Ulusların Düşüşü: Güç, Refah ve Yoksulluğun Kökenleri (Kitap Tanıtım ve Değerlendirmesi) – Hatice Acar

///
1279 Okunma
Okunma süresi: 7 Dakika

Daron Acemoğlu ve James Robinson tarafından kaleme alınan “Ulusların Düşüşü: Güç, Refah ve Yoksulluğun Kökenleri” (orijinal adıyla: Why Nations Fail: The Origins of Power, Prosperity, and Poverty) isimli eser çarpıcı ve orijinal bir sosyo-ekonomik teoriyi içermektedir.

Yayımlandığı günden bu yana dünya çapında ekonomi ve sosyal bilimler alanında ciddi bir etki oluşturan bu kitap, 2012 yılında Financial Times, 2013 yılında Lionel Gelber ve 2013’te Arthur Ross Book ödüllerini almıştır.

Kitabın yazılış amacı, toplumların güç ve refah dağılımları arasındaki farkları irdelemektir. Bu doğrultuda Nogales’i ikiye ayıran Meksika ve ABD sınırını konu ederek başlamaktadır. Arasında küçük bir sınır olan Nogales Arizona ve Nogales Sonora isimli bu iki farklı şehir, bütünüyle aynı yapıya sahip olmasına rağmen iki şehrin sakinlerinin büsbütün farklı ekonomik koşullara sahiptir.

Buna göre ABD tarafında bulunan şehrin sakinleri daha yüksek ekonomik gelir, daha yetkin sağlık ve sosyal hizmetlere sahip olup daha uzun bir yaşam süresine sahipken; Meksika tarafında bulunan kısımda ise ekonomik koşullar oldukça geri durumda olup; vatandaşların aldığı hizmetler, altyapı, kurumsal organizasyon ABD vatandaşlarına kıyasla çok daha zayıftır.

Kitabın sorusu da çarpıcıdır: bu iki şehir arasındaki fark yalnızca aralarında bulunan çit midir, yoksa bu farklılığı izah edecek şekilde, anlaşılması gereken farklı sosyal ve iktisadi dinamikler var mıdır?

Bu iki şehir arasında muhtelif sosyal bilimcilerin iddia ettiği üzere ne dini, ne coğrafi ne de başka bir fark vardır. Tek fark, kurumların organize olma biçimidir. Buna göre liberal bir ekonomi paradigması çerçevesinde, bireysel atılım ve teşebbüslere imkan veren bir model ideal model olma özelliğine sahip olup, aksi durumdaki örnekler ise geri kalmış toplumların özelliğini gösterir.

Örneğin, Meksika’nın kurumsal organize oluş biçimi tek tipçidir, özgürlükler ABD’ye göre kısıtlıdır, bireysel iş başlatma teşviği azdır. Hal böyle olduğu için güç dağıtılmamış, bilakis tekellerde kanalize halde kalmıştır. Bu da milletlerin ilerlemesi önünde bir tıkanıklık meydana getiren koşulun kendisidir.

Meksika’da bireysel bir ekonomik girişimde bulunmak isteyen insanlar bürokratik engellerle karşılaşabildiği gibi; mal varlığının muhafaza edilmesi gibi konularda daha yetersiz koşullar altında yaşamak zorundadır. Durum böyle olduğu için, ABD’li bir vatandaşın yeni bir şirket kurup burada ürettiği ürün-hizmet-fikrin ülke çapında yayılarak döngüsel bir etkiyle tüm halka fayda sağlama ihtimali, Meksikalı bir girişimcininkinden çok daha fazladır. Dolayısıyla ABD’de bireyden-topluma ilerleyen sağlıklı bir ilerleme döngüsü vardır.

Sözgelimi bir ülkenin vatandaşı bir icatta bulunduğu zaman, bu icat ilk olarak o ülkedeki kurumların faydasına olacaktır. Dolayısıyla bir ülke, vatandaşlarının ekonomik atılımlar yapmasına ne denli izin veren özgürlükçü bir kurumsal ortam yaratırsa; o ülke o oranda gelişecektir.

Tam tersi olarak, bir ülke vatandaşının kendisini gerçekleştirmesi yönünde engel koyduğu ölçüce, daha az yenilik ve gelişmeye muhatap kalacak ve böylece toplumsal gerilik meydana gelecektir. Kitaba göre, söz konusu geriliğin sebebi bütünüyle sömürücü-tek tipçi kurumlardır. Eğer toplumda bulunan güç farklı kurumlara yayılırsa, burada bir esneklik ve özgürlük ortamı meydana gelir ve doğal olarak bireysel becerilerin ortaya çıktığı ve sonucunda da ülkenin bütünüyle ilerlediği bir sonuca ulaşılır.

Yazar, Jared Diamond’un coğrafyaya dayalı tezini “İşe Yaramayan Kuramlar” başlığında eleştiriye tabii tutmakta, yine diğer coğrafya konularındaki çıkarımlara dayanarak; toplumlar arasındaki ekonomik farklılıkların basmakalıp bir anlayışla “Afrika kurak olduğu için geri kalmış koşullara sahip” gibi kolaycı yorumlarla açıklanamayacak kompleks bir içeriğe sahip olduğunu savunmaktadır. Yine toplumların kültürlerinin ekonomilerinde esas belirleyici unsur olduğu iddiasını da reddetmektedir. Ayrıca, Max Weber tarafından ortaya atılan “inançların ilerlemede belirleyici etken olduğu” yönündeki iddiaya dayanan “Protestan Ahlakı” eserinindeki savının yetersiz olduğunu, zira vatandaşları protestan inancına sahip olmayan birçok Hristiyan ülkenin de gelişmiş ülkeler vagonuna katıldığını söylemektedir. Ona göre, İslam ülkelerinin durumunun sebebi de İslam dini değildir, zira bir toplumun ilerlemesi ve gerilemesi konusunda dinin ekonomiye yansıyan somut bir etkisi yoktur. Yine, eğer toplumların yalnızca cehalet sebebiyle geri kalması mümkün olsaydı, Çin’deki hızlı değişimler açıklanamaz olurdu. Ona göre tüm bu teori denemeleri, kısmen doğruluk taşısa bile; toplumların ekonomik koşullarına dair bütüncül bir açıklama yapabilmekten uzaktır.

Yazar iki Nogales arasındaki mukayeseyi Kuzey Kore ve Güney Kore arasına da taşımaktadır. Buna göre bu iki ülke arasında bulunan fark, ne coğrafidir ne kültürel. Bilakis Kuzey Kore’nin sosyalist etkiye dayalı olarak; farklı teşviklere, patent alma ve girişimlerde bulunmaya teşvik eden kurumsal yapısı olmaması; eğitim sisteminin rejim propagandasına ve askeri bir yapıya dayalı olmasına karşın; Güney Kore’de özgürlüklerin daha yüksek, ekonomik girişimlerin daha serbest ve kurumların tekelleşmesine karşı güçlü bir rekabet ortamına sahip olmasıdır.

Yazar benzer mukayeselerini geçmişe de taşır. Buna göre, Roma bir cumhuriyet modeline sahipken (M.Ö 500 – M.S ilk yüzyıl) çok daha üretken bir teknik-sosyal ilerlemeye sahipken, monarşinin hakim olduğu zamanlarda aldatıcı bir büyüme aşaması üzerinde bir gerilemeye geçmiş ve sonunda yüzyıllar sonra da olsa yıkılmıştır.

Yazar benzer eleştiriyi Osmanlı’ya da yöneltmektedir. Ona göre Osmanlı’nın da monarşi ile dönemsel olarak yükselmesine rağmen; yine gücün tek kanalda toplanmasının bir kaderi olarak, kendini yenilemeye kapalı bir sisteme dönüşerek Roma’nın kaderini paylaştığını iddia etmektedir.

Buna göre güç bir kolda toplandığında, 20. yüzyılda sosyalist devlet denemesinde olduğu gibi geçici bir ilerleme olabilir; ancak kurumların yapısı gereği bu durum donmaya ve daha sonra yeniliğe kapanmaya mahkumdur. Oligarşinin tunç yasası kavramı burada önemlidir. Rusya ve diğer yerlerde sosyalizmin yıkıma uğramasının sebebi yazara göre budur.

Yazar; tüm bu örnekler ışığında Görkemli Devrim ve Sanayi Devrimi’nin niçin İngiltere’de başladığını, İngiltere’nin monarşiye dayalı bir yapıya sahip olmasına rağmen Magna Carta gibi sözleşmelere dayanan bir kurumsal yapı ile, demokrasiye imkan veren bir zemine sahip olmasını gösterir. Ona göre Sanayi Devrimi’nin Orta Doğu’da ya da Fransa’da değil de İngiltere’de başlama sebebi, İngiltere’nin farklılığa -göreceli olarak- izin veren sosyal ve ekonomik sistemidir.

Yine yazar, İngiltere’de başlayan Sanayi Devrimi tesirlerinin sonucunda devrimden etkilenmiş diğer Avrupa ülkelerinin ekonomik ilerlemesinde kilit unsurun bu ekonomik özgürlük anlayışı olduğunu ifade etmiştir. Yine Fransız Devrimiyle birlikte, Fransa’da da tek alana kanalize olan gücün zayıflamak suretiyle farklı kurumlara yayılır hale gelmesiyle, kurumsal ve fikirsel çeşitliliğe mahal veren sosyal yapıların çıkmış olduğunu ve bugünkü ekonomik gelişimlerin sebepleri olarak birikimli şekilde ilerleyen tarihi olayların olduğunu ifade etmektedir.

Buna karşın; Avrupa’yı ilerleten unsurun, yani sömürücü kurumlardan üretici kurumlara geçme evresinin; aynı Avrupa’nın doğu ülkelerini sömürmesiyle ters etkiye yol açtığını ifade etmektedir. Buna göre, Amerika’nın keşfi akabinde başlayan yoğun kölelik uygulamaları, siyahilerin köleleştirilmesi, Afrika topraklarında bizzat yerlilerin tasarruf haklarının engellenmesi; yine Hindistan’da kurulan İngiliz sömürü kumpanyalarını ve Endonezya bölgesinde Hollanda sömürü kuruluşlarının dünyanın geri kalan ülkelerinde, doğal kurumların ortaya çıkmasına mani olduğunu ifade etmiştir. Daha basit bir ifadeyle, kendisini geliştiren batı ülkeleri; diğer ülkelerin gelişmesine set olan gayri adil bir düzen kurarak; birçok Afrika ve Asya ülkesinin bugün bu halde olmasının da baş müsebbiblerindendir.

Kitapta belirtilen diğer bir önemli kavram ise “yapıcı yıkım” ifadesidir. Buna göre, her yeni icat ya da keşif; önceki icat ya da keşfin doğal sonucu olan ekonomik kurumların ve elitlerin yerini sarsmaktadır. Bu duruma örnek olarak; Avrupa’da çorap makinesi gibi bazı aletlerin yaygınlaştırılmasının engellendiği; yine Osmanlı’da matbaanın Batı ülkelerinden 200 yıl sonra yaygınlık kazandığı durumlarından örnekleri verir. Oysa, bir milletin gelişmesinin teminatı, mevcut statükoya aykırı olsa bile o yeniliği benimsemek; bu yeniliğin önceyi yıkması anlamında “yıkıcı; yeni ve daha ileri bir düzen kurması anlamında “yapıcı” olmasına işaret eder. “Yapıcı yıkım” ifadesi bu noktada dikkat çekici olup, ona göre ülkeler bu olumlu yıkımları göze aldıkları müddetçe ilerlerler.

Sonuç olarak, tartışmaya açık olsa bile, ilgili kitap ilerleme ve gerileme dinamiklerini toplumsal kurumların esnekliğine, farklılıklara hoşgörüye ve farklı mecralara dağıtılmış güce bağlaması anlamında son dönemde sosyal bilimler için ciddi bir teori ortaya koyma özelliğine sahip olmaktadır.


Yazar: Hatice Acar (İbn Haldun Üniversitesi – Felsefe Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Nihilizm – Nolen Gertz

Sonraki Gönderi

“Şimdiki Fransa Kralı Keldir” Meselesi – Zafer Ketizmen

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü