Kadın Bir Halk Elçisi: Ivy Litvinov’un Unutulmuş Diplomasisi – Brigid O’Keeffe

//
1041 Okunma
Okunma süresi: 19 Dakika

1941’in sonlarında,  Amerikan gazetelerinin sosyete sayfaları, Washington DC’ de iktidardaki en yeni çiftin ışığı ile kaplanmıştı: Maksim ve Ivy Litvinov. Stalin’in 1930’lardaki dış ilişkiler halk komiseri olan Maksim Litvinov,  Amerikalılar tarafından, Sovyetler birliğinin resmen tanınmasını sağlayan yola kaldırım döşeyen nazik bir eski Bolşevik olarak biliniyordu.  Şimdiyse O,  Sovyetler’ in savaş dönemindeki büyükelçisi olarak DC’ ye geri dönmüştü.  Bu sefer, Britanya doğumlu eşi Ivy’ de onun yanındaydı. Maksim, eski olan kirli bir takım giymiş olarak geldi.  Muhabirler, Ivy’nin elbisesinin bu eski ve pasaklı görüntüsüne karşı şaşırdılar.  Amerikalıların gözünde, çiftin eski kıyafetleri, savaşa girmiş Sovyetler birliğinin karşılaştığı zorlukları temsil ediyordu.  Doğu yakasının sosyetesinin renkli simaları ve siyasal ağırlığı olan kişileri, Litvinovları, aynı anda hayal bile edilemeyen ve tercüme edilmeye ihtiyaç duyan bir Sovyet gerçekliğinin “egzotik” temsilcileri olarak hevesle karşıladı. Çift,  “Protestanların, ibadetlerini yaptıktan sonra sunağın kapısının önünde kar tanelerine benzer şekilde yığıldığı gibi” bir gecede ünlü oldu.

Amerikalıların ilgi odağı,  Sovyet büyükelçisinin karısı olarak resmi olmayan diplomatik rolüyle parlamaya hazır olan Ivy Litvinov üzerindeydi. Sadece Ivy’nin sağlayabileceği türden bir konuşma için SSCB’ye gelen yabancı ziyaretçiler için bir karşılama odası olarak hizmet verdiği Moskova’daki dairesinde, bu an için yirmi yıldır hazırlık yapıyordu.  Batıda bilindiği ismiyle Madame Litvinoff,  Sovyet başkentinde benzersiz ve güvencesiz bir pozisyona gelmişti. Sovyetler Birliği hükümetinin gölgesinde,   anadili İngilizce olan ziyaretçileri (ABD, İngiltere, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda), kendi anadillerinde hararetli bir sohbet gerçekleştirebilmeleri ve çay içebilmeleri için masasına davet ediyordu.  Madam Litvinoff, gelen ziyaretçilerle kendi dillerinde akıcı bir şekilde konuşabildiği için, Sovyet diplomasinde kesinlikle çok büyük bir rol üstleniyordu.  Bekleme odasına genellikle kültür şoku geçirmiş bir şekilde gelen, SSCB’nin ana dili İngilizce olan konuklarına sohbet kolaylığı, empati ve zekice verilmiş cevaplar sağlıyordu.

Birleşik devletlerde, hem Sovyetler Birliği’ne gelen ziyaretçileri İngilizcesiyle karşılayan rolüne yeniden başlamaya hem de Amerikan kapitalizminin topraklarında, Hollywood tarzı bir ünlü gibi kendisinin tam potansiyelinin peşinden gitmeye hazırdı.    Madam Litvinoff ismini, herkesçe bilinen bir isim yapmayı amaçlıyordu. Maxim büyükelçilik görevlerini yerini getirirken,  Ivy şehir içerisinde hareket ediyordu. Gittiği her yerde manşetlere çıkarak, ABD’yi gezdi. Kendine özgü bir halk büyükelçisiydi; Sovyetler Birliği adına İngilizce konuşuyor olabilirdi ama bunu her zaman, kendine özgü bir sesle yapıyordu.

Amerikalılar onu çoktan unuttu ama Litvinov bugün hâlâ bize,  kadınlar ve hükümet, dil ve diplomasi ve önde gelen politikacıların eşlerinin dünya sahnesinde kendilerini göstermek için buldukları yaratıcı yollar hakkında anlamlı şeyler söylüyor.   Madam Litvinoff, kendine özgü olan İngiliz aksanı sayesinde, Sovyetler Birliği ile Sovyetler Birliği’nin Anglosfer (İngilizcenin resmi dil olduğu ülkeler için artık bu tabiri kullanacağım) ülkelerdeki sevenleri ve sevmeyenleri arasında daha iyi ilişkiler geliştirdi. Onu tanımlamakta yetersiz olan şekliyle “Maksim’in İngiltere doğumlu eşi”  Ivy ve onun değeri bilinmemiş “kadın emekleri”, tarihin ilgi odağı olmayı hak ediyorlar.

Ivy ve Maksim’in aşk ilişkisi başından beri beklenmedikti.  İkisi, 1915’te Londra’da tanışmıştı. Ivy Low, ilk iki romanını yakınlarda yayımlamış ve edebiyat kariyeri için büyük tutkular besleyen modern bir genç kadındı. Maksim Litvinov ise, Çarlık Rusya İmparatorluğu tarafından sürgün edilmiş orta yaşlarında bir Rus Bolşevik’ti.  İngilizceyi acemice ve kaba bir aksanla konuşuyordu.   Ivy  daha sonra o dönemdeki Maksim’i, bol gelen giysilerinin ceplerinden kağıtları körü körüne dökülen, dalgın bir entelektüel olarak hatırlayacaktı.  Maksim, arkadaşlarıyla Marksist teoriyi tartışırken, Ivy kabul ettiği “küçük burjuva” bakış açısının hatalı olduğunu kabul etmedi ve onu Jane Austen’in romanını okumaya davet etti.  Maksim ise ona, George Bernand Shaw’ın “The Intelligent Woman’s Guide to Socialism and Capitalism (1928) [Zeki Kadının Sosyalizm ve Kapitalizm rehberi]” adlı bir kitabı verdi ve ‘kendisinin kitap hakkında çok şey bilmediğini ama onun çok daha az bildiğini’ ekledi.  Ivy ve Maksim, İngiltere’nin Kırsal bölgelerini gezdiler, birbirlerine âşık oldular ve 1916’da evlendiler.

Evlilik yeminini etmeden önce Maksim, Ivy’ye “eğer devrimin sesi beni çağırırsa, bu senden ayrılmak anlamına gelse bile, ben onu takip edeceğim.”  Ivy için Rusya’da sosyalist devrim, Maksim’in ondan ayrılacağı ihtimali kadar hayal edilemezdi. Ivy, Maksim’i nereye giderse gitsin takip edeceğine yemin etti.

Rus devriminin gerçekleştiği yıl olan 1917’de,  Ivy kendini bir kızıl romantizm içinde buldu.  Ivy, genişleyen aileleriyle ilgilenirken [bir oğlu bir de kızları vardı], Maksim anavatandaki sosyalist devrimle ilgileniyordu.   Çiftin birbirlerine verdikleri söz şimdi Ivy’nin kulaklarında yankılanıyordu.  1918 sonlarında Maksim, Londra’dan Moskova’ya Britanya hükümeti ve yeni Bolşevik rejimi arasındaki esir değişimi anlaşması uyarınca geri gönderildi.

Ivy ve küçük çocukları ise ona 1923’te Moskova’da katıldı. Ivy, kendisini Sovyetler Birliği’ne ait hissetmiyordu ve Bolşeviklerin devrim temposuna kendisini uyumsuz hissediyordu. Sadece birkaç kelime Rusça konuşabiliyordu ve kocasının kendini adadığı sosyalist devrimi anlamaya artık daha da az önem veriyordu. İngiliz artist Clare Sheridan, Ivy ile tanıştıktan sonra onun hakkında şaşkınlıkla onun, “çok politik ya da devrimci gözükmediğini” belirtti.

Ivy Litvinov, Sovyetler Birliği’nin ilk dönemlerinde, orada kalan yabancılar arasında ayan beyan ortadaydı ve o bunu biliyordu. O, pişmanlık duymayan bir burjuvaydı ve Sovyetler Birliği’ne kafasındaki tek bir amaçla, yani ailesini bir arada tutmak için gelmişti.  Kocasının kendisini adadığı sosyalist devrimle ne ilgilenmiş ne de kabul etmişti. Sosyalizmin inşasına yardımcı olmak ve dünya çapında proleter devrimi ateşlemek amacıyla iki dünya savaşı arasındaki dönemde Sovyetler Birliği’ne seyahat eden binlerce coşkulu yabancı Solcu ile paylaştığı çok az ortak noktası vardı. 20. yüzyılın sosyalist devriminin kutsal sayılan yeri olan Moskova, proleterlerin elleriyle inşa edilecek daha iyi bir dünyanın kırmızı bir işaretçisi olarak parlıyordu. Batı Avrupa, Kuzey ve Güney Amerika, Asya ve Orta Doğu’dan sosyalistler, Bolşevizm’in kozmopolit karargâhına, devrimci hayalleri ve onlara rehberlik etmeyi vaat eden Sovyet yıldızına tutturdukları bireysel umutlarla beraber, gittiler.

Birçok kadın ve erkek, Sovyetler Birliği’ne bu yıllarda kesintisiz devam eden devrimin sonuçlarını görmek için gitti. Bazıları kurye, daktilo, çevirmen ve Komünist enternasyonalin ajanı olarak çalıştı. Diğerleri de Sovyet fabrikalarında ya da kendi kolektif çiftliklerinde çalıştı. Bazıları Sovyet vatandaşlarıyla evlendi ve aileler kurdu. Eski dünyalarını arkada bırakarak, kendilerine Sovyetler Birliği’nde yeni yaşamlar kurdular.

1920’lerde ve 30’larda, devrimi kendi gözleriyle görmek birçok turist, Sovyet topraklarına gelmişti.  Bu yıllarda SSCB’ye seyahat eden binlerce yabancı turist arasında, bir gün kendilerinin de olmasını umdukları kahramanca bir geleceğe bir göz atmak isteyen yol arkadaşları da vardı. Buna ek olarak, konu hakkında şüpheci davranan birçok kişi de Sovyetler Birliği’ne gitti, onları ideolojik olarak püskürten ve korkutan bir devrime ilk elden tanık olmak istediler. İş adamları, yazarlar, sanatçılar, film yapımcıları, işçiler ve kültürel eleştirmenler, yani hayatın her kesiminden insanlar bu yıllarda sosyalist geleceğin ülkesine turist olarak Moskova ve Leningrad’a geldi.

Ivy Litvinov, Sovyetler Birliği’nin ilk dönemlerinde yolunu bulmaya çalışan birçok yabancıdan biriydi. Yine de onunki, SSCB’de göçmen yaşamının sadece tekil bir deneyimiydi. Londra’da yeni evli biri olarak, kocasının 1930’larda dünyanın ilk işçi devletinin en iyi diplomatı olarak ortaya çıkacağını pek tahmin edemezdi. Ivy’nin özel yazıları, bir zamanlar bu beklenmedik Sovyet yaşamına sürüklendiğinde hissettiği derin yalnızlığı ortaya koyuyordu. Ama yine de, kısa sürede kendisini bir Sovyet Dış İşleri Halk Komiserinin eşi rolünde buldu.

1920’lerin sonlarında ve 30’ların sonlarında Sovyetler Birliği’ni ziyaret eden Anglofhone’lu herhangi bir saygın, ünlü, sanatçı veya gazeteci için Madame Litvinoff ile çay içmek zorunlu bir gelenek olmuştu artık. Ivy’nin karizmatik kişiliği Anglofon konuklarının çoğunu kendi başına büyülemek için yeterli olsa da, Sovyetler topraklarında anadili İngilizce olan bir arkadaşın evine girip özgürce konuşmanın beklenmedik sevincini küçümsemek de mümkün değildi. Herhangi bir baskı ya da yapaylık yoktu. Yabancılar, kendilerini vatan topraklarında gibi hissediyorlardı. Ivy, onları gündelik bir konuşma ile sakinleştiriyor ve onlara, Rusça sözcüklerin başlarının üzerinde uçuştuğu Sovyet şirketlerinde tipik olarak hissettikleri şaşkınlık ve yabancılaşmadan kurtulmalarına yardımcı oluyordu.

Rus hükümeti, Litvinoff’a, İngilizcesini Sovyetler Birliği’nin önde gelen Anglofon ziyaretçileriyle olan ilişkisini geliştirmek için kullanması konusunda güveniyordu.  1933 senesinde Amerikalı komedyen Harpo Marks,  Sovyetleri eğlendirmek için Moskova’ya geldi.   Onun gezisi, Maksim Litvinov ve Franklin Delano Rosvelt’in aracılık ettiği müzakere olan ve Amerika’nın Sovyetler Birliği’ni tanımasını geç kaldığı duyuru ile çakıştı. Ancak Moskova’da Harpo Marks, bariz bir kültür şoku yaşamıştı. İngilizce konuşan Sovyet rehberinin espri anlayışı yoktu ve kısa ve öz konuşuyordu. Yemek berbattı. Komedyenin Sovyetlerle konuşma çabası boşa gitmişti. Kimse onun şakalarına gülmüyordu. Marks, daha sonra bu anlarla ilgili şöyle söyleyecekti: “Ruslar beni anlamıyor ve ben de onları anlamıyorum.” Hüsrana uğramış, yurt özlemi çekmiş ve sinirli bir şekilde turunu iptal ettiğini açıkladı.  Bavullarını toplamaya başlamışken telefonu çaldı ve telefonda onunla İngilizce konuşan yumuşak bir ses duydu – sonunda anlayabileceği bir dili konuşan birisiydi. Arayan kişi, Ivy Litvinov’du ve onun bu olumsuz duygularını ve endişelerini gidermeye ve onun bu iyi niyet turunu kurtarmaya çalışıyordu. Marks onu dinlemiş ve sakinleşmişti. Sovyet Birliği’ndeki turu artık o kadar umutsuz gözükmemeye başlamıştı. Rusya’ya karşı izleniminin birdenbire değiştiğini ve Rusya’nın artık gri görünmediğini söyledi. Turun geri kalanında, şovuna gülen coşkulu Sovyet kalabalıkları tarafından sevgiyle karşılandı. Yolculuğunun sonunda, ABD’ye beklenmedik bir dönüş yapmak istediği için kendini aptal hissetti.

Emlen Evers, 1937’de babası Joseph Davies, ABD’nin Sovyetler Birliği Büyükelçisi görevini üstlendiği için, onunla birlikte Moskova’ya gittiğinde henüz 20 yaşındaydı. Oraya gittiğinde Rusça bilmiyordu ve kısa süre içerisinde, Moskova’daki Amerikan elçiliği binasında yaşayan bir genç olarak ne kadar yalnız olabileceğiyle yüzleşti. Ivy ile Litvinov’un karşılama odasındaki ilk karşılaşmalarına dair şunları yazdı:

İngiliz İngilizcesi konuşuncaya ve birisi onun İngiltere’de doğduğunu hatırlatana kadar tipik bir Rus gibi gözüküyor… O çok zarif ve insanı hemencecik rahat hissettiriyor.

Zaman içerisinde beraber içtikleri çaylar, Evers’i İvy’e daha da sevdirdi. Günlüğüne, “İngilizce konuşabilmenin çok hoş” olduğunu yazdı. Annesine yazdığı mektupta Evers, Türk elçiliğindeki yorucu konuşmalarla ilgili olarak, bir tercüman yardımıyla konuşmayı sürdürebildiğini yazmıştı.  Evers içini çekerek şöyle düşündü: “Üzerinden yarım saat geçtikten sonra hiçbir şey söylenecek kadar önemli gözükmüyordu.” Amerikan büyükelçisinin kızı olarak Moskova’da toplumsal yükümlüleri yerine getirmek onun için Ivy Litvinov ile çok daha kolay ve daha keyifliydi. Annesine bunu şöyle açıkladı.

O İngiltere doğumluydu ve bu yüzden de dil artık bir problem değildi.

Ivy, Dış İşleri Komiserliği (Bakanlığı) adına yerine getirdiği görevini –yabancıları karşılama- isteksiz bir şekilde yapsa da, bulunduğu konumdan açıkça faydalanmayı ihmal etmiyordu. Hatta bazı sırnaşık yabancı ziyaretçiler, SSCB’de kolayca bulunmayan ve arzu edilen bazı şeyleri hediye olarak getirip ona veriyorlardı. 1934’te Vanity Fair, Ivy Litvinov’u “yeni bir rejim yüzünden kafası karışmış birçok Amerikalıyla arkadaş olan” Sovyetler Birliği’nin resmi olmayan ‘konuk eden kadını’ olarak şereflendirerek kutladı. Ivy’nin Anglofon sanatçıları, entelektüelleri ve ileri gelenleri için Sovyet ‘karşılayanı’ olarak rolü, ona kendi başına kozmopolit bir entelektüel olarak, yani küresel sanat camiasında filizlenen bir ünlü olarak kendisini tanıtma şansı verdi.  Bu, Sovyetler Birliği’nde beklenmedik bir şekilde mahsur kalmış bir İngiliz yazar olarak konumlandırmasını mümkün kıldı. Ivy, konumunun getirilerini benimsedi ve iki dünya savaşı arasındaki yılların çok uluslu sanat sahnesinde bundan faydalanmaya çalıştı.

Mayıs 1932’de Ivy, Amerika’da hiç tanışmadığı ancak yakın zamanda kitabını bitirdiği Amerikalı medya patronu Mabel Dodge Luhan’a yazdı. Ivy ona kendi şiirlerinden bir tanesini gönderdi ve bu mektupta, kendi edebi ilgi alanlarını tartışmak için ziyaret etmenin ne kadar imkânsız olduğunu da ekledi. Bu mektupta, “Ben de İngiliz’im,” diye açıkladı Ivy, “ama kocam ve ailem Rus. Gelip seni göremiyorum; keşke yapabilseydim, ama vizeler, siyaset ve parasızlık yüzünden mümkün olamayacağımı düşünüyorum. Rusya’da kalmalıyım ve burada kalmak hoşuma gidiyor.” Bu mektubun sonunda Ivy, Luhan’ı Sovyetlere bir ziyareti gözden geçirmesi için istekte bulundu.

Ivy yurtdışına seyahat etme ihtimalinin azalması konusunda 1932’de zaten umutsuz hissediyor olsa bile, buraya geldiğinden beri geride kalan on yıl, her yıl geçtikçe yalnızca daha büyük endişeler getiriyordu. 1934 yılından sonraysa, İngiltere’ye evine gitmesine artık izin verilmiyordu. 1930’lu yılların ortalarında, Stalinci yabancı düşmanlığı, acımasız bulutlar gibi Moskova’nın üzerinden geçiyordu. Stalin’in terörü sırasında, özellikle de Maksim’in 1939’da dışişleri komiserliği görevinden alınmasının ardından, Litvinovlar korkunç bir korku içinde kaldılar. Her şey bittiğinde Maksim ve Ivy, tutuklanmadan veya idam edilmeden 1930 sonlarını gördükleri için herkesten daha şaşkındılar.  Bazıları, bu korkunç yıllarda Maksim’in Eski Bolşevik yoldaşlarının ve ailelerinin uğradıkları kaderden onları kurtaran şeyin çiftin uluslararası üne sahip olabileceğini tahmin etti.

Sovyetlerin bu en karanlık dönemlerinde, yeni bir yaşam ve yeni olanaklar Litvinovları çağırmıştı. Apokaliptik Nazi İstilası sonrası Sovyetler Birliği ve dünya için umutsuz bir anda ihtiyaç duyulan gerekli bir müttefik için 1941’de Stalin, Maksim’i ABD’nin büyükelçisi olarak tayin etti. Maksim, özellikle de kaba Rus aksanının neşeli İngilizce diliyle birleşmesinden dolayı, Amerikaların daha öncesinde kendisini sevmesini sağlamıştı. Umutlu olarak Maksim ve Ivy, Amerika topraklarına Pearl Harbol saldırısının şafağında vardılar. Sovyetler birliği ve Birleşik devletler ihtiyatlı bir şekilde birbirlerine yan gözle bakıyorlardı, fakat kolay olmayan savaş dönemi ittifakına birlikte girdiler.

Litvinovlar, Amerika’ya vardıkları zaman hemen bu anlaşmayı desteklediler. Life dergisinin Şubat 1942’de bildirdiği gibi, Litvinonlar’a, Joseph Davies ve varisi olan eşi Marjorie Merriweather Post tarafından “Şampanya, müzik ve tantanayla” cömert bir karşılama daveti verildi. Efsane olacak bu gala gecesindeki partiye katılmak isteyen kişiler trafiği alt üst etmişti. Bir Amerikalı muhabir, “Muhtemelen hiçbir yabancı büyükelçinin bu kadar muhteşem bir şekilde karşılanmadığını” söyleyerek “Her şey çok cazip ve neşeliydi,” diye yazdı. Maksim ve Ivy, Amerikalı politik simsalar ve sosyalistler ile görüşürlerken kendilerini rahat hissediyorlardı ve parti tüm şehre konuşmalarını sağlamıştı.  Ivy sadece kısa bir süre, röportajlar ve fotoğraf çekimleri için oturmuştu, bu sıradaysa yazarlar ve cemiyetin önde gelen isimler yanına gelip ona görünüyorlardı. Onun adı,  Rus savaş mağdurları için toplanan bağış etkinliklerinde en üst sıradaydı.  Amerikalılar ona hayranlıklarını dile getirdiği mesajlar gönderiyordu.

1942’de New York Times, Maksim’in “Sovyet Rusya ve ABD’yi konuşma masasına koyarak barış şartlarını yerine getirmesinden sorumlu kişi” olduğunu ve Ivy’nin de bu sırada “arkadaşlar kazandığını ve birçok insanı etkilediğini” iddia etti. Washington DC’ deki Sovyet büyükelçiliğini dönüştüren ve hem “muhteşem” hem rahat hale getiren, “arkadaş canlısı, zeki bir kadın” olarak şereflendirildi. Gösterişten uzak birisi olduğu için takdir edildi.  Ivy, Washington sahnesine bir halk elçisi olarak ortaya çıktı. Sovyet hayatı hakkında açıkça konuşabilen ve gerçeklerini Amerikan halkına tercüme edebilen güvenilir bir sesti.  Kıvrak zekâsı ve abuk sabuk olmayan şakaları ile Amerikalılara hitap ediyordu.  Kocası gibi bir Bolşevik değil, Madam Litvinoff’du – küstah ama başarılı, melodik İngiliz İngilizcesi ile dürüst fikirleri dilinden yuvarlanan bir kişilikti. Amerikan hayatına karşı hoş olmayan eleştirilerde bulunsa bile, “adil bir soruya doğrudan, dürüst bir şekilde cevap verebilen bir kadın” olarak anılıyordu.

Ivy, örneğin Amerikan ırkçılığı hakkında açıkça konuşuyor ve Sovyetler Birliği’nin Amerikalılara “ırksal problemlerin başarılı bir çözümü” için eğitici bir örnek sunduğunu belirtiyordu. Moskova’da yaptığı bir konuşmada, “Sovyet Birliği’nde hiçbir ayrı bölgenin ve ayrılmış okulların olmadığı, bazı eğlence mekânlarına bazı ırkların kesinlikle giremediği fikrinin orada kabul edilemez olduğunu” söyledi. Çocuklarının, çok ırklı Sovyetler Birliği’nin çeşitliliğini temsil eden sınıf arkadaşlarıyla mutlu bir şekilde oynadıklarını belirtti. “ABD’deki ırksal azınlıkların henüz Sovyetlerdeki ırksal azınlıkların tadını çıkardığı adil muameleyi kazandıklarını hissedemiyorum,“ diye ekleme yaptı.  Ivy, Amerikalılarla ortak dillerinde konuşmuş olabilirdi, fakat onlara ne duymak istiyorlarsa onu söylemeyecekti.

Bununla birlikte, Ivy Litvinov’un itiraf ettiği “burjuva” zihniyetinin kendini gösterişli bir şekilde ortaya çıkardığı zamanlar da oldu. ABD’deki yaşama düşkünlüğü belli oluyordu. Manhattan’da gösterişli bir öğle yemeği yedi.  Kaliforniya’ya Warner Bros’un desteğiyle gitti ve Moskova’nın Gizemleri romanının yayın haklarını almak için film yapımcılarıyla görüştü. Gösterişli bir Hollywood restoranında, o ve Harpo Marks, Stalingrad’daki Sovyet zaferinin şerefine şampanya içti.

Ivy’nin Amerikan rüyası kısa bir süre sonra paramparça oldu. Ağustos 1943’te Moskova, Maksim’in ABD büyükelçiliği görevinden alındığını bildirdi. Maksim Sovyetlere geri dönmesine rağmen, Ivy kendi vedasını yapmak için birkaç ay daha Amerika’da kaldı. 1943 Kasımında ABD’den ayrıldığı zaman gazetecilere ailesine teslim etmek istediği Amerikan tüketim malzemelerinin listesini teslim etti:  vitaminler, sigaralar, kitaplar ve torunu için oyuncak Amerikan tankı.  Diplomatik ilişkileri tartışmak için üzerine baskı yapıldığında Ivy, “Bence Amerika ve Rusya’nın zaman geçtikçe daha da yakınlaşması gerektiğini düşünüyorum,” diye söyledi.  ABD veya onun “siyasi felsefesi” hakkında bir şey özleyip özlemeyeceği sorulduğundaysa, Ivy “tüketim mallarını” özleyeceğini söyledi.

Ivy’nin ABD’deki hayatına veda etmekten duyduğu üzüntüyü gizlemek zordu. Sovyetler Birliği’ne dönerken, Rus Hükümetinin gölgesinde yaşayan garip bir şekilde konumlanmış bir Sovyet yabancısı olarak on yıllardır bildiği belli bir yalnızlığa geri dönüyordu. Amerikan mallarından daha fazlasını özleyecekti. Yakın bir arkadaşına yazdığı bir mektupta, ABD’den yaklaşan ayrılışına dair umutsuzca şöyle yazdı: “Benim için, İngilizce konuşmanın, İngilizce kitapların, İngilizce yazmanın hayatının sonu.”

Gitme zamanı yakınlaştıkça, Ivy’nin ABD’den ayrılmasının üzüntüsü daha da derinleşti. Washington DC’ de yaşarken, o ve Maksim ABD’ye sığınmayı düşünmüşlerdi, fakat Sovyetleri terk etmek, torunlarını ve çocuklarını terk etmek anlamına da geliyordu. Bu imkânsız seçimle karşı karşıya kalan Litvinovlar, harap olmuş Sovyetler Birliği’ne geri döndüler ve orada hayatlarını yeniden kurmaya çalıştılar.

Savaştan sonra Maksim sessiz bir emekliliğe sürüklendi ve yine Sovyetler hükümeti tarafından bir kenara atıldı. Resmi olarak son görevinden 1946 yılında alındı. Batılı gözlemciler onun yasını diplomatik sahnede tuttu. Bir Amerikan gazetesi, “Dünya hâlâ Maksim Litvinoff’u özlüyor, yalnızca Rusya için edindiği dostları değil, aynı zamanda diplomatik meslektaşları üzerinde her zaman uygulamaya çalıştığı ılıman ve uzlaşmacı etkiyi de özleyecek,” diye yazacaktı. Batı basınında gözden kaçmış olmasına rağmen, Maksim’in emekli olması Ivy’nin de Sovyetler için yaptığı gayrı resmi ‘karşılama’ görevinden de emekli olduğu anlamına geliyordu.  O da Sovyetler Birliği için birçok arkadaş edinmişi ve ardından bir kenara atılmıştı.

Maksim 1951’in sonlarında hayatını kaybetti. Kocasının ölümünden sonra Ivy’nin Moskova’daki dünyası önemli ölçüde daraldı.  On yıllar önce Maksim’in diplomatik kariyerinin zirvesindeyken, Moskova’daki evine davet ettiği Batılı ziyaretçileri bazen hâlâ ağırlıyordu. 1960’larda, yazdığı kısa hikâyelerin birçoğu, onun favori Amerikalı yayıncısı olan The New Yorker tarafından yayınlanmaya başladı. Demir Perde’yi geçen mektuplarla profesyonel ve kişisel haberleri alıp satarken derginin editörü Rachel MacKenzie ile derin bir arkadaşlık kurdu. Yazışmalarında, artık yaşlanan Ivy, MacKenzie’den ve eski günlerdeki Amerikalı arkadaşlarından daha fazla mektup için sık sık istekte bulunuyordu. 1970lerin başında Ivy’nin batıdaki eski dostları, onun mektuplarında kötüleşen yalnızlığını ve kendi dilini konuşanlarla kurmaya çalıştığı bağlantının zorluklarını hissetti.  Ivy, mektup yoluyla yürüttüğü bu konuşmaları çok sevmişti ve posta kutusunu boş gördükçe hayal kırıklığı yaşamaya devam etti. Bir zamanlar kendisine aitmiş gibi ama şimdi kendisini bir hayli uzak hissettiği bir dünyadaki arkadaşlarından gelecek olan haberleri özlüyordu.

1972’nin başlarında, 83 yaşındayken Ivy Litvinov, İngiltere’ye temelli olarak dönüş yaptı.  Kişisel kâğıtları ve yazı taslakları ile doldurulmuş bavullarını alarak Sovyet hayatını geride bıraktı.  Sonunda uzun yıllardır hasretini çektiği “İngilizce konuşma, İngilizce kitaplar ve İngilizce yazma” yaşamına geri dönmüştü. Onunki sessiz bir emeklilikti. Emekliliğin büyük bölümünü, İngiliz sahil kasabası Hove’deki mütevazi bir apartmanda geçirdi.  Bir kalp krizi atağı sonrası Nisan 1977’de vefat etti.

Stalin’in Sovyetleri, İngilizce konuşan dünya ile ortak bir dil bulmaya ihtiyaç duyduğu zamanlar, Ivy Litvinov’un geride bıraktıklarına baktı.  Sovyetler birliğinin gayrı resmi İngilizce konuşan ‘karşılayıcısıyken’, çay servis etti,  şakalar yaptı ve sık sık kafasındaki burjuva duyarlarını ortaya çıkardı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Amerikalıları büyülüyor ve onlar için Sovyetler Birliği ile daha dostane ilişkilerin olasılığını simgeliyordu. Madam Litvinoff, uzlaştırıcı kişiliği ve kusursuz İngiliz aksanıyla SSCB’yi insanlaştırdı ve İngilizce konuşan konukları ve dinleyicilerine güven verdi.  Kocası Maksim haklı olarak 20.yüzyılın en önemli diplomatlarından biri olarak anılsa da, Ivy Litvinov da hatırı sayılır derecede önemli bir diplomatik rol oynadı, fakat bu rol çok kolay bir şekilde unutuldu ve sadece “kadın işi” olduğu gerekçesiyle görmezden gelindi.


Brigid O’Keeffe– “Madame comrade“, (Erişim Tarihi: 11.04.2021)


Çevirmen: Deniz Öner
Çeviri Editörü: Alparslan Bayrak

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Analitik Felsefe: Neyle İlgilidir ve Neler Okunmalıdır? – Holger A. Leuz

Sonraki Gönderi

Kuşkuculuğun Demokratik Erdemleri – Scott F. Aikin ve Robert B. Talisse

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü