Büyük Mitler 6: Kopernik’in Ölüm Döşeğindeki Yayımı – Tim O’Neill

/
786 Okunma
Okunma süresi: 39 Dakika

Kopernik görüşlerini ilk olarak 1514’te dolaşıma soktu ama Katolik Kilisesi, Engizisyonun 1616’da Galileo’ya çektiği ihtara kadar Kopernik’in günmerkezli kozmolojisini cezalandırmaya yeltenmedi. Madem Kilise bilime karşıydı ve İncil’in aksine giden herhangi bir görüşü cezalandırıyordu; yüzyıllık bu gecikme neden yaşandı ve Kopernik’e neden kendileri hiç zulmetmedi? Birçok ateist bunu Kopernik’in fikirlerini saklı tuttuğunu iddia ederek açıklıyor. Söylediklerine göre Kilise’nin gazabından kaçmak için kitabını yalnızca ölüm döşeğindeyken yayımlamış. Gerçekler ise epey farklı.

Kopernik’in Katolik Kilisesi’nden korkarak yaşadığı ve günmerkezli teorisini bundan dolayı saklı tuttuğu görüşünün kökenleri eskilere dayanıyor. Bu görüşün erken dönemdeki önde gelen savunucusu da on dokuzuncu yüzyılın rüsva polemikçisi Andrew Dickson White. John William Draper’ın A History of the Conflict between Religion and Science (1874) kitabının yanı sıra dinin daimi bir şekilde bilimin ilerleyişini önlemeye çabaladığı şeklindeki uçuk anlatısıyla Çatışma Tezinin, diğer adıyla Draper-White Tezi’nin temellerini atan diğer kitap da White’ın 1896 çıkışlı A History of the Warfare of Science with Theology in Christendom adlı yapıtı.Her ne kadar yirminci yüzyılın bilim tarihçileri, White ve Draper’ın iddialarının içini boşaltıp Çatışma Tezini reddetmiş olsalar da bu tez bilim tarihinin popüler algısının içine işledi. Bunda Carl Sagan, Stephen Hawking ve Neil deGrasse Tyson gibi ünlü bilim insanlarının pazarlamaları yadsınamaz. Sonuç olarak bu çürütülmüş görüş birçok Yeni Ateist tarafından White ve Draper’ın kitaplarını oluşturan destekleyici mitolojisiyle birlikte sorgusuz sualsiz kabul edilmekte. Buna Kopernik’in öyküsünün ve 1543’te ölüm döşeğinde yayınladığı De revolutionibus orbium coelestium’un White versiyonu da dahil.

White, Kopernik için “Günümüzde çok alelade, o zamanlar içinse hayret verici olan Güneş’in ve gezegenlerin Dünya’nın etrafında değil, Dünya’nın ve gezegenlerin Güneş’in etrafında döndüğü gerçeğini dünyaya harfi harfine haykıran ilk kişi” ve “dürüst”, “basit akıllı bir bilgin” (aslında “aptal” değil de “dosdoğru” demek istiyor) diyor (Warfare, s. 24). White okuyucularını “Roma’da bir profesördü fakat malum ki, içinde büyüdükçe Roma’da artık güvende olmayacağını hissetmeye başlamış” sözleriyle bilgilendiriyor (s. 25). Ardından da Kopernik’i radikal teorisini korkudan saklı tutuyor gibi gösteriyor ve “otuz yıldan fazla bir süre boyunca bu gerçek, Kopernik’in ve gerçeği özel olarak paylaştığı arkadaşlarının zihinlerinde uyukladı” (s. 25) diyor. White’a göre sonrasındaysa Kopernik bu teori üzerine bir kitap için yayıncı aramaya karar vermiş “ama Roma’ya göndermeye cesaret edememiş; çünkü orada eski Kilise’nin kitabı ele geçirmeye hazır yöneticileri varmış”. Wittenberg’e de gönderememiş; “çünkü orada da Protestanlığın aşağı kalır yanı olmayan liderleri varmış”. Dediğine göre sonuç olarak Kopernik, kitabı Nurembergli Osiander’e emanet etmiş” (s. 26).

Fakat, vah ki ne vah, yayıncı Osiander, Kopernik’e ihanet etmiş ve “adice bir ön sözle” kitabı “bir gerçek olarak değil”, sadece bir hipotez olarak takdim etmiş. “Bu yüzden”, diyor White yas içinde, “bilimsel gerçeklerin belki de en büyüğü ve en asili dünyaya gelmeden önce sinip sürünmeye zorlanmış” (s. 26-7). Şimdi de öykünün doruk noktası geliyor: Kopernik 24 Mayıs 1543’te nihayet ölüm döşeğinde ustalık eserinin basılı bir versiyonunu tutuyor. “Birkaç saat sonrasına gelindiğinde vicdanları kendisinin saygınlığına leke sürecek ve belki de yaşamını sonlandıracak vicdanlı, yanlış içindeki insanların yetişemeyeceği bir yerdeydi” (s. 27). White’ın bu dokunaklı yeniden anlatımında Kopernik, Kilise’nin sansüründen ve Engizisyonun eziyeti ve kazığından sadece gizlilikle, kaçamakla ve yayımı ölümüne kadar ertelemekle kurtulmayı başarmış.

Bekleneceği üzere bu entrika ve gizlilik skeci 1896’dan beri birçok kez yinelenmiştir ve insanların bilim tarihi algılarını oluşturan halk anlatılarına girmiştir. Bu blogtaki eski bir yazıyla alakalı tarih curcunası yorumların birinde eskilerin fundamentalist Hristiyan’ı, şimdinin ateist yazarı Edward T. Babinski ölüm döşeği yayımı hikayesini yineliyordu:

Kopernik, en başta günmerkezli teorisi yazmasını yayınlamak istemedi; fakat bekleye bekleye ölümden sonrasını bekleyecekti. Cesur bir Protestan onu yayınlatmaya ikna etti. Bu olay Kopernik ölmeden hemen önce oldu. Madem Kilise çok tarafsızdı ve bilim yanlısıydı, o zaman neden bekledi?

2014 tarihli, tipik tarihsel hatalarla dolu bir blog yazısında Yeni Ateizmin huysuz amcası PZ Myers, Kopernik’in “Katolik bir astronom” olarak lanse edilmesine dudak büküp “[Kopernik] korkusundan dolayı yayınlamayı erteledi; fikirlerini basılı olarak sadece ölüm döşeğinde gördü [ve onun] kitabı Katolik Kilisesi tarafından 1616’da yasaklandı” diye dudak bükmüştü. Daha birkaç hafta önce Ateist blog yazarı Rick Snedeker de bayatlamış “akıl şehidi Giordano Bruno” mitini naklettiği hatalarla dolu yazısında ölüm döşeği yayımı hikayesini tekrar ediyordu:

“Polonyalı büyük öncü astronom Nikolas Kopernik (1473-1543), Bruno doğmadan beş sene önce ölmüştü. Kendisi evrenin doğası hakkında radikal fikirler geliştirmişti (ki işin sonunda çoğu doğru çıktı). Görüşlerini ölümünün arifesinde halka sunabilmişti (uzunca bir süre teorisini yayımlamakta tereddüt etti; çünkü İncil’i çürüttüğü için Kilise’nin tepkisinden korkuyordu).” (Gadzooks: The Fiath in Facts Blog, “Martyrs of Reason: Giordano Bruno”)

Yeni ateist tarih yazımını oluşturan diğer birçok mit gibi bu da Draper-White “çatışma” anlatısına uyuyor. Bu mitte de şerefli, akılcı bir kahraman, Hristiyan kötü adamlar, kıssadan hisse ve en nihayetinde mutlu bir son var ve diğerleri gibi bu da sözde tarihsel bir peri masalı.

Kopernik ve Dünyası

Beklenileceği üzere, Kopernik döneminin insanıydı ve hayatı boyunca sıkı bir Katolik olmuştu. 19 Şubat 1473’te ticaretle uğraşan kısmen varlıklı bir ailede doğan Kopernik dört çocuktan en küçüğüydü. Babasının da adı Nikolas’tı ve Krakowlu bir tüccardı. 1458 yılı civarında ileride Kopernik’in doğacağı şehir olan Toruń’a taşınmıştı. Annesi Barbara Watzenrode ise zengin bir tüccar ve Toruń şehir meclisi üyesi bir babanın kızıydı. Annesinin erkek kardeşi, yani Kopernik’in dayısı olan Genç Lucas Watzenrode ise ileride genç yeğeninin kariyerinde büyük bir iz bırakacaktı. 1483’te Kopernik’in babası ölmüştü, dayısı da yeğenlerinin bakımını ve eğitimini üstlenmişti. Öncesinde Aziz John Okulunda hocalık yaptığını düşünürsek genç Nikolas’ı da muhtemelen oraya yollamıştı.

1489’da Watzenrode, Varmiya’nın prens-piskoposu seçildi ve iki yıl sonrasında yeğenleri Nikolas ve Andrew, dayılarının alma mater’inde, yani Krakow Üniversitesinde eğitim görmeye başladılar. Bu üniversite halihazırda modern astronomik çalışmaların merkezi olmasıyla ünlenmişti ve sonraki rivayetlerin işaret ettiği üzere Kopernik, hem Aristotelesçi felsefe profesörü hem de saygıdeğer bir matematikçi ve astronom olan Albert Brudzewski’nin kanatları altına bırakılmıştı. 1495’te Kopernik lisansını tamamlamadan Varmiya piskoposu dayısının emrinde kanonluk mevkisini doldurmak adına Krakow’u terk etti. Roma’ya bu atamaya karşıt bir itiraz gelmiş olsa gerek ki atama ertelendi. Watzenrode da bunun yerine iki yeğenini İtalya’ya kilise hukuku çalışmaya gönderdi.

Kopernik, Bologna Üniversitesinde 1496’dan 1501’in başlarına kadar eğitim gördü ama aynı zamanda beşeri bilimler ve astronomi dersleri de almasına bakılırsa kilise hukukuna karşı öyle çok da büyük bir hevesi yoktu. Rönesans İtalya’sı Yunan ve Roma literatürüne duyulan hümanist ilginin merkez üssüydü. Kopernik de astronom Domenico Maria Novara da Ferrara’nın talebesi ve asistanı olduğu Bologna şehrinin havasına kapılmış olmalı. Kopernik Jübile yılı 1500’de Roma’yı ziyaret etmiş, orada aylarca kalmış ve görünüşe bakılırsa astronomik hesaplamalar üzerine olumlu tepkiler alan özel dersler vermişti. Varmiya’ya 1501’de geri dönmüştü ama o yılın sonrasında dayısının isteğiyle Padova’da tıp çalışmak ve kilise hukuku doktorasını tamamlamak için geri İtalya’ya gitmişti. 1503 sonbaharındaysa memleketi Prusya’ya temelli olarak dönmüştü.

Güçlü piskoposların birçok çırağı için ilmi kariyerinin derecesi bu kadar olurdu. Kariyerleri daha güçlü olan patronlar ve akrabaların şekillendirdiği bir dönemde çoğu kişi taze eğitimlerini alınca pratik işlere yönelip ilmi işleri hobi olarak yürütürlerdi. Elbette Kopernik’in yaptığı da bir bakıma buydu. Sonraki 30 yıl boyunca Varmiya piskoposluğundaki kanonluk yaptı, dayısı ve haleflerinin maiyetinde hizmet etti, onların fizikçisi olarak hareket etti, idari işleri ve diplomatik görevleri üstlendi, ekonomik meseleleri yönetti, haritalar çizdi ve toprak anlaşmazlıklarını çözmekten işgalci Töton Şövalyeleri ordusunun kuşatmasına hazırlık olarak tedarikleri organize etmeye kadar her şeyi yaptı. Ufak tefek rütbeler edindi. Rahiplik unvanıyla taçlandırılıp taçlandırılmadığıysa meçhul. Çocuğu olmadı ama hizmetlisi Anna Schilling ile ilişkisi vardı. Bu ilişki minik bir skandala sebep olmuş, kadının 1539’da Kopernik’in yeni memleketi Frombork’tan uzaklaştırılmasıyla sonuçlanmıştı. Astronomiye ilgisinin devam ettiği biliniyordu. Wilhelm Gnapheus’un 1530’lardaki satirik bir piyesinde ihmal edilmiş ve yayımlanmamış bir eserini bir sandıkta tuttuğu söylenen soğuk bir astrolog olarak aktarılıyordu.

Ne var ki Kopernik zamanının astronomik çalışmalarıyla meşgul olmaya devam etti ve İtalya’da tanıştığı hümanizmle epey ilgiliydi. Arkadaşları, destekçileri, muhatapları hepsi hümanistti ve Rotterdamlı Erasmus’un büyük hayranıydılar: Tiedemann Giese, Alexander Scultetus, Feliks Reich ve Achachy Trenck gibi adamlar Kopernik gibi Prusya ve Polonya Krallığında ruhban sınıfından ve görevlilerindendi. Kopernik şüphesiz kendisini hümanist bir edebiyatçı olarak görüyordu ve yedinci yüzyılın Bizanslı şairi Theophylact Simocatta’dan Yunanca şiirler dizisi çevirmiş ve yayımlamıştı ama kendisini astronominin matematiğin bir dalı olarak görüldüğü bir dönemde her şeyden önce bir matematikçi olarak da görüyordu. Peuerbachlı Georg ve öğrencisi Königsbergli Johannes Müller, namıdiğer Regiomontanus tarafından ortaya atılan yeni matematiksel astronomiye dayanan nesildendi kendisi. Bu iki isim de Batlamyus astronomisini düzeltmek için büyük uğraş göstermişti ama Kopernik’in İtalya’yı terk ettiği zamana gelindiğinde M.S. ikinci yüzyıldan beri Batı astronomisini domine eden modelin doğruluğuna karşı Kopernik gibi saf matematiksel astronomlar arasında giderek büyüyen bir rahatsızlık vardı.

Bunun nedeni bizim “Batlamyus modeli” dediğimiz şeyin aslen Aristoteles fiziğiyle Ortaçağ’da Batlamyus’un Almagest olarak da bilinen Syntaxis Mathematica eserinde detaylandırılan matematiksel astronominin bir sentezi olması. Aslına bakılırsa Batlamyus’un modeli kabul gören Aristoteles fiziğini gökte gözlemlenebilenlerle uzlaştırma teşebbüsüydü. Sonuç ise bir nevi matematiksel yamadan ibaretti: Tuhaf dış çember, ekuant ve yörünge kombinasyonlarının hepsi bir yandan astronomların makul bir şekilde doğru olduğunu gözlemleyebilmesine müsaade etmesi için bir yandan da Aristoteles fiziğinin gerektirdiği dairesel yörüngeleri ve yermerkezli küreler sistemini muhafaza etmek için tasarlanmıştı. On beşinci yüzyılın başlarına gelindiğinde Batlamyusçu sistemin hem fiziki açıdan hem de matematiksel açıdan nasıl bir külüstür olduğu Peuerbach ve Regomontanus’un matematikçi mirasçılarının gözüne gitgide daha çok çarpıyordu. Zamanla daha doğru gözlemler yapıldıkça bu gözlemlerin bazıları (mesela Aldebaran yıldızının ay örtülmesinin Mart 1497’de Kopernik ve onun astronomi üstadı Domenico Maria Novara tarafından gözlemlenmesi) Batlamyus modelinin doğruluğuna ve bu nedenle süregelen kullanımına şaibe düşürdü.

Kopernik’in işte bu bağlamda anlaşılması gerek: Kendi günmerkezli modelini kozmosun iki farklı tasavvurunu bir araya getirecek bir çözüm olarak görüyordu. Bu model, (ona göre) Batlamyus’un sistemindeki en yersiz kısım olan ekuantı atıp bir yandan da sistemini matematiksel olarak daha hatasız hale getirmeye çalışarak gezegenlerin (varsayılan) dairesel yörüngelerinin saflığını koruyan bu teorik gerilimlere cevap olacaktı (Batlamyusçu Sistem ve Kopernik’in alternatifinin onu nasıl yeniden toparladığı hakkında giriş seviyesinde bilgi isteyenler için Wikipedia’nın oldukça iyi bir özeti var). Yani, Kopernik’in Ortaçağ’ın Batlamyusçu modelinin sahteliğini tamamıyla çöpe atıp yerine kallavi bilim getirdiği anlayışın aksine, Kopernik esasında büyük oranda matematiği, merkezli göksel küreli ve dairesel yörüngeli yarı mistik Yunan düşüncesine daha iyi uydurmaya çalışıyordu.

Kopernik’in teorisinin en erken bahsi — Maciej Miechowita’nın 1514 katalogundan.

Teorinin Karşılanışı: 1543 Öncesi

Şimdiyse De revolutionibus’un ölüm döşeğinde yayınlanması, teorisinin etrafındaki ketumluk ve Kopernik’in Kilise korkusu hikayesine geri dönüyoruz. Kopernik, belirtildiği üzere Batlamyusçu modelin doğruluğu ve yararlılığına karşı yükselen bir memnuniyetsizliğin olduğu bir ortamda Batlamyusçu modelin yeni bir matematiksel analiz ve yorum geleneği içerisinde çalışıyordu. Bin yıldan fazladır kabul gören bir model olması ve o tarihten de 300 yıldan fazlasına dayanan, uzlaşılmış fiziksel ilkeleri temel almasını düşünürsek bu modele ilişkin küçük ayarlamalardan fazlasına karşı olan düşünsel atalet hafife alınır değildi; fakat astronominin doğruluğuna giderek artan bir ihtiyaç da vardı: Jülyen Takviminin acil bir reforma ihtiyaç duyduğuna dair büyüyen inanç bunun sebeplerinden birisiydi.

Modelin temelini oluşturan fizik bile çoktan tartışma götürür haldeydi. On dördüncü yüzyılın ortasında Nikolas Oresme, Livre du ciel et du monde adlı eserinde Dünya’nın günlük dönüşü lehine ve aleyhine kanıtları analiz edip bunun esasında tamamıyla mümkün olduğu sonucuna varmıştı ama en sonunda hareketsiz olduğunu düşünüp Aristotelesçi inancını korudu. Bunun en büyük sebebi dönen bir Dünya’yı kulağa makul gelen daha büyük kozmografik modele uyduramamasıydı. Herkesin Batlamyusçu modeli göklerde fiziki anlamda neler olduğunun bir haritası olarak değil de esasında bir matematiksel hesaplama aracı olarak görmesi en azından teoride bu modelin daha iyi bir şeyle değiştirilebileceğini anladıkları anlamına geliyordu. Thomas Aquinas gibi bir isim bu noktaya birkaç kez parmak basmıştı. Örneğin:

Bu astronomların icat ettiği varsayımların mutlaka doğru olmasına gerek yok; zira yıldızların görünümleri insanların henüz keşfetmediği başka bir plan dahilinde izah edilebilir. (De coelo, II.17)

Veya:

Dış merkez ve dış çember teorisi temellendirilmiş görülür; çünkü bu teori vasıtasıyla göksel hareketlerin duyusal görünümleri açıklanabilir. Fakat bunun sebebi bu kanıt yeterli diye değildir. Zira başka bir teori de bunları açıklayabilir. (Summa theologica I, q.32, a.1, ad. 2)

Kuesli Nikolaus’un De docta ignorantis (1440) adlı eserine ebedi ve sonsuz evren mefhumunu dahil etmesiyle Dünya’nın hareketi üzerine spekülasyonlar devam etti. 1518 dolaylarında Ferraralı Celio Calcagnini, 1544’te Basel’de yayınlanacak Quod Coelum stet, Terra autem moveatur (Dünya Hareket Ederken Göklerin Sabit Durması) başlıklı bir yazı kaleme aldı. Bu insanların hiçbiri Kilise tarafından suçlu bulunmadı.

Bilakis Kopernik, Batlamyusçu modele alternatif yayımlayan ilk kişi bile değildi. De revolutionibus’un yayımlanmasından beş yıl önce, 1538’de Giralamo, Fracastoro, Homocentrica’yı yayınladı. Bu eserde Batlamyus’un dış merkez ve çemberlerini ortadan kaldırıp yerine merkezli küreleri temel alan bir modeli koyan kompleks bir sistem açıklanıyordu. Kopernik gibi Fracastoro da kitabını Papa III. Paul’a ithaf etmişti ve yine Kopernik gibi Fracastoro da ilham için Batlamyus öncesi alternatiflere dönme konusunda Batlamyusçu modelin tuhaflığı ve noksanlığından etkilenmişti. Fracastoro’nun durumunda kendisi Platon’un öğrencisi Evdoksus’a atfedilen bir sisteme bakmıştı; fakat Kopernik’in modelinin aksine Fracastoro’nun modeli yerinden etmeye çalıştığı modelden açık ara daha karmaşıktı ve hatta muhtemel fiziksel gerçeklikten daha da uzaktı. Fracastoro’nun sisteminin işleyebilmesi için en az 77 merkezli küre gerekiyordu ama Batlamyus’un sistemini kullanışlı kılan hesaplama metodu beraberinde yoktu. Hakeza Kopernik’in hem Batlamyus’un kıyasen tuhaf unsurlarının yerini doldurmasını hem de onun hesaplamaya dayalı kullanışlılığını karşılamasını sağlayan sabır veya matematiksel yetenek Fracastoro’da yoktu.

Yani ortalıkta birisinin daha iyi bir teoriyle gelmesine karşı dogmatik bir tahakküm veya doktrinel bir bariyer yoktu. Ki zaten başkaları diğer modellerle oynuyordu bile. Ne var ki en nihayetinde Aristoteles’in sistemi kadar iş gören kapsamlı ve elverişli bir alternatifin eksikliğinden dolayı Aristotelesçi fiziğin doğa felsefesi üzerindeki etkisinden kaçmak zordu. Skolastik sentezde birkaç İncil yorumunun Aristoteles ile uyuştuğu gerçeği Batlamyusçu modelini alaşağı etme isteksizliğini daha da büyütüyordu.

Fakat Batlamyus’un sisteminin matematiksel doğruluğundan giderek daha da memnuniyetsizlik duyan Kopernik, yine de alaşağı etme kararı aldı. Bu projeye henüz İtalya’daki çalışmaları zamanında veya 1503’te Prusya’ya geri dönüşünden hemen sonra başlamış olmalı. Sonraki bazı rötuş ve ilaveleri saymazsak 1532 dolaylarına gelindiğinde el yazmasını tamamlamış olmalı. Peki bu, White’ın Warfare of Science with Theology kitabında iddia ettiği üzere Kopernik’in “artık güvende olmadığı” için Roma’dan kaçıp fikirlerini saklı tuttuğu ve ölümüne yaklaşıncaya kadar kitabının yayımını bekleterek Katolik Kilisesi’ni uyutmadan önce sadece güvendiği birkaç arkadaşıyla paylaştığı süreç bu süreç mi? Kısa tutmak gerekirse: Hayır.

Her şeyden önce Kopernik, görüşlerini gizli tutmamıştı bile. Kendisi kıtanın her yerinden arkadaşları ve yurttaşlarıyla konuyu detaylıca tartışmakla kalmamış, 1512 yılı dolaylarında teorisinin Commentariolus isimli, sekiz bölümden oluşan özetini yazmıştı. Bu özet ileride ilgili astronom ve matematikçiler arasında yayımlanmamış halde dolaşacaktı. Görünüşe bakılırsa Krakowlu kartograf ve tarihçi Bernard Wapowski’ye de bir kopya göndermişti. Maciej Miechowita kütüphanesinde kendine yer edinen kopya da muhtemelen bu. 1514’te bu kütüphanenin kataloguna geçmesi de Kopernik’in teorisinin kayıtlardaki ilk bahsi oluyor. Ayrıca neredeyse emin bir şekilde söyleyebiliriz ki Kopernik’in arkadaşı ve destekçisi, Chełmno piskoposu Tiedemann Giese, Commentariolus’u yayanlardan birisiydi ve Rotterdamlı büyük hümanist bilgin Erasmus’a da bir kopya ya da hiç değilse teori hakkındaki bir yazısını göndermiş görünüyor. Tabii Krakow’daki başka bir matematikçi Johannes Broscius’un, Erasmus’un teze tepkisini “ılımlı” olarak nitelendirmesi de başka bir mevzu.

Roma’daki kitle ise çok daha hevesliydi. 1533’te Alman bilgin ve teolog Johann Albrecht Widmanstadt (veya Widmanstetter), VII. Papa Clement’e sekreterlik yapıyordu ve Kopernik’in teorisi hakkında ders vermesi için Papa tarafından davet almıştı. Widmanstadt; Papa, Kardinal Franciotto Orsini, Kardinal Giovanni Salviat, Viterbo Piskoposu Giampietro Grassi ve Papalık fizikçisi Matteo Corte’yi içeren Papalık mahkemesi ve idaresinin önde gelen üyeleri için Vatikan bahçelerinde en az bir (veya bir dizi de olabilir) ders vermişti. Papa teoriden etkilenince ünlü bir oryantalist ve Grekofil olan Widmanstadt’ı Afrodisiaslı İskender’in De sensu et sensibili eserinin kıymetli bir el yazmasıyla ödüllendirdi. Widmanstadt da bunun üzerine bu olayı ön sayfalara gururla kaydetti.

Widmanstadt, Clement’in halefi Papa III. Paul döneminde de papalık sekreterliğini sürdürdü ve 1535 sonrasında da bu göreve Kardinal Nikolaus von Schönberg altında devam etti. Von Schönberg de Kopernik’in teorisini muhtemelen Widmanstadt’tan öğrenip Kopernik’i kitabı yayımlamaya teşvik etmek için yazmaya yeltenmişti:

“Birkaç yıl önce herkesin sürekli hakkında konuştuğu uzmanlığınızla alakalı bana kelam edildi. O dönemde sizin hakkınızda epey yüksek bir saygı edinmeye ve aralarında böylesi büyük bir prestije nail olduğunuz çağdaşlarımızı kutlamaya başladım. Zira antik astronomların keşiflerini alışılmışın dışında bir seviyede bellemekle yetinmemiş, aynı zamanda yeni bir kozmoloji formüle etmiştiniz. Dünya’nın hareket ettiğini, güneşin ortak paydayı teşkil ettiğini ve buna binaen evrende merkezi bir yerde olduğunu; sekizinci göğün daimi olarak hareketsiz ve sabit kaldığını; küresindeki unsurlarla birlikte Ay’ın Mars ve Venüs’ün gökleri arasında bulunarak bir yıllık süreçte Güneş’i turladığını savunuyorsunuz. Ayrıca öğrendim ki tüm bu astronomi sisteminin bir izahatını da yazmışsınız ve gezegensel hareketleri hesaplayıp hepsini tablolara indirgemişsiniz, ki bu da büyük hayranlık uyandırıcı.

Bu sebeple, bilge efendim, size yük olmayacaksa size ait bu keşif için bilginlerle iletişime geçmenizi ve tablolarla ve bu konuya dair alakalı elinizde ne varsa onlarla beraber evrenin küresi üzerine yazılarınızı mümkün olan en kısa zamanda bana göndermenizi en içten samimiyetimle niyaz ediyorum. Ayrıca, meskeninizdeki her şeyin, masrafları bana ait olmak üzere, kopyalatılıp bana sevk edilmesi yönünde Theodoric Reden’e talimat verdim. Bu hususta arzumu karşılarsanız itibarınız için şevkli olan ve bu kadar iyi bir yeteneğin hakkını teslim etmek için hevesli olan bir adamla muhatap olduğunuzu göreceksiniz. Saygılarımla. (Roma, 1 Kasım 1536)

Velhasıl, Kopernik’in dini zulümden korktuğu iddiasının salt fanteziden ibaret olduğu gerçeği daha açık olamazdı. White’ın iddia ettiği üzere Kopernik’in 1503’te Roma’dan bir şekilde kaçtığı iddiasını destekleyen hiçbir kanıt yok ve teorisini herhangi bir manada “gizli” tutmadığı da gayet bariz, zira bu teori Avrupa boyunca bir bilginler tarafından biliniyordu, onlar ve Commentariolus’taki özeti vasıtasıyla da ilgili entelektüellerin olduğu çok daha geniş bir grupça biliniyordu. Kilise adamlarından korkmasının bu mitsel “ketumluğu” tetiklediği iddiası da tescilli bir saçmalık; çünkü 1543’ten önce hem Katolik hem de Protestan bilginler teoriden haberdardı ve büyük ilgi ve hayranlık gösterenlerin arasında birkaç piskopos, üç kardinal ve Papa’nın kendisi vardı.

Kopernik’in Tereddüdü

Fakat bazı destekçilerin teşvikleri ve Kardinal von Schönberg’in hevesli desteğinden birkaç yıl sonra bile Kopernik tereddüt etti. Kopernik’i kitabı yayımlamaya isteksiz kılan şey dini zulüm korkusu değilse asıl sebep neydi? Sonradan yazdığı Papa III. Paul’a ön söz niteliğinde ithaf ettiği De revolutionibus eserinde Kopernik, tereddüdünün asıl kaynağına ışık tutuyor:

“Yüzyılların mutabakatının Dünya’nın göğün ortasında merkezi olarak hareketsiz durduğu düşüncesini tasdik ettiğini bilenler, eğer ben Dünya’nın hareket ettiği yönündeki aksi iddiamı sunarsam bunu çılgınca bir beyan olarak görürdü diye düşündüm kendi kendime. O yüzden, Dünya’nın hareketini kanıtlamak için yazdığım cildi yayınlamakla felsefenin sırlarını yakınlarına ve arkadaşlarına mahsus olmak üzere yazıyla değil, ağız ile aktaran Pisagorcular ve diğer bazılarının örneğini takip etmek arasında uzun bir süre kendimle cebelleştim…”

Commentariolus eseri aktarımın tamamıyla ağızdan çıkan kelamla olmadığına işaret etse de 1503’ten 1543’e kadar yaptığı da buydu doğrusu. Bu tür bir özel fikir dolaşımı o dönemde yaygındı, çünkü söz konusu eseri teknik uzmanların sınırları içinde tutuyordu. Diğer taraftansa bu eserleri yayımlamak onları her türlü analiz ve eleştiriye açık kılıyordu ve hezarfenlerin ve kesişen entelektüel disiplinlerin çağında bunun entelektüel çevresinin saf matematiksel astronomiye karşı tutumunu paylaşmayan daha geniş ve potansiyel olarak daha eleştirel bir kitle anlamına geldiğini Kopernik biliyordu. Neyse, Kopernik’in ithafına devam edelim:

[Antik Pisagorcular] derin adanışların büyük adamlarının erdiği o çok güzel düşüncelerin, kazançlı olmadığı sürece herhangi bir edebi uğraş için aktif bir şekilde emek sarf etmeyecek kimselerce alaya alınmasını istemiyordu; aksi takdirde başkalarının örnekleri ve telkinleriyle kazanç odaklı olmayan felsefe çalışmalarına yöneltilirlerse bile zihinlerinin kıtlığından dolayı arılar arasında erkek arıların rolü neyse aynı rolü oynarlar. Bu düşünceleri ölçüp tartınca görüşümün yeniliği ve emsalsizliği bakımından korkmakta haklı olduğum alaylar, üstlendiğim eseri neredeyse tamamıyla terk etmeme neden oluyordu.

Tabii, Kopernik’in buradaki retoriği, potansiyel eleştirileri “arılar arasındaki erkek arılar” şeklinde ifade ederek kitabının çekeceği herhangi bir eleştiriyi değersizleştirmeye işlevi görüyor ama tereddüdüne sebep olan şeyin kilise adamlarının salt teolojik itirazları veya Kilise hiyerarşisinin herhangi bir zulmü olmadığını, aksine diğer bilginlerin eleştirileri olduğunu açıkça belirtiyor. Teorisinin diğer denk matematikçiler tarafından tartışılması konusunda yeterince kendine güvendiği bariz ama herhangi bir alimin, astrologun, mistiğin veyahut yarı cahil bir çatlağın bile kendisini astronomi eserlerini değerlendirmeye yetkin gördüğü bir dönemde Kopernik, teorisinin daha geniş kitlelere ulaşmasının kendi yararına olduğuna ikna olmamıştı. Papa’ya ithafında açık açık söylediği üzere “astronomi astronomlar için yazılır” idi.

Tereddüdü lehinde alakalı başka bir muhtemel sebep daha var. Bu sebebi kendisi zikretmiyor ama hatırlatılması gerek. Teori her ne kadar Kopernik’i, takipçilerini ve destekçilerini kesinkes ikna etmiş gözükse de bu kişiler, özellikle fizik temelinde, makul bilimsel itirazların da olduğunu biliyorlardı. Kopernik bu itirazların nerelerden geleceğini biliyordu ve eserinde bunları oldukça kısıtlı bir başarıyla savmaya çalışmıştı. Bu problemler, aslen on altıncı yüzyılda başlayıp bir yüzyıl sonrasında Kepler Yasaları ve Newton’ın yeni fiziğinin bir kombinasyonuyla nihayete erdirilene kadar alevlenen rakip kozmolojik modeller tartışmasında merkezi bir öneme sahip olacaktı. Kopernik ve takipçileri bunu o zamanlar kabullenmemişti ama teorinin çekeceğini bildikleri bilimsel itirazların bir kısmının bütünüyle geçerli ve o aşamada aslen tamamıyla çürütmesi imkânsız olduğunu biliyor olmalıydılar.

Yine de Kopernik, tüm bu tereddüt etme sebeplerine rağmen, büyük oranda Georg Joachim Rheticus’un çabaları sayesinde fikrini değiştirip yayıma ikna edildi. Rheticus, 1536’da Lüteriyen reformcu, teolog ve eğitimci Philipp Melanchtlon tarafından Wittenberg’teki yeni üniversiteye matematik profesörü olarak atanmış bir Protestan’dı. İki yıl sonrasında birikimini genişletmek üzere önde gelen astronomlarla çalışması için ayrılma izni aldı ve Rheticus bu Avrupa turundayken Kopernik’i duydu ve Fromborg’ta kendisini arayıp buldu. Rheticus, Kopernik ile iki yıl geçirdi ve en ateşli takipçisi olup modelinin tam halini yayınlaması için yaşını almış ustasını teşvik etti. 1540’ta Rheticus Narratio Prima eserini, yani “İlk Rapor”u yayınladı. Bu eser Kopernik’in De revolutionibus’unun anonim bir özetiydi ve günmerkezli modeli Commentariolus’tan daha detaylı sunuyordu. Narratio ilk olarak Danzig’te, sonrasındaysa ikinci basımı Basel’de 1541’de yayınlandı. Her iki basım da büyük ilgi topladı. Kopernik, Narratio’nun topladığı olumlu karşılıkla cesaretlendi ve sonunda ilk isteksizliğinin açıklamasıyla tamamlamak üzere tüm eserini yayınlama kararı aldı.

Bu raddeye gelindiğinde Rheticus, Wittenberg’e dönmüştü. Artık seyahat etmek için çok yaşlı olan Kopernik de yayımı izlemesi adına Rheticus’a teslim etmesi için piskopos arkadaşı Giese’ye De revolutionibus’un el yazmasını vermişti. Rheticus elyazmasını büyük Alman yayın merkezi Nürnberg’e götürmüştü, fakat kısa süre sonra Melanchtlon kendisinden Leipzig’te matematik profesörlüğünü üstlenmesini istedi. Rheticus da yayım işini bilgin Protestan dostu Andreas Osiander’e emanet etti. Tabii sonrasında hem Kopernik hem de Osiander’le devamlı mektuplaşarak yayım işiyle temasını koparmadı. Bu mektuplar Kopernik’in eserinin alacağı tepkilere duyduğu endişelerle alakalı bize daha fazla bilgi veriyor.

Görünüşe bakılırsa üçü de Kopernik’in eserini olabilecek en iyi şekilde sunma yolunu tartışmaya devam etti ve Kopernik’i endişelendiren şey de teorinin yeniliği ve Aristoteles’in dönemin kozmolojisi üzerinde devam eden etkisiydi. Muhtemelen, makul bir sebepl,e uzman olmayan birçok kişinin eserin kompleks matematiğiyle haşır neşir olmaya (veya yetkin olmaya) yeltenmeden kitabı savacağından korkmuş. Halihazırda belirtildiği üzere Batlamyus’un, gökte gözlemlenebileceklerle Aristoteles’in fiziği ve kozmolojisini matematiksel olarak sentezleme şekli sayesinde Aristoteles kozmos görüşünde baskın bir etkiye sahipti. Sonrasındaysa hem bu hem de Aristoteles’in felsefesi, on üçüncü yüzyıldan beri Avrupai düşünceyi domine eden Skolastik sistemi oluşturmak adına Hristiyan teolojisi ve Kutsal Metin yorumuyla sentezlenerek yoluna devam etti. Kopernik’in zamanına gelindiğinde Hümanist hareket, ağırlıkla Aristotelesçi-Hristiyan sisteme sarılan daha muhafazakâr düşünürler olan “Peripatetiklerin” üstüne üstüne geliyordu ama fizik ve kozmolojide “Peripatetikler” kesinlikle hâkim taraftı. Bunda Aristoteles ve Hristiyan teolojisi sentezinin çok kapsamlı çıkması ve sağlam temellendirilmiş gözükmesinin katkısı az değildi. Osiander hem Kopernik’e hem de Rheticus’a mektuplarında Aristotelesçilerin itirazlarından kurtulmak için bir strateji önerdi:

Peripatetikler ve teologlar eğer aynı görünür hareket için farklı hipotezlerin olabileceğini ve bunların (Kopernik’inkilerin) kesin oldukları için değil, aksine görünür ve karışık hareketleri ölçmenin en uygun yolunu sağladıkları için öne sürüldüğünü duyarlarsa kolaylıkla yatıştırılacaklardır. Aynı görünür hareketi açıklamak için bir başkası, başka hipotezler tasarlayabilir ve bir kişi zihnen uygun imgeler sunabilir ve başka birisi daha da uygun imgeler sunabilir. Her biri özgürdür. Daha uygun hipotezler ortaya atan her kişiye de minnettar olunmalı. (Wittenberg, 20 Nisan, 1541).

Osiander’in karar kıldığı yol da bilfiil buydu. De revolutionibus’un nihai yayınlanan versiyonuna iliştirdiği ünlü “Ön söz”ünde bunun bir fizik teorisi olarak (detaylı bilgi aşağıda) değil de sadece bir hipotez ve hesaplama aracı olarak okunabileceğini öne sürüyordu. Fakat burada belirtilmesi gereken nokta, bu mektupta kitabın olası eleştirmenlerinden bahsetmek için iki kez kullanılan “peripatetikler ve teologlar” ifadesidir. Açıkça, mesele basit bir şekilde bizatihi “teologlar” değildi, mesele özellikle Aristoteles’e düşkün o teologlar ve filozoflardı. Kopernik ve editörünü endişelendiren şey herhangi bir İncil uyuşmazlığına tepki değildi, aksine asıl mesele Aristotelesçi doğa felsefesi ve teoloji arasındaki sentezin uyuşmazlığına gelmesi beklenen tepkiydi.

De revolutionibus’ İçin İlk Tepkiler

Mitin varsaydığı üzere Kopernik’in hakiki endişesi salt teoloji temelli ret ve öfkeli Kilise suçlamasıysa kitap 1543’te nihayet çıktığında gördüğümüz de tam olarak bu olmalıydı. Kitabın okunmaya başlandığı dönem Kopernik ölü olduğundan dolayı bilim karşıtı öfkeli Kilise tarafından sadece post mortem ret ile sınanacaktı fakat şurası kesin ki eğer Kopernik’i on yıllarca durduran şey olası dini karşılıksa Kilise’nin tepkisi tümüyle daha şiddetli olacaktı; çünkü Kopernik ölümüyle Engizisyondan kaçmış olacaktı. Lakin De revolutionibus’un yayınlanması üzerine gelen tepki… pek de olmadı. Narratio gibi bu eser de astronomi ve kozmolojiye ilgisi olan uzmanlarca oldukça iyi karşılandı ama kitap ne ateş yağmuruna tutuldu ne de kitabın heretik ilan edilmesine çağrı yapıldı.

Kimi zaman bunun sebebi olarak Osiander’in yukarıda bahsi geçen “Ön söz”ünün kitabın yalnızca bir hesaplama metodunu gösterdiği ve harfiyen alınmaması gerektiği konusunda herkesi ikna edip aksi durumda alacağı dini suçlamaları tamamen saptırdığı iddia ediliyor. Fakat bu argüman pek mantıklı değil. Rheticus ve Kopernik’e yazılan ve yukarıda alıntılanan mektubun son bölümünün de açıkça gösterdiği üzere Osiander’in ön sözü tabii ki de eserin yarı cahil eleştirilerini geçersiz kılma amaçlıydı. Osiander tüm matematiksel kozmolojik modellerin en nihayetinde hesaplama araçları olduğunu vurgulamanın “Peripatetiklerin” Kopernik’in tezini düşünmeden reddetmek yerine dikkatlice ele almalarını sağlayacağını savunmaya devam ediyordu:

Bu minvalde, soruşturmanın zevklerine geçmek adına ağır eleştirilerini bir kenara bırakmaya ikna olmalarıyla, ilk olarak daha makul olacaklardır; ardından ise beyhude çabalarından sonra yazarın düşüncesine geleceklerdir.

Yani Osiander’in tıpkı tüm benzer modeller gibi Kopernik’in modelinin de her şeyden önce göksel fenomenlerle uzlaşan bir matematiksel araç olduğunu belirtmesi, yalnızca dönemin benzer modellerinin anlayışlarıyla uyumlu olma çabasıydı. Fakat daha da önemlisi, bu çaba kitabın sadece bu şekilde okunması gerektiğine dair herkesi ikna etme tezgahı değildi; çünkü “Ön söz”den sonrasını okuyan herhangi bir kişi, Kopernik’in sisteminin fiziksel gerçekliğini açıkça savunduğunu hayli hızlı bir şekilde görebiliyordu. Ön söz niteliğindeki not, yalnızca bilgisizce eleştirilerin önüne geçmenin bir yoluydu ve potansiyel a priori eleştirmenleri kitabın matematiksel temelini ciddiye almaya çalıştırıyordu.

“Ön söz”ün editoryal bir müdahale olduğu net bir şekilde açıklığa kavuşmadı ve on yedinci yüzyılın ikinci yarısına kadar Kopernik’in kendi vasıtasıyla değil, kitaba gelen ilk tepkilerin analizi vasıtasıyla okuyucuların modeli harfiyen, fiziki olarak ve sadece hesaplama aracı olmayacak şekilde, ya da bunlardan en az birisi olarak, alınması gerektiğini anladıkları açıkça görülüyor. Giovanni Maria Tolosani (aşağıya bakınız) “Ön söz”ün Kopernik tarafından yazılmadığı sonucuna varmıştı. Buna rağmen dini tepki minimaldi. Martin Luther gibi küçümsenmeyecek bir dini otoritenin Kopernik’i salt dini sebeplerden ötürü reddettiği söylenir genellikle ama bunun için kanıtlar zayıf ve esasen tamamıyla kesin değil. Luther’in yorumu “sofra sohbeti” derlemesinde görülüyor. Bu eser, 1531 ve 1544 arasında öğrencilerin aldığı notlardan çıkarılan kayda geçirilmiş yorumlar, sözler ve anekdotlar derlemesinden oluşuyor. Sonrasında Tischreden ismiyle 1566’da yayınlanmıştı. Luther’in Kopernik’ten onu hor görerek bahsettiği söylenir:

Göğün, Güneş’in ve Ay’ın değil Dünya’nın hareket ettiğini kanıtlamak isteyen malum bir astrologun bahsi geçmişti. Bu, at arabasına veya gemiye binen birisinin yeryüzü ve ağaçlar hareket ederken sabit kaldığını düşünmesi gibi olurdu. [Luther şöyle belirtiyor] ‘İşte öyle. Her kim zeki olmak isterse başkalarının itibar ettikleri şeyleri kabul etmemelidir. Kendi işini kendi yapmalıdır. Tüm astronomiyi altüst etmek isteyen o arkadaşın da yaptığı bu. Ben alaşağı edilen bu şeylerde bile Kutsal Yazılara inanırım. Zira Yeşua, Dünya’nın değil Güneş’in sabit kalmasını emretmişti.’ [Yeşua 10:12].

İlk bakışta burada Protestanlığın babası gibi hafife alınamayacak bir otorite tarafından Kopernikçiliğin salt din temelli inkarla tek celsede savıldığı görülüyor ama olaya daha yakından baktığımızda işlerin o kadar da basit olmadığını görüyoruz. 1539’a tarihlenen bu anekdot Anthony Lauterbach tarafından kaydedilmiş. Şüphesiz bu veri, kaydı De revolutionibus’un yayınlanmasından dört yıl öncesine ve hatta Narratio’nun ilk baskısından iki yıl öncesine yerleştiriyor. Bu dönemde Commentariolus’un Wittenberg’te dolaşımda olmadığına inanmamız için iyi sebeplerimiz olduğunu düşünürsek bu yorum, en iyi ihtimalle, Kopernik’in teorisiyle alakalı kulaktan dolma bilgilerle yapılmış oluyor. Yani, teoriye (henüz yayınlanmadığı için) getirilmiş ince bir itiraz değil. Ayrıca bu itiraz, Luther’in olağan standartlarına göre, oldukça ılımlı ve savruk bir ret; zira büyük reformcu reddiyesini gerçekten duyurmak istediğinde (örneğin pislik, isyankar köylüler veya “yalancı Yahudiler” üzerine) ses getirecek ithamlarıyla dolu yüzlerce sayfa yayımlamaktan çok daha fazlasını yapabiliyordu. Başka bir sorun da mezkûr “astrologun” adının zikredilmemesi. Yani Luther, Kopernik hakkındaki bir nevi ikinci el bir rivayetten bahsediyor olabilir ancak bu kişinin öne sürdüğü teorinin günmerkezlilik değil de dönen Dünya olduğu için Nicole Oresme’den, Jean Buridan’dan, Kuesli Nikolaus’tan veya Kopernik öncesinde Dünya’nın hareketini tartışmış başka herhangi bir kişiden bahsediyor da olabilir.

Daha bir açık ve net bir şekilde daha önemli tepkiyse Philipp Melanchthon’un tepkisi; çünkü kendisi hem Lüteriyen eğitim sisteminin kurucusuydu hem de (Luther’in aksine) astronomi okuryazarı gerçek bir filozoftu. Ayrıca Rheticus’un ve Osiander’in de patronuydu ama kendisi Kopernik’in teorisine soğuk bakmış. 1549’da yayınlanan bir ders kitabında şöyle yazıyordu:

Fakat bazıları, ya yeniliklere olan sevgilerinden ya da zeki gözükmek için, Dünya’nın hareket ettiğini söyleme cüretinde bulunuyor ve diğer hareketleri göksel kürelere devredip Dünya’yı yıldızların arasına yerleştirirken ne sekiz kürenin ne de Güneş’in hareket ettiğini ileri sürüyorlar. Bu şaka yeni değil. Arşimet, ‘De Numeratione Arenae’ isimli kitabında Sisamli Aristarkus’un Güneş’in sabit kaldığı ve Dünya’nın Güneş’in etrafında döndüğü bu paradoksu savunduğunu belirtiyor. Dahi uğraşçılar zekiliklerini göstermek için birçok soruyu araştırsa da gençler böylesi absürt görüşleri açıkça savunmanın iyi bir şey olmadığını bilmelidir. Hakeza dürüst veya iyi örnekler de değil bunlar. (Initia Doctrinae Physicae).

Melanchthon, Kopernik’in teorisini absürt bulma sebebini bilimsel sebeplere mi, dini sebeplere mi veya ikisine de mi dayandırıp dayandırmadığını her ne kadar açıklamasa da burada Kopernik’e oldukça açık bir reddiye var görünüyor. Ayrıca şu da unutulmamalıdır ki bu kitap 1549’da yayınlanmıştı ama 1545’te De revolutionibus’u okuduktan hemen sonra yazılmıştı. Melanchthon’un kitabının sonraki basımlarındaysa modelin fiziki gerçekliğine olan reddiye korunurken bu pasajdaki alayın tonu düşürüldü. Buna rağmen Melanchtlon, Wittenberg Üniversitesinde ve diğer Lüteriyen kurumlarda Kopernik’in modelinin hesaplama aracı olarak kullanılmasını yine de teşvik etti. Sonunda “Wittenberg yorumu”na ismini veren araçsal bir yaklaşımdı bu.

Kopernikçiliğe karşı itirazlarda herhangi bir dini öge görmek istiyorsak Papalığa danışmanlık yapan ve yetenekli bir astronom olan Floransalı Dominikan keşiş Giovanni Maria Tolosani’ye (~1470 – 1549) dönmeliyiz. Tolosani, 1544 dolaylarında tamamladığı On the Truth of Sacred Scripture adlı büyük bir eser kaleme almıştı. Daha sonrasında bunu, bir tanesinin de Kopernik üzerine olduğu çeşitli konularla alakalı 12 ilave dizisine dahil etti. Tolosani, Thomas Aquinas geleneğinden son derece Aristotelesçi bir isimdi ve tam olarak Kopernik’in teorisini reddedeceklerinden şüphelendiği “Peripatetik” türdendi. Nitekim tam da bir Thomist’ten bekleyeceğimiz üzere bilimsel ve teolojik sebeplerin bir kombinasyonuyla reddetti gerçekten:

[Kopernik] aptalca bir eforla bilhassa insan aklına zıt ve aynı zamanda kutsal kitaba aykırı olduğu için uzun zaman önce yok edilen zayıf Pisagorcu görüşü ihya etmeye çalıştı. Bu durumdan hareketle Katolik kutsal yazı yorumcuları ve bu yanlış görüşe inatla yanaşmak isteyecek kişiler arasında rahatlıkla bir anlaşmazlık çıkabilir.

Reddiye için burada verilen ikili sebep (teorinin “akla zıt olması ve aynı zamanda kutsal kitaba aykırı olması”) Galileo’nun 90 yıl sonraki aldığı reddiyenin temelini oluşturacaktı. Bir astronom olarak Tolosani’nin itirazları da alakalı İncil metinlerinin geleneksel yorumlarının savunusuna ve Aristotelesçi fizik bilgisine dayanıyordu. Matematiksel bir disiplin olarak astronominin, fiziğin ve teolojinin daha yüksek ve daha “asil” disiplinlerine tabi olması gerektiğini savunuyordu (“Düşük bilimler üstleri tarafından tasdiklenmiş ilkeleri alır”) ve Kopernik’in teorisi hem fizik hem de teoloji nezdinde kilit noktalarda çeliştiği için ve Kopernik’i “fizik ve mantık bilimlerinde epey eksik” bulduğu için Kopernik’i reddediyordu.

Sonuç olarak sırf İncil’le çelişiyor diye Kopernik’i reddeden bir vaiz yok ortada. Doğa felsefesi ve teolojinin sentezi ve bu sentezi destekleyen geleneğin ağırlığı, “düşük” bir disiplini kullanıp teorisiyle alakalı fiziki problemlerle yeterince yüzleşmeyen yalın bir mathematicus ile bunların altüst edilemeyeceği düşüncesini aşılıyordu Tolosani’ye. İlginçtir, Tolosani aynı zamanda şöyle diyordu: “Kutsal ve Apostolik Sarayın üstadı[Skolastik bilgin Bartelomeo Spina], bu kitabı kınamayı planlıyordu ama önce hastalığın, sonra da ölümün mani olmasıyla bu muradına eremedi”. İşte karşınızda Kopernik’in beklediği “Perpatetiklerin” tepkisi. Lakin burada göze çarpan şey bunun ne kadar sessiz olduğu. Şurası bariz ki Spina’nın tekzibinin ne kadar bir etki yaratacağını bilemeyiz ama Tolosani’nin eserinin etkisi çok azdı. Kitapçığı hiçbir zaman yayımlanmadı ve yalnızca el yazması formunda tarikatının arşivlerinde kayboldu. Yakınları Floransa Dominikanları tarafından okunduğuna dair bazı kanıtlar var. 20 Aralık 1614’te vaazıyla Galileo’ya saldırarak tüm Galileo Meselesini başlatan Dominikan vaiz Tommaso Caccini’yi de etkilemiş olabilir. Fakat bu yayınlanmamış kitapçığın haricinde kayda değer herhangi bir dini temele sahip herhangi bir De revolutionibus eleştirisine dair çok az gösterge var.

“Kimsenin Okumadığı Kitap”

1543’ten 1600 civarına kadarki dönemin çoğunda De revolutionibus’a gelen tepkiler iki taraflıydı. Bir taraftan, astronomların ezici çoğunluğu Kopernik’in modelini fiziki bir sistem olarak kabul etmiyordu, çünkü bilimsel itirazlar Aristoteles fiziği temelliydi. Diğer taraftansa, matematiksel inceliği takdir ediliyordu ve Batlamyus’un modelinden daha isabetli olmasa da bazı hesaplamalar için daha kullanışlıydı. 1551’de Erasmus Reinhold; Kopernik’in hesaplamalarını astronomların, astrologların ve denizcilerin 300 yıldır kullandıkları eski Alfonsin Tabloları’nın yerini doldurması için hazırlanan ve yeni bir efemeris dizisi olan Prutenik Tabloları’na temel olarak kullanmıştı. Bu yıldız tabletleri, çeşitli göksel kütlelerin haftalık, günlük ve saatlik pozisyonlarını ortaya koyan hayli pratik araçlardı ama Alfonsin Tabloları’nın hatalılığı uzun zamandır biliniyordu ve Reinhold’un yeni tablolarının daha iyi olacağı umuluyordu. Oysa olayın hiç de böyle olmadığı ortaya çıktı: Bazı yönlerden yeni tablolar seleflerinden iyiyken diğer yönlerden aynıydı ve bazı yönlerden daha kötüydü. Buna rağmen Prutenik Tablolar geniş çapta benimsendi ve en sonunda bugün hala kullanılan Gregoryen Takviminin tesis edilmesiyle 1582’de Papa XIII. Gregory’nin takvim reformunun temelini oluşturdu.

Prutenik Tabloların kullanımı Kopernik’in teorisinin tanınırlığını arttırdı ama modelinin benimsenmesi, matematiksel bir hesaplama aracı olmaktan pek de öteye gidemedi. Reinhold’un ta kendisi Kopernikçi teoriyi fiziki temellerde reddetti ve Kopernik’in hesaplamalarını geri yermerkezci modele çevirdi. Yeni tabloların da kayda değer bir doğruluk farkı yaratmaması teorinin toptan benimsenmesine engel olmuş olsa gerek. Bütünüyle düşünürsek De revolutionibus’a gelen bilimsel tepki teorinin muhteşem matematik ama kötü fizikten oluştuğu yönündeydi. 1578’de yazan Paris’teki College Royal’den Pierre de la Ramee, Prutenik Tabloları takdirle karşılamıştı ama Kopernik’in “beyhude ve biçimsiz” teorisine ikna olmamıştı:

Keşke Kopernik astronominin kalkınmasına hipotezler olmadan değinmiş olsaydı! Aslında, göksel kütlelerin hakikatiyle uyumlu bir şekilde bir astronominin izini sürmek Dünya’yı hareket [ettirip] hareket eden Dünya’dan hareketsiz yıldızlara bakmaya zorlanıp onlar hakkında spekülasyon üretmek gibi devasa bir çabadan çok daha kolay olabilirdi.(Scholae mathematicae, II.47)

1539’da Thomas Hill, The School of Skill adlı eseri yayınladı. Bu eserde Kopernik’in modeli huşunda benimsenmiş bilimsel itirazları sıralayıp Kutsal Kitap temelli itirazlara oldukça kısa bir şekilde, bir nevi ilave olarak değiniyordu. 1600 dolaylarından önceki bilginler nezdinde Kopernikçilikle alakalı meseleler en temelinde dini değil, bilimseldi. Harvard bilim tarihçisi Owen Gingerich, De revolutionibus’un ilk iki basımının günümüze intikal eden kopyalarını (toplamda 601 kopya) 30 yıl gibi uzun bir süre boyunca analize tabi tuttu ve ilginç bir şey keşfetti. The Book Nobody Read: Chasing the Revolutions of Nicolaus Copernicus’ta (2004) Gingerich, incelediği basımlardaki el yazması notları ve kenar yorumları analiz ediyor ve kitabın matematiksel bölümlerine genelde ağırlıkla şerh düşülürken teorisini fiziki gerçeklik olarak savunduğu bölümlere genelde şerh düşülmediğini tespit ediyor. Bu misal döneminin mutabakatını yansıtıyor gibi görünüyor: matematiksel olarak kullanışlı ama fiziki model olarak yetersiz olduğu mutabakatı. (Belki de The Book that Was Inconsistently Annotated [Tutarsızca Şerh Düşülen Kitap] daha doğru bir başlık olabilirdi, tabii o zaman da buna razı olacak bir yayıncı bulmak zorlaşırdı).

Bu durum, Galileo Davası’ndan önce aslen birkaç bilginin Kopernik’in teorisini benimseyişi kanıtıyla da uyuşuyor. Robert S. Westman’ın 1514’ten 1600’e kadarki yazıları araştırdığında bu dönem içinde Kopernikçiliği hesaplama aracı dışında kabul eden sadece 11 yazarla karşılaştı: İngiltere’den Thomas Digges ve Thomas Hariot; İtalya’dan Giordano Bruno ve Galileo Galilei; İspanya’dan Diego de Zuniga; Belçika-Hollanda coğrafyasından Simon Stevin; ve Almanya’dan Georg Joachim Rheticus, Michael Maestlin, Christoph Rothmann (sonradan fikrini değiştirmiş görünüyor gerçi) ve Johannes Kepler (bknz. Robert S. Westman, “The Astronomer’s Role in the Sixteenth Century: A Preliminary Study,” History of Science, 18 (1980): 105-147, s. 106). Pietro Daniel Omodeo’nun Kopernik’in nasıl karşılandığıyla alakalı araştırması Copernicus in the Cultural Debates of the Renaissance: Reception, Legacy, Transformation (2014) da hemen hemen aynı sonuca varıyor, ek olarak İngiliz bilgin John Feild’ın da son listeye eklenebileceğini savunuyor. Eğer tarihi, Galileo’nun Roma Engizisyonuyla ilk karşılaşmasının arifesine, 1616’ya getirirsek William Lower ve Paolo Foscarini’yi de ekleyebiliriz. Bu bize Engizisyon Kopernikçiliğin “felsefi olarak absürt” olduğu sonucuna vardığı zaman, Avrupalı astronom ve fizikçilerin ezici bir çoğunluğunun Kopernikçiliğin tarafında olduğunu gösteriyor. Başka bir deyişle Galileo Meselesinin salt “bilime karşı din” vakası olduğu mitinin aksine Kilise bilimsel mutabakatı destekliyordu. Christopher Graney’nin nefis eseri etting Aside All Authority: Giovanni Battista Riccioli and the Science against Copernicus in the Age of Galileo (2015) da Galileo’dan bir nesil sonra bile günmerkezliliğe karşı bilimsel kanıtın ne kadar güçlü olduğunu ve Newton’ın Principia Mathematica (1687) eserinden sonrasına kadar bilim mutabakatının neden değişmediğini açıklıyor. Buna rağmen birçok kişi, Kilise’nin Galileo ve günmerkezlilik muhalefetinin en temelde bu açık bilimsel mutabakata dayandığı gerçeğine tüm gayretleriyle direnmeye halen devam ediyor.

Mitler kolay kolay ölmez tabii ki de, hele cahillik ve taraflılığın bir kombinasyonuyla ittiriliyorsa. Kopernik’in dini zulümden korkup bunun sonucu olarak kitabının yayımını ertelediği miti saçmalıktan ibaret. Kendisi Batlamyusçu ve Aristotelesçi ortodoksiyi halihazırda sorgulayan ve astronomiye daha güzel, daha isabetli gidecek matematiksel bir temel arayan geç dönem Ortaçağ/erken dönem modern kültürün bir parçasıydı. Teorilerini gizli tutmamıştı ve eseri hususunda birkaç piskopos, üç kardinal ve Papa gibi önde gelen Kilise adamlarınca çokça teşvik edilip desteklenmişti. Tereddüdü Aristotelesçi skolastiklerin kendi tezini öncelikle fiziki temellerde reddedeceğine dair haklı algısından geliyordu. Tabii kendilerinin teoloji ve fizik sentezi de tetikleyici olacaktı. En nihayetinde eserini yayınladığındaysa dini itirazlar azdı ve on yedinci yüzyıldaki keşifler mutabakatı yavaşça günmerkezlilik lehine çevirene kadar bilimsel itirazlar daha ağır basacaktı.


Tim O’Neill-THE GREAT MYTHS 6: COPERNICUS’ DEATHBED PUBLICATION“, Erişim Tarihi: 14.03.2021)

Çevirmen: Mert Mirza

Çeviri Editörü: Berk Celayir

Büyük Mitler Yazı Dizisi

Büyük Mitler 1: Ortaçağ’da Düz Dünya – Tim O’Neill
Büyük Mitler 2: Noel, Mithras ve Paganlık – Tim O’Neill
Büyük Mitler 3: Bilim Şehidi Giordano Bruno – Tim O’Neill
Büyük Mitler 4: Konstantin, İznik ve İncil – Tim O’Neill
Büyük Mitler 5: Büyük İskenderiye Kütüphanesi’nin Yıkılışı – Tim O’Neill

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Gottlob Frege: Dil – Dorothea Lotter (Internet Encyclopedia of Philosophy)

Sonraki Gönderi

Analitik Felsefeye Karşı Kıta Felsefesi – Kile Jones

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü