Bir Komplo Teorisyeni İle Bir Felsefecinin Sohbeti – Taner Beyter

/
2267 Okunma
Okunma süresi: 14 Dakika

Bu metin biçimsel olarak M. Huemer’ın ünlü Vejetaryenizm Üzerine Ahlaki Diyaloglar adlı şu yazısından esinlenerek kaleme alınmıştır. Yazının amacı komplo teorilerinin epistemik manzara ve arka planındaki gerek entelektüel, gerek bilişsel gerekse epistemik kusurlara dikkat çekmektir.


1. Bölüm: Aşıları Beklemek

Komplo Teorisyeni (KT): İnsanlar hala aşılamanın ne zaman yapılacağını merak ediyor.

Felsefeci (F): Yapılabilecek en iyi şey beklemek gibi görünüyor. Başka ne yapabiliriz ki?

KT: Beklemenin ne anlamı var ki? Zaten bize sıra gelene kadar yeni virüs yayarlar, beklemenin pek de anlamı yok.

F: Yeni aşı yaymak mı? Nasıl yani?

KT: Coronadan söz ediyorum. Çinlilerin laboratuvarda bu virüsü yaydığını ve sonra da gizlediğini bilmeyen yok. Duymadın mı?

F: Haberlerde ve sosyal medyada böyle paylaşımlar görmüştüm. Ama pek ciddiye almadım açıkçası.

KT: Ciddiye almadın mı? Herkes paylaşıyor görmedin mi?

F: Herkesin paylaşması sözüm ona bu bilginin doğru olduğunu göstermez ki. Herkes yanlış bir inancı da paylaşabilir.

KT: Ya siz felsefeciler hep böylesiniz. İlla her şeye itiraz edeceksiniz!

F: Yo, gerçekten. Bunun felsefeci olmak ile alakası yok. Felsefeci olmasam bile yine de hemen inanmazdım böyle haberlere.

KT: Orasını bilemem. Tanıdığım birkaç felsefeci var, hiçbiri komplo teorilerine inanmıyor. Durmadan dalga geçen paylaşımlar yapıyorlar.

F: Bahsettiğin felsefecileri tanımıyorum. Onları da tanımadan haklarında bir yargıda bulunmak istemem. Gerçekten, merak ediyorum: Niçin Çinlilerin böyle bir şey yaptığını düşünüyorsun?

KT: Cevap çok basit değil mi? 2020 yılındayız, bilim bu kadar gelişmiş bir halde, nasıl oluyor da bir virüs bu kadar kısa sürede tüm dünyaya yayılıyor.

F: Bu bahsettiğin şey, virüsün Çinliler tarafından kasıtlı olarak üretildiği anlamına gelmez ki? Virüsün yayılım hızının yüksek olduğunu ve mevcut tıbbi uygulama ve teknolojilerimizin henüz yeterli olmadığını gösterir bize bence.

KT: Belki. Ama Çin’in biyolojik bir silah olarak bu virüsü üretmediğini kimse kanıtlayamaz.

F: Evet, belki de bu türden bir iddia kesinkes yanlışlanamaz. Ancak bir inancın kesinkes yanlışlanamaz olması hali, yine de söz konusu iddianın doğru olduğunu göstermez.

KT: Kesinkes yanlışlanamadığını kabul ettin işte, bu yeterli değil mi?

F: Hiç sanmıyorum. Hemstırımın Türkçe rap dinlemediğini, bazen Sagopa Kajmer dinleyerek rap yapmadığını da sen kanıtlayamazsın.

KT: Evet kanıtlayamam. Çünkü bu imkansız ve çok komik bir iddia.

F: Bence de. Senin iddian da bir o kadar imkansız ve komik bir iddia gibi görünüyor bana.

KT: Yanlış düşünüyorsun. Yanlışlanamaması bence önemli bir nokta olabilir. Eğer yanlışlayabilirsen sana inanabilirim.

F: Popper bilimsel bir iddianın yanlışlanabilirliğinden söz ediyordu. Bence komplo teorileri tam tersine bir komplo iddiasının kesinkes yanlışlanamazlığına yaslanıyor. Belki de kesinkes yanlışlanamazlığı yani yanlışlanabilirliğe ve test edilmeye hiç ama hiç elverişli olmaması önemli bir nokta. Ancak konumuz bu değil. Beni asıl ilgilendiren şey bu komployu nereden duyduğun?

KT: Ben komplo olduğunu düşünmüyorum. Böyle bir isimlendirmeyi benim üzerimde baskı kurmak için kullanıyorsun gibi geliyor bana.

F: Tamam, haklısın; o halde komplo değil inanç diyelim.

KT: Evet, senin de sahip olduğun türden başka inançlar gibi bir inanç belki de.

F: Belki de, doğru söylüyor olabilirsin. Ama tekrar sormak istiyorum, nereden duydun bu iddiayı?

KT: TV izlerken haberlerde gördüm. Facebook ve Twitter’da da paylaşılıyor epey. YouTube’da videolar gördüm. Ayrıca bazı sitelerde de böyle haberler var. Dünyada milyonlarca insan buna inanıyor.

F: Milyonlarca insanın inanması “tek başına” hiçbir şey kanıtlamaz. Milyonlarca insan aynı anda yanılıyor olabilir. Bir şeyin doğru veya yanlış olması konusunda ne kadar çok insanın o şeyin doğruluğuna veya yanlışlığına inandığı, tek başına bir doğruluk ölçütü olamaz.

KT: Ne yani bu kadar insan yanılıyor da sen mi doğru düşünüyorsun?

F: Böyle bir iddia da bulunmadım. Ancak komplo teorilerine inanan insanlardan daha fazla inanmayan insan vardır diye umuyorum; benim gibi.

KT: İnsanlar genellikle böyle bir gerçeği kabul etme konusunda cesur değiller. Çoğu kandırılmış gibi, hatta çoğu umursamaz da, kendi derdi var herkesin.

F: Komplocular şu an yaptığını niçin hep yapıyor?

KT: Neyi?

F: Komplo teorilerine inananları aydınlanmış inanmayanları ise kandırılmış olarak etiketlemekten söz ediyorum.

KT: Ama öyle. Baksana bütün dünya virüs adı altında kandırılarak yeni dünya düzenine hazırlanırken başka ne söyleyebiliriz ki? Şaka gibi.

F: Dünya düzeni derken?

2. Bölüm: Bir Komplodan Diğerine

KT: Masonlardan, Rockefeller ailesinden, Soros‘tan, İlluminati‘den söz ediyorum.

F: Nasıl yani? Dünyayı bir tür azınlığın mı yönettiğini düşünüyorsun?

KT: Elbette, Elon Musk’ın çip takma ile işi ne?

F: Bu geleceğin ekonomisi ile ilgili bir inovasyona işaret ediyor gibi görünüyor bana. Zaten geçmişte bu konuya dair bazı çalışmalar yapılmıştı. Ama bir şey söyleyeceğim, konuyu dağıtmak istemem fakat bir komplo teorisine inanan insanlar genellikle diğer komplolara da inanıyor dikkat ettin mi hiç? Bu ilginç gelmiyor mu sana?

KT: Niçin ilginç gelsin ki? Bir komploya inanmayanlar da diğerlerine inanmıyor!

F: Pek sanmıyorum. Komplo teorisinin birine inanan insanların genellikle diğerlerine de inanma sıklığı, hiç bir komplo teorisine inanmayan birinin diğerlerine de inanmama sıklığından daha fazla olduğuna dair bir yazı okumuştum.

KT: Çalışmayı kim yapmış?

F: Bilim insanları elbette, Evrim Ağacı’nda okumuştum.

KT: A şu komplo düşmanı site mi? Onlara niçin inanayım ki?

F: Böyle düşündüğünü bilmiyordum. Greco adında bir sosyal epistemolog var, tam da şu an ki takındığın tavrı ele alan yazılar yazıyor. Epistemik toplulukların beslendiği epistemik yataklardan söz ediyordu. Komplo teorilerine inanan insanların da çoğunlukla belirli türden haber alma kaynakları yani epistemik kaynaklara odaklandığını, zıt fikirdeki kaynakları görmezden geldiğini düşünmeye başladım. Bu arada Evrim Ağacı’nın bundan çıkarı ne ki? Konu hakkında çeviri yapan veya yazı yazanları tanıyorum, iyi niyetli insanlardır.

KT: Ben tanımıyorum. Bak sende sürekli böyle karşıt sitelerden yazılar okuyorsun. Ondan böyle düşünüyor olabilir misin?

F: Hım. (İç ses: Keşke Evrim Ağacı’ndan tanıdıklarım olduğunu söylemeseydim! Şimdi onları da kandırılmış olmak ile itham edecek ve bağımsız bir epistemik fail olmadığımı ima edecek!) Şey. Açıkçası epey farklı kaynakları takip etmeye çalışıyorum. Ancak güvenilmez kaynakları eleyerek olabildiğince çok sayıda güvenilir olanları takip etmeye çalışıyorum. Bence bu epey önemli bir şey.

KT: Evet bence de öyle.

F: O halde sen de böyle yapmalısın. Felsefecilerin bu konulara dair bir kavramı var; “epistemik sezgiler” deniyor. Eğer içinde bulunduğumuz epistemik-topluluk tek taraflı bir kaynaktan besleniyor ve başka otoriteler ve kurumlar tarafından sürekli yönlendiriliyor ise epistemik sezgilerimiz zarar görebilir.

KT: Ne yani ben mi kandırılıyorum?

F: Yo öyle demek istemedim. Yalnızca, sahip olduğun inançların dünyadaki olgu ve gerçekler ile pek uyuşmadığının farkındasın değil mi demek istedim.

KT: Hangi olgu ve gerçekler? Kimin olgu ve gerçekleri? Bence bu soru çok daha önemli.

F: Evet, güzel bir soru. O halde bir örnek vermeme izin ver. Bence evrimsel biyoloji bir olgu/gerçekliğe denk düşer. Eğer evrimsel biyolojiyi iyi bir şekilde kavrarsan, coronanın yapay olarak üretilmediğini gösteren bilimsel çalışmalar seni ikna edebilir.

KT: Bilim kim için yapılıyor ki? Bilimin nesnel ve tarafsız olduğunu sanmıyorum. Para kimdeyse bilimde ondandır!

F: Bilimsel çalışmaların finansal bir arka planı muhakkak ki var ve bu epey önemli bir konu. Ancak bilimsel metodoloji dediğimiz şey, aynı zamanda felsefi bir konu ve para ile çok alakalı da değil.

KT: Bazı şeyler o kadar basit değil.

F: Ama bazı şeyler senin için nedense çok basit!

KT: Ne demek istiyorsun?

F: Demin bilim bu kadar gelişmişken nasıl aşı bulunamıyor ki diye sormuştun. Ve bu sorunun senin inancını örtük olarak desteklediğini ima etmiştin. Komplolar gizli-saklı gerçekleri açığa çıkarma ve bunu yaparken de bu gerçeklerin ardındaki daha büyük bir gerçekliği görünür kılma iddiasında gibi görünüyor. Ama en önemlisi de gerçekliğin bize “basit ve sade” bir açıklamasını sunuyor. Belki de insanların gözünde onu bu kadar çekici kılan şey bu özellikleridir.

KT: Bu söylediğin neyi kanıtlar ki?

F: Bence epey önemli bir nokta, izninle en temelden konuya başlayalım istiyorum. Ne dersin?

KT: Tamam, ikimizde tarafsız ve rasyonel bir tutum içinde olmaya çalışacağız ama?

F: Elbette!

KT: O halde; ilk olarak ben başlamak istiyorum. Sen benim söylediklerimin doğru olmadığını nereden biliyorsun?

F: Doğrudan cevap vermeden önce benim birkaç temel soru sorarak başlamam iyi olabilir: Bir şeyi bilmek ne demektir ki? Tanrı’nın var olduğunu bilmek, şu an karşımda zihni olan bir insan olduğunu bilmek, arkadaşımın bana borcu olduğunu bilmek veya şu an bir bilgisayar oyunu karakteri olmadığınızı bilmek: bunları nasıl biliriz? Bu sorular en temelde bilgi tanımımız ile alakalı. Bilgi, en kaba haliyle “gerekçelendirilmiş doğru inanç”tır diyelim şimdilik. Yani bildiğimiz şey doğrudur, onun doğru olduğuna inanırız ve onu bir şekilde gerekçelendiririz. Buraya kadar sormak istediğin bir şey var mı?

KT: İnanç derken?

F: İnancı zihinsel kabul olarak tanımlayabiliriz. Mesela şu an dış dünyanın gerçek olduğuna yani bir Matrix’te olmadığımıza inanıyorum. Bunu kabul ediyorum gibi.

KT: Tamam, buradan nereye varıyoruz?

F: Komplo teorisi bir anlamda sosyal epistemolojinin konusu ve bilgi tanımımıza tekrar bakmamız gerektiğini söylüyor gibi. Bilgi tanımımıza, bilenler-arası bilme ilişkileri, bilginin toplumsal dolaşımı ve yeni bilgi veya inanç oluşumları ile alakalı unsurları da eklememiz gerekiyor sanırım. Aslında komploların doğasını araştırdığımızda şu sorularla da ilgileniyoruz: Bilmek diğer bilenler ile nasıl bir ilişki içindedir? Bilmenin toplumsal arka planında neler vardır? Biliyor olmak ile epistemik-topluluklara dahil olmak arasındaki ilişki nedir? Bilgi ve inançlarımız nasıl doğar? Bu sorulara başka örnekler de eklenebilir. Bu yüzden ilk konuşmaya başladığımızda sana virüsün yapay olarak üretildiği veya Masonların dünyayı yönettiğini nereden duyduğunu sordum.

3. Bölüm: Komploların Doğası

KT: Evet buradan nereye geliyoruz?

F: Komplolar daha önce de söylediğim gibi, gizli-saklı bir gerçekliği oldukça yalın bir şekilde aktarma iddiasında. Bunu yaparken de iddialarını oldukça zayıf bir şekilde gerekçelendiriyor hatta çoğu zaman mantıksal safsatalara düşerek! Bir inanç ortaya atılıyor, bu inanç hitap ettiği kitleyi inanıp aydınlananlar ve inanmayan kandırılanlar olarak ikiye bölüyor. Mevcut inanç, çoğunlukla bağımsız kaynaklar ve kanıtlarla denetlenmeksizin kendi üzerine dönüp duruyor. Bir tür döngüsellik içinde olan inancı yanlışlamak çok zordur. X’i nereden biliyorsun çünkü Y var. Ama Y başka bir şeye işaret ediyor! E, bunu zaten Z’ye inananlar söylüyor. Ama Z’ye inananlar bunu neden söylesin ki! Çünkü onlar X’i kabul etmiyor ve kandırılmışlar! Anlatabiliyor muyum; bu hemstırımın döndüğü çark gibi bir şey.

KT: Ama anlamlılar? Bir bilgi her şeyden önce anlamlı olmalıdır. Bence bu epey önmeli bir nokta.

F: Güzel! Bilgiyi oluşturan unsurlar çoğunlukla tek başına veya bilgi bütünleri diğer bütünler ile anlamlı ilişkiler kurarlar. Komplolar çoğu zaman diğer komplolar veya bilgiler ile anlamlı bir bütün oluşturmuyor. Veya kendi içindeki parçaları anlamlı bir şeye denk düşmüyor. Bence komploların yanlışlığını tespit edebilmek için bu epey önemli. Kaldı ki komplolar epistemik sezgilerimiz ile de uyuşmuyorlar. Bir an olsun düşün; Simpsonlar gibi bir çizgi film gelecekten bize niçin bilgi versin ki? Veya bu nasıl mümkün? Veya niçin çizgi film aracılığıyla?

KT: Niçin vermesin?

F: Niçin versin? İşte tam olarak da bu şu an ki kör düğümden söz ediyorum. Komplo teorisine inanan insanlar ile sağlıklı bir tartışma içine genellikle girememek bile bir tür sezgiye denk düşüyor. Taraflardan birinin feci şekilde yanıldığı sezgisi.

KT: Sezgilerimize her zaman güvenemeyiz ama biliyorsun.

F: Evet her zaman güvenemeyiz, ama bazı durumlarda güvenebiliriz. Örneğin anne ve babana DNA testi yapmadın ama gerek akrabalarınızın tanıklığı sayesinde gerek fenotip olarak benzemeniz gerekse şüphe edecek hiçbir şey hissetmediğiniz için sezgilerimize yaslanarak anne ve babamızın, anne ve babamız olduğunu biliriz.

KT: Hala nereye varmaya çalıştığımızı anlamadım.

F: Şunu söylemeye çalışıyorum. Günümüzde insanlar, mevcut inançlarının doğru olmasından ziyade onların ne derece ve ne biçimde desteklendiği ve epistemik-topluluklarında bu inancın nasıl gerekçelendirildiğini dikkate alıyor. Bunun epey etkili bir faktör olduğunu düşünüyorum. Ki bu, komplolar ile popülizm arasındaki organik ilişkiyi de gösterir.

KT: Dış mihraklar konusundan mı söz ediyorsun?

F: Tam olarak öyle. Dış mihrakların ülkemiz üzerinde gizli oyunlar oynadığı veya Lozan’ın gizli (?) maddesinin herkes tarafından bilinip haberlerde kullanılmasını düşünsene: Popülist liderler ile politikacılar seçmen davranışlarını yönlendirmek ve kendi kitlesini konsolide etmek için bu komploları desteklemekten çekinmez. Ülkemizde de ABD’de gördüğümüz bu değil mi? Onlar da bir dönem dış mihraklar olarak Çinlileri itham etmişti. Burada başka bir konu çıkıyor ortaya, komplolar demokratik kurumları tehdit edecek bir güce erişmiş olabilir. Seçimleri kaybeden bir iktidar bile seçimlerin çalındığı şeklinde komplo teorisi üreterek epistemik-toplulukların içine bu söylemleri enjekte ediyor. İnsanlar serbest seçimler gibi demokrasinin merkezindeki bir uygulamaya dair bile inançlarını sorgular hale geliyor. Ancak bu temsili demokrasinin çıkmazı, poliarşi veya diğer konular ile doğrudan alakalı değil, söylemek istediğim bu değil.

KT: Konuyu politikaya çekerek bizi suçlamaya başladın gibi hissediyorum.

F: Hayır tam tersine yeterince ve doğru bir şekilde bilgilendirilmeyen insanların mevcut yanlış inançlarının politik olarak suiistimal edilerek demokrasinin ve demokratik kurumların aşınmasından söz ediyorum. Ayrıca siz-biz diye bir şey olmadığını düşünelim, objektif ve rasyonel bir biçimde konuşacağız demiştik unutma; kimseyi suçlamıyorum.

KT: Ben politik olarak yönlendirildiğimizi düşünmüyorum. Var olan bir gerçekliği göremeyen insanlara gerçeği söylemeye çalışıyorum.

F: Bunu ima etmedim ve senin aklı başında, zeki bir insan olduğunu düşünüyorum. Ama diğer yandan bu bahsettiğimiz şeyler komploların doğasına dair başka bir şey söylüyor bize. Komplolar her zaman %100 spekülasyon olmak zorunda değil. Bazen dünyaya veya topluma dair güncel (Corona) veya tarihsel olaylar (Lozan’ın gizli maddesi) ile ilişkilidir.

KT: Ama ben bunları kendim keşfettim ve bana mantıklı geldi.

F: “Mantıklı gelme”nin ne olduğu üzerine konuşmamız iyi olabilir. Sana makul geldiğini biliyorum bu inançların, hatta senin keşfettiğini de düşünüyorum. Ama bu inandığın komploların doğru olduğunu göstermez.

KT: Peki ne gösterir?

F: Bağımsız kanıtlarca ne derece uyumlu olduğu, epistemik sağduyumuza ne kadar yaslandığı, diğer inançlarımız ve bilgilerimiz ile ne derece bağdaştığı ve bir bütün oluşturduğu vb şeyler olabilir mesela. Ama en önemlisi de döngüsel bir zincirde sürekli kendi içine dönmemesi iyi bir ölçüt olabilir.

KT: Kimse bu türden inançlara her zaman sahip olamaz.

F: Evet haklısın, hepimizin inanç kümeleri arasında “çürükler” vardır. Ancak prensip olarak bunu hedeflemeliyiz. (İç ses: Ayrıca komplocular iddialarının gerçekler ile ne kadar uyuştuğuna bakarken ne kadar uyuşmadığına pek bakmaz. Bu durumda bulacaklar şey hep “uyuşma” olacaktır. Ama bunu şimdi söylersem konu dağılabilir ve üzerine gelmeye çalıştığımı düşünebilir.)

KT: Evet bu doğru, ama söylediklerin üzerine düşüneceğim inançlarımın hemen değişmesini bekleme benden.

F: Hayır böyle bir şey beklemiyorum, işin aslı seni ikna etme amacım da yok. Yalnızca eğer senin inançların doğru ise benimkiler yanlış olmalı; bunun farkındayım. Ve inançlarımın yanlış olmasındansa doğru olmasını isterim. Bu epistemik bir değerdir; herkes inançlarının doğru olmasını istemek.

KT: Sana bazı kaynaklar göndereceğim, bunları araştırmanı ve fikirlerini ifade etmeni istiyorum.

F: Elbette, sevinirim, kim bilir belki de ben yanılıyorumdur. O halde bu kaynaklar üzerine konuşmak için tekrar buluşabiliriz.

KT: Anlaştık!

Tekrar görüşmek üzere sözleşerek ayrılırlar. Tekrar buluşup tartışmaya devam edip etmemelerini belirleyen etkenlerden ikisi; içinde bulundukları epistemik-topluluklar ile aralarında ne derece güçlü bir ilişki olduğu ve sahip oldukları entelektüel/bilişsel yetilerin olgunluğudur. İlk etken açısından çok ses getiren yankı odaları içinde değillerse ikinci etken açısından ise epistemik/entelektüel yeti ve erdemleri yeterince “güçlü” ise, bu tartışma devam edecek ve daha verimli bir hal alacaktır. Eğer öyle değilse bu yazı ve bu buluşma burada sona ermiştir.

Diğer yandan tahmin edileceği gibi konuşmacıların ayrıldıktan sonra, birbirlerine dair ilk izlenimleri de var olan tartışmayı tartmalarında epey etkili olacaktır.

Ankara Üniversitesi Coğrafya Bölümü’nü bitirdi, Felsefe master eğitimine ise ara verdi. Etik, epistemoloji, din felsefesi ve metafelsefe ile ilgilenir. Evli olup öğretmenlik mesleğine devam etmektedir.   

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Neler Yasaklanmalı: Nefret Söylemi ve İyileştirme İle İlgili Sosyal Medya Politikaları – Bianca Cepollaro

Sonraki Gönderi

Descartes ve Renkler – Arda Denkel

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü