da hiç denetimi olmayan olgular tarafından sabitlenir. Örneğin anlamlar geçmiş hakkındaki olgular ve (birçok insanı içeren) zamanın uzun bir devri içinde kullanılan anlaşılmaz kalıplar tarafından belirlenir. Cappelen Ludlow’un mikro-diller kavramını reddeder; onun ilgisi İngilizce, Çince, Norveççe gibi doğal dillerde anlam değişimi ya da yaratımı üzerinedir. Onun programının merkezi kısmı “Anlaşılmazlık” (inscrutable) ve “Denetimsizlik”tir.

Anlaşılmazlık: Sözcüklerimizin aldığı anlamları belirlemek ve bu anlamların nasıl değişebileceği genel olarak bizim erişimimizde değildir. Genellikle “ırk”, “cinsiyet”, “evlilik”, “özgürlük”, “sevgi” ve “arkadaşlık” gibi özgül sözcüklerin anlamlarını etkileyen olgular hakkında bilgi edinmemizin olanağı yoktur. İlgili olgular geçmişte gizlidir ve —haklarında bilgi edinmemizin olanağı olmayan sözcüklerin kullanımına— sayısız insanın zamana yayılmış kullanımlarının toplamıyla belirlenir. Yani anlam-belirleyen olgular genellikle bizim için anlaşılmazdır.

Denetimsizlik: Anlaşılmazlığın sonucu olarak, hiçbirimizin (ya da hiçbir grubun) anlamların nasıl değişeceği üzerinde denetimi yoktur. Bu biraz büyük ölçekli bir toplumsal değişim gibidir. Yani bu kısmen insanların çeşitli bakımlardan nasıl davrandığına bağlıdır fakat uzun dönemler boyunca sayısız fail, doğal olay, kaza vs. arasında anlaşılmaz etkileşimler vardır. Bunlar hiçbirimizin ya da hiçbir grubun kayda değer bir düzeyde denetleme gücü olmayan olgular toplamıdır.

Cappelen anlamla ilgili temeller ve anlamın üstyapısı (the superstructure of meaning) arasında ayrım yapar. Temeller sözcüklerimizin ne anlama geldiğini belirleyen olgulardır. Üstyapı (en azından kısmen) inançlarımız, umutlarımız, tercihlerimiz, niyetlerimiz, kuramlarımız ve anlamlar (ne oldukları ve olmaları gerektiği) hakkındaki diğer tutumlarımızdan oluşur. Aşağıda ilgili iki önemli soru vardır:

  1. Etkileyebiliyorsa, üstyapı temelleri nasıl etkiler?
  2. Üstyapı ve anlam olguları arasında ne kadar farklılık olabilir?

Bunlar kavram mühendisliği için büyük çapta sonuçları olan yeterince ele alınmamış sorulardır. Cappelen’e göre insanların anlam hakkında söyledikleri, düşündükleri, önerdikleri, umdukları ve tartıştıkları şeyler sözcüklerin anlamlarını çok az etkiler. Üstyapı temel üzerine çok az etkiye sahiptir ve üstyapı ile temel arasında önemli uyuşmazlıklar olabilir. Bu anlamların üstyapı tarafından etkilenmediğini söylemek değildir. Çeşitli zihinsel durumlarımız ve inançlarımız öngörülemeyen ve anlaşılmaz yollarla anlam üzerinde kimi etkilere sahiptir. Bu bağlantısızlık kavram mühendisliği pratiği için önemli sonuçlara sahiptir. Cappelen haklıysa, anlamları değiştirme yöntemimiz insanların anlam hakkındaki inançlarını (ya da umut veya tercihlerini) değiştirmek değildir. Bunun yerine doğrudan temelleri etkilemektir. Fakat bunu ne kadar yapabileceğimizi bilmeyiz.

Cappelen’in konumu diğer normatif alanlarla benzerdir. Yani kuramcılar sıklıkla şeylerin nasıl olması gerektiğine ve adil bir toplumun ne olduğuna dair görüşlerini bu görüşlerine eşlik eden, dünyayı nasıl bu şekle getireceğimize dair bir kullanım kitapçığı olmadan geliştirirler. Ahlak felsefecileri ahlaki olarak eylemenin ne olduğu hakkında kuramlara sahiptirler fakat onlar bu kuramlarla birlikte ahlaklı olmayan belirli birinin, örneğin Bob’un nasıl daha ahlaklı bir hale gelmesi gerektiğine dair bir kullanım kitapçığı üretmezler. Ahlak felsefecileri kişisel gelişim rehberleri ya da terapist değildirler. Çoğu politik felsefeci ne tür toplumsal yapıların adaletli olduğuna dair kuramlarını geliştirirler fakat bunu yaparken aynı anda Kanada ya da Kongo Cumhuriyeti’ni nasıl daha adaletli yapacağımızı söylemezler. Bu örnekler çoğaltılabilir. Şeylerin nasıl olması gerektiğiyle ilgili düşünceler geliştirirken bu düşünceleri ilgili olguların erişilebilirliğiyle ya da bu olgular üzerinde denetimimiz olmasıyla koşullamayan uzun ve seçkin bir gelenek vardır.

Cappelen kavramlarımızı geliştirme kabiliyetimizdeki sınırlılıkların sorunlu olduğunu kabul eder. Biz, rasyonelliğimizle gururlanan hayvanlarız. Düşünme ve temsil etme yeteneği rasyonelliğin özündedir. Bu kabiliyet bizi hem kavramlarımızın kusurlu olduğunu hem de bunun hakkında yapabileceğimiz çok fazla şey olmadığının farkına varmamızı sağlar. Bu kusurları gözlemleyebiliriz, betimleyebiliriz, üzerlerine kafa yorabiliriz ve iyileştirme taktikleri düşünebiliriz. Fakat bu özenli düşünme böyle düşünümlerin etkisiz olduğunu da ortaya çıkarır. İyileştirmeler gerçekleşebilir, fakat gerçekleştiyse bizim kasıtlı etkilerimiz bunda çok az söz sahibidir. Zekamız kendine teşhis koyabilir, bir çare bulabilir fakat o bir şey yapmaya geldiğinde etkisiz kalır. Bunu vurgulamak insan rasyonelliği ve zihni üzerindeki önemli sınırlılıkları belirtir.

5. Bölümün Temel Noktaları

  • Önceki bölümde bir deyimin anlamı olmadığında çıkan sorunları inceledik. Bu bölümde ise bazı açılardan ilgili başka bir sorunu inceledik. Yani sözcüğün anlamlı olduğu ama bu anlamın yeteri kadar iyi olmadığı durumları inceledik. İşte bu, bu bölümde tanıttığımız kavram mühendisliği olarak bilinen felsefe yaklaşımının alanıdır.
  • Sözcüklerin ne anlama geldiğinin önemli olduğuna işaret ederek başladık. Sözcük —“tecavüz” ve “evlilik” sözcüklerinin son zamanlarında olduğu gibi— doğru anlamı almamışsa, onu değiştirmemiz gerekir.
  • Bu bakış açısının bize örnek felsefi tartışmaları anlamakta yeni yollar önerdiğini fark ettik. “Bilgi nedir?” gibi bir soruya iki şekilde yaklaşılabilir. İlkinde, soruşturmanın amacı “bilgi”nin gerçekten ne anlama geldiğini bulmaktır. Başka bir deyişle bir şeyin bilgi örneği olarak sayılması için gerekli olan koşulları bulmaktır. İkincisinde ise amaç “bilgi”nin ne anlama gelmesi gerektiğini belirlemektir.
  • Sonrasında yeni anlamlar ve kavram mühendisliği yapma projesi için bazı zorlukları ele aldık. Bir anlamın diğerinden daha iyi olmasının ne olduğunu, herkesin anlamın değiştiğini bilemeyebileceği sebebiyle sözcük anlamını değiştirmenin yaygın kafa karışıklığıyla sonuçlanacağı endişesini ve daha temel olarak, anlamın değiştirebileceğimiz bir şey olup olmadığı sorununu inceledik.
  • Anlam değişiminin aslında olanaklı olduğuyla ilgili iki karşıt görüş ele aldık: Ludlow’un Devingen Sözlüğü karşısında Cappelen’in Azla Yetinme Programı.

Çevirmen: Erim Bakkal

Notlar

  • Not 1: Çevrilen bu eser Herman Cappelen ve Josh Dever’in Bad Language kitabının Kavram Mühendisliği başlıklı 5. bölümüdür.
  • Not 2: Çeviriyle ilgili düzeltme önerileri ve kavram Türkçeleştirmedeki yardımları için Dr. Alper Yavuz’a teşekkür ederim.

Dipnotlar

  • [1] Yazarlar burada 1. Bölüm’de yaptıkları 7 idealleştirmeyi kastederler. Buradaki ayrılık 7. idealleştirmeden ayrılıktır. (çn).
  • [2] 1962’ye dek Model Ceza Kanunu’nun (Modal Penal Code) —ABD’nin yasalarını yazarken yasama meclisi tarafından kullanılan bir plan— evlilik içi tecavüzü ceza gerektiren bir suç olarak tanımadığını öğrenmek sizi şok edebilir ya da etmeyebilir. Bunu araştırmaya başlamak için yararlı bir yer şu Wikipedia sayfasıdır: <https://en.wikipedia.org/wiki/Marital_rape>
  • [3] Elbette bazıları diğer bir deyim olan —“hayat arkadaşlığı” ile (domestic partnership)— mutlu olabilirler.
  • [4] Bunun için Plunkett ve Sundell (2013)’e bakabilirsiniz. Tüm bunlar önemli toplumsal tartışmaların kısmen sözcüklerin nasıl kullanılması gerektiğiyle ilgili olan durumlardır. Peter Ludlow’un Living Words (Yaşayan Sözcükler) (Ludlow (2014)) kitabı bu fenomene ek örneklerle zengin bir kaynak sağlar. Diğer ek örnek kaynağı Cappelen (2018)’dir.
  • [5] Yazar kendi dilin olan İngilizcede bunu “knowledge” sözcüğü için söylüyor (çn).
  • [6] Bu Cappelen (2018) ve Cappelen (yayımlanacak)’tandır.
  • [7] Bu çeviri Sedat Umran’ın Güç İstenci çevirisinden alınmıştır (çn).
  • [8] Yahudileri aşağılama amacıyla kullanılan saldırgan bir sözcük (çn).

Kaynakça

  • Burgess, Alexis and Plunkett, David (2013a). Conceptual Ethics I. Philosophy Compass 8 (12): 1091–101
  • Burgess, Alexis and Plunkett, David (2013b). Conceptual Ethics II. Philosophy Compass 8 (12): 1102–10.
  • Burgess, Alexis, Cappelen, Herman, and Plunkett, David (eds) (forthcoming). Conceptual Engineering and Conceptual Ethics. Oxford University Press.
  • Cappelen, Herman and Dever, Josh (2018). Puzzles of Reference. Oxford University Press.
  • Cappelen, Herman (2018). Fixing Language. Oxford University Press.
  • Cappelen, Herman and Plunkett, David (forthcoming). A Guided Tour of Conceptual Engineering and Conceptual Ethics. In Burgess, Cappelen, and Plunkett (yayımlanacak).
  • Frege, Gottlob (1879). Begriffsschrift: Eine der arithmetischen nachgebildete Formelsprache des reinen Denkens. Verlag L. Nebert. English translation by S. Bauer-Mengelberg in J. van Heijenoort, From Frege to Gödel: A Source Book in Mathematical Logic, 1–82. Harvard University Press, 1967
  • Gupta, Anil, Definitions. In Edward N. Zalta (ed.), The Stanford Encyclopedia of Philosophy (Summer 2015 Edition).
  • Haslanger, Sally (1999). What Knowledge is and What it Ought to Be: Feminist Values and Normative Epistemology. Philosophical Perspectives 13 (s13): 459–80.
  • Haslanger, Sally (2000). Gender and Race: (What) are They? (What) do we Want them to Be? Noûs 34 (1): 31–55.
  • Haslanger, Sally (2012). Resisting Reality. Oxford University Press.
  • Ludlow, Peter (2014). Living Words. Oxford University Press.
  • Nietzsche, Friedrich (1968). The Will to Power. Vintage Books.
  • Plunkett, David and Sundell, Timothy (2013). Disagreement and the Semantics of Normative and Evaluative Terms. Philosophers’ Imprint 13 (23): 1–37.
  • Saul, Jennifer (2006). Gender and Race. Aristotelian Society Supplementary 80 (1): 119–43.
  • Scharp, Kevin (2013). Replacing Truth. Oxford University Press.
  • Sterken, Rachel Katharine (yayımlanacak). Linguistic Intervention and Transformative Communicative Disruptions. In Burgess, Cappelen, and Plunkett (yayımlanacak).
  • Van Inwagen, Peter (2008). Metaphysics. Routledge.

İleri Okuma ve Egzersizler

Burgess ve Plunkett (2013a, 2013b) ve Cappelen ile Plunkett (yayımlanacak) iyi birer genel değerlendirme makaleleridir. Cappelen (2018) kavram mühendisliğine inceleyen ilk monograftır ve kapsamlı şekilde konuları tanıtır, alanı sınıflandırır ve çeşitli açılardan ileri tartışmaları tanıtır. Sally Haslanger’ın (onun toplu eserlerinden oluşan (2012) gibi) çoğu eseri kavram mühendisliğiyle ilgilidir. Scharp (2013) kavramsal olarak doğruluk kavramımızı düzenlememiz gerektiğini düşünür. Burgess, Cappelen ve Plunkett (yayımlanacak) bu konu üzerinde yararlı bir makale serisidir.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden mezun oldu Bilkent Üniversitesi Felsefe Bölümü yüksek lisans öğrencisi. Genel olarak felsefeyle, özel olaraksa argümantasyon, informel mantık, metafelsefe ve genel bilim felsefesiyle ilgileniyor. Felsefe dışındaysa LoL oynamak ilgisini çekiyor.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Nazizm’in Ezilmesinde Büyük Katkıları Olan 12 Sovyet Kadın – Boris Egorov

Sonraki Gönderi

Ahlaki Realizm, Ahlakın Objektifliği ve Ahlakın Rasyonelliği – Berat Mutluhan Seferoğlu

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü