Büyük Mitler 3: Bilim Şehidi Giordano Bruno – Tim O’Neill

/
1586 Okunma
Okunma süresi: 26 Dakika

İtalyan Ulusal Özgür Düşünce Kuruluşu, Giordano Bruno’nun 17 Şubat 1600’de kazığa bağlanıp yakılarak idam edilmesinin 417’nci yıldönümünü anmak adına geçtiğimiz ay Roma’nın Campo de’Fiori meydanında, aynı yerde, toplandı. Törende Bruno’dan dogmatik dini inançların damarına basmış özgür bir düşünür olarak bahsedildi; kendisi ayrıca başka kişilerce rasyonel düşünceleriyle zamanının hurafelerine karşı çıktığı için ölen bir bilim insanı ve bilim ve din arasındaki ebedi mücadelenin bir sembolü olarak da yâd edildi. Yeni Ateistler tam da bu yüzden çok sevdikleri eski Çatışma Tezinin ana örneği olarak Bruno’yu sürekli gündeme getiriyorlar.

Neyse, Facebook’taki “Atheists Against Pseudoscientific Nonsense” adlı grup da ağırbaşlılıkla Bruno’nun vahim ölümünü şu miğmle andı:

Onlara göre Bruno yıldızların aslında güneş olduğunu ve bu güneşlerin de üzerinde yaşam olabilecek kendi gezegenlerinin olduğunu savunuyordu ve Transübstansiyon [i]doktrinini tamamen bilimsel sebeplerden dolayı reddediyordu. Bu fikirlerinden dolayı da bir bilim şehidi olarak ölmüştü. Açıkçası bu grubun sözde bilimle olan kavgası takdir edilesi ama Yeni Ateistlerin sözde tarihçiliklerini yaymaya çalışmaları için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim.

Mistik Bruno

Her şeyden önce internet miğmleri dışındaki Bruno’yla alakalı herhangi bir bilgi kendisinin bir tür “bilim insanı” olduğu fikrini aniden şaibeli kılacaktır. Bruno, zamanının birçok farklı disipliniyle uğraşmış parlak ve eklektik bir düşünürdü. Kendisini, bu yüzden, tek bir kategoriye sokmak zor. Metafizikçi, büyücü, mnemonikte uzman, neo-Pisagorcu, neo-Platoncu ve bir astrologtu. Bir tür felsefi düşünceyi savunuyordu ama imge ve sembolleri, metaforların ve tasvirlerin kullanımını odak alan bir düşünceydi bu. Fiziksel evreni kapsayan bir kozmolojisi vardı ama keşfetmek için matematiğin kullanımını reddediyordu; zira matematiği fazla kısıtlayıcı görüyordu ve inandığı şeyin semboller, kutsal geometriler için kendi sezgisel duyusu olduğunu düşünüyor ve basitçe doğru hissettiren şeyi tercih ediyordu. Kendisinin bu eksantrik fikir demeti hem Kopernik’in Güneş merkezciliğini veya Kuesli Nikolaus’un merkezsiz sonsuz evren anlayışını içeriyor hem de sihri, hareketli ruhların olduğu yıldız ve gezegenleri, antik Mısır dinini ve Pisagorcu sembolizmi içeriyordu. Kendisini modern tabirle en iyi tanımlayacak kelime “mistik” olurdu herhalde.

En azından kısmen de olsa bunları bilen bazıları, o dönemde hiç kimsenin tam anlamıyla bilim insanı olmadığını ve zamanın büyük bilim insanlarının çoğunun bariz mistik görüşleri sadece savunmadıklarını, aynı zamanda direkt olarak onlardan etkilendiklerini söylüyorlar. Neticede Galileo çalışan bir astrologtu, Floransa Dükalığı’nın sarayındaki asıl fonksiyonu da buydu ve tüm kanıtların gösterdiği üzere, çağdaşı olan astronomlar gibi, o da astrolojiyi tamamıyla benimsemişti. Kepler’i keşfe iten şey, kozmosun yapısının kelimenin tam anlamıyla 5 Platonik Cisme dayandığına ve onların toprak, su, hava, ateş ve eter olan klasik elementlerle olan mistik bağlantısına dair kati inancıydı. Dahası, artık görüyoruz ki Newton bugün beraber anıldığı şeylerden daha çok simya ve Kıyamet’in tarihini hesaplama üzerine zamanını harcamış. Buradan da hareketle “Bruno’nun mistisizmi benimsemesiyle ilkel bilimin bu devleri arasında bir fark var mı ki?” deniliyor.

Cevap maalesef “evet”.

Fark şu: Diğerleri her ne kadar bugün bizlerin tamamıyla bilim dışı gördüğü fikirleri benimsediler ve hatta bu fikirlerden hareketle deneysel bilim yaptılarsa da onlar gerçekten de bizim bildiğimiz deneysel bilimi yaptılar. Bruno ise yapmadı. Kepler’in Platonik Cisimlerin içsel önemine dair tutkulu inancı tamamen yanlıştı; ama bu görüşü gözlem ve matematikle kanıtlama çabası onu Gezegensel Hareketin Üç Yasası’na getirdi. Bunlar muğlak mistik sezgiler değildi. Gözlemlenip ölçülmüştü ve gerçek dünyada tekrarlanabilir sabitlerdi. Gerçek bilimdi. Evet Newton, Daniel ve Vahiy kitaplarına binaen dünyanın 2060’tan önce sona eremeyeceği yönündeki teolojik hesaplaması için uzun saatler harcamıştı ama aynı zamanda bilimde çığır açan kitabı Principia’da gök mekaniğinin ve yer çekiminin ilkelerini ortaya koymuştu. Bunlar günümüzde de tasdik edilebiliyor ve bunlardan istifade edilebiliyor. Bruno ise hiç böyle bir katkıda bulunmadı.

Aksine, Bruno deneyciliği hor görüyordu ve dünyayı anlama aracı olarak matematiği reddediyordu. Hilary Gatti’nin dediği gibi, “yeni matematik için iyi bilinen ve açıkça ifade edilmiş bir antipatisi vardı. Yeni matematiği maddenin çarpıcı dalgalanmalarını evrensel yasallığın formüllerine hapsetmeye çalışan şematik bir soyutlama olarak görüyordu.” (Hilary Gatti, Giordano Bruno and Renaissance Science, Cornell, 2002, s. 3). İleride klasik bilimsel metot olacak aracı benimseyip çağdaşlarına katılmak şöyle dursun, Bruno mistik sezgiyi kullanmıştı ve “deney ve gözlem aracılığıyla değil de imgeler aracılığıyla görselleştirmeye olan bariz bir meyille beraber mantıksal-felsefi bir akıl yürütme süreciyle ulaşılan” sonuçlara varmıştı (Gatti, s. 3).

Yani kendisi döneminin Bilimsel Devrimine katılmamakla yetinmemiş metotlarını da bilfiil reddetmişti. Tabii birkaç bulgusunu kabul etmişti; lakin bu kabulün temeli herhangi bir derin bilim anlayışına dayanmıyordu (Küllerin Şöleni (1584) adlı diyalogundaki Kopernikçiliği değerlendirişi asıl detayları ya pek ya da hiç anlamadığını gösteriyor). Sadece bazılarını mistik kozmolojisine uyduğu için kabul ediyordu. Bilimi bilim dışı fikirlerine uyduğu zaman benimsiyordu.

Küllerin Şöleni’nde Theophilus mahlasını alıp Kopernik’i överek başlıyordu: “Vakur, özenli, dikkatli ve olgun bir zihne sahip; kendisinden önce gelmiş herhangi bir astronomdan yer ve zamanın silsilesi dışında altta kalır bir yanı olmayan bir adam”. Fakat hemen sonrasında Kopernik’in konumunu baltalamaya başlıyor ve ekliyordu: “fakat tüm bunlara rağmen [önceki astronomları] çok da aşmadı; doğanın yerine daha çok matematiğe kafayı takmıştı”. Bunun ardından da Kopernik’in “fiziksel söylemden çok matematiksel” olmasını över gibi yapıp eleştiriyordu. Tüm bunlar Theophilus’un “Gökleri ölçmenin, yerküreyi ve gezegenleri turlamanın ve semanın dışbükey yüzeyini terk etmenin yolunu tekrar bulan” ve “kargaşalı [dünyevi] havanın dar hapishanesinde alıkoyulmuş insan ruhu ve idrakini sanki bazı deliklerden en uzaktaki yıldızları düşünebileceği bir yere bırakan” ve daha birçok büyük işlere imza atan kişi “Nolan”a (Bruno’nun kendisine) sunduğu uzun övgülere bir girizgâhtı. Tüm bunları yapan “Nolan” aynı zamanda salt gözlem, matematik ve gerçek bilimle kısıtlanmamıştı.

Yani bir yandan Kopernik’in Dünya’nın kozmosun merkezinde olmadığı görüşünün arkasındaki bilimi küçümserken sırf kendi sınırsız evrene dayalı mistik görüşüne uyuyor diye bir yandan da bilimsel bulgularını benimsiyordu; fakat bilim kendi görüşlerine uymadığındaysa toptan reddediyordu. De immenso adlı eserinde kendi mistik bakışına göre hareket etmesi gereken gezegenlerin aslında farklı bir şekilde hareket ettikleri problemini ele alıyordu; ama okuyucularına “geometricilerin” eninde sonunda onu haklı çıkaracağını kaygısız bir güven içinde söyleyerek bu konuyu kenara itiyordu. Gelin görün ki öyle olmadı.

Bruno, mistisizme inanıp onu uygularken bilim de yapan Kepler veya Newton gibi birisi değildi. Karşımızdaki kişi kendi mistisizmine uyan bilimsel görüşleri kabul edip uymayanları reddeden ve hiçbir şekilde bilim yapmayan birisiydi. Frances Yates ses getiren kitabı Giordano Bruno and the Hermetic Tradition’da (University of Chicago, 1964) Bruno’nun döneminin “yeni bilimiyle” herhangi bir bağlantısının olduğu fikrini reddediyordu. Onun mistik felsefesini düpedüz “Hermes Trismegistus” yazıları ve bu yazıları temel alan antik Mısır dini hakkındaki çarpık fikirleri bağlamında ele alıyordu. Son zamanlardaki Hilary Gatti gibi bazı yazarlar ise bu yorumun abartıya kaçtığını ve Bruno’nun, yüzeysel de olsa, döneminin bilimiyle münasebetinin olduğunu; ama hiçbir şekilde bilim insanı olmadığını düşünüyor.

Bruno’nun döneminde “bilim” kelimesi henüz oturmuş bir kavram değildi. Bugün kullandığımız dar anlamı, Galileo gibi sonraki kişiler tarafından kullanılmaya başlanacaktı. Bruno kendisini hala bir doğa filozofu olarak; bilimi de scienza, yani her türlü bilgi olarak görebilirdi. Fakat durum böyle olsa bile Paracelsus, Johannes Kepler, Tycho Brahe, William Gilbert, William Harvey ve sonradan gelen Galileo ve Francis Bacon gibi dönemin doğa filozofları da doğal etki ve sonuçları az çok metodolojik araştırmaya tabi tutmalarından dolayı yeni bilimin uygulayıcıları olarak görülebilirler. Bacon’ın bu kategoriye girdiğini herkes kabul etmeyecektir ama Bruno kesinlikle bu kategoriye ait değildi. Kendi başına astronomik gözlem hiç yapmamıştı. (Gatti, s. 2-3).

Bruno’yu günümüzden birisine benzetecek olursak Deepak Chopra gibi birisi en doğru benzetme olurdu sanırım. Chopra, bilincin “gerçekliği yarattığına” dair mistik görüşlerini desteklemek için kuantum mekaniği ve genetik gibi dalları kullanarak gerçek bilim insanlarını çileden çıkartan birisi. Tıpkı Bruno gibi Chopra ve türevleri de bilimi kendi mistisizmine uyduğu kadar övüp uymadığında da reddeder. Sonrasında da bilim insanlarını deneyciliğe ve deneye olan adanmışlıklarıyla zincirlenmiş şekilde resmederek onları küçümserler. Gerçek bilim ve Bruno ve Chopra gibi mistiklerin sezgisel açılımları arasındaki boşluk on altıncı yüzyılda günümüzdeki gibi belirgin değildi ama o zamanlarda bile yeteri kadar açık bir ayrım oluşmaktaydı. Ne de olsa Galileo’nun, Bruno’nun budaklı zanlarına zamanı yoktu. Asıl ironik olan şey ise günümüz Ateist ve skeptiklerinin Chopra’yı bilim dışı bir aptal olarak görüp Bruno’yu bir nevi bilim şehidi olarak öne sürmeleri.

Suçlamalar Tam Olarak Ne Üzerineydi?

Bilim insanı olarak adlandırılamamasına ve yaptıklarında en ufak bir bilim kırıntısı olmamasına rağmen (on altıncı yüzyıl standartlarında bile) Yeni Ateistlerin sahte tarih anlatısı için Bruno’nun mutlaka bilim şehidi olması gerekiyor; zira onsuz tüm o “Hristiyanlık bilimi bastırdı” dogması şehitsiz kalacak. Bruno bilim yaptığı veya bilimsel görüşleri savunduğu için idam edilmiş bir bilim insanı değilse Çatışma Tezinin Yeni Ateist versiyonunun elindeki tek şey Galileo Hadisesi oluyor ve onunla ilgili yapacağınız az biraz araştırma da konunun popüler inancın aksine “bilim dine karşı” masalı gibi olmadığını gösterecektir.

Neil deGrasse Tyson’ın sunduğu Cosmos’un yeniden yapımı 2014’te yayınlandığında Bruno hikâyesinin hayli çarpıtılmış bir versiyonuyla giriş yapmıştı. Hikâyedeki hataları ve yanlış tasvirleri vurgulayan sinir bozucu tarihçiler de Yeni Ateizmin birçok aydını tarafından tepkiyle karşılanmıştı. Başka bir yazıda açıkladığım üzere (bknz. “Cartoons and Fables – How Cosmos Got The Story of Bruno Wrong”) bu yeni Cosmos serisi Bruno’yu fundamentalistlerin ezdiği bir yenilikçi olarak sunmaya çalıştı. Yazarları onun bir bilim insanı olmadığını belirtecek kadar dikkatliydi ama hikâyenin kendi versiyonları yine de hatalar ve çarpık tarihle doluydu. Bu durum zamanında birçok tarihçi ve yorumcu tarafından belirtildi. Yeni Ateizmin huysuz amcalarından olan PZ Myers gibi insanlar ise objektif tarihsel analiz gibi şeylerin kendi sahte tarihsel mitlerine olan inançlarına mâni olmasına izin vermeyeceklerdi. Ulusal Bilim ve Eğitim Merkezi’nden Peter Hess ve Josh Rosenau programın Bruno tasvirine karşı çıkınca Myers bağrını açtı ve “Apolojizm!” diye bağırdı (Yeni Ateistlerin “Sapkın!” deme şeklidir bu). İlgili tarihe dair ne kadar zayıf bir kavrayışa sahip olduğunu açığa çıkaran bir gevezelikle gürlüyordu Myers:

Bunlardan birinin öne çıkıp ‘din ve bilim arasındaki uzun, zengin ve kompleks ilişkinin nüanslı ve sofistike bir anlayışı’ diye feryat ettiğinde şunu sorasım geliyor: Ateşe atılan insanlarda nüanslı ve sofistike olan ne var? (“Missing the point of Giordano Bruno”)

Bu da yukarıda ele alındığı üzere püf noktayı kaçırıyor; zira Bruno’nun fikirlerinin ve bundan hareketle idamının bilimle hiçbir alakası yoktu zaten.

“Bilim şehidi” miti Bruno’nun kozmos hakkındaki bilimsel görüşleri dolayısıyla yargılanıp yakıldığı iddiasına dayanıyor. Bu görüşlere göre Dünya, Güneş’in etrafında dönüyordu ve evrende üzerinde muhtemelen yaşam olan dünyaların bizim yıldız dediğimiz diğer güneşleri çevrelediği sonsuz sayıda dünya vardı. Bunların her ikisinin de doğru ve tamamen bilimsel destekli olduğunu bildiğimiz için Bruno’nun da bilim için eziyet görüp öldürüldüğü fikri birçok insana makul geliyor.

Sorunun bir kısmı Bruno’ya karşı yapılan suçlamaların aslında elimizde olmamasından kaynaklanıyor; zira bu belgeler Napolyon’un Papalık arşivlerini 1810’dan 1813’e kadar Paris’e taşıttırırken kaybedilen Vatikan belgelerinin arasındaydı. Elimizde ise Bruno’nun 1591’deki Venedik Engizisyonundan önceki duruşmalarında ne üzerine sorgulandığının kayıtları var. Bir de Roma’daki duruşmasının özeti sorgulanma sebebine işaret ediyor.  Bakire Meryem’in bakireliğinin inkârı, İsa’nın büyücü olduğu iddiası, Teslisi ve Transübstansiyonu reddetme gibi bir bohça sapkın teolojik fikirlerden oluşuyor bu suçlamalar. Güneş merkezci kozmolojisi ve sonsuz dünyalar fikri dolayısıyla şüphesiz sorgulanmıştı ama son karşıt suçlamalar veya Roma’daki duruşmasında reddetmesi istenilen son sekiz bildiri elimizde yok.

Huysuz amca PZ Myers ise olduğu düşüncesinde gibi gözüküyor. Cosmos bölümleri üzerine atıp tuttuğu başka bir yazısında büyük bir tantanayla şüphesizce söylüyor bunu:

Bu arada, Bruno’nun Dünya’nın hareketi gibi spesifik tek bir inançtan dolayı öldürülmediğini iddia eden insanlar kıl etmeye başladı beni. Tabii ki de öldürüldü! Bruno’yu yargılandığı sekiz suçlamanın olduğu liste elimizde var. Özellikle 5 numaraya dikkat edin. (“Still picking nits over Giordano Bruno”)

Madem elimizde Bruno’nun caymayı reddettiği inançların listesi var, neden Hilary Gatti ve Joel Shackelford gibi donanımlı tarihçiler tam olarak hangi fikirlerinden dolayı yargılandığını bilmediklerini söyleyip duruyorlar? Donanımsız salaklar mı bunlar? Yoksa devlete ait bir özgür sanatlar üniversitesinde biyoloji doçentliği yapan PZ Myers, olağanüstü bir şekilde hiçbir bilim tarihçisinin bilmediği bir belgeyi mi buldu?

Cevap ikisi de değil. Myers tüm tarih donanımsızlığıyla gidip Google’da arama yapmış ve Bruno’nun duruşmasının kaynaklarıyla alakalı oldukça amatör bu siteyi bulmuş. Site sadece Lawrence MacLachlan tarafından hazırlanmış. Hala orada olup olmadığı bilinmemekle beraber kendisi Missouri-Kansas Üniversitesinin hukuk kütüphanesinde “Araştırma ve Öğretim Hizmetleri Yöneticiliği” yapmış. MacLachlan’ın bu listeyi nereden bulduğu belli değil. Liste alıntı ve açıklamalar içeriyor ama bu alıntıların kimden geldiği veya açıklamaları kimlerin yaptığı meçhul. Alıntılar Bruno’nun eserlerinden değilmiş gibi gözüküyor ve açıklamaları veya hem açıklamaları hem de alıntıları arattığınızda karşınıza basbayağı Missouri-Kansas Üniversitesinin sayfası çıkıyor tekrar; veya siteden kopyalanıp yapıştırıldığı açıkça belli olan blog ve forum paylaşımları çıkıyor. Yani Myers kendi işine gelen şeyleri öylece bulup teyit etme zahmetine girmemiş ve tarihsel kanıt olarak sunmuş. Bu da söz konusu tarih olunca çoğu bilim insanının neden bilimle yetinmeleri gerektiğini gösteren bir kanıt daha.

Myers’in bu şaibeli listeye sorgusuz sualsiz kapılmasının sebebi, tabii ki de bu listenin Bruno’nun öldürülme sebepleri arasında bilimsel görüşleri olduğu iddiasını kanıtlıyor gözükmesi. Ondaki diğer maddelerin “genelde New Age gibi görünen zırvalar” olduğunu da mırıldanıyor  (Bruno’nun kozmolojisini özetlemenin bir yolu da bu bence) ama gidip internette dolanan kaynakçasız bir liste öyle diyor diye “İnançları arasında Dünya’nın Güneş’in etrafında döndüğü fikri de vardı” ve bunun için de öldürüldüğü iddialarına balıklama atlıyor.

Peki bunun için gerçek bir kanıt var mı?

Venedik’teki duruşmanın kayıtları Güneş merkezci fikirlerinden dolayı sorgulandığını kesin olarak gösteriyor. O zamanlar neredeyse tüm astronomlar tarafından reddedilen uç bir bilimsel teoriyi sıkıca savunması tabii ki de biraz dikkat çekecekti. Zira kendisi nereye, ne zaman gittiği ve o anda ne giydiği gibi birçok şeyden sorgulanmıştı. Peki caymayı reddettiği için en nihayetinde ölümüne sebep olan sekiz maddeden biri bu muydu? Görünüşe bakılırsa değildi.

Bunun nedeni Roma Engizisyonunun işleyiş şeklinden kaynaklanıyor. Thomas F. Mayer’ın Roma Engizisyonunun düzeneğini titiz bir tarihsel analiz içerisinde açıkladığı üzere (bknz. The Roman Inquisition: A Papal Bureaucracy and Its Laws in the Age of Galileo, University of Pennsylvania Press, 2013, s. 152, 169 ve genel olarak tüm kitap) Engizisyon “sadece emsale değil, aynı zamanda içtihada da” başvuran, kurallara sıkıca bağlı bir kurumdu (s. 162). Yani bir şeyin sapıklık olup olmadığı üzerinde hüküm verme gibi (büyük) bir işe girişmeden önce iki farklı kaynağa danışıyorlardı: (i) Kilise kanununun ilk başları olan onuncu yüzyıla kadar bakıyorlardı ve (ii) Kendilerinin önceki hükümlerine bakıyorlardı. Yani eğer Bruno 1599’da Güneş merkezcilikten dolayı suçlu bulunduysa bu, Güneş merkezciliğin Kutsal Kitap’a aykırı olduğu ve bundan dolayı en olmadı resmiyette sapıklık ilan edildiği içindi.

Fakat bu Bruno’nun Güneş merkezli kozmosu savunduğu için yargılandığı iddiasında bulunanlar nezdinde sorun doğuruyor. Eğer Roma Engizisyonu 1599’da bunun resmi olarak sapıklık olduğu kararına vardıysa Galileo’nun 1616’daki sonraki duruşmasında Kardinal Bellarmine meseleyi neden değerlendirmeye aldı? Sonuçta hem 17 sene önceden kalma emsal karar vardı hem de Bellarmine’nin kendisi Bruno’nun duruşmasını yönetmişti. Ne de olsa 1633’te Galileo tekrar Engizisyon karşısına çıktığında da aynısı olmuştu. 1616’yı emsal almışlardı. Bellarmine, Bruno duruşmasını öylece unutmuş muydu yani?

Mantıklı tek çıkarım, 1599’da mesele üzerinde resmi hiçbir hüküm verilmediği için Bellarmine’nin Güneş merkezcilik konusunu 1616’da değerlendirmeye aldığı. Bruno diğer birçok tuhaf ve radikal fikirleri doğrultusunda bu konuda da açıkça sorgulanmıştı ama suçlu bulunduğu şeylerden birinin bu olmadığı bariz. Öyle olsaydı bu karar 1616’da emsal olarak kullanılırdı.

Sonuç olarak PZ Myers’in inanmayı tercih ettiğinin aksine Güneş merkezcilik Bruno’nun idam edilme sebepleri arasında gözükmüyor. Myers da bilimin din tarafından baskıya uğratılmasıyla alakalı sürüyle sahte tarihsel mite inanmaya hazır görünüyor. “Missing the Point” adlı paylaşımında da bazı klasik ve kalitesiz Yeni Ateist tarih anlatılarını tekrarlamayı beceriyor. Bunların arasında Kopernik’in kitabını yayınlamayı “[Kilise] korkusundan” ertelediği miti de var. Oysa Kopernik, kendi yerel piskoposu, önde gelen bir Kardinal ve bizzat Papa VII. Clemens tarafından maddi olarak desteklenerek teşvik edilmişti Myers ayrıca Tycho Brahe’ye “Dünya merkezci” deyip geçiyor ama Brahe’nin Dünya-Güneş merkezci görüşleri dini dogmalarla hiçbir alakası olmayan bütünüyle bilimsel bir pozisyondu; Myers ise bu gerçeği kulak ardı ediyor. Dahası, tuhaf bir şekilde, Kepler’in annesinin büyücülükle suçlandığı bilgisini ekliyor ama bunun herhangi bir şeyle alakasını açıklamıyor. Yet again, we find a New Atheist who, as a historian, makes a great biologist.

Birden Fazla Dünya

Velhasıl Bruno Güneş merkezciliği ne bilimsel sebeplerden savunmuştu ne de yargılanıp idam edilme sebeplerinden birisi Güneş merkezci görüşüydü. Hem Venedik hem de Roma duruşmalarında Katolik ceminde Transübstansiyon doktrininin inkarıyla tekrar ve tekrar suçlanmıştı; fakat bu doktrini bilimsel sebeplerden dolayı reddettiği de söylenemez, aksine tamamen teolojik bir pozisyondu. Benzer şekilde Meryem’in bakireliğini, İsa’nın inkarnasyonunu reddetmek ve Teslis doktrininden de şüphe etmekle tekrar ve tekrar suçlanmıştı. Hepsi 1599’daki herhangi bir Katolik için sapkın pozisyonlardı.

Dahası yargılanışına ve idamına şahitlik eden birisi de var görünüyor. Tüm bu suçlamaları ölüm sebepleri arasında gösteren Gaspar Schoppe, Lutheranizmden Katolikliğe dönmüş ve Papa VIII. Clemens tarafından Karşı Reformasyon adına ayrıcalık edinmiş Alman bir bilgin. Şubat 1600’de Schoppe, Bruno’nun 8 Şubat 1600’de son yargılamasının yapılıp hükmünün karara bağlandığı Kardinal Ludovico Madruzzi’nin sarayında yaşıyordu. Schoppe eski Lutheran arkadaşlarını “canavar” dediği Bruno’nun fikirlerinden uzak tutmaya çalışıyordu ve yukarıda sözü geçen tüm “sapkın” teolojik görüşleri Bruno’nun idam edilme sebepleri arasında sayıyordu; fakat bahsettiği ilk şey “Mundos esse innumerabiles” görüşüydü, yani “dünyaların sayısız olduğu”.

Bruno’nun Güneş merkezci görüşünden sonra Yeni Ateistleri en çok heyecanlandırıp onun tam da bu bilimsel görüşten dolayı yakılan bir bilim insanı olduğu iddiasına götüren bir görüşü de sonsuz evrenin aslında güneş olan yıldızlar ve birden çok dünyayla dolu olduğu görüşü. Fakat diğer taraftan da tarihçiler “birden çok dünya” görüşünün suçlu bulunma sebepleri arasında olduğuna bile uzun zamandır ikna olmuş değiller.

Frances Yates, Bruno’yu hermetik bir büyücü olarak değerlendirdiği ufuk açıcı kitabında, “Bruno’nun felsefi bir düşünür olarak davasının görülüp sayısız dünyalara veya Dünya’nın hareketine dair cüretkâr görüşleri nedeniyle yakıldığı efsanesi artık savunulabilir değil” diyor (Giordano Bruno and the Hermetic Tradition, s. 355). Hakeza Steven J. Dick de şöyle diyor: “Onun [Bruno’nun] 1600 yılında Roma’da kazığa bağlanarak yakıldığı doğru fakat şundan neredeyse eminiz ki İsa’nın ilahlığını inkârı ve sözde şeytan tapıcılığı, kilise otoritelerini kozmolojik doktrinlerinden daha çok germişti” (Plurality of Words: The Extraterrestrial Life Debate from Democritus to Kant, Cambridge University Press, 1982, p. 10 – Dick o zamandan beri görüşünü biraz değiştirdi gerçi). Yine Michael J. Crowe da “Giordano Bruno’nun nice dünyalara dair çoğulcu kanısı için öldürülmesinin” mit olduğu konusunda aynı sonuca varıyor (The Extraterrestrial Life Debate 1750-1900: The Idea of a Plurality of Worlds from Kant to Lowell, Cambridge University Press, 2011, p. 8).

Bir süredir de bu sonuç makul görülüyor. Yates’in belirttiği üzere duruşmasının günümüze intikal eden özeti “sorgularda felsefi veya bilimsel meselelerin üzerinde ne kadar az durulduğunu gösteriyor” (s. 355) ve yıldızların güneş olarak görüldüğü üzerinde yaşam olma ihtimalinin bile bulunduğu birden çok dünyanın savunulduğu tüm o görüş de ilk Bruno’nun ortaya attığı bir görüş değil. Kendisinin de belirttiği üzere Güneş merkezci fikirlerini Kopernik’ten nasıl alıp kendi panteist mistik kozmolojisine enjekte ettiyse üzerinde yaşam olan birden çok dünya fikrini de “Yüce Cusanus”tan aldığını söylüyor.

Bu kişi 1440’taki De Docta Ignorantia (Öğrenilmiş Cehalet) adlı eserinde birden çok dünyanın ve muhtemel uzaylı yerlilerin olduğu sonsuz ve sınırsız evren yorumunu ortaya atan Nikolaus Cusanus’tu (1401-1454). Bruno gibi Cusanus’un kozmolojisi de bilimsel olmaktan ziyade yoruma ve sezgiye dayalıydı. Catholic Encyclopaedia bile bu görüşün “gözleme değil de numara sembolizmine, harflerin kombinasyonlarına ve soyut yorumlamalara dayandığını” belirterek aksi yönde bir iddiada bulunmaya yeltenmiyor; fakat Cusanus’un yazılarının Bruno’nun üzerinde açık ve tasdikli bir etkisi var. İşte Cusanus’un Dünya dışı yaşam üzerine görüşleri:

Yeryüzünde insan, hayvan ve bitki şeklinde tecelli eden yaşam, varsayalım ki gelişmiş bir şekilde güneş ve yıldız bölgelerinde bulunacaktır. Göklerin diğer kısımları ve nice yıldızında yaşamın olmadığını ve sadece kendi Dünya’mızın insanlarla ve belki de daha aşağı türden varlıklarla dolu olduğunu düşünmektense her bir bölgede seviyesine göre doğasında ayrışan ve kökenlerini tüm yıldız bölgelerinin merkezi ve çevresi Tanrı’ya borçlu olan sakinlerin olduğunu varsayacağız.

Cusanus bu sapıklığından dolayı kazığa bağlanıp yakılmış mıydı peki? Hayır yakılmadı. Michael J. Crowe alaycı bir üslupla şöyle diyor:

Dünyaların çokluğu tartışmasına dair yüzeysel bir vukuf, kişiyi Cusanus’un bu iddialarının onu hapse veya kazıkta yakılmaya götürecek olmasa bile onun siyaseten makul olmaya pek de yetkin birisi olmadığını düşünmeye itecektir; (fakat) Cusanus, Öğrenilmiş Cehalet kitabından sekiz yıl sonra Katolik Kilisesi’nin kardinali oldu (s. 8).

Cusanus öylesine bir kardinal değildi, aynı zamanda Papalık sefiriydi. Yani Papa’nın kendisinden sonraki tek otorite. Kendisi ayrıca itibar ve nam sahibi bir bilgin ve teologtu ve zamanının en büyük dehalarından birisi olarak görülüyordu.

Üstelik Orta Çağ’da “diğer dünyaların” hiç değilse olasılığına kafa yoran tek düşünür kendisi kesinlikle değildi. Bilim insanı ve filozof Nicole Oresme sadece tek bir “cismani dünya” olduğu görüşündeyse de Tanrı’nın her şeye kadirliğinin diğer dünyaların olasılığını sürdürdüğünü ısrarla belirtiyordu ve “Tanrı her şeye kadir olmasından ötürü bizimkinden ayrı bir dünya veya bizimkine benzeyen veya benzemeyen birkaç dünya yaratabilir” diyordu. (Oresme, Livre du ciel, I.24). Başka bir Orta Çağ filozofu, Paris Üniversitesinde çalışan İskoç John Major (1467-1550), Demokritus’a atıfla “Sonsuz dünyaların varlığı kuşkusuz ve hiçbir argüman beni aksine ikna edemez” diyerek daha da ileriye gidiyordu (bknz. Edward Grant, Planets, Stars, and Orbs: The Medieval Cosmos, 1200-1684, Cambridge University Press, 1994, p. 166-7 ve notlar). Son olarak Cusanus’a yakın zamanlarda da Fransız teolog William Vorilong yaşam sahibi birden çok dünyanın imalarına kafa yoruyordu:

O [diğer] dünyada insanların olup olmadığı ve onların da Âdem gibi günah işleyip işlemedikleri sorulursa cevabım hayır olacaktır; zira onlar günah içinde var olamazlar ve Adem’den gelmediler. Mesih’in bu dünyada ölerek başka bir dünyanın sakinlerini de kurtarıp kurtaramayacağı sorusuna gelince; cevabım dünyalar sonsuz olsa bile bunu yapmaya gücünün olduğu yönünde olacaktır ama başka bir dünyaya gidip tekrardan ölmek zorunda olması ona uymazdı (Grant’ten alıntılandı, s. 158).

Orta Çağ’daki olası birden çok dünya, dünya dışı yaşam hakkındaki yorumları ve hatta uzaylıların soteryolojisi üzerine patlatılan kafaları göz önünde bulundurduğumuzda Bruno’nun Katolik Kilisesi’nin muteber bir kardinalinden aldığını söylediği fikirlerin Engizisyonu rahatsız edecek şeyler listesinde aşağılarda olduğu sonucuna ulaşmak mantıklı olacaktır.

Geçen sene Texas Üniversitesinden Alberto A. Martinez “birden çok dünya” meselesinin sorunun sadece bir parçasını değil, aynı zamanda Bruno’ya karşı yapılan suçlamaların merkezini oluşturduğunu savunduğu bir makale yayınlayana kadar ben de bu görüşümden emindim. “Giordano Bruno and the heresy of many worlds” (Annals of Science, Volume 73, 2006, Sayı 4, s. 345-374) adlı makalesinde Martinez, dünyaların çokluğuna karşı teolojik itirazın güçlü geleneğini açıklıyor. Ardından da Gaspar Schoppe’nin Bruno’nun yargılanışına dair rivayetindeki “dünyaların sayısız olduğu” iddiasının ona karşı yapılan suçlamaların merkezi olması gibi detaylı kanıtlar sunuyor. Martinez son hususta önemli bir güçlü bir delil öne sürse de mümkün veya aktüel birden çok dünyanın varlığı lehinde olan ve Oresme, Major, Vorilong ve Cusanus’un temsil ettiği diğer geleneği hesaba katmayı ihmal ediyor. Tabii on dördüncü ve on beşinci yüzyılın kıyasen daha serbest teolojik atmosferinde bu yorumların hoş görülebileceğini ama Karşı Reformasyonun çok daha paranoyak ve suçlayıcı bağlamında bunların o kadar da hoş görülemeyeceği öne sürülebilir. Hele bu fikirler bir bohça dolusu sapkın teolojik fikirlere de inanan, dik kafalı muhalif bir Panteist tarafından (onlara göre) destekleniyorsa…

Bruno, Bilim ve Hurafe

Martinez, Bruno’ya karşı yapılan suçlamaların merkezinde dünyaların çokluğu meselesinin olduğu argümanında pek de ikna edici değil ama argümanı şunu açıkça ortaya koyuyor: Söz konusu mesele onu idama götüren suçlamalardan birisiydi ve büyük bir ihtimalle Bellarmine tarafından Bruno’ya karşı sunulan kayıp “sekiz bildiriden” birisiydi; fakat burada asıl unutulmaması gereken nokta Bruno’nun birden çok dünya fikri, tıpkı kozmolojisinin geri kalanı gibi, tamamıyla mistikti ve bilim dışıydı.

“Bilim şehidi” mitinin savunucularının gülünç bir hurafe olarak görecekleri temellere dayanan bir dünya görüşünün parçasıydı: ruhların yaşadığı tayfların hareket ettirdiği gezegenler ve yıldızlar, ruh göçleri ve reenkarnasyon ve daha önce bahsettiğimiz Deepak Chopra’nın saçma sapan derslerine cuk diye oturacak bir Panteizm. Güneş merkezcilikte olduğu gibi Bruno, birden çok dünya fikrini de ortaya atan ilk kişi değildi ve yine Güneş merkezcilikte olduğu gibi bu fikri de mistik sebeplerden ötürü benimsemişti. Oysa konuyu herhangi bir deneysel kanıtlama girişimini reddediyor, hatta hor görüyordu. Kaçık mistik, Hermetik ve felsefi bir çıkmaz olan sihirli bir evrenin güzellemesini yaparken, sırf şanslı olduğu için, ileride bilimsel olarak doğruluğu kanıtlanacak iki fikri tesadüfen benimsemiş olduğu gerçeği onu bilim şehidi yapmıyor.

Bruno olsa olsa sınırsız ifade ve fikir özgürlüğünün şehidi olabilir en fazla. Hoş, bu iki kavram da on altıncı yüzyılda bilinmiyordu. On altıncı yüzyıldaki insanların düşünüş şekillerine, hiyerarşiye bağlılıklarına, otorite geleneğine ve bizim bugün baskıcı göreceğimiz sosyal yapıları kabullenmelerine bakıp tüm bunları oldukça yabancı ve tamamıyla tatsız bulabiliriz; fakat geçmişi bugünün değerleriyle yargılamak temel bir hata. En fazla anti-teistler, Bruno davasını evrensel otorite ve aşkın bilgelik iddiasında bulunan kiliseleri sopalamak için kullanabilir ama aynı kiliseler insanın kusurluluğunu da zikrettiği için bu sopalamanın o kadar da etkili olacağı söylenemez. Genelde böylesi bir taktiğin sopalayanın kendisini daha üstün hissettirmesinden başka bir amacı olmaz.

Nasıl yaklaşırsanız yaklaşın Bruno’nun hayatının ve eserlerinin detaylı bir incelemesi onun bir bilim şehidi olmadığını açıkça ortaya koyuyor. İdamının bilime ket vurduğu, hatta ve hatta Kilise’nin bilime karşı bir nefretinin olduğunu gösterdiği fikri tescilli saçmalıktan ibaret.


[i] Efkaristiya ayininde ekmek ve şarabın İsa’nın eti ve kanına dönüştüğü inancı.

Tim O’Neill- “The Great Myths 3: Giordano Bruno Was a Martyr For Science”, (Erişim Tarihi: 25.09.2020), Erişim Kaynağı: https://historyforatheists.com/2017/03/the-great-myths-3-giordano-bruno-was-a-martyr-for-science/

Çeviren: Mert Mirza
Çeviri Editörü: Berk Celayir

2 Yorum

  1. Öncül Analitik Felsefe ve Büyük Mitler serisi eleştirisi

    Ateistler için Tarih (Historyforatheists) adlı siteden alıntılanan “Büyük Mitler” serisinin, Öncül Analitik Felsefe dergisinde yer alması ve oldukça tartışmalı bir blog yazarı olan Tim O Neill’e bir ana akım felsefecisi imiş gibi başlık açılarak sıkça yer verilmesi bana ilginç geldi. Orta çağ döneminin tutucu yobazlıklarını ve din bağnazlığını ‘büyük mitler’ adı altında tutarsızlaştırma ve işlenen insanlık suçlarını dahi mazur gösterme çabası ile kaleme alınmış yazılarla popülerlik kazanan bu site bir ateist sitesinden çok köktenci katoliklerin açtığı sitelere benziyor.

    Aslında hemen hiçbir felsefe çevresinin ciddiye almadığı bu tartışmalı ismin yazıları böyle bir felsefe dergisinde yayınlanmasa idi, güya ateist olduğunu iddia eden kurucusunun kendisine açmaya çalıştığı popüler zemini ve sitesini daha fazla güçlendirmeme adına bu yazıları dikkate almamak ve onu kendi mecrasında bırakmak gerekirdi.

    Her nedense Öncül Analitik Felsefe dergisi ve sitesinde bu tutucu siteye doğrudan başlık açılması ve sıkça yazı alıntılanması karşısında ise derginin bir okuyucusu olarak Tim O Neill ‘in felsefi düşünceye ve tartışmaya hiç de uygun olmayan tutucu ve köktenci tutumunu ortaya koymaya ve derginizde yer alan “Büyük Mitler” dizisinde Giordano Bruno’yu konu alan yazısı üzerinden yorumlamaya çalışacağım.

    Tim O’Neill, “Ateistler İçin Tarih “adlı sitesindeki yazılarıyla gündeme gelen oldukça tartışmalı bir blog yazarı. Bir tarihçi veya bilim insanı değil. Ateist olduğunu iddia ediyor ama aslında ateistlere kilise yaklaşımlarıyla orta çağ vaazları vermeyi dert etmiş biri. En önemli özelliği orta çağ döneminin tutucu yobazlıkları ve din bağnazlıklarına karşı yapılan eleştiri ve suçlamaları büyük mitler adı altında tutarsızlaştırma ve türlü türlü laf ebelikleriyle masumlaştırarak aklama çabası. Öyle ki köktenci Katolik siteleri bile işlenen bu suçlara karşı getirilen eleştirileri ve Hristiyanlığı “Ateist…” olduğunu iddia eden Tim O’Neill kadar savunamıyor.

    Bilindiği üzere bu dönemde papalık ve engizisyon kitleler üzerinde mutlak bir otoriteye sahipti. Sorgucular ve yargıçlar zindan, aforoz, işkence, yakarak öldürme gibi her türlü tehdit ve ceza ile insan bedeni ve düşüncesini baskı altında tutabiliyorlardı. Bu dönemde işlenen insanlık suçlarını bugün en sofu kilise ruhbanının bile savunamadığı bir ortamda Tim O’Neill ’in bir ateist olarak ortaya çıkıp sulandırma ve mitleştirmeye çalışması ister istemez onun ateistliğinin sorgulanmasını gerektiriyor.

    Tim O’Neill gerçekten bir ateist mi, yoksa kimsenin dikkate bile almadığı köktenci Katoliklerden daha etkin olacağı inancı ile ateist kılığına girmiş taktik bir misyoner mi? Kendi sitesinde bu konuda gelen sorulara ve eleştirilere verdiği cevaplar tatmin edici değil. Ele aldığı konular ve üslubu nedeniyle bir ateistten çok kilisenin resmî olarak cevap vermekten kaçınacağı soruları cevaplamayı üstlenen gönüllü bir sözcü veya kendisine ateist süsü vermiş laf ebesi bir misyoner izlenimi uyandırıyor. Hatta onun papalığın el altından parayla desteklediği bir trol olduğunu iddia edenler bile var.

    Tim O’Neill ‘in asılsız mitler serisinde Giordano Bruno’yu konu alması bu yüzden tesadüf değil. Bilindiği üzere bir teolog ve doğa felsefecisi olan Giordano Bruno, 1600 yılında engizisyon kararıyla özgün, özgür ve karşıt düşünceleri nedeniyle yakılarak öldürülmüştü. Bugün, 400 yıl sonra bile gerek aydın çevrelerin gerekse köktenci dincilerin tartışma gündeminde kalan Bruno ’ya verilen cezayı hala savunmaya çalışan Katolik köktenciler olsa da çağdaş çevreler onu orta çağın karanlık dönemi ve dinsel bağnazlığa karşı direnişin en simgesel örneklerinden biri olarak gösteriyor.

    Bilindiği üzere 16.yüzyılda Astronomi biliminin ilerlemesi ve Kopernik devrimi ile birlikte bin yıldan fazla süregelen ve kabul gören gökyüzü ve kozmoloji paradigmaları temelden değişmeye başladı. Hristiyan teolojisinin dayandığı dünya merkezli evren ve kozmolojik temellerin yıkılmasına neden olacak bu değişim kilisenin yüzyıllardır süren otorite ve saygınlığını sarsmaya başlayarak günümüze değin sürecek din ve bilim çatışmalarının da miladı oldu.

    İşte Giordano Bruno bu sürecin başlatılmasında fitili yakan en önemli aktörlerden biri oldu. O günlerde hayli cesaretli, tavizsiz ve riskli bir duruş sergileyerek Hristiyan dogmalarına karşıt, ayağı yere basan akılcı teolojik ve felsefi argümanlar geliştirdi ve bilimsel gelişmelerin ışığında özgür düşünceyi savundu. Bu yüzden genç yaşta ayrılmak zorunda kaldığı şehrine bir daha hiç dönemedi. Gittiği her yerde din bağnazlığını karşısında bularak oradan oraya sürüldü ise de yobazlığa karşı insan aklı ve özgürlüğünü cesaretle savunarak duruşundan taviz vermedi. Son durağı engizisyon tarafından tutuklandığı Venedik oldu. Yargılanmak üzere Roma’ya getirildi ve 7 yıl süren zindan ve hapislikten sonra engizisyon kararı ile bir insana verilebilecek en ağır cezaya çarptırıldı. Yakılarak ölüme mahkûm edildi
    17 Şubat 1600 tarihinde Roma’da bugün Çiçek Meydanı olarak anılan yerde yakılarak öldürüldü. Ölüm sehpasında yanarken bile gerçekleri haykıracağını bildikleri için ağzını açamasın diye çenesine maske takılmıştı.

    İşte Roma kilisesi ve papalık o gün bugündür ne dünya merkezli evren teolojisine dayanan kilise doktrinin çökmesini hazmedebiliyor, ne de Bruno’nun yakılma kararı ile ilgili günümüze kadar gelen eleştirileri kesin bir dille kınayabiliyor.
    Öyle ki, Bruno’nun yakılışının 400.yılı olan 2000 yılında Vatikan’dan resmî ve kesin bir özür beklenirken Bruno için genel hatalar başlığı altında oldukça tartışmalı bir metin yayınlandı. Vatikan devlet sekreteri Angelo Sodano, kilisenin Bruno’nun davasının şiddete başvurarak sonuçlandırılmasından pişmanlık duyduğunu söylemesine rağmen Bruno’nun yazılarının Hristiyan düşüncesiyle bağdaşmadığını ve onun bir tanrıtanımaz olarak kalacağını ekleyerek özrü bulandırdı ve yakılma kararına örtülü bir onay vermiş oldu.1 Vatikan bununla da kalmayıp Bruno’nun yakılma kararında rol oynayan en büyük aktörlerden biri olan Kardinal Bellarmino’yu Hristiyan dininin en yüksek unvanlarından biri olan azizliğe yükselterek yakılma kararını taçlandırmış oldu.

    Giordano Bruno halen özgür düşüncenin ve yürekli bir duruşun sembolleşmiş bir ismi olarak her yıl yakıldığı yerde anılıyor. Birçok aydın ve düşünce kuruluşu Bruno’nun ömür boyu süren direnişini ve katledilişini orta çağın bu karanlık döneminin ve kilisenin insanlar üzerindeki baskısının en çarpıcı örneklerinden biri olarak gündeme getiriyor, metinleri üzerinde çalışmalar yapılıyor ve kitaplar yazılıyor.
    Bu çalışmalarda Bruno’nun hangi disiplin üzerinden ele alınacağı en çok tartışılan konulardan biri. Zira, Bruno’nun çok yönlülüğü ve yıllar süren seyahatlerindeki serüven tadındaki hikayeleri onun belli bir disiplin veya akademik bir alan üzerinden ele alınmasını zorlaştırıyor. Kimilerine göre asi kişilikli Napolili bir papaz, kimine göre zamanını aşmış yeni Platoncu bir felsefeci, gökbilimci, hatta bazılarına göre casus. Ancak hemen herkesin üzerinde birleştiği konu onun belli bir disiplinin temsilcisi olarak değil, dogmaya karşı direnişin, özgür düşüncenin ve soylu bir duruşun simgesi olarak yükselmesi.
    Bunu daha da ileri taşıyan ve Bruno’yu felsefi ve bilimsel düşüncenin kilise dogmalarından sıyrılması ve aydınlanmaya giden süreci başlatan öncülerden biri olarak anan çevreler, yüzlerce yıldır gökler hakkında söz söyleme yetkisini elinde bulunduran kilise otoritesinin sarsılmasının ve bilimin önünün açılmasının Bruno gibi öncüler sayesinde gerçekleştiğini belirtiyorlar. Bu görüşün oldukça sağlam dayanakları var. Zira Bruno’nun sadece Hristiyan dogmatizmine karşıt görüşleri nedeniyle değil, dünya merkezli evren teorisini çökerten Kopernik devrimine verdiği açık destek ve dini teolojiye dayandırılan kozmolojiyi temelden çökerten evren ve sonsuzluk tezleri gibi nedenlerle de sorgulandığı ve yargılandığı biliniyor.

    Bruno’yu aydınlanma yolunda canını vermiş bir öncü olarak görenlerin onu “şehit” olarak tanımlanması ise genelde tutucu Katolik çevrelerin yüzyıllardır süregelen bağnaz tutumlarına dini referanslarla cevap verilmesinden başka bir şey değil.
    Bu çevrelerin sitelerinde, verilen cezanın o zamanın şartlarına göre “normal” sayılabileceği yorumlarına sıklıkla rastlanıyor. Ruhban ve Katolik elit ise açıktan açığa olmasa da üstü kapalı bir şekilde benzer yorumları yapabiliyor.

    İşte tam da burada Tim O Neill ve “Ateistler için tarih” sitesi devreye giriyor. Ruhbanın ve resmi ağızların kem küm etmekten öteye geçemediği ve resmi olarak cevaplamakta zorlandığı konuları bir tarihçi söylemiyle açıklamaya ve masumlaştırmaya çalışıyor.
    İlginç olan ise bütün bu görüşlerini kilise yanlısı bir ateist pozisyonu ile ortaya koyması. Neill’in bir ateist olarak ortaya çıkıp ateistlere ders vermeye çalışması sitesinin popülaritesini artırmak için taktik bir tutum da olabilir. Zira ele aldığı konular ve mit adı altında Hristiyanlığın günahlarını aklamaya çalıştığı tartışmalar çoğu ateistlerin umurunda bile değil. Bruno ateistlere öncülük etmiş bir ateist değil ama kiliseye ve Hristiyan dogmalarına karşı duruşu nedeniyle birçok özgür düşünce grupları gibi ateistlerce de saygı ile anılıyor. Her yıl şubat ayında Bruno’nun yakılmış olduğu Çiçek Meydanında yapılan anma toplantılarını da ateistler düzenlemiyor. Bu anma toplantıları herkese açık. Bugüne kadar yapılan toplantılara başta İtalya özgür düşünce dernekleri olmak üzere tüm Dünya’dan katılımcılar, sanatçılar, yerel belediyeler, sendikalar, fikir kuruluşları, Roma halkı, turistler ve her kesimden ziyaretçiler katılmış. Bruno’nun yakılışının 400.yılında yapılan anma toplantısında Dünya özgür düşünce birlikleri adına Başkan Klaus Hartmann’ın bildirisinin açış metni kısaca şöyle;

    “Sevgili özgür düşünce dostları ve Roma halkı,
    Burada Felsefenin ve özgür düşüncenin erdemlerine layık olmuş Giordano Bruno’yu anmak, Vatikan’ın 400 yıl önce bu meydanda işlediği korkunç insanlık suçunu hatırlamak üzere toplanmış bulunuyoruz. 2

    Tim O’Neill ‘in bütün bu gurupları göz ardı edip özellikle ateistlere cephe açması ve uslu, efendi özgürlük savunucuları yerine daha marjinal olarak görülen ateistlere karşı yapılan eleştirilerin daha fazla prim yapacağını düşünmüş olabileceği taktik konumlanma işe yaramış gözüküyor. Tim O Neill ile görüşleri ile hemen hemen farksız olan köktenci Katolik sitelerinin kimse yüzüne bakmazken Tim in “Historyforatheists” sitesi büyük ilgi görüyor. Bu sitede yer alan “Büyük Mitler” serisinde “Bilim şehidi Bruno “adlı yazıda da izlediği yol aynı. Sanki hafifletici bir nedenmiş gibi Bruno’nun bir “sapkın” olarak cezalandırıldığını ve bilim şehidi sayılamayacağını köktenci katoliklerden hiç de farklı olmayan saldırgan bir tavırla ifade ediyor.

    “Nasıl yaklaşırsanız yaklaşın Bruno’nun hayatının ve eserlerinin detaylı bir incelemesi onun bir bilim şehidi olmadığını açıkça ortaya koyuyor. İdamının bilime ket vurduğu, hatta ve hatta Kilise’nin bilime karşı bir nefretinin olduğunu gösterdiği fikri tescilli saçmalıktan ibaret.”
    “Bruno olsa olsa sınırsız ifade ve fikir özgürlüğünün şehidi olabilir en fazla. Hoş, bu iki kavram da on altıncı yüzyılda bilinmiyordu. On altıncı yüzyıldaki insanların düşünüş şekillerine, hiyerarşiye bağlılıklarına, otorite geleneğine ve bizim bugün baskıcı göreceğimiz sosyal yapıları kabullenmelerine bakıp tüm bunları oldukça yabancı ve tamamıyla tatsız bulabiliriz; fakat geçmişi bugünün değerleriyle yargılamak temel bir hata” 3

    Tim O Neill’in tüm yazısı boyunca sürdürdüğü bu tavır aslında Bruno ‘ya verilen cezanın dayandırıldığı nedenler konusundaki belirsizlikleri derinleştirmek ve kilisenin 400 yıl sonra bile örtülü bir şekilde savunmaya çalıştığı insanlık suçunu laf cambazlığı ile örtme çabasından başka bir şey değil. Konuyu bilim şehitliği ve ateistlerin uydurduğu mitler noktasına taşıyarak zemin kaydırmaya çalıştığı yazıda geliştirdiği argüman basitçe şöyle;

    Bruno Teoloji kökenlidir.
    Öne sürdüğü astronomi ve kozmoloji tezleri “şans eseri” doğru da olsa deneysel bir metoda dayanmaz
    Bruno sapkınlık ve tanrıtanımazlık nedeniyle cezalandırılmış ve yakılmıştır.
    Öyle is Bruno Bilim şehidi değildir.

    Tim O Neill ‘in argümanındaki esas sorunun, Bruno’nun yakılışını bilim insanı, ilahiyatçı, felsefeci, sanatçı gibi bir ön sıfata bağlayarak açıklanmaya ve mazur gösterilmeye çalışılması olduğu açık. Dönemin bağnaz ve sekter zihniyetini ortaya koymak için katledilen kişinin illa bilim insanı olması gerekmiyor. Zira orta çağ karanlığının merkezinde yer alan kilise ve engizisyon yargıçları karar alırken bilim insanı, din adamı, felsefeci gibi belli bir zümreyi değil, kendi dogmalarına karşı çıkan herkesi hedef alıyor ve binlerce kişiyi ağır işkenceler ve cezalarla katlediyordu.
    Kaldı ki engizisyon kararının orijinal metni hala kayıptır. Bilindiği üzere Bruno’nun suçlandığı engizisyonun karar metninin resmi kayıtları halen açığa çıkmış değil. Bu metnin Napolyon’un İtalya’ya yaptığı seferler sırasına kaybolduğu düşünülüyor. Bu nedenle cezanın dayandırıldığı suçlamalarla ilgili tartışmalar orijinal karar metnine göre değil ikincil, üçüncül kaynaklara göre yapılmakta.

    Bu tartışmalar gündeme geldiğinde, o yıllarda yapılan teorik ve deneysel çalışmaların henüz bilim adı altında ayrı bir disiplin olarak anılmadığı ve bilim insanı gibi özel bir tanımlamanın olmadığı çeşitli platformlarda defalarca tartışıldı. Bu dönemde çok genel bir tanımlama ile teolojinin ötesine geçen ve doğa üzerine yapılan düşünsel çalışmaların doğa felsefesi olarak anıldığını biliyoruz. Tim O Neill bu görüşleri hiç dikkate almadığı gibi Bruno’nun çok yönlülüğü ve matematik, felsefe, astronomi gibi disiplinlere ilgi ve ilişkisini göz ardı ediyor ve işi sapkınlığa vardırmak isteyen tutucu Katolik çevreler gibi kilise ve engizisyonu perdeleyerek sanık sandalyesine yakılarak öldürülen Bruno’yu oturtuyor. Ancak, konuyu dini perspektiften yorumlamak isteyen bu çevreler 400 yıl sonra bile onun gösterdiği sorgulama cesaretini kendilerinde bulamıyorlar.
    Giordano Bruno sıradan ve ruhbanın baş sallayan kilise kullarından biri olmadı. Zamanın en saygın okullarından Thomas Aquinas’ın da öğrenim gördüğü San Domenigo manastırına girmiş ve burada teoloji eğitimini tamamlamıştı. Ancak onun sıradan bir ilahiyatçı olmayacağı daha eğitimi sırasında o zaman için hayli riskli sayılacak bir tutumla Hristiyanlık ilke ve dogmalarını sorgulamaya başlaması ile belli oldu. Öyle ki sıkı bir disiplin eğitim altında sürdürülen Dominik manastırındaki odasında Hristiyan azizlerinin resimlerini bile kaldırmıştı. Dogma karşıtlığı ve sorgulayıcı tutumunu hayatının sonuna kadar da sürdürdüğü için kiliseye bağlı bir din adamı olmadı. Zaten hem işleyiş hem de ilkeleri yönünden dini düşünceyi ve teslis gibi hristiyanlığın sacayağı olan ilkeleri sorgulayan birinin din adamı olarak görev yapması mümkün değildi.

    Katolikliğin önemli ilkelerinden biri olan Efkaristiya ayininde ekmek ve şarabın İsa’nın eti ve kanına dönüştüğü inancını (transubstantiation) akılcı bulmayıp temelden reddetmesi daha sonraları kendisini yakılma sehpasına kadar götürecek suçlamalara neden olsa da Bruno özgürce savunduğu düşüncelerinden taviz vermedi.

    Kendisini yargılayan Engizisyon sorgucularına “Beni ölüme mahkûm ederken siz benden daha çok korkuyorsunuz!” demesi boşuna değildi. Gerçekten de kilisenin en büyük korkusu dini düşüncenin felsefe ve akılcılık yolu ile aşılması idi ki, teoloji bilgisi davanın uzamasını istemeyen ve kendisini hizaya getirmek isteyen kardinallerle tartışacak düzeyde iyi olan Bruno’nun tam olarak yaptığı da bu idi.

    Kilisenin o yıllarda korktuğu başka bir gelişme daha vardı. Yüzyıllardır din adamlarının ve ruhbanın dinsel esaslar temelinde dayattığı gökyüzü anlayışı ve gökler hakkındaki mutlak otoritesi Astronomi biliminin gelişmesi ve Kopernik devrimiyle birlikte sarsılmaya başlamıştı. İşte Bruno Dünya merkezli evren yerine o yıllarda savunması hayli riskli olan Kopernik ‘in Güneş merkezli evren sisteminin en ateşli ve yüksek sesli savunucularından biri idi. Ancak Bruno’nun göklerle ilgili düşünce ve tezleri Kopernik’in de ötesinde geçip Evrenin sonsuz olduğunu, Dünya gibi başka birçok dünyaların olabileceğini ileri sürüyordu ki, bu teori Kilisenin yüzyıllardır dayatmış olduğu evren ve kozmoloji görüşü ile çelişiyordu. Tamamen dini unsurları destekleyen bir kurgu içinde modellenen kilise görüşüne göre Dünya evrenin merkezi idi. Dünya’nın etrafında dönen güneş ve gezegenlerin ötesinde ise melekler, kutsal varlıklar cennet ve tanrı katları yer alıyordu. İşte Bruno felsefi görüşleri ile harmanladığı kozmolojik tezleri ile dini düşünceye ve Hristiyanlık esaslarına dayanan evren modelini de temelden çökertiyordu. Bruno’nun yüksek sesle savunduğu bu tezler, yaygınlaşması halinde sadece Hristiyan teolojisine dayanan kozmoloji anlayışını değil, kilise otoritesini de sarsacağının farkında olan ruhban ve kardinaller için büyük bir tehdit idi. Zira kitleler üzerinde baskı ve inançlar temelinde kurulan teokratik otoritenin öne sürülen dini tezlerin yanlışlanması halinde önemli ölçüde sarsılacağının farkında idiler. Bu yüzden af önerisi ile pişmanlık ve fikirlerinden vaz geçirme yolunu bile denedilerse de Bruno duruşundan taviz vermedi. “Sizden korkmuyorum. Hiçbir düşüncemi de geri almıyorum”

    Tim O Neill’in tüm yazısı boyunca Güneş merkezli evren modelinin, çoklu dünyalar ve sonsuzluk fikirlerinin Bruno’ya ait olmadığını savlayarak Bruno’nun bilimle ilişkisini gözden kaçırmaya çalıştığı görülüyor. Oysa matematik, astronomi felsefe Bruno’nun öğrencilik yıllarından itibaren tüm yaşamı boyunca her zaman ilgilendiği konular oldu. Avrupa’nın çeşitli üniversite ve kurumlarında dersler verdiyse de kilise karşıtlığı ve eleştirilerini yüksek sesle sürdürdüğü için kurumların risk almaması nedeniyle oradan oraya sürüldü. Bu zorlu şartlarda bile çeşitli alanlarda 30’a yakın kitap yazdı. Dünya merkezli evren ve sonsuzluk gibi fikirlerin kendisine ait olduğunu iddia etmediği gibi hemen hemen tüm metinlerinde bu tezler söz konusu olduğunda orijinal kaynakları belirtiyor ve onlardan övgü ile bahsediyordu. Zaten onun esas ilgilendiği konu bu tezlerin deneysel çalışması değil kilise ve ruhbanın dayattığı düşünce yönteminin yanlışlığını ortaya koymak ve teolojiyi, astronomi, kozmoloji felsefe gibi disiplinlerle güçlendirerek akılcı bir temele oturtmaktı.

    Kilisenin mutlak otoritesini sarsacak böylesine bir girişimin hoş görülemeyeceği ve cezasız kalamayacağı açıktı ve Engizisyon da beklendiği üzere Bruno’yu yakarak cezalandırdı.
    Tim O Neill ısrarla Giordano Bruno‘nun bir sapkın olduğu için yakıldığını iddia etse de, konuyu akademik düzeyde ele alan birçok bilim tarihçisi gibi Bruno ile ilgili çalışmalar yapan ve bu konuda “Burned Alive” adlı bir kitabı da bulunan Austin Üniversitesinden Dr.Alberto Martinez hem kitabında hem de yayınlanmış metinlerinde Bruno’nun sadece sapkınlıkla değil Kopernik ’den de daha doğru olan kozmolojik görüşleri nedeni ile de suçlandığını belirtmiştir. Dr.Martinez Scientific American dergisinde yayınlanan “Bruno Dünya dışı gezegenlere olan inancı nedeniyle mi yakıldı? “ adlı yazısında şu görüşlere yer verir;

    “Bruno birçok “sapıklık” suçlaması ile sorgulandı ama bu suçlamalardan en güçlüsü onun çoklu dünyalarla ilgili tezleri idi. O bu görüşlerini soyut dünyalar üzerine kurulu ezoterik bir inanç olarak değil, evrende birçok dünya olabileceğini, bazılarında bizdekine benzer yaşamlar sürebileceğine ilişkin kozmolojik bir tez olarak öne sürmüştü.” 4 Bu tezler gerçekten de bugünkü modern astronomi ve kozmoloji bilgilerimize çok yakındır.
    Tim O Neill bu görüşlere de kulak asmadığı gibi Bruno’nun çok yönlülüğü ve onun gökbilimine ve yeni platonculuk , hermetizm gibi felsefe akımlara ilgisini ise kaçıklık olarak tanımlıyor.

    “Bilim şehidi mitinin savunucularının gülünç bir hurafe olarak görecekleri temellere dayanan bir dünya görüşünün parçasıydı: ruhların yaşadığı tayfların hareket ettirdiği gezegenler ve yıldızlar, ruh göçleri ve reenkarnasyon ve daha önce bahsettiğimiz Deepak Chopra’nın saçma sapan derslerine cuk diye oturacak bir Panteizm. Güneş merkezcilikte olduğu gibi Bruno, birden çok dünya fikrini de ortaya atan ilk kişi değildi ve yine Güneş merkezcilikte olduğu gibi bu fikri de mistik sebeplerden ötürü benimsemişti. Oysa konuyu herhangi bir deneysel kanıtlama girişimini reddediyor, hatta hor görüyordu. Kaçık mistik, Hermetik ve felsefi bir çıkmaz olan sihirli bir evrenin güzellemesini yaparken, sırf şanslı olduğu için, ileride bilimsel olarak doğruluğu kanıtlanacak iki fikri tesadüfen benimsemiş olduğu gerçeği onu bilim şehidi yapmıyor.” 5

    Görüleceği üzere adeta bir hezeyan içinde olan Tim O Neill’in sadece fikirlerini özgürce savunduğu için yakılarak öldürülen bir insanın vahşetle katledilişini tanrıtanımazlık, sapkınlık, kaçıklık gibi nedenlerle aklamaya çalışan köktenci katoliklerden hiç farkı yok ve sergilediği tutum kendisine karşı yapılan “Vatikan trolü “suçlamalarını haklı çıkaracak cinsten. Bir insanı yakarak öldürme cezasının cezalandırılan kişinin sıfatı ve bilim insanı olup olmadığı ile ilgili bir tartışmaya çekmek yapay ve kararın vahşetini gizleme çabasından başka bir şey değil.

    Tim ne derse desin Giordano Bruno teolojiyi doğa felsefesi ile birlikte ele alan ve çatışan noktalarda dini bağnazlığı sorgulayarak özgür düşüncenin ve bilimin yolunu açan sembolleşmiş bir isim.
    Giordano Bruno’nun yakılarak öldürülmesi ise orta çağ karanlığını ve din bağnazlığını sergileyen simgeleşmiş bir örnektir.
    Bruno inanç temelinde dini düşünce yerine doğa felsefesine ve akla dayanan fikir yürütmeleri ile bilimsel düşüncenin önünü açmış ve çok daha önemlisi bu yöntemi kilise doktrinlerine karşı bir düşünce tezi olarak sunmuştu.
    Gerek dünya merkezli evren gerekse çoklu dünyalar ve sonsuzluk gibi bilimsel temeldeki tezleri de dönemin kilise ve teolojik dogmalarına karşı direk bir tez olarak sunan ve otorite ile karşıtlığı göze alan Bruno idi.

    Onun bu özgür ve cesaretli düşünsel duruşu Bruno’yu bugünkü ölçülerde bir bilim insanı yapmasa bile, O Dünya özgür düşünce birlikleri adına konuşan Klaus Hartmann’ın deyişi ile Felsefenin ve özgür düşüncenin erdemlerine layık olmuş ve her yıl yakıldığı yer olan Roma’da, Çiçek meydanında bilimsel düşüncenin önünü açan ve Orta çağ karanlığından aydınlanmaya giden yolun simgesel öncülerinden biri olarak anılmayı fazlası ile hak etmiştir.
    Giordano Bruno‘yu dini bağnazlığı sorgulayan ve bilimsel düşüncenin önünü açan ve bu uğurda canını vermiş öncülerden biri olarak görüyor ve saygı ile anıyorum.

    Hüseyin TOPUZ

    KAYNAKÇA;
    1-NY sitesi ,” Honoring a Heretic Whom Vatican ‘Regrets’ Burning”, Erişim:17 Kasım 2020, https://www.nytimes.com/2000/02/18/world/honoring-a-heretic-whom-vatican-regrets-burning.html

    2-Weltunion der Freidenker sitesi, “Address of Klaus Hartmann, President of the World Union of Freethinkers”, Erişim:14 Kasım 2020

    https://www.libres-penseurs.net/en/17-februar-2000-400-jahrestag-der-ermordung-von-giordano-bruno-auf-dem-campo-de-fiori-in-rom/

    3-Öncül Analitik Dergisi sitesi,” Büyük Mitler 3: Bilim Şehidi Giordano Bruno – Tim O’Neill “Erişim:14 Kasım 2020,https://onculanalitikfelsefe.com/?s=BRUNO

    4- Scientific American sitesi,” Was Giordano Bruno Burned at the Stake for Believing in Exoplanets?: 11Kasım2020,https://blogs.scientificamerican.com/observations/was-giordano-bruno-burned-at-the-stake-for-believing-in-exoplanets/

    5- Öncül Analitik Dergisi sitesi,” Büyük Mitler 3: Bilim Şehidi Giordano Bruno – Tim O’Neill “Erişim:14 Kasım 2020, https://onculanalitikfelsefe.com/?s=BRUNO

    “The Ash Wednesday Supper” Giordano Bruno,Mouton De Gruyter (1 June 1975)

    “On the Infinite, the Universe and the Worlds” Five Cosmological Dialogues (Giordano Bruno Collected Works) (Volume 2), Giordano Bruno.
    CreateSpace Independent Publishing Platform; 1st edition (August 21, 2014)

    “Giordano Bruno and the Hermetic Tradition (Routledge Classics)”
    Frances Yates
    Published by Routledge (2002)

    “Burned Alive”: Giordano Bruno, Gallileo and the Inquisition
    Reaktion Books; 1st edition (June 11, 2018)

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Kelam Kozmolojik Argümanı’na Giriş – Berat Mutluhan Seferoğlu

Sonraki Gönderi

Atomlar ve Düz-Dünya Etiği – James Hannam

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü