Atomculuk (Felsefe Sözlüğü)

//
1679 Okunma
Okunma süresi: 4 Dakika

Atomculuk, maddeci filozoflar Empedokles ve Anaxagoras’ın ardından M.Ö. 5.yüzyılın sonlarında Leukippos ve onun öğrencisi Demokritos tarafından benzer bir materyalizm doğrultusunda oluşturdukları ve geliştirdikleri atom düşüncesiyle anılan, Sokrates-öncesi bir düşünce okuludur. Bütün nesnelerin atom ve boşluktan oluşan bölünmez parçalardan meydana geldiğini ileri sürer.

Okulun kurucusu Leucippus’un hiçbir yazılı eseri günümüze ulaşmadı ve Demokritos’un ise, kulaktan dolma raporlarda yazılmış ve bazen güvenilmez veya çelişkili görünen birkaç yazısına sahibiz. Bu okulun neyden bahsettiğine dair en iyi kanıtların çoğu, Aristoteles’in, doğa felsefesinde önemli bir rakip akım olarak gördüğü Atomculuğa yönelik yazdığı eleştirileridir.

Epikür, Demokritos’un öğrencisi olan Nausiphanes (MÖ 325) ile Atomculuk üzerinde çalıştı. Epikür, atomların varlığından ve boşluktan emin olmasına rağmen, depremler, şimşekler, kuyruklu yıldızlar veya Ay’ın evreleri gibi belirli doğa olaylarını yeterince açıklayamadığını düşünüyordu.

Demokritos ve Epikür’ün takipçileri arasında belki de en dikkate değer olanı, Epikürcülüğün ve aynı zamanda Atomculuğun önemli eserlerinden biri olan “Şeylerin Doğası Üzerine” adlı eseri yazan Romalı şair ve filozof Lucretius’tur (M.Ö. yaklaşık 99-55 ). Bu kitapta, evrenin ve tüm maddenin sonsuz olduğunu, sonsuz bir boşlukta hareket eden atomlardan oluştuğunu ve başka hiçbir şey olmadığını ve insan ruhunun da bir kişi öldüğünde dumana dönüşen küçük atomlardan oluştuğunu savundu. Epikür’ü, atomlardan oluşan bir dünyada neyin mümkün neyin mümkün olamayacağı konusunda insanları eğiterek canavar dini sıkıştıran bir kahraman olarak tasvir etti.

Aristotelesçiliğin yükselmesi, Atomcuların önemini gölgede bıraktı ve 16. ve 17. yüzyıllarda tekrar dirilmesine kadarki tüm Orta Çağ dönemi boyunca bu fikre çok az ilgi duyuldu. Bu Orta Çağ döneminde, İslam içinde bir teoloji okulu olan Eş’âriyye, özellikle Gazali (1058 – 1111), atomların var olan tek kalıcı, maddi şeyler olduğunu, dünyadaki diğer her şeyin “tesadüfi” olduğunu (yalnızca bir an sürdüğünü) ve olası olayların, Tanrı’nın sürekli müdahalesinin doğrudan sonucu olduğunu öne süren bir tür melez Atomculuk fikrini benimsese ve önerse de, bu yeterince etki yaratmadı.

Atomculuğa karşı 16. ve 17. yüzyılda yenilenen ilginin çoğu, Nicolaus Copernicus (1473 – 1543) ve Galileo Galilei (1564 – 1642) yaptığı bilimsel keşiflerle, özellikle de cisimci madde teorisinin ve düşen cisimler ve eğimli düzlemlerle yaptığı deneylerin Aristoteles’in ana teorileriyle çeliştiğini keşfettiğinde Atomculuğa dönmesiyle birlikte hızlandı. İngiliz filozoflar Sir Francis Bacon ve Thomas Hobbes, İtalya’da Giordano Bruno (1548 – 1600) gibi isimler bir süreliğine Atomculuğu kabul ettiler.

Bununla birlikte, Atomculuğun yeniden doğuşundaki ana figürler Fransız filozoflar René Descartes ve Pierre Gassen (1592 – 1655) ve İrlandalı filozof ve bilim insanı Robert Boyle (1627 – 1691) idi.

Descartes’in mekanik parçacık felsefesinin (evrendeki fiziksel her şeyin, yani tüm maddenin küçük madde “parçacıklardan” oluştuğu ve tat veya sıcaklık gibi hislerin bu küçük madde parçacıklarının şekli ve boyutundan kaynaklandığı) Atomculuk ile pek çok ortak noktası vardı. Hatta bir anlamda onun başka bir versiyonu olarak düşünülebilirdi (Descartes, boşluğun varlığını ve cisimler başka maddelerden geçerken tüm madde bir boşluğu önlemek için sürekli olarak döndüğünü kabul etmese bile). Descartes ayrıca düşünce, ruh ve en önemlisi Tanrı için bağımsız bir varoluş alanına izin veren zihin / beden ikiliği kavramı üzerinde de kararlıydı.

Pierre Gassendi, Atomculuğu sapkın ve ateist felsefi sonuçlarından “arındırmak” için yola çıkan Fransız bir rahip ve doğa filozofuydu. Atomik mekanik felsefe anlayışını kısmen Descartes’a yanıt olarak, özellikle de Descartes’ın yalnızca tamamen mekanik fizik açıklamalarının geçerli olduğuna dair indirgemeci görüşüne karşı çıkarak, yeniden formüle etti.

Robert Boyle’un çoğu İngiliz bilim insanı tarafından kabul edilen Atomculuk formu, esasen iki Fransız sisteminin de bir karışımıydı. Aristoteles fiziği ile kimya deneylerini uzlaştırarak bu modeli geliştirdiği söylenebilir.

Roger Boscovich (1711 – 1787), Newton mekaniğinin ilkelerini kullanarak Atomculuğun ilk genel matematiksel teorisini sağladı. Daha sonra, 19. yüzyılın başlarında, John Dalton (1766 – 1844) atom teorisini geliştirdi ve her bir kimyasal elementin, daha karmaşık yapılar (kimyasal bileşikler) oluşturmak için birleşebilen tek, benzersiz tipte atomlardan oluştuğunu önerdi.

Felsefi Atomculuk, ilk bilimsel atom teorisinin gelişmesine yol açsa da, modern bilim, kimyasal anlamda atomların aslında daha küçük parçacıklardan (elektronlar, nötronlar ve protonlar) oluştuğunu ve bunların da kuarklar denilen daha da temel parçacıklardan oluştuğunu göstermiştir. Atomculuğun genel prensibi teorik olarak hâlâ geçerli olsa da, modern zamanda Atomcu olan birileri varsa bile çok azdır.

Her şeyin nihayetinde küçük, bölünemez birimlerin bir araya gelmesinden ibaret olabileceği şeklindeki Atomcu fikir, daha sonra, Sosyal Atomculuk (toplumun sosyal kurumlardan ziyade bireylerden oluştuğuna dair sosyolojik görüş) veya Bertrand Russell’ın Mantıksal Atomculuğu (düşüncenin atomlarını, daha küçük düşünce parçalarına bölünemeyen düşünce parçalarını tanımlama girişimi) gibi diğer alanlara dönüştü.


Kaynak (Erişim Tarihi: 21.04.2021)

Çevirmen: Alparslan Bayrak

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Thomizm (Felsefe Sözlüğü)

Sonraki Gönderi

Mantıksal Pozitivizm (Felsefe Sözlüğü)

En Güncel Haberler Bilim Felsefesi