Kadınların Özgürlüğünü Geri Verin! – Livia Gershon

Modern feminizm, erkeklerle eşitlik ister. Fakat düzeni bozuk bir toplumda, bu pek mümkün görünmüyor.

//
1363 Okunma
Okunma süresi: 21 Dakika

1971’in ilkbaharında, 12 kadından oluşan bir grup Washington DC’de bulunan Lincoln Park yakınlarındaki bir tuğla eve taşındı ve kendilerine “Furies Collective” adını verdi. Hepsi 30 yaşın altında olan beyaz lezbiyenlerdi. Çoğu; savaş karşıtı, sivil haklar veya toplum örgütlenmelerinin emektarlarıydı ve kadınların dünyada var olması için tamamen yeni bir yol vaat eden bir deneye başlıyorlardı.

“Rubyfruit Jungle” (1993) romanının yazarı olarak daha iyi bilinen, eski bir “Fury” olan Rita Mae Brown; kadın liderlik platformu olan MAKERS için yıllar sonra yapılan bir videoda “O günlerde bir kadın ailesinin evinden –belki de üniversitenin içinde olan- bir kız yurduna giderdi ve sonra da evlenirdi… Çok az kadının, yalnız yaşama ya da üniversite ortamı dışında başka kadınlarla yaşama ve dünyayı öğrenme deneyimi vardı. Bu yüzden kendi alanımıza sahip olabileceğimiz fikri gerçekten inanılmazdı.” demiştir.  

İki yıl içinde, “Furies”; kendi radikal feminist gazetelerinin 11 sayısını yayınlamış, kadınların daha bağımsız olmalarına yardımcı olmak için araba tamir okulu işletmiş, paralarını birlikte biriktirmiş, elbiselerini paylaşmış ve üç çocuğa bakmışlardı. Bu topluluk, güvenli bir sığınaktan veya kendi kendine yetme projesinden çok daha fazlasıydı. Lezbiyenlere karşı ön yargının neredeyse evrensel olduğu bir toplumda, sadece cinsiyet ayrımı yapmayan değil, aynı zamanda tanınamayacak kadar dönüştürülmüş bir dünya yaratabileceklerine inanıyorlardı.

Bir kuruluş bildirisinde şunları yazmışlardı:

Devrimci lezbiyenler, sadece erkeklerin heteroseksüel güç ve ayrıcalık kuruluşlarına karşı savaşmakla kalmıyor; aynı zamanda rekabet, saldırganlık ve edinimselliğe dayanan bir görüş olan erkek dünya görüşünün temellerine de saldırıyorlar. Lezbiyenler, bu dünya görüşünü reddetmeyi ve bu değerleri binlerce yıldır sürdüren erkeklerden ayrı yaşamayı tercih ediyorlar. Biz, devrimci olmamızı engelleyen erkek ayrıcalığına olan son bağımlılığımızı kırdık.

Aynı yıl 1971’de; kadın özgürlüğü hareketinin tarihçisi bir katılımcı olan Jo Freeman, daha sonradan “Recent Sociology Dergisinin”, “Aile, Evlilik ve Cinsiyetlerin Mücadelesi”ne adanmış özel bir sayısında makale olarak çıkan bir kitapçık yayınladı. Freeman; hareketin başarısının anahtarının, hareketin toplumun cinsiyet sorunlarını ele almanın iki yolunu birleştirme potansiyeli olduğunu öne sürer; Eşitlik Etiği ve Özgürlük Etiği. İlki cinsiyet ayrımcılığına ve sabit cinsiyet rollerine son verilmesini talep ederken ikincisi daha derin bir değişim talep eder. Jo Freeman dergide şöyle yazar:

Toplumsal değerlerin mevcut erkek önyargısı göz önüne alındığında, sadece eşitliği aramak, kadınların erkek gibi olmak istediğini ya da erkeklerin taklit edilmeye değer olduğunu varsaymaktır. Bildiğimiz üzere; Özgürlük Etiği, toplumun içine katılmaya ne kadar değer olduğunu sorgulamadan kadınların topluma katılmasına izin verilmesini talep eder.

Yaklaşık yarım yüzyıl sonra, Furies’in hikayesine baktığımızda, Eşitlikçi Etiğe ne kadar yaklaştığımızı görmek basit. Günümüzde Amerikalıların çoğu için, lezbiyenlerin toplumdan dışlanmış olduğu fikri ya da bağımsız yaşayan kadınlara karşı bir tabu tarih olmuş bir kabustan başka bir şey değildir. Pew Araştırma Merkezi’nin 2013’te yürüttüğü bir ankete göre, Amerikalıların sadece yüzde 18’i kadınların “toplumdaki geleneksel rollerine” dönmeleri gerektiğini düşünüyor. Ancak ne yazık ki diğer cinsiyet eşitsizliği türleri, ABD hayatının inatçı bir parçası olmaya devam ediyor. Kadınlar yetki pozisyonlarında yeterince temsil edilemezken yoksullar arasında aşırı temsil ediliyor. Bazı tahminlere göre tam zamanlı kadın işçiler, erkek meslektaşlarının yaptıklarının sadece yüzde 79’unu yapıyor. Kocalar hala eşlerinden çok daha az ev işi yapıyor ve babaların bekâr ebeveyn olma olasılığı annelere göre katbekat daha az.

Hanna Barczyk for NPR

Bugünlerde eşitlik eksiklikleri hakkında konuşma şeklimiz Eşitlikçi Etikten etkilenmiştir: Daha iyi çocuk bakımı ve daha esnek çalışma saatleri kadınlara işlerinde başarılı olmaları için yardımcı olur muydu? Kızlara kod yazmayı öğretmeli, satışta kadınlar için özel eğitim programları oluşturmalı ve kadın yöneticileri daha yüksek maaşlar için pazarlık yapmaya teşvik etmeli miyiz? Farklı cinsiyet rollerinin devamlılığı için olan ısrar, bir ayrımcılık mıdır yoksa kişisel bir tercih meselesi midir?

Bütün bunlar düşünülürken Özgürlük Etiği yavaşça gözden kaybolmuştu. “Fury”lerin ‘erkek dünya görüşü’ fikri, rekabeti ve para hırsını ortadan kaldırma kavramları; modern insanlara, eskimiş bir saçmalık gibi gelebilir. Ama yine de özgürlük etiği, sadece modern kadınların hala taşımakta olduğu yükleri ele almak için değil, aynı zamanda hem erkekler hem de kadınlar için hayatı birçok boyutta iyileştirmek adına başlamak için en iyi yer olabilir.

Özgürlük Etiğinin nereden geldiğini görmek için 1960’ların sonlarından ve 70’lerin başından başlamak gerekiyor. Savaş karşıtı hareketlerde ve sivil hak hareketlerinde kadınlar, adaletsizlik etrafında örgütlenmeyi öğrenmişti. Erkek hareket liderleri ile yakın temas kadınlara, sol taraf içerisinde dahi, karşı örgütlenme yapılması gereken ne kadar cinsiyetçilik olduğunu gösterdi. O zaman da siyah toplulukları örgütlemek yerine beyazları kendi toplulukları içindeki baskıya odaklanmaya çağıran, siyah özgürlük aktivistlerinin mücadelesini üstlenmek isteyen beyaz kadın radikaller vardı. Bu yeni solcu feministler, birkaç yıl önce Betty Friedan’ın Kadınlığın Gizemi (1963) kitabının başlattığı profesyonel kadınların ilerlemesi için olan ana akım harekete katıldı ve çatıştı.

Sonuçlar ABD’yi, bir fırtına gibi vurdu. Ülke genelinde, kadınlar bilinçlendirme gruplarına katıldılar ve aniden güvensizlik, sonlanmış kariyerler ya da tanımlanabilir bir baskı sistemine yerleştirilen cinsel tatminsizlik gibi kişisel sorunlarının olduğunu fark ettiler. Kadınlar evlerini aile içi şiddet mağdurlarına açtı. Chicago’da ev hanımları ve öğrenciler, yasadışı kürtaj sağlamak için bir ağ kurdu. Yerel gruplar hiyerarşik, eril modelleri keskin bir şekilde reddederek, liderler olmadan örgütlendi.

Bu ürkütücü alıntıların bir nedenden dolayı burada olduğunu belirtmeliyiz. Çoğunlukla, kadın özgürlük aktivistleri; özcülüğü vurgulayan, doğal olarak farklı varsayılan erkeksi veya kadınsı düşünme biçimlerine inanmıyorlardı. Mesele şuydu ki, erkekler başkalarına hükmetmek için sosyalleşirken, kadınların baskılanmış statüsü erkekleri her türlü güç yapısı üzerinde daha kritik hale getirmişti.

Dönemin manifestolarında ve haber bültenlerinde sergilenen fikirler vahşi, bazen gülünç veya rahatsız ediciydi, ancak bu kadınlar her zaman dünyayı değiştiren bir anın parçası oldukları düşüncesiyle suçlandılar. Yeni kadın hareketinde bazıları, ilham almak için Küba ve Çin’in devrimci kadınlarına bakıyor ve Amerikalı kadınların ırk, sınıf ve cinsiyet hiyerarşilerinden arınmış bir toplum için silahlı bir sosyalist devrime öncülük etmesine yardımcı olacağını umuyordu. Daha sonra bazıları Furies grubu gibi, komünler veya topluluklar kurdu. Kadınların erkeklerden ayrılıp kendi barışçıl toplumlarını yönetecekleri bir dünya hayal ediyorlardı. Diğerleri ise, Life dergisi tarafından neredeyse antropolojik bir ilgi ile nakledildiği gibi, cinsiyet farklılıklarının ve çekirdek ailelerin tamamen ortadan kalkacağını ve erkeklerin ve kadınların ortak hanelerde birlikte çocuk yetiştireceğini umuyordu. Her zaman sınırları zorlayan Shulamith Firestone, biyolojik erkek ve dişiler arasındaki doğal güç farklılıklarını bile ortadan kaldırarak çocukları taşıyacak ve doğuracak makineler için çağrıda bulunmuş ve: “Devrimden daha kucaklayıcı bir kelime olsaydı, onu kullanırdık.” diye yazmıştı.

Atlantic City’de, kadınlar; güzellik yarışmalarının nesneleştirilmesine ve ticarileştirilmesine karşı protesto düzenledi ve bir koyunu “Miss America” ilan ederek taçlandırdılar. Cambridge Massachusetts’te, Harvard Üniversitesi’ne ait bir binayı ele geçirdiler ve 10 gün boyunca işgal ettiler. Hareketteki birçok kişi, geleneksel çekirdek ailelerin bağımsızlık ve bağımlılık, egemenlik ve boyun eğme dinamiklerinden kurtulmak istiyordu. Bunun yerine bazıları, pişman olunmayan ya da eşit derecede pişmanlık duyulmayacak bekârlığı benimsiyordu. Diğerleri “Furies”i izlemiş ve kadınların erkeklerden ayrılıp kendi barışçıl toplumlarını yönetecekleri bir dünya hayal ederek komünler veya topluluklar kurmuştu. Kadın özgürlük Hareketine yakından bağlı Eşcinsel Özgürlük, ailenin anlamını, adeta düşman bir ülkeden oyulmuş tüm eşcinsel mahallelere uygulayarak genişletti.

Daha az ütopik fikirli feministler bile çok değişmiş bir dünya arıyorlardı. 1970 yılında Gloria Steinem, kadınların erkeklerden daha ahlaklı olmasa da, ‘şimdiye kadar iktidar tarafından bozulmamış’ olduklarını ve siyasi gücü, erkeklik fikrini daha az agresif ve bu kalabalık, atom sonrası gezegene daha uygun bir şeye dönüştürmek için kullanacaklarını yazmıştı. Sonraları erkek özgürlük grupları ortaya çıktı ve ataerkillikle savaşmanın, ekmek kazanan olmanın kısıtlamalarından kaçmalarına ve daha zengin duygusal yaşamlar kazanmalarına yardımcı olacağını savundular.

1975’e gelindiğinde, sosyolog Judith Buber Agassi; genç kadınların ve erkeklerin yeni entellektüel uygulamalarının işyerlerini değiştireceğini emin bir şekilde tahmin ediyordu. Özellikle yeni doğan bebeklerin anneleri ve babaları için çalışma saatleri, daha esnek ve daha kısa olacaktı. Erkekler, kendi değerlerini işyerindeki statü ve prestijlerine dayanarak ölçmeyi bırakacaktı.

Modern toplum, ekonomik ve sosyal bağımlılıklardan oluşan bir çalılıktır: gerçek bağımsızlık kavramı – kökleri ve meyveleri yemek için tepelere gitmek- saçmadır.

Özgürlük Etiğinin radikalizmi, özellikle de geleneksel bir iş- erkek ilişkisinin imrenilecek bir şey olmadığı fikri, 1960’ların ve 70’lerin Sosyal Haklar Hareketinde somut politika hedeflerine doğru yolunu buldu. 60’lı yıllarda, birçoğu işçi hareketi, medeni haklar veya kiracı organizasyonu konusunda deneyim sahibi olan yoksul bekar anneler yerel gruplar oluşturdu. Talepleri nispeten mütevazıydı (giyim ödenekleri, sosyal yardım programlarındaki insanlar için bebek bakıcıları, evdeki bir adamı kontrol etmek için gece yarısı baskınlarına son verilmesi gibi), ancak sosyal yardım alanların taleplerde bulunuyor olması resmen çığır açıcıydı. 1967’de bu gruplar, orta sınıf organizatörlerin yardımıyla Ulusal Sosyal Haklar Örgütü’nü (NWRO) oluşturmak için bir araya geldi. NWRO aktivistleri, yalnızca işçilerin taleplerine uyan kadınlara verilen ödemeleri kıskanmak yerine, annelik işlerini görünür ve meşru kılacak koşulsuz bir gelir istediler.

1972’de “Ms. Dergisinde” yayınlanan bir makalede, sosyal yardım alan ve bir “NWRO” lideri olan Johnnie Tillmon; örgütün çalışmalarıyla erkek egemenliğine karşı mücadeleyi açıkça birbirine bağlıyordu. Mevcut refah sistemini, “süper cinsiyetçi bir evliliğe benzer” olarak tanımladı.

Bir erkekle onun için evleniyorsun. Ama eğer sana kötü davranırsa ondan boşanamıyorsun. O seni boşayabilir, elbette, istediği zaman sana para vermeyi kesebilir. Ama bu durumda, kadınlar değil erkekler çocukların velayetini alır. Kısacası her şeyi erkekler yönetiyor.

NWRO, sosyal yardım çeki almanın hor görülmemesi gerektiğini savunarak çoğumuzun kabul ettiği “Çalışan, para kazanan ve bir karısı olan ya da çamaşırlarını yıkaması ve yemeklerini yapması için birini tutan bir adam bağımsızdır; ancak temizlik yapan, çocuk yetiştiren ve kirası kocası ya da devlet tarafından ödenen bir kadın bağımlıdır.” fikrine meydan okuyordu. Nancy Fraser ve Linda Gordon gibi eleştirel teorisyenler ve tarihçiler, kazanç gücü olarak ‘bağımsızlığın’ bu anlamının daha önce olmadığını, endüstriyel çağda ortaya çıktığını belirtiyorlar. Ama şimdi buna tutunmak yanlış olur. Modern toplum, ekonomik ve sosyal bağımlılıklardan oluşan bir çalılıktır: gerçek bağımsızlık kavramı – kökleri ve meyveleri yemek için tepelere gitmek- saçmadır.

Sosyal Haklar Hareketi aktivistleri; kendi özel bağımlılıklarının, özerk kararlar alma haklarını geçersiz kıldığı fikrine meydan okuyordu. Garantili ve düzenli bir gelirin; kadınların, hem ev dışında çalışıp çalışmayacağına karar vermesine hem de ne tür kişisel ilişkilerin ve aile yapılarının parçası olacağını seçmelerine izin vereceğini savundular.

Tillmon, “Ms.” dergisinde savunmasını yaparken; işçi ve orta sınıf sosyalist feministler, önce İtalya’da daha sonra ABD’de ve başka yerlerde, “ev işleri için maaş kampanyasını” düzenliyorlardı. Bu iki grubun hedefleri çok benzerdi. Sosyal yardımlaşma yerine önerilen garantili ve düzenli gelir gibi, ev işleri için ödenen maaşlar de hükümetten gelecekti. Böylelikle ev işleri için maaş kampanyası Sosyal Haklar argümanını, ev ve aileye bakmanın gerçek bir iş olduğunu ve para kazanmanın kadınların baskılanmasına bir çözüm olmadığını yineledi.

Hareketin kurucularından İtalyan feminist Mariarosa Dalla Costa, 1971’de bir kitapçığa şöyle yazdı:

İşçi sınıfı kadının kurtuluşunun ev dışında bir iş bulmasında yattığını savunanlar sorunun bir parçasıdır, çözümün değil. Bir üretim hattına kölelik, mutfak lavabosuna kölelikten bir kurtuluş değildir.

Bir bakıma, ev işleri için maaş istenmesi Sosyal Haklardan bile daha radikaldi. Bu kadınlar; sadece evdeki ücretsiz işi, ücretli işle aynı düzeye koymak değil, aynı zamanda tüm işlerin önemini azaltmak istiyorlardı. Dalla Costa, gerçekten özgür kadınların cinsel ve yaratıcı enerjilerini geri kazanabilecekleri ve kapitalizmin aşındırdığı sosyal bağlantıları yeniden inşa edebilecekleri konusunda ısrar etmiştir

Özgürlük Etiğinin yıkılması uzun sürmedi. Bu yıkılmada kadın özgürlüğü’nün en radikal kısımlarındaki iç savaş ve parçalanma kadar 1980’lere doğru ulusun sağa doğru eğilimi de rol oynamıştı. Ancak, Bell Hooks’un 1984’te yayınlanan klasiği olan “Feminist Teori: Marjin’den Merkeze” kitabında yazdığı gibi, bu biraz da hareket içindeki bir ayrıcalık meselesiydi. Beyaz, üniversite eğitimi almış kadınların erkeklerle eşitliği merkezi bir hedef olarak görme olasılıkları diğerlerinden çok daha yüksekti. Bu elit kadınlar, hem Kadın Özgürlüğü Hareketinde fazla temsil ediliyordu hem de medyaya, hareketin daha derin sosyal eleştirilerinin geliştirilmesine yardımcı olan işçi beyaz ve siyahi Latin kadınlardan daha çekici geliyordu. Erkeklerle eşitliğin amacının açıklanması ve duyurulması cinsiyetçilik, ırkçılık ve ekonomik eşitsizliği kapsayan toplumun kapsamlı bir revizyonunun açıklanmasından ve duyurulmasından çok daha kolaydı.

Özgürlük Etiği tamamen ortadan kalkmadı. Birçok akademisyen ve aktivist, kadınların statüsünü geniş ekonomik ve ırksal yapılar içinde çerçevelemeye devam etti. Ancak, bugün popüler feminist kitapları ve web sitelerini okurken, “feminizm sadece erkeklerle eşitlik anlamına gelir, kimsenin tehdit olarak görmemesi gerekir,” ısrarına maruz kalmadan çok ileri gidemezsiniz.

Tabii ki, Eşitlikçi Etik bizi epey ileri götürdü: İşe alımda ayrımcılık azaldı, cinsel tacizi engellemek için çalışmalar yapıldı ve kadınların terfi alma ve iyi maaşlarla çalışma şansı arttı. Kadınlar, kolluk kuvvetlerinden eğlenceye kadar erkek egemenliğindeki endüstrileri dönüştürmeye başladı ve hala da dönüştürmeye devam ediyor.

Bugün işçi sınıfından birçok kadın için erkek akranlarıyla tam eşitlik, hala durgun ücretler ve düzensiz saatlerle garantisiz işler anlamına gelecektir.

İş yeri eşitliği hakkındaki en son en büyük konuşma, Sheryl Sandberg’in kadınlara ‘tereddüt etmeden çabala (lean in)’ çağrısıyla başladı. Sandberg, profesyonel kadınların daha iddialı olmalarını istemiş ve çocuk bakımı ve esnek programlar ile devlet ve şirketlere profesyonel kadınlara destek olma çağrısında bulunmuştu. “Lean in”, üst sınıf erkeklerin yüzyıllardır keyif aldıkları ekonomik ve psikolojik ‘bağımsızlığı ‘ kucaklamak anlamına gelir. Sorun şu ki, bu aslında hem erkekler hem de kadınlar için, Kadın Özgülük Hareketinin “pis işler” dediği şeyi yaptırmak için başkasına bağlı olmayı gerektirir. Çift gelirli, iş sahibi çiftler; ancak ucuz ev temizleme hizmetleri, ucuz çocuk bakımı ve hızlı servis restoranlar sayesinde işleri götürebilirler. (bazen ucu ucuna).  

“Bugün işçi sınıfından birçok kadın için erkek akranlarıyla tam eşitlik, hala durgun ücretler ve düzensiz saatlerle garantisiz işler anlamına gelecektir.” Ayrıca, işçi sınıfından çoğu erkek ve kadın para kazanmaktan gurur duyarken, kariyerlerini genellikle hayatlarının merkezine koymazlar.

Sandberg’in Lean In (2013) adlı kitabının seslendiği yüksek eğitimli kadınlar için bile -ve hatta kocaları için de- iş, genellikle özgürleşmenin tam tersidir. Çoğu zaman, iş; patronunuzdan sonra işten ayrıldığınızın göstermek için konferans çağrıları, yönetimden gelen kafa karıştırıcı prensipler ve zaman öldürmek için kaçamak mesajlaşmalardan oluşan ruh emici bir bataklıktır. Bunu esnek saatler ve harika bir çocuk bakımıyla bile büyük bir bonus ve promosyon umuduyla yıllarca sürdürmek -bazı 1970’lerin feministlerinin deyimiyle- erkeklerin dünya görüşünün yarattığı bir tür psikozdur. Bu arada, her zamanki gibi şimdi de, dünyada gerçekten işe yarar olan işlerin çoğu – günlük bakım işçisi, öğretmen, evde sağlık yardımcısı- orantısız bir şekilde hala kadınlar tarafından yapılır, orantısız olarak düşük ücretlidir ve saygınlığı yoktur.

Kadınlar iş dünyasından ayrıldığında, sosyal muhafazakarlar bunu genellikle kadınların birincil meslek olarak anneliğe olan inançlarının bir göstergesi olarak görür. Bazı feministler, kadınların gerçekten işten ayrılmayı seçmediğini, ancak ayrımcılık ve müsamaha eksikliği nedeniyle işten ayrılmaya zorlandıklarını söyler. Diğerleri ise feminizmin, bu seçimlerin ataerkil bir iş bölümünü güçlendirmede daha büyük bir sosyal etkiye sahip olup olmadığını düşünmeden, çalışmak veya evde kalmak için kadınları kendi seçimlerini yapmaya teşvik etmesi gerektiğini söyler. Yaşam seçimlerinin ayarlanılmasına ihtiyacı olanların belki de erkekler olduğuna dair herhangi bir fikir ise akıl almaz görünür.

Bu da bizi Özgürlük Etiğine geri getiriyor. Kadınların erkeklere nasıl yetişebileceğine ve tüm kadınların daha iyi yaşamlara nasıl sahip olabileceğine daha az odaklanmak nasıl olurdu? Feminist akademisyen Kathi Weeks, 2011 yılında The Problem With Work adlı kitabında iki büyük reform önermiştir: ev işleri maaşının modern bir versiyonunu herkes için evrensel temel bir gelir şeklinde uygulamak ve günlük standart çalışma saatini ücretten kısmadan altı saate indirmek. Argüman, çoğu endüstriyel işin robotlar tarafından yapılabileceği bir dönemde ekonomimizi güncellemek için büyüyen hareketi savunmaktadır. Ancak bu durumda insanların en iyi olduğu işlerden (bakım işi ve entelektüel iş gücü vb.) para kazanmak zor olacaktır.

Önemli olan nokta, bu reformların erkeklere de yardımcı olacağıdır. Şu anda çoğu erkek, işlerinde özellikle güçlü veya tatmin olmuş hissetmiyor. Çoğu baba, iş ve ailenin rekabet eden talepleri yüzünden strese giriyor. Ve tıpkı kadınlarda olduğu gibi, en kötü etkiler fakirlere denk geliyor. Katheryn Edin ve Timothy J. Nelson’ın “Yapabileceğimin En İyisini Yaparak” (2013) kitabında ortaya koyduğu gibi, kentsel Amerika’nın bazı bölgelerinde yoksul babaların yaşamları üzerine yaptıkları çığır açan çalışmalarda, düşük gelirli erkekler genellikle çocuklarında en büyük amaç duygusunu bulurlar, ancak sağlayıcı rolünü dolduramamalarından ve onları bakıcılığa odaklamalarını engelleyen cinsiyetli normlar yüzünden eziyet çekerler.

Tabii ki feministler, erkeklerin hala kendi payına düşen ev işlerini yapmamalarından şikayet etmeye devam ediyor. Ama eğer kadınların sürüler halinde kaçtığı ücreti ödenmemiş, saygı duyulmayan işlerden bahsediyorsak, neden yapsınlar ki? Erkekler haftada 30 saat ücretli iş yapabilselerdi, ev işlerine ve çocuk bakımından paylarına düşeni yapabilselerdi ve geri kalan zamanını arkadaşlarıyla takılıp kendi yaratıcı projelerinde çalışarak geçirebilselerdi – yoksulluğa düşmeden ya da kendilerini damgalanmış bir bağımlı gibi hissetmeden – belki de hemen bu iş için başvururlardı. Ve eğer başvurmazlarsa, bu onların kaybı olurdu.

Weeks’in savunduğu gibi, daha kısa çalışma saatleriyle birleştiğinde evrensel bir temel gelir, bize sadece istediğimiz işi seçme konusunda daha fazla özgürlük değil, aynı zamanda hayatımızı tatmin edici yollarla organize etme şansı da verecektir. “Feminist hareketi, insanların aileye karşı görevlerini yerine getirmeleri için zaman yaratmanın ötesinde; onların aile biçiminin, işlevinin ve iş bölümünün baskın ideallerine karşı alternatifleri hayal etmelerini ve keşfetmelerini de sağlamalıdır.” demiştir.

Modern eşitlikçi feminist bakış açısından yeni aile formları veya yaşam tarzları, garip bir siyasi hedef gibi görünebilir. Nihayetinde, 1970’lerin komünlerde ve kooperatif evlerde yetişen çocuklar vizyonu çoktan yok olmuşken, günümüzde ideal çekirdek aileyi daha eşit olması adına yeniden şekillendirdik ve eşcinsel ilişkilere, evliliklere yer açtık.

Ancak yine de, geleneksel siyaset alanının dışında, birçok insan – özellikle gençler – ilişkiler, cinsiyet ve cinsel ilişkiye tamamen farklı bakış açıları arıyor. Giderek artan sayıda insan kendini ne erkek ne de kadın olarak tanımlanıyor ve böylece sadece cinsiyet rollerini değil, cinsiyet kavramının kendisini de altüst ediyor. Çok eşli, üçlü veya dörtlü ilişkiler ya da daha egzotik geometrik tanımlarla romantizm yeniden yapılandırılıyor. BDSM (kölelik, dominantlık, sado-mazoşizm vb.) savunucuları, cinsel baskınlık ve boyun eğme hakkındaki söylenmemiş varsayımlara ışık tutuyor ve daha sonra bunları yeni yollarla ele alıyorlar. Bu hareketler genellikle sadece bireysel bir seçim meselesi olarak çerçevelenir, ancak varlıklarını Özgürlük Etiğine borçludur ve kadınlar ve erkekler hakkında asırlık varsayımları altüst etme potansiyeline sahiptirler.

Özgürlük etiğine dayanan bir feminizm, işimizin ve aile hayatımızın temellerini sorgulayacaktır.

Önde gelen bir cinsiyet teorisyeni ve transgender aktivisti olan Kate Bornstein, cinsiyetle ilgili varsayımlara meydan okumanın, her türlü güç yapısına karşı daha geniş bir mücadelenin bir parçası olduğunu savunuyor. Bornstein, 2011’de “Herizons” dergisiyle yaptığı bir röportajda şunları söylemiştir:

Cinsiyette ikiliği kırmanın değeri, hiyerarşik baskı vektörlerini maskeleyen sahte ikililikleri (yaş, ırk, sınıf, din, bakış, yetenek, dil, vatandaşlık, aile ve üreme durumu ve cinsellik vb.) yıkmak için öğrendiklerimizi kullanmak olacaktır.

Gerçek şu ki, cinsiyet kimliğinin geleneksel kalbi, standart çekirdek aile profili, artık pek çok insana uymuyor gibi görünüyor – özellikle de “pis işleri” yaptırmak için birilerini tutacak geliri olmayanlara. New York Times’ın 2012’de bildirdiği gibi, son otuz yılda; evli ebeveynleri olan işçi sınıfı çocuklarının yüzdesinde büyük bir düşüş yaşandı. Birçok anne de erkeklere olan geleneksel bağımlılıktan kurtuldu. Ancak yalnız ebeveynlik, seri tek eşlilik, veya arkadaşlar ya da kardeşler ile ortak hane oluşturma gibi-mevcut alternatifler damgalanmıştır, hor görülür ve çok fazla mali istikrar sunmaz.

Özgürlük Etiğine dayanan bir feminizm, işimizin ve aile hayatımızın temellerini sorgulayacaktır. Sığ bir şekilde tanımlanmış kazanç ve üretkenlikle birlikte ‘eril’ saplantıya da saldıracaktır. Cömert sosyal yardım programları, sıkıcı olmayan, iyi ücretli ve gelişmek için imkan verecek yarı zamanlı işler talep edecektir. İnsanların evliliklerini, kendilerine yarar sağlayacak biçimde dönüştürmelerine yardımcı olacak veya onlara daha uygun, farklı ilişkiler yaratacaktır. Bağımlılık ve bağımsızlığın yanlış ikilemini ortadan kaldıracak ve karmaşık bir insan toplumunda hepimizin mutlaka birbirimize bağlı olduğunu bildirecektir. Hepsinden önemlisi, kadınların erkeklere benzer şekilde yaşaması gerektiğini değil, cinsiyete bakılmaksızın herkesin istediği gibi yaşaması gerektiğini savunacaktır.

Gerçek eşitlik; erkekleri veya kadınları, evde veya ofiste yapmayı tercih etmediğimiz işleri yapmaya ikna etmekten gelmeyecek, hepimize daha iyi bir hayat sunmaktan gelecektir.


Çevirmen Notu: Feminizmin ve feministlerin bazı konularda haklı olduğu gibi belli başlı konularda haksız olduğu görüşündeyim. Gözlemlerime göre modern feministler, dünya ve hayat gerçeklerini göz ardı edip sürekli olması gerekeni vurguluyor fakat dünya sadece kadınlar için kötü değil, cinsiyet fark etmeksizin güçsüz olanlar için kötü bir yer. Modern feministler; toksik maskülenizmi, doğru ve var olması gereken maskülenizmle aynı kefeye koyup hayattaki bozulmayı veyahut dengeyi buna bağlamayı tercih edebiliyor. Halbuki, benim için maskülenite ve feminenlik toplumsal ilişkiler ağında önemli öğeler olup yaşamımızın ayrılmaz bir parçasıdır.

Livia Gershon- “Bring back Women’s Lib”, (Erişim Kaynağı:25.06.2020), Erişim Kaynağı: https://aeon.co/essays/feminists-should-not-be-content-with-mere-equality

Çevirmen: Yusuf Ateş

Çeviri Editörü: Beyza Nur Doğan

Gazi Üniversitesi mezunu İngilizce Öğretmeni. Gazi Üniversitesi Bilgisayar Öğretimi Ve Teknolojileri Eğitimi yüksek lisans öğrencisi. İlgi alanları: Stoacılık ve dinler. Hobiler: Amerikan Futbolu, ağırlık sporları, atletik performans.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Teizme Karşı Biyolojik Evrim Kanıtı – Jeffery Jay Lowder

Sonraki Gönderi

Platon, Aristoteles ve Stoacıları Unutun: Epikürosçu Olmayı Deneyin – Catherine Wilson

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü