//

Din Felsefesi (Felsefe Sözlüğü)

Giriş

Din Felsefesi, Tanrı’nın varlığı ve doğasına dair meseleler, din dili, mucize, dua, kötülük problemi, din ile bilim ve din ile etik gibi değerler alanına dair konular arasındaki ilişki de dahil olmak üzere din mefhumunun felsefi olarak incelenmesine dayalı felsefe alt dalıdır. Din felsefesi genellikle, bilhassa bir şeyin var olmasının tam olarak ne olduğunu anlamak söz konusu olduğu ölçüde Metafizik disiplininin bir parçası olarak kabul edilir fakat her ne kadar tartışmalı olsa da Epistemoloji, Etik, Mantık ve Dil Felsefesi’nde yaygın olarak ele alınan konulara da değinilir.

Din felsefesi kapsamında “Tanrı’nın var olduğunu (veya olmadığını) söylemek için sağlam gerekçeler var mı?”, “Eğer bir Tanrı varsa, O neye benzer?”, “Bir mucizenin gerçekleştiğine inanmak için güçlü bir neden sunabilecek şey nedir?”, “İman ve akıl arasında nasıl bir ilişki vardır?”, “İsteklerde bulunan dua mantıklı mı?” gibi sorular sorulur.

Fakat din felsefesi “Tanrı nedir?” gibi sorular sormaz, çünkü bu soru Tanrı’nın var olduğunu ve bilinebilir bir doğası bulunduğunu varsayar, ki bu varsayım din felsefesinden ziyade teoloji alanına girer (teoloji genellikle Tanrı’nın var olduğunu apaçık veya aksiyomatik olarak kabul edip yalnızca dini iddiaları temellendirme veya destekleme yönünde çalışma yapar).

Dini İnanç Türleri

Dini inancın başlıca biçimleri şunlardır:

1. Teizm: Teizm evrende var olan ancak ona aşkın olan bir veya birden çok ilahın veya tanrının varlığına yönelik inançtır. (Deizmden farklı olarak) Bu tanrılar evren ile bir şekilde etkileşim halindedir ve genellikle her şeyi bilen (omniscient), her şeye gücü yeten (omnipotent) ve her yerde olan (omnipresent) olarak kabul edilirler. “Teizm” kelimesi ilk olarak 17. yüzyılda Ateizm ile var olan karşıtlığı ifade etmek için ortaya atılmıştır. Başlıca teistik dinler Hristiyanlık, Hinduizm, İslam, Musevilik, Sihizm, Bahailik ve Zerdüştlük’tür.

  • 1a. Tektanrıcılık (Monotheism): Yalnızca bir Tanrı’nın var olduğu görüşüdür. İbrahimi inançların (Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam) yanı sıra Platon’un Tanrı konsepti de tektanrıcıdır ve bu Batı Felsefesi’nde tartışmaya konu olan yaygın anlayıştır. Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar muhtemelen Tanrı’nın zaman ve mekandan münezzeh olan, evrenin yaratıcısı olan, her şeye gücü yeten (mutlak kudretli), her şeyi bilen (mutlak bilgili), her şeye kadir (mutlak iyi veya mutlak merhametli) ve muhtemelen de her yerde var olan (her yerde hazır ve nazır olan) ebedi bir varlık olduğu konusunda hemfikirdir. Fakat elbete ki ayrıntılar söz konusu olduğunda ibrihimi dinler arasında farklılıklarda mevcuttur: Örneğin Hıristiyanlar Tanrı’nın üç özü (Baba, Oğul ve Kutsal Ruh) olduğunu kabul ederler.
  • Dışlayıcı Tektanrıcılık (Exclusive Monotheism): Yalnızca bir ilahın var olup diğer tüm tanrı iddialarının yanlış ve bu ilahtan farklı olduğu inancı. İbrahimi dinler ile (Vishnu’dan başkasına tapınmayı yanlış olarak gören) Hindu mezhebi Vişnuizm (Vaishnavism) Dışlayıcı Tektanrıcılığa örnektir.
  • Kapsayıcı Tentanrıcılık (Inclusive Monotheism): Yalnızca bir ilahın var olduğu ve sözü edilen diğer tüm ilahların ise bu ilahın farklı isimlendirilmelerinden ibaret olduğu inancı. Hinduların Smartizm (Smartism) mezhebi Kapsayıcı Tektanrıcılığa bir örnektir.
  • Töz Tektanrıcılığı (Substance Monotheism): (Bazı yerel Afrika dinlerinde örneklerini görebileceğimiz) tanrıların tek bir temel tözün farklı biçimleri olduğu inancı.

2. Panteizm: Tanrı’nın Doğa veya fiziksel evrenle özdeş olduğu veya tüm varlığın her şeyi kapsayan içkin özsel bir Tanrı (-ya ait) olduğu inancı. Bu konseptin kökenleri Thales, Parmenides ve Herakleitos gibi Antik Yunan filozoflarına kadar uzanmaktadır. Baruch Spinoza ise bir bütün olarak bilinçsiz ve hissiyatsız olsa da mistik/içsel tatmin için anlamlı bir yöne sahip olan bir tür natüralist panteizm ile uyumlu evren modeline inanıyordu.

3. Panenteizm: Bu yaklaşım Panteizme benzer şekilde fiziksel evrenin Tanrı’ya bağlı olduğu inancını paylaşır (Monistik Monoteizm olarak da bilinir), fakat Tanrı’nın (evrenle özdeş ve eşdeğer olmaktan ziyade) evrene aşkın/evrenden daha büyük olduğunu savunur. Böylelikle tek Tanrı evrenin her parçasında bulunur ve zamana aşkın bir biçimde evrenin ötesine de uzanır. Yani Evren Tanrı’nın bir parçasıdır ama tümüyle ona özdeş veya onunla eşdeğer değildir. Panenteizm kelimesi (“Her şey Tanrı’da” olarak da çevrilebilir) 1828 yılında Alman filozof Karl Christian Friedrich Krause (1781-1832) tarafından Tektanrıcılık ile Panteizmi uzlaştırma çabasının sonucu olarak doğmuştur.

4. Deizm: Yalnızca bir Tanrı’nın var olduğuna fakat bu Tanrı’nın dünyaya, insan yaşamına veya evrendeki yasalara müdahale etmediğini iddia eden bir tektanrıcılık biçimi. Bu yaklaşım, evrenin doğal yasalara dayanarak kendi kendine işlemesine müdahale etmeyerek izin veren bir yaratıcıya inanır. Deizm, Tanrı’nın varlığını ve doğasını kutsal kitaplarda yer alan vahye veya başkalarının tanıklığına dayandırmaktan ziyade akıl ve kişisel deneyimi ön plana çıkarır; ve belki de en anlaşılır haliyle kendi başına bir din olmaktan çok bir temel inanç olarak tanımlanabilir. Deizmin kökenleri Herakleitos ve Platon’a dek uzanır fakat 17. yüzyıl Fransa’sı ile özellikle İngiltere’sindeki Tanrı’nın herhangi bir özel veya sözüm ona doğaüstü vahiy yolladığını reddeden doğal teologları arasında kendine yer edinmiştir.

  • Pandeizm: Tanrı’nın evren yaratılmadan önce de var olduğu ve evreni yarattığı fakat şuan için konuşursak evren ile Tanrı’nın birbirine özdeş olduğu şeklindeki Deizm – Panteizm bileşimi olan inançtır.
  • Panendeizm: Deizm ile Panenteizm’in bileşimidir. Bu yaklaşıma göre evren Tanrı’nın bir parçası olmasına rağmen, geleneksel bir Tanrı’nın müdahalesine ihtiyaç duymadan doğal mekanizmalara dayanarak işler. Bu görüş bir miktar Kızılderililerin her yeri ve her şeyi kuşatan Büyük Ruh konseptine benzer.
  • Polideizm: Birden çok ilahın var olduğu ancak bu ilahlardan hiçbirinin evrene müdahale etmediği şeklindeki Deizm ile Politeizm (Çoktanrıcılık) bileşimi olan inançtır.

5. Mizoteizm (Misotheism): Bir veya birden çok tanrının var olduğu ancak bu tanrıların aslında kötü olduğu inancıdır. İngilizce olan bu kelime, 1846 yılında Thomas de Quincey tarafından yaratılmıştır. Açıkçası bu terim, tanrı veya tanrıların doğasına yönelik bir görüş belirtmekten ziyade onlara karşı takınılan nefret içerikli tutumu ifade etmektedir.

6. Disteizm (Dystheism): Bir veya birden çok tanrının var olduğu ancak (Tanrı’nın tümüyle iyi olduğu şeklindeki ötezim/eutheism yaklaşımının tersine) Tanrı veya tanrıların tümüyle iyi olmayıp muhtemelen kötü varlıklar olduğu şeklindeki inançtır. Çok tanrıcı/politeistik inanç sistemlerindeki hileci/tuzak kuran tanrılar genellikle disteistik bir doğaya sahiptir; İncil’de de tartışmaya açık bir çok disteizm örneği mevcuttur.

7. Diteizm (Ditheism & Duotheism): Zerdüştlük ve Maniheizm’deki İyi ve Kötü veya (bir tür pagan öğreti olan) Wicca/Vika’daki tanrı ve tanrıça gibi (her zaman olmasa da genellikle) birbirlerini tamamlayıcı özelliklere sahip olup sürekli bir karşıtlık içinde olan eşit güçteki iki ilahın var olduğu inancı. Erken dönem mistik dini Gnostisizm, bu dünyada tanrı diye tapınılan varlığın aslında kötü bir hilekar olduğunu ve ancak bu dünyanın ötesindeki aşkın bir varlığın “Tanrı” olarak anılmaya layık hakiki bir merhametli/iyiliksever ilah olduğunu iddia ettiği için bir tür diteist inanç olarak gösterilebilir.

8. Çoktanrıcılık (Politeizm & Polytheism): Genellikle bir panteon etrafında toplanmış birden çok tanrıya inanma veya tapınma hali. Bu tanrılar genellikle kişilik özellikleri bakımından insanlara benzedikleri için antropomorfiktirler fakat bu kişisel özelliklerin yanı sıra özel güçlere, yeteneklere, bilgilere veya algılayabilme özelliklerine sahip oldukları da düşünülür. Katı Çoktanrıcılık, Antik Yunan mitolojisinde olduğu gibi tanrıları bağımsız/müstakil ve birbirinden farklı varlıklar olarak görür. Ilımlı Çoktanrıcılık ise Hinduizm’in çoğu formundaki gibi tanrıları daha büyük bir bütünün/toplamın parçası olarak görür.

  • Henoteizm (Henotheism): Başka tanrıların da varlığını kabul etmekle birlikte yalnızca bir tanrıya bağlı olmanın yanı sıra diğer insanların da aynı doğruluk değeri atfederek farklı tanrılara inanabileceğini inkar etmeme konseptidir. Bu nedenle “Prensipte tektanrıcı ama aslında çoktanrıcı” olarak görülmektedir.
  • Monolatrizm (veya Monolatri): Birçok tanrının var olduğuna inanmanın yanı sıra tutarlı bir şekilde yalnızca bir tanrıya inanmak veya tapınmaktır. Henoteizm’den farklı olarak; başka tanrıların da var olduğu bilinmesine rağmen ibadete layık olan bir tanrı olduğu düşünülür.
  • Katenoteizm (Kathenotheism): Birden çok tanrının var olduğu ve (yıl içerisinde) inanma sırasıyla en yüce olan yalnızca bir tanrıya ibadet edilmesi gerektiği inancıdır.

9. Animizm (Animism): Ruhların tüm nesnelerde veya hayvan, bitki, taş olsun çoğu nesnede (nesne içinde) var olup yaşadığı inancı. Animistik dinler genellikle ruh ile madde arasında keskin bir ayrım olduğunu düşünmez; ruh ile maddenin birlikteliğinin gündelik yaşamda mühim bir rol oynadığına inanır. Erken dönem Şintoizm’i ve birçok yerel Afrika dini doğası gereği animistiktir. Şamanizm (ruhlar dünyası ile iletişimde olma) ile Atalara Tapınma (varlığını ve etkisini sürdürdüğüne inanılan ölmüş aile üyelerine/atalara tapınma) inançları da Animizm başlığı altına konabilir.

10. Ateizm (veya Nonteizm): Teizmin herhangi bir biçiminin tümüyle reddedilmesi veya Tanrı/Tanrıların var olmadığı inancı. Bazı ateistler tanrıların varlığı lehine empirik deliller olmadığını iddia ederken bazıları ise felsefi, sosyal veya tarihi gerekçelere dayanarak Ateizmi savunur. Diğer yandan birçok ateist, Hümanizm ve Natüralizm gibi seküler felsefelere yönelmektedir. Ateizm, tanrılara inanmayı hiç düşünmemiş olması itibariyle örtük veya tanrılara inanmadığına yönelik zayıf ya da güçlü argümanlar öne sürmek itibariyle açık olabilir. Konfüçyüsçülük, Taoizm, Caynizm ve Budizm gibi dinlerin bazı biçimleri ya mevcut dinin temel bir ilkesi olarak kişisel bir tanrıya (cezalandıran, iletişime geçilen, mutlak bilgili ve iyi olan vb) inanmayı içermez ya da aktif biçimde non-teizm öğretisiyle paralellik içerir.

11. Agnostisizm: Tanrı/tanrıların varlığının ve doğasının bilinmediği, asla bilinemeyeceği veya kanıtlanamayacağına yönelik inanç. Bu tanımımız teknik olarak güçlü agnostisizmdir: popüler kullanıma baktığımızda agnostik dediğimiz kişi, tanrıların varlığına dair lehte ya da aleyhte hiçbir pozisyonu savunmayan veya belirli bir pozisyonu savunmak için henüz karar vermemiş olan veya herhangi bir şekilde kanıt eksikliği nedeniyle yargılarını askıya almış olan biri olarak zayıf agnostisizmi benimsemiş de olabilir. İlk ve en eski agnostik Protagoras olarak bilinir; fakat kelimenin kendisine dair de agnostik bir durum söz konusudur, aslında “bilgi içermeyen, bilgi olmaksızın, bilgisiz, bilgiye sahip olmama” anlamına gelen terimin kendisi 1880’lere yani T. H. Huxley (1825 – 1895) icat edene kadar kullanmamıştır.

12. Hümanizm: Bu görüş tanrı/tanrıların varlığı veya yokluğu ile ilgili bir doktrin olmaktan ziyade daha çok ahlakilik ile ilişkilidir. Fakat genel anlamda konuşursak gerekçelendirilmemiş/nedensiz inanç ile doğaüstü ya da ilahi temelli olduğu iddia edilen metinler gibi aşkın iddiaların/gerekçelerin doğruluğunu reddeder. Bundan ötürü de genel olarak Ateizm ve Agnostisizm ile uyumlu olduğunu söyleyebiliriz, fakat zorunlu olarak bu yaklaşımları gerektirmeyip bazı dinlerle de uyumlu olabilir. Bir dereceye kadar dinlerin yerini alır veya onların rolü açısından tamamlayıcı olur, ayrıca bazı açılardan bir dine “eşdeğer” olarak da kabul edilebilir.

Tanrı’nın Varlığına Dair Argümanlar

  • 1. Ontolojik Argüman: İlk olarak 11. yüzyılda Aziz Anselm ve İbn-i Sina tarafından ortaya atılan Ontolojik Argüman, Tanrı’nın varlığını yalnızca a priori soyutlamaya dayalı akıl yürütme yoluyla kanıtlamaya çalışır. Bu argüman, “Tanrı”dan söz ettiğimizde kastettiğimiz şeyin bir kısmının “mükemmel varlık” veya kendisinden daha yücesi/yetkini/mükemmeli/büyüğü tasavvur edilemeyen kişi olduğunu ve “Tanrı” kelimesinin aslında bu anlama geldiğini savunur. Elbette var olan bir Tanrı, var olmayan bir Tanrı’dan daha iyidir, o halde Tanrı’dan “mükemmel bir varlık” olarak bahsetmek, aslında onun zorunlu olarak var olduğunu söylemek anlamına gelir. Dolayısıyla Tanrı’nın varlığı, Tanrı kavramının kendisi tarafından içerilip ima edilir ve “Tanrı “dan bahsettiğimizde zaten var olan bir varlıktan söz etmekten başka bir şey yapmamış oluruz. Bu argümana göre, Tanrı’nın var olmadığını söylemek bir tür çelişkidir.
    Kesinlikçe çok zeki bir argüman olmakla birlikte ortada dilsel bir hile var gibidir. Ontolojik argümanın bu akıl yürütmesine dayanarak herhangi bir mükemmel şeyin varlığı da kanıtlanabilir, ki Anselm’in çağdaşı keşiş Gaunilo mükemmel bir adanın var olması gerektiğini göstermek için bu argümanı kullanmıştır. Immanuel Kant ise var olmanın şeylerin/nesnelerin bir özelliği değil, kavramların bir özelliği olduğu ve belirli bir kavrama hangi fikirler dahil edilirse edilsin, bu kavramın somut olarak var olup olmadığının bambaşka bir soruyla ilgili olduğu gerekçesiyle ontolojik argümana karşı çıkmıştı
  • 2. Kozmolojik Argüman: Bu argüman, dünyanın veya evrenin varlığının, onu var eden (ve var olmaya devam etmesini sağlayan) bir Varlığın varlığına kanıt olduğunu söyler. Argüman en temelde şunu iddia eder: hareket eden her şey başka bir şey tarafından hareket ettirilir; hareket eden her şeyin başka bir şey tarafından hareket ettirilmesiyle hareket ettiriciler zincirinde sonsuz gerilemeye gitmek imkansızdır, bundan ötürü de bir ilk hareket ettiricinin (yani Tanrı’nın) var olması gerekir. Kozmolojik argümanın, modal (olasılıkla ilgili) ve temporal (zamanla ilgili) olmak üzere iki farklı biçimi vardır:
  • 2a. Modal Kozmolojik Argüman: Olumsallık Argümanı olarak da bilinen bu argüman, evrenin var olmasının zorunlu değil olumsal olması yani evrenin hiç var olmamış da olabileceğinden yola çıkarak; “O halde evren niçin var?” sorusuna yönelik bir açıklamaya ihtiyacımız olduğunu savunur. İki olasılığın var olduğu bir durumda, niçin biri değil de diğerinin gerçekleştiğini bir şey belirlemiş (bir neden, gerekçe belirlemiş) olmalıdır. O halde, evren olumsal olduğuna göre (yani var olmaması da mümkün olduğu veya var olması zorunlu olmadığına göre) var olmasının bir nedeni; gerekçesi olmalıdır. Aslında, niçin var olduğuna veya varlığına dair hiçbir açıklama/gerekçe gerektirmeyen tek varlık türü zorunlu varlıktır; yani var olmamış olması mümkün olmayan varlık. Dolayısıyla da var olan her şeyin asıl ve nihai nedeni zorunlu bir varlık yani Tanrı olmalıdır.
    Olumsallık argümanını eleştirenler evrenin gerçekten de olumsal olup olmadığını sorgulamış ve Tanrı’nın niçin zorunlu varlık olarak kabul edilmesi gerektiğini sormuşlardır. (“Peki Tanrı’nın varlığının bir sebebi var mıdır?” sorusu kozmolojik argümanın çözdüğünden daha çok problemi beraberinde getirmektedir). Diğer yandan, Tanrı’nın varlığının bir nedeni olmadığı veya O’nun varlığının bir nedene ihtiyacı olmadığı kabul edilse dahi, bu sefer de, Tanrı’nın varlığı, var olan her şeyin varlığının bir nedeni olduğu şeklindeki ilk önermeye karşı örnek “counter-example” teşkil edecektir).
  • 2b. Zamansal Kozmolojik Argüman: İlk olarak, Ortaçağ Müslüman felsefe okullarından el-Kindi (M.S.801-873) ve el-Gazali (M.S.1058-1111) tarafından ortaya atıldığı için Kelam Argümanı olarak da bilinen bu argüman, evrenin (tüm emaretleri ile yani var olmaya başlayan/beliren her şeyle) var olmaya başladığı bir zaman noktası olduğunu (çünkü zamanda sonsuza dek uzanan bir evrenin var olmasının hem felsefi hem de bilimsel olarak problemlidir) ve bu başlangıcın ya nedenli/bir nedene dayalı olarak ya da nedensiz/bir nedene dayanmadan olması gerektiğini savunur. Bu görüşe göre nedensiz/neden olmadan var olmaya başlayan bir olayın var olması düşüncesi saçmadır, çünkü hiçbir şey yoktan var olmaz (hiçlikten varlık çıkmaz). Bundan dolayı da evren kendi dışında bir şey tarafından var edilmiş olmalıdır (yani evreninin nedeni bizzat kendisi olamaz), ki bu da “Tanrı”dır.
    Bu argüman, evrenin zamanda/zamansal bir başlangıcı olduğu şeklindeki epey tartışmalı iddiaya dayanmaktadır. Fakat niçin aynı anda birden fazla ilk neden/hareketsiz hareket ettirici olamayacağını veya nedensellik zincirinin köken olarak niçin her biri bir biçimde evrene aşkın olan birkaç asli/nihai nedene (dolayısıyla da potansiyel olarak birden fazla farklı Tanrı’nın var olmasına yol açan) kadar uzanamayacağını açıklamamaktadır.
  • 3. Teleolojik Argüman: Bu argüman (Tasarım veya Akıllı Tasarım olarak da bilinir) dünyadaki var olan düzenin, bizi, bu düzeni spesifik/belirli bir amaç doğrultusunda (yaşamın yaratılması gibi) yaratan bir varlığın var olduğuna götürdüğünü iddia eder. Argümana göre evren şaşırtıcı derecede kompleks fakat aynı zamanda son derece düzenli bir sistemdir ve dünya da yaşamın var olmaya devam etmesi, gelişmesi ve sürekliliği için gerekli olan koşullar olması gerektiği gibi tam olarak doğru olmak üzere ince ayarlanmıştır. Bundan ötürü de evrenin tesadüf eseri olarak bu kadar düzenli olduğunu iddia etmek, çevremizde gördüğümüz tasarımlı manzaranın yeterli ve tatmin edici bir açıklaması olamaz. Thomas Aquinas bu argümanın en meşhur destekçilerinden biridir ancak bu argüman söz konusu olduğunda en çok atfı, evreni bir amaç doğrultusunda uyum içinde çalışan çok sayıdaki düzenli parçadan oluşan bir saate benzeten William Paley (1743-1805) alır.
    Fakat evrim teorisi, doğa yasalarını olmasa bile biyolojik (yasalar ve) tasarımın niçin böyle olduğunu izah edebilir. Ayrıca karşı bir argüman sunan David Hume, inşa edilirken gördüğümüz için insan yapımı şeylerin tasarlandığını bildiğimizi ama evren ile tasarım ürünü bir yapı arasında kurulan böylesi bir analojinin doğru ve geçerli olacağından kesinkes emin olmayacağımızı iddia etmiştir. Bununla birlikte, doğal afetler gibi dünyadaki bazı olayların Tanrı’nın evreni tasarlarken çok iyi bir iş çıkarmadığını gösterdiğini ve bu durumun da mükemmellik sıfatına sahip Varlık konsepti ile bağdaşmadığını söylemiştir. Argümanı tümüyle reddeden diğer eleştirmenler ise evrendeki düzen ve karmaşıklığın aslında bir tasarım olarak sayılıp sayılamayacağını tartışmaya açmaktadır. Buna göre, bir şeyin tasarlanmasının son derece olasılık dışı olması, tek başına, o şeyin tasarım ürünü olduğunu kanıtlamaz. Ayrıca, evrenimizin, tüm mümkün maddi evrenlerin nihayetinde aktüalize olduğu/gerçekliğe geldiği “çoklu evrenler” içinde bulunan bir maddi evren olduğu fikri, bu evrenlerden en azından birinin ince ayarlı olabileceği ihtimali göz önüne alındığında ortada şüpheye düşeceğimiz çok da bir şey olmadığını gösterebilir.
  • 4. Ahlak Argümanı: Bu argüman, ahlakın varlığının veya doğasının, Tanrı’nın var olmasını gerektirdiği veya Tanrı’nın var olmasına bağlı olduğunu iddia eder. Formel, mükemmeliyetçi ve Kantçı olmak üzere üç tür ahlaki argümanı vardır:
  • 4a. Formel Ahlak Argümanı: Bu argüman, ahlakın var olan biçiminin onun ilahi bir kökene sahip olduğuna işaret ettiğini savunur. Eğer ahlak, nihayetinde neyi yapıp neyi yapmamamız gerektiğini söyleyen otoriter bir dizi buyruktan oluşursa, bu buyruklar, en büyük otoriteden (yani Tanrı’dan) başka nereden gelmiş olabilir (Ç.N.: Bu yaklaşımı merak edenler Elizabeth Anscombe’un çalışmalarına bakılabilir)? Diğer yandan, ahlakın aslında bir tür nihai otorite olup olmadığı, ahlakın gerçekten de var olup olmadığı, bizden bağımsız bir anlamı olup olmadığı veya ahlakın varlığına yönelik alternatif açıklamaların mümkün olup olmadığı da sorulabilir. (Ç.N.: “otorite” ile kast edilen, ahlaki buyruklara uyma yükümlülüğü, -meli/-malı ifadelerini yerine getirme sorumluluğu ve ödevidir. x eylemi konusunda ahlaken doğru olan bir ifade, önerme veya buyruk; x eylemini yapmaya yönelik bir otoriteyi ifade ediyor gibidir).
  • 4b. Mükemmeliyetçi Ahlak Argümanı: Bu argüman ahlakın bizim mükemmelliğimizi gerektirdiğini fakat aslında hiçbirimizin mükemmel olmadığımızı öne sürer. Ancak ahlaki mükemmelliğe kendimize dayanarak ve kendi gücümüz dahilinde ulaşmasak bile, bunu Tanrı’nın yardımıyla yapabiliriz, ki bu da Tanrı’nın varlığını ima etmektedir. Dolayısıyla ahlaki ödevlerimiz ile bizim yapabileceklerimiz arasındaki bu uçurumu aşmanın, yani paradoksu çözmenin tek yolu bir bir Tanrı’nın varlığıyla mümkündür. Fakat Immanuel Kant “yapmalıyız”ın (ought) “yapabiliriz” (can) anlamına geldiğini ve bundan dolayı da bir şeyi yapma yükümlülüğümüz/ödevimiz varsa mantıksal olarak bunu yapabileceğimizi söyler; yani ona göre ahlak bizden yapabileceğimizden daha fazlasını isteyemez. Ayrıca ahlakın yalnızca bir tür rehber olduğu ve aslında bizden mükemmellik gibi bir talebi olmadığı söylenebilir, aslında ahlaki standard sınırının altında kalmanın da kabul edilebilir olduğu ileri sürülebilir.
  • 4c. Kantçı Ahlak Argümanı: Immanuel Kant tarafından öne sürülen bu argüman, ahlaki eylemin akılsal olduğunu ve ahlaki davranışlar sergilemek için iyi bir gerekçemiz olması gerektiğini söyler. Fakat gözlerimizi açıp dünyaya baktığımız pek çok durumda gayri ahlaki eylemlerin ahlaki eylemlere göre daha fazla kazanç sağladığını ve bu hayatın o kadar da adil olmadığını görürüz. İşte tam da buradan yola çıkan Kant, ahlaki eylemin ancak bu yaşamdan daha fazlası ve ötesi varsa yani ahirette adalet sağlanırsa bir rasyonelliği olacağını ileri sürmüştür. Fakat bu iddia, daha yüksek bir iyiyi var edenin niçin özellikle Tanrı olması gerektiğini veya bir şeyin hem nasıl olabileceğine hem de nasıl olması gerekeceğini karar verebileceğimiz için niçin bir şeyin zorunlu olarak olması gerektiğini tam olarak açıklayamaz.
  • 5. Dini Deneyim (Tecrübe) Argümanı: Bu argüman, kişinin, yalnızca gerçekten var olanı algılayabileceğini ve Tanrı’nın varlığını tecrübe edenler olduğu için de Tanrı’nın var olması gerektiğini söyler. Bu türden dini deneyim tecrübesi olduğunu beyan eden epey insanın var olması, böylesi deneyimler yaşamamış olan insanlar için bile Tanrı’nın varlığına dair en azından dolaylı bir kanıta işaret etmektedir. Fakat bazı eleştirmenler, dini deneyimlerin bir gerçeklik algısından ziyade hayal gücünün ürünü olduğunu ve insanların her zaman için kurgusal/yapay Tanrısal deneyimler uydurma ihtimalinin olduğunu söylerler. Hatta bazıları söz konusu deneyimlerin aslında dini olmadığı fakat dindar insanlar tarafından bu deneyimlerin dini olarak yorumlandığını iddia etmektedir. Bununla birlikte birbirinden farklı (birbirleriyle bağdaşmayan ve çelişkili) dinlere mensup insanlar, mensubu oldukları dinleri doğrulayan veya olumlayan deneyimler yaşadıklarını ileri sürmektedirler; şayet (aynı anda) bu iddiaların hepsi için geçerli değil diyorsak o halde hiçbiri geçerli olamaz. Ayrıca niçin herkes dini deneyim yaşamıyor ki?
    Bu argümana yönelik bir diğer karşı argüman ise, tüm deneyimlerin (dini olan deneyimler de dahil olmak üzere) öznel bir karakteri olduğu ve kişinin dünyayı nasıl algıladığının çok da önemi olmadığı çünkü dünyayı algılamanın birçok farklı yolu olduğu ve kişi dünyayı nasıl algılarsa algılasın deneyimlerin de buna göre şekillendiği yönünde bir şüphecilik içerir. O kadar da apaçık bir karakteri olmayan dini deneyim dediğimiz şey doğası gereği, dış dünyaya ilişkin bizim için çok açık ve berrak olan gündelik deneyimlerimizden bile daha belirsizdir.
  • 6. Mucize Argümanı: Bu argüman, (doğaüstü bir olayın gerçekleşmesi sonucu evrenin doğal işleyişinin askıya alınması anlamına gelen) mucizelerin meydana gelmesinin, doğaüstü bir varlığın gerçek olmasını gerektirdiğini iddia eder. Şayet Kutsal Kitap’a inanmalıysak bu türden mucizeler hem Tanrı’nın varlığını hem de Hıristiyanlığın doğru din olduğuna işaret eder. Bunun yanı sıra bu argümanın temelindeki örtü varsayım “şayet İncil’e inanmalıysak” şeklindedir ve bu hiçbir şekilde verili olarak doğru değildir. Ayrıca, David Hume’a göre, belirli bir mucizenin doğruluğuna yönelik kanıt ne kadar güçlü olursa olsun, mucizeyi reddetmek ona inanmaktan her zaman için daha rasyonel ve mantıklı olacaktır (özellikle de herhangi bir beyan ve tanıklığa inanıp inanmamaya karar verirken göz önüne alınması gereken iki şey göz önüne alındığında: konuşan tanığın güvenilirliği ve tanıklık edilen şeyin gerçeklik olasılığı).
  • 7. Pascal’ın Kumarı: Blaise Pascal, Tanrı’nın var olduğuna yönelik kanıtlara başvurmaktansa Tanrı’ya inanmanın bizim çıkarımıza olduğunu ve bundan dolayı da O’na inanmanızın rasyonel olduğunu iddia etmiştir: Tanrı’ya inanırsak ve O gerçekten de varsa sonsuz bir ödül ile cennette oluruz; şayet O yoksa fakat biz yine de inanıyorsak çok da bir şey kaybetmiş sayılmaz veya hiçbir şey kaybetmemiş oluruz. Bunun tam aksine; şayet Tanrı’ya inanmazsak ve O gerçekten var ise sonsuz bir ceza ile cehennemde oluruz, şayet O yoksa fakat biz yine de inanıyorsak o zaman çok az şey kazanmış veya hiçbir şey kazanmamış oluruz. “Sonsuz bir ödül olarak cennette olmak veya çok az şey kaybetmek” ihtimali, “Sonsuz bir ceza olarak cehennemde olmak veya çok az şey kazanmak ya da hiçbir şey kazanmamak”a göre açıkça daha tercih edilebilirdir; bundan ötürü de O’nun gerçekten var olduğuna dair elimizde hiçbir kanıt olmasa bile Tanrı’ya inanmak mantıklıdır.
  • Fakat bu argüman yalnızca, cennete giriş için tek olası şartın Hıristiyan Tanrısına inanç ve cehenneme giriş için tek olası şartın Hıristiyan Tanrısına inanmama olması durumunda işe yarar. Diğer yandan, Tanrı’nın var olma olasılığının (ve dolayısıyla sonsuz bir ödül olarak cennette olma veya sonsuz bir ceza olarak cehennemde olma olasılığının) bu olası inanma veya inanmama sonuçlarının göz ardı edebileceği kadar az olduğu iddia edilirse, bu durumda ateizm rasyonel bir tercih olur çünkü az kazanmak veya hiç kazanmamak, az kaybetmek veya hiç kaybetmemekten daha iyidir. Üçüncü ve son olarak da, Pascal’ın Bahsi bizden sebepsizce inanmamızı ister, oysa pratikte bir inancın doğruluğu için kanıt gereklidir.

Kötülük Problemi

Kötülük Problemi farklı biçimlerde ifade edilmiştir:

Birçok kişi için Tanrı’nın varlığı aleyhine zorlayıcı itirazlardan biri olarak kabul edilen Mantıksal Kötülük Problemi, ilk olarak Antik dönemde Epikür tarafından dört ihtimal göz önüne alınarak öne sürülmüştür:

  1. Eğer Tanrı kötülükleri ortadan kaldırmak istiyor ama bunu yapamıyorsa, o zaman O güçsüzdür.
  2. Eğer Tanrı kötülükleri ortadan kaldırabiliyor ama bunu yapmak istemiyorsa, o zaman O kötü niyetlidir.
  3. Eğer Tanrı kötülükleri ortadan kaldırmayı ne istiyor ne de bunu yapabiliyorsa, o zaman O hem kötü niyetli hem de güçsüzdür ve bu nedenle o Tanrı olamaz.
  4. Eğer Tanrı kötülükleri ortadan kaldırmak istiyorsa ve bunu yapabilecek güçteyse, o zaman dünyada niçin hala kötülükler var ve niçin Tanrı onları ortadan kaldırmıyor?

Thomas Aquinas yanıt olarak, kötülüğün var olmaması durumunda dünyanın zorunlu olarak daha mükemmel olacağının kesin olmadığını söylemiş ve adalet, iyilik, hakkı gözetme ve özveride bulunmak gibi değerli kavramların, şayet karşılarında kötülükler olmazsa anlamsız kalıp içlerinin boşalacağını savunmuştur. Belirsiz Amaç Savunması (Unknown Purpose Defence), insani sınırlarımızın, özellikle de bazılarının iddia ettiği gibi Tanrı doğrudan doğruya bilinemiyorsa, Tanrı’nın amaçlarındaki motivasyonlarını tahmin etmemize izin vermeyebileceğini savunur.

İlk olarak David Hume tarafından formüle edilen Delilci Kötülük Problemi, insanların, aksi yönde olana inanmak için önceden bir taahhütleri (yani dini inançları) olmasaydı, dünya ve dünyadaki kötülüklerle ilgili deneyimlerinin onları ateizme; mutlak iyi ve her şeye gücü yeten bir Tanrı’nın var olamayacağı sonucuna götüreceğini ileri sürer. Bu iddiaya karşı bir argüman, bazı kötülüklerin görünürdeki anlamsızlığının kişiyi bu durum için bir açıklama aramaya zorlayabileceği ve bu açıklamanın da Tanrı olabileceği şeklindedir.

Olasılıksal Kötülük Argüman, kötülüğün varlığının Tanrı’nın var olmadığının kanıtı olduğunu ileri sürmektedir, fakat Alvin Plantinga bu iddianın anlamının hangi olasılıksal teoriyi benimsediğimize bağlı olarak değişeceğini söylemektedir.

Teodise, dünyada kötülükler veya acıların varlığını her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve mutlak iyi bir Tanrı’ya yönelik inançla uzlaştırmaya çalışan teoloji ve felsefenin alt çalışma alanıdır. Teodiseler kötülüğün var olduğunu ve Tanrı’nın hem mutlak iyi hem de kötülüğü ortadan kaldırabilecek mutlak güçte olduğunu kabul eder ve kötülüğü niçin ortadan kaldırmadığını açıklamaya çalışır. En meşhur teodise formülasyonlardan biri 1710’da Gottfried Leibniz’e aittir. Leibniz oldukça iyimser bir iddia öner sürerek dünyamızın tüm olası dünyalar içindeki en iyisi olduğunu ve sırf mükemmel bir Tanrı tarafından yaratıldığından ötürü mümkün olan en iyi ve en ahenkli dünya olması gerektiğini ileri sürmüştür.

Bunun bir örneği Özgür İrade Savunması’dır. (Çev. Not: teodise ve savunma aslında birbirilerinden farklıdır. Yazar kötülük problemine karşı Özgür İrade Savunması’ndan da söz etmeyi amaçlıyor). Bu savunmaya göre Tanrı’nın iyiliğin olduğu ama kötülüğün olmadığı bir dünya yaratması mümkün değildir çünkü O’nun evrenle ilgili amacı için, insanların özgür iradeye sahip olmasını gerektiriyordu. Kötülüğü seçme özgürlüğü olmadan iyiliği seçme özgürlüğü de ve dolayısıyla özgür iradede de var olamazdı (Bu Aquinas’ın demin sözünü ettiğimiz argümanına benzemektedir). Bununla birlikte dünyada hala orantısız miktarda kötülük olduğu şeklinde karşı iddia da öne sürülebilir.

Bir başka örnek ise Tanrı’nın (özgür iradesi olmadığı için Özgür İrade Savunması’nın da uygulanamayacağı varsayılan) hayvanların acı çekmesine neden izin verdiği sorusudur. Kimi savunmalar bu türden acıların hangi amaçla var olduğunun bilinemeyebileceğini, bu acıların büyük bir kısmının hayvanları doğal ortamlarından uzaklaştırdığımızda ortaya çıktığını veya tam da bu konuda bir şeyler yapmamız için bize özgür irade verildiğini öne sürmektedir.

Kötülük problemine yanıt vermeye çalışan teodiselerde bahsi geçen savunmalar şu şekildedir:

  • insanların kötülük ya da acı olarak gördükleri şeyler bir yanılsama veya afaki şeylerdir;
  • kötü olduğu düşünülen olaylar aslında kötü değildir;
  • kötü olarak gördüğümüz şeylerin aslında özü itibariyle iyi olan ilahi bir tasarımın parçasıdır fakat insanı kapasitemiz büyük resmi görmemizi engeller;
  • (şayet gerçekten varsa) Tanrı, insan tarafından mahkeme çıkarılıp yargılanamayacak kadar yüce bir varlıktır ve bunu yapmayı denemek bile saf bir kibirdir;
  • kötülük Tanrı’nın insanlara özgür irade vermesinin bir sonucudur;
  • kötülükler ve acılar, Tanrı’nın lütfuna layık olup olmadığımızı görmek için insanların girdiği bir imtihanın parçasıdır;
  • kötülük insanların Tanrı’nın vahyettiği şeylere uymamasının bir sonucudur ve aslında Tanrı tarafından yaratılmamıştır;
  • kötülük Tanrı’ya karşı Şeytan tarafından yayılmaktadır;
  • Tanrı’nın adildir ve şayet birileri acı çekiyorsa bunu hak eden bir günaha girdiklerinden dolayı kötülük vardır;
  • iyilik olmazsa kötülük, kötülük olmazsa iyilik olmayacağı için kötülük vardır.

Philosophy of Religion, (Erişim Tarihi: 21.12.2023)

Çevirmen: Taner Beyter

Ankara Üniversitesi Coğrafya Bölümü’nü bitirdi, Felsefe master eğitimine ise ara verdi. Etik, epistemoloji, din felsefesi ve metafelsefe ile ilgilenir. Özel bir eğitim kurumunda müdürlük yapmaktadır.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Erkler (Kuvvetler) Ayrılığı Kuramının Tarihsel Gelişimi – Kerem Ali Vahap

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü