Muhafazakar Olarak Quine – Edward Feser

/
1167 Okunma
Okunma süresi: 10 Dakika

Bölüm I:

W.V. Quine tartışmasız şekilde 20. yüzyılın en büyük filozoflarından biriydi. Felsefedeki çalışma alanlarının neredeyse tamamı etik ve politiğin dışındaydı: mantık, dil felsefesi, bilim felsefesi, epistemoloji ve metafizik. Ancak kendisi aynı zamanda politik olarak muhafazakardı ve oldukça nadiren de olsa bunu yazılı olarak açıkladı. Quiddities: An Intermittently Philosophical Dictionary kitabındaki ”Özgürlük” ve ”Tolerans” başlıklarında bunun iki örneği görülebilir. Bunlar Quine’nin yazdığı neredeyse her şey gibi zarif bir stile ve okumaya değer bir içeriğe sahip.

Quine’in muhafazakarlığı bir filozofun metafiziksel bağlılıklarıyla etik ve politik bağlılıkları arasındaki ilişki hakkında ilginç soruları doğuruyor. Bir tip Aristoteles ve Thomas Aquinas’la bağlantılı sağduyu metafiziği anlayışının onların muhafazakar karakteri ve etik-politik görüşlerinde dayanak bulduğunu ya da Marx’ın sosyal teorisindeki radikalliğin en azından bir parça materyalizminin sonucu olduğunu reddetmek zor olurdu. Yine de Quine’in metafizik pozisyonu bugüne kadar filozofların ortaya koyduğu pozisyonlar arasında – fizikalist, davranışsal, eleyici – en radikal anlamda revizyonistlerinden biri olsa da politik görüşleri muhafazakardı.

Willard Van Orman Quine (1908-2000)

Felsefe tarihinde buna birçok paralellik düşünmek kolay değil. Elbette, Hume’un sağduyudan oldukça uzak epistemolojisiyle metafiziğinin bir tür muhafazakarlıkla el ele gittiği doğrudur ancak anlaşılması zor felsefi spekülasyonlardan çıkarılan sonuçların günlük hayatla ne kadar alakasız olduğuna dikkat çeken ve yarı yolda ”görenek ve alışkanlığın” önceliğine başvurarak sol elinin felsefi eleştiriyle aldığını sağ eliyle sağduyuya geri kazandıran da yine Hume’un kendisidir. Quine, bilimciliğe adanmış şekilde, bilim insanlarının ve filozofların bulgularından sonra sağduyunun az çok bozulmamış halde kalıp kalmayacağı meselesiyle Hume’dan daha az ilgili görünüyor.

Bugünlerde yaygın bir inanç olarak etiğin metafiziğe çok da dikkat göstermeden de çalışılabileceği düşünülür. Bana kalırsa bu tamamen bir yanılgıdan ibaret ve bu görüşü benimseyen filozofların çoğunluğu naturalizmlerine nadiren meydan okunmuş, aslında yalnızca diğerleri arasından herhangi bir metafizik pozisyon olan naturalizme ne kadar bağlı olduklarına dair görüşleri bulanıklaşmış ve bunun ahlak teorilerine ne kadar derinden işlediğini göremeyen metafiziksel naturalistler oluyor

Ayrıca naturalist felsefecilerin etik ve politikte muhafazakar olmayan pozisyonlara yakın olmalarının bir tesadüf olmadığını düşünüyorum. Naturalistlerin doğal bilim metotlarının dünyaya uygulamak için doğru modeller olduğunu varsaymaya yönelik bir eğilimleri var. Doğal bilimler tarihi çoğunlukla günlük insan hayatının ilgilendiği meselelerdeki sağduyulu yaklaşımın hatalı olduğunu kanıtlamaktan oluştuğu için sağduyunun dünya hakkındaki meselelere yaklaşımının yanlış olma ihtimalinin yüksek olduğu beklentisinin oluşması anlaşılabilir bir durum. Bu Michael Levin’in ”kaymağı alınmış süt safsatası” – ”şeyler asla göründüğü gibi değildir, kaymaksız süt krema gibi görünür” şeklinde varsayımda bulunma safsatası – olarak adlandırdığı bir tutumdur ve bunun aslında yanlış olduğunu düşünmek için ortada sağlam Burkecu ve Hayekçi nedenler vardır. Burkecu ve Hayekçiler insan doğasındaki derin hataların sağduyuyla sürmeye devam etmesinin, dünyanın doğru anlaşılmasının insanların günlük etkileşimlerindeki ve hatta hayatta kalma mücadelelerindeki başarısını ne kadar etkilediğini düşündüğümüzde oldukça zayıf bir ihtimale sahip olduğunu savunurdu.

Metafiziksel Natüralizm çağdaş analitik felsefede, bilim felsefesinden din felsefesine dek birçok alanda etkisini göstermiş bir pozisyondur.

(Bu düşüncelerimi bilimciliğin ve bir tür naturalizmin çağdaş felsefede baskın görüş olduğunu ve iddia ettiğim sonuçlara sahip olduklarını söyleyerek nitelemeliyim. Wittgenstein’la ilişkilendirilmiş bir tür naturalizmin sağduyuyu savunma endişelerine sahip olması oldukça farklı bir meseledir ve açık nedenlerden ötürü etik ve poltikadaki muhafazakar pozisyonlar için daha yardımcıdır.)

Tüm bunlar hakkında haklı olup olmamamdan bağımsız olarak Quine bulunduğum iddialara en azından ilk bakışta karşı bir örnek gibi görünüyor. Ancak, felsefi ve politik görüşlerinin bilinçaltında dahi birbirleriyle hiçbir bağlantısı yokmuş gibi görünmesi onun karşı bir örnek olmadığını düşünmeme yetiyor. Benim söyleyebileceğim kadarıyla, Quine’in felsefi ve politik düşünceleri zihninin iki farklı ve hava geçirmeyecek şekilde ayrı olarak mühürlenmiş bölümlerinin etkisinde gelişti. Hume’da bile, biri onun metafizik görüşleri ve epistemolojisiyle politik görüşleri arasında açık bir bağlantı tespit edebilir: ilkindeki görenek ve alışkanlıkların merkeziliği ikincisindeki muhafazakarlıkla paraleldir. Quine’in düşüncelerindeyse bu tarz benzer sistematik bir bağlantı yokmuş gibi görünüyor.

Diğer çağdaşı naturalistlerden çok daha fazla olarak, Quine hiçbir zaman muhafazakar politik görüşlerin böylesi radikal bir metafizik pozisyonla uyuşmama olasılığından memnun olmuş gibi görünmedi. Çoğu naturalist filozof en azından günlük insan yaşamını naturalistik metafizik çizgilerin izinde yeniden düşünmeye başlar ve bu farkına varsalar da varmasalar da etik hakkındaki düşüncelerini tekiler. Naturalizm bize yalnızca zeki hayvanlar ya da ”etten yapılmış makineler’‘ ya da bir başka şey olduğumuzu söyler ve bir seviyede ahlaki teorileri bunu yansıtır. Elbette, ortalama bir insan bu şekilde düşünmez ve aslında ortalama bir naturalist filozof da günlük hayatında böyle düşünüyor değildir. Bu basitçe uzun süre sürdürmek için fazla insan dışı bir düşünme biçimidir. Tıpkı Humecu bir şüpheci gibi, naturalist bir filozof çalışma alanından çıkıp revizyonist metafiziğini geride bıraktığında diğer insanlarla ruha sahip birer canlılarmış gibi etkileşime girer (”ruh” kavramını geleneksel metafizik anlamında yorumlasanız da daha mecazlı Wittgensteincı anlamında yorumlasanız da böyledir). Maalesef, çoğu naturalist filozof etik ve politik meselelerde henüz çalışmalarını sürdürürken yazıyor gibi görünüyor. Quine ise böyle yapmadı. Onun muhafazakarlığı göründüğü kadarıyla entelektüel bir muhafazakarlıktan çok yerleşmiş bir mizaçtan ibaretti. (Bu tüm muhafazakarların anlayacağı gibi kesinlikle irrasyonel olduğu anlamına gelmiyor.)

Natüralistler genel olarak ruh gibi doğaüstü varlıkların gerçekliğini redderler.

Ne de olsa bunlar benim masabaşı spekülasyonlarımdı. Ne olursa olsun, biri Quine’in metafizik pozisyonu için ne düşünürse düşünsün – ve kendi adıma, daha az sempati beslediğim bir metafizik pozisyon düşünemiyorum – bu pozisyon felsefe tarihindeki diğer pozisyonlar kadar güçlü şekilde geliştirilmiş, ifade edilmiş ve üzerine çalışılmayı hak eden bir pozisyondur. Bazı filozoflar bu pozisyonu Quine’in başlarken temel aldığı fizikalist öncüllerde gizlenmiş şaşırtıcı doğruların başarıyla ortaya çıkarılması olarak görürken; diğerleri (mesela John Searle ve ben) bu öncüllerin bir reductio ad absurdumu olarak ele alır. Her halükarda, Quine göz ardı edilemez.

Bölüm II:

Buradaysa Quine’in yazılarından politik görüşleri hakkında fikir verebilecek ilgili birkaç alıntı bulabilirsiniz. Quiddities: An Intermittently Philosophical Dictionary’den alıntılar:

”Eskimiş bir çağıın izlerinden kurtulmak her köşede bir ikilem, bir düzen, bir öncü, bir rol model ve hatta canlı bir öz imge istemi anlamına gelebilir.” (sf. 68)

”Devrim tarafından elde edilmiş bir toplumu yeniden modelleme özgürlüğü hassas bir mesele olabilir. Bu noktada toplum, tabi eğer stabilse, güçlerin ve karşı güçlerin bazen planlı bazense plansız kademeli olarak birleşimi ve birbirlerini ortadan kaldırmaları halinin bir sonucu olarak stabildi. Yeni ve denenmemiş bir plan planı yapan kişinin tüm yanılabilirliğini üstünde taşır, bu karmaşk dünyaya yeni adım atmış gencin. Belki de yeni düzen bugüne kadar ayrıcalıkları düşük kalmış bir gruba aşırı ayrıcalıklar tanıyacak adil teklifler sunar; belki de ayrıcalıksız olmalarının şimdilik haklılığını kanıtlar. Bunlar hassas meselelerdir ve hassasiyet nadiren bir devrimcinin gücü olmuştur. Sosyal gelenekler tarafından uygulanan kısıtlama devletin gemisini ayakta tutmaya yarayan jiroskoptur.” (sf. 69)

”Sivil haklara ve yargı sürecine demokratik bakış düşmanların yıkıcı eforları ve onlara sempati besleyen yerli halkın kışkırıtcı aktiviteleri için bir barınak işlevi görür. Düşman despot demokrasinin açık kapılarından gizli örgütlerini gönderirken kendi kapılarını güvenli şekilde kapayabilir. Bu sebeplerden ötürü demokratik toleransa bazı kısıtlamaların getirilmesi demokrasinin ayakta kalabilmesi için hayatidir. Bir diğer yandan, aşırı kısıtlamalar da demokrasinin çekilmesine neden olur. Öyleyse, olması gereken toleransın hassas bir dengesidir.” (sf. 206-7)

”Yıllar boyu süren ahlaki sansür düzenli olarak bastırılmış, test edilmiş ve şehvetin edebi, artistik, popüler güçleri tarafından ılımlı düzeyde ihlal edilmiş kötü tanımlı bir meşruiyetini gözlemliyordu. Vodvil skeçleri cinsel temalar, çift anlamlı sözler ve ince örtülü imalarla evleri şenlendiriyordu. Ne kadar dar çizilmiş olsa da sınırları zorlamak tatlı bir hissi garantiler. Bu sınırların geri çekilmesi de o tatlı hissi beraberinde götürdü. Buraya kadar, muhtemelen, her şey güzel; ancak bunlar etkilerin en azıydı. Pornografi, gelenekleri bayatlatacak şekilde cezbetmeye her zamankinden daha hazır şekilde tomurcuklandı. Ayrıca bu gibi aşırılıkların yanı sıra, kamusal baskılar, filmler ve yayınlar belirlenmiş bir dereceye kadar sınırlarını gevşettiler. Konuşma ve davranışlardaki zevkin genel standartları öyleyse kamusal baskılar, filmler ve yayınlar tarafından dikte edilmeye devam ettikçe evrilmeye ya da hızla yok olmaya aday sayılabilir. Bu şaşırıtıcı şekilde yüzyıllar boyu süren kısıtlamalardan ani bir gevşemeydi ve sesi gür öğrencilerin, liberal İngilizce öğretmenlerinin ve az sayıda uysal hukukçunun tarafında küçük bir başarı değildi. Ayrıca, ortada henüz tam anlaşılmamış daha derin sosyal güçler de mevcuttu. Göze çarpan bir faktör, yüzeysel olsa da, düşmanla kurulan sempatinin açık ve meydan okuyucu olduğu bir zaman olan Vietnam savaşı tarafından uyarılmış geniş çaplı isyankar ruhtur. Buraya kadar, başta ele aldığımız türden toleransın oynadığı rol buydu: yıkılmaya karşı tolerans.” (sf. 207-8)

Theories and Things’teki ”Paradoxes of Plenty” bölümünden:

”[Savaş-sonrası üniversitenin] yeni savurganlıkları öğrencilerin artan kabulü ve mali desteğiyle beraber en çok ses getiren ürünü haline geldi. Marjinal öğrenciler zorlukla geldiler, kısa sürede de okuldan oldukları gibi üniversiteden de sıkıldılar. Kafa karışıklıkları ve huzursuzluklarıyla kısa süre sonra orta çaplı ama gözle görülür bir terör yaratacak olan demogoglar için kolay lokmaydılar. Üniversitelere diz çöktürmek için kısmen yarım yamalak bir terör yeterliydi.” (sf. 197)

The Time of My Life: An Autobiography’den:

”[Harvard’daki öğrenci gösterileri zamanlarında] bir tarafta sesi gür öğrencileri destekleyen radikal bir klik diğer tarafta Oscar Handlin’in liderlik rolünü üstlendiği benimse etkisiz bir rolde olduğum muhafazakar klik ön plandaydı. Fakülte toplantılarına katılım kapasitemizi aşıyordu; onları fakülte odasından Üniversite Salonu’ndaki Loeb Tiyatrosu’na taşımak zorunda kalmıştık. Geçmiş yıllarda bunlara nadiren katılırdım ancak şimdi görev bizi çağırıyordu. Kalabalık fakülte toplantılarının birinde iki sefil halde siyahi lisans öğrencisi kabul edilmeyi ve seslerinin duyulmasını talep etti. Henry Rosovsky, akademik standartlardan ciddi şekilde feragat etmeden yeni ırkçılığa uyum sağlayabilecek bir Siyahi Araştırmalar programı tasarlama konusunda vicdanlı bir iş yapmıştı; ancak bu ikinci siyahi genç şimdi daha radikal hükümler talep ederek ateş ve yıkımı üstü kapalı şekilde hissettiriyordu. Nobel ödüllü araştırmacılar ve ünlü akademisyenlerle dolup taşan fakülte kadrosu iki zayıf, beceriksiz figür tarafından ürkütüldü – büyük çoğunluğu – ve söylenildiği gibi oy verildi. Akademik standartlarımızın, kendimize olan saygımızın fiyatı nedir?” (sf. 352-3)

”1981 Mayısı’nda Syracuse’tayken (New York’ta bir şehir) adresi veren Alexander Haig’le (Dönemin ABD Dışişleri Bakanı) beraber on ikinci onur derecemi aldım. Kanlı rahibe kıyafetleri içine girmiş radikaller Salvador’daki iddia edilen saldırganlığı protesto edip onu susturmaya çalıştılar ancak o takdir edilesi şekilde bunlarla başa çıkmayı başardı ve onun kamu politikaları üzerine düşüncelerini beğeniyordum.”

Edward Feser- “Quine as a conservative”, Erişim Tarihi: 12.08.2020), Erişim Kaynağı: http://edwardfeser.blogspot.com/2009/02/quine-as-conservative.html

Çevirmen: Yiğit Aras Tarım

Çeviri Editörü: Berk Celayir

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

İslam ve Marcus Aurelius

Sonraki Gönderi

Tanrı Yalan Söyleyebilir mi? – Dallas G Denery II

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü