John Rawls Berbat Akıl Yürütüyordu: 1 – Michael Huemer

/
859 Okunma
Okunma süresi: 9 Dakika

John Rawls son yüzyılın açık ara en etkili siyaset felsefecisiydi. Kısıtlı bir ölçü aracı olarak Google scholar üzerinden ”John Rawls” araması yapmayı deneyebilirsiniz. Sırf 2019’dan bu yana yaklaşık 16,000 sonuç karşınıza çıkacaktır. John Rawls çok geniş alanlarda tartışılmasının yanında oldukça saygı duyulan bir isimdi ve birçok takipçi edinmişti. Felsefe alanının dışından insanlar dahi ismini duymuştur. Yani, John Rawls açıkça yüksek mertebede bazı yeteneklere sahipti.

Ancak bu yetenek artık her neyse akıl yürütme yeteneği değildi. Ana teorisi için ortaya koyduğu argümanın her önemli adımı açıkça safsata ve kafa karışıklığı içeriyor. En azından, yazdıklarının teknik terimlerine ve kulağa sofistike gelen tonuna değil de gerçek içeriğine odaklanıyorsanız bu durum barizdir. Tabii, eğer bir felsefeciyseniz benim korkunç derecede haksızlık ve kabalık ettiğimi düşünüyorsunuzdur. O yüzden şimdi neyden bahsettiğimi bazı örneklerle açıklayacağım.

Rawls’ın tüm hatalarını detaylıca inceleyemem. O yüzden onun Bir Adalet Teorisi‘nde geçen birkaç sayfalık bir bölüm hakkında konuşalım: maksimin kuralı [maximin rule] için geliştirdiği argüman. (David Friedman daha geçen bir e-posta ile Rawls’ın bu kafa karışıklığı hakkında bana hatırlatmada bulundu.)

Arka plan: Şimdi, elimizde toplumumuzun benimsemesi gereken temel politik prensiplerin ne olacağı hakkında müzakerede bulunduğumuz ancak bu toplumda bulunacağımız pozisyondan habersiz olduğumuzun varsayıldığı “Orijinal Pozisyon” isimli hipotetik bir senaryo var. Eğer rasyonel olarak kendi çıkarlarımızın peşindeysek nasıl bir seçim yapardık? Rawls ”maksimin” karar verme kuralını kullanmamız gerektiğini söyler: Olası en kötü sonucun en az kötü olduğu seçeneği tercih etmeliyiz. Bu kuralı kullanırsak ”Fark İlkesini” seçmek gerekir: Toplum, zenginliği en kötü konumdaki insanların faydasını maksimize edecek şekilde dağıtmalı.

John C. Harsanyi bu hipotetik senaryoyu türettiğinde (Rawls’tan önce) farklı bir cevaba ulaşmıştı.

Doğru cevap: Doğru kararı vermek için benimsenecek kural beklenen faydayı maksimize etmektir. Bu kuralı kullanırsak, utiliteryenizmi seçmemiz gerekir: Yani toplumun, üyelerinin ortalama refah seviyesini maksimize etmesini isteriz; toplumda bulunacağımız pozisyondan bihaber olmamız durumunda bu seçim beklenen refah seviyemizi maksimize edecektir.

Bu arada, Rawls’ın asıl hedeflerinden birisi utiliteryenizme ilkeli bir alternatif sunmak olduğu için bu anlaşmazlığın kritik öneme sahip olduğunu göz önünde bulundurun. Eğer maksimini beklenen-değer maksimizasyonuna karşı savunamazsa projesi başarısız olmuş demektir. Peki Rawls neden maksimin kuralının ”beklenen fayda maksimizasyonu” kuralından daha faydalı olduğunu düşünüyor?

Buna kafa karışıklığı yaşadığı birkaç argümanla karşılık veriyor. (Ancak bunları kulağa sofistike gelen bir dil kullanarak söyler ki bu da pek dikkat etmediğiniz takdirde kulağa mantıklı gelmelerine neden olur.) Rawls açımlamalarım italik şeklinde olacaktır (Bir Adalet Teorisi, revizyonlu edisyon, 134-5):

I. Olasılıklar Hakkında Bilgisizlik

Orijinal Pozisyondaki insanlar toplumun farklı mümkün koşulları hakkındaki olasılıkları veya hatta tüm olasılıkların neler olduğunu dahi bilmeyeceklerdir. Ben, Rawls, bunu garanti ediyorum. Bu nedenle beklenen faydalarını da maksimize edemeyeceklerdir.

Cevaplar:

a) Orijinal Pozisyondaki insanların olasılıkları bilmemelerini gerektirecek hiçbir neden yoktur. Bir filozof kendi hipotetik senaryosunda istediği şartı koşabilir ancak bu durumda Harsanyi de aynı şekilde farklı bir hipotetik senaryoda insanların olasılıkları bilmesini şart koşabilir. Böylece Harsanyi’nin senaryosundaki katılımcılar daha bilgili bir seçim (önyargı içeren bilgiler olmaksızın) yapacakları için Harsanyi’nin senaryosu normatif olarak daha yerinde olacaktır.

b) İnsanların olasılıkları bilmesi gerekmez; çünkü karar teorisinden Kesin Olan İlkesini uygulayabilirler. İnsanlar olası sonuçlar hakkında verili olan tüm tutarlı olasılık dağılımlarını göz önüne aldıklarında utiliteryenizmi seçeceklerini bilir; sonuç olarak, doğru dağılımın ne olduğunu bilmeden de basitçe utiliteryenizmi seçebilirler.

Kesin Olan İlkesini açıklamak için bir analoji: Sokaktan geçen biri beni durdurup ”Bir dakikanız var mı?” diye soruyor. Şimdi, şunu biliyorum ki eğer İsa için misyonerlik yapmak istiyorsa onunla konuşmak istemiyorum; işe yaramaz dandik mallar satmaya çalışıyorsa onunla konuşmak istemiyorum; ve eğer para için dileniyorsa da onunla konuşmak istemiyorum. (Tüm olasılıklar bunlar diyelim.) Bu alternatiflerin hiçbiri hakkında konuşmak istemediğim için tam olarak ne yaptıklarını bilmeye ihtiyacım kalmaz. Doğrudan onlarla konuşmak istemediğimi söyleyebilirim.

Ve Rawls’ın verebileceği kafası karışık bir cevabı öngörmek gerekirse: Hayır, bundan insanların alternatiflerin ne olduğunu dahi bilmediğini öne sürerek kurtulamazsın. Tanrı’nın, beni yolda durdurmaya çalışan kişinin aslında benim düşünemediğim ama sahip olabileceği beşinci bir amacı daha olduğunu bana söylediğini varsayalım; ancak, eğer bu beşinci amacı da bilseydim hala o kişiyle konuşmak istemeyeceğim konusunda Tanrı bana garanti vermiş olsun. Öyleyse hala bu kişiyle konuşmak istemediğim sonucuna varabilirim; beşinci alternatifin ne olduğunu bilmem gerekmez. Ortada kaç alternatif olduğunu bilmemem de önemli değil. (Detayları siz doldurun.)

c) Kaldı ki olasılıkların yokluğu maksimini desteklemez. Maksimin yalnızca olası en kötü sonucu göz önünde bulundurmanızı ister. Bu en kötü sonuca %100 olasılığa sahipmiş gibi muamele etmekle eşdeğerdir. Olasılıkları bilmemek, bir durumun olasılığı 1’miş gibi davranmamızı rasyonel kılmaz. Vardığım noktayı kavramak için Rawls’ın argümanının, maksimin ve maksimaks (”yalnızca olası en iyi sonuca bak”) veya maksimize etme (”yalnızca olası medyan sonuca bak”) ya da ”diğerleri tarafından domine edilmeyen herhangi bir opsiyonu seç” kuralı arasında nötr kaldığının farkında olmanız lazım.

d) Eğer bilgisizlik beklenen fayda maksimizasyonu için bir problem teşkil etseydi bu aynı zamanda maksimin için de bir problem teşkil etmiş olurdu. Rawls’ın dediğine göre insanlar olası sonuçların olasılıklarını bilmemekle kalmaz, ayrıca olası sonuçların neler olacağını da bilmezler. (Ve hayır, bu problemden insanların maksimin kuralıyla yalnızca ”bir ilişkisi” olduğu söylenilerek kaçınılamaz. [Bir Adalet Teorisi, 135])

II. Azalan Marjinal Fayda

Refah belli bir asgari seviyenin yukarısında ciddi anlamda azalan marjinal faydaya sahiptir. Dolayısıyla, Orijinal Pozisyondaki katılımcıların Fark İlkesi altında elde edeceklerinden daha fazla refah elde etmeye çalışmaları için pek bir nedenleri yoktur.

Cevaplar:

a) Bu beklenen refahı maksimize etmemek için kullanılabilecek bir argümandır, beklenen faydayı maksimize etmek için kullanılabilecek bir argüman değildir. Refahın azalan marjinal faydası meselesi utiliteryenizm tarafından zaten hesaba katılmıştır (açıkça), dolayısıyla bu durum utiliteryenizme karşı bir argüman olamaz.

b) Eğer iyi bir yaşama sahip olmak için gerekli bir asgari refah seviyesi gerçekten varsa ve buna yapılan eklemeler refahına çok az iyileştirmede bulunuyor ya da hiç bulunmuyorsa bu durum hala Fark İlkesini desteklemezdi. Onun yerine, “asgari seviyenin altındaki insanların sayısını maksimize etme” ilkesini desteklerdi.

c) Rawls zaten bu olgusal varsayımların hiçbirini desteklemiş değildir. İyi bir yaşama sahip olmak için gereken asgari bir refah seviyesinin varlığı ve daha üstüne çıkıldığında gözle görülebilir bir fayda sağlamayan bir refah seviyesi olması akla yatkındır. Ancak bu iki refah seviyesi açık bir şekilde farklı seviyelerdir.

III. Risk

Eğer Fark İlkesinden farklı bir şeyi tercih ederseniz ”kabul edemeyeceğiniz” aşırı kötü bir sonuçla baş başa kalmanız olasıdır. Dolayısıyla Fark İlkesi haricindeki ilkeler risklidir.

Cevaplar:

a) Tekrar etmek gerekirse bu tarz bir durum, beklenen fayda maksimizasyonu tarafından zaten hesaba alınmıştır; dolayısıyla beklenen fayda maksimizasyonuna karşı bir argüman olamaz. Beklenen fayda hesaplamaları aşırı derecede kötü sonuçlar elde etme şansımızı göz önünde bulundurur ve bu olasılıkların hesaplamadaki ağırlığını meydana gelme ihtimallerine göre değerlendirir. Rawls’ın önerebileceği tek şey bu gibi sonuçlara daha ciddi bir ağırlık verilmesi olabilir. Diğer bir deyişle, olasılıklarıyla orantısız bir ağırlık. Gerçekten de Rawls sanki bu sonuçlar kesinmiş gibi davranmamız gerektiğini savunur; fakat bunun için gerçek bir argüman sunmaz. Bazı sonuçların çok kötü olması o sonuçların olasılıkları daha yüksekmiş ya da olduklarından daha kötülermiş gibi davranmamız gerektiği anlamına gelmez.

b) Buna paralel ancak karşıt bir argümanla karşılaştıralım: Eğer Fark İlkesini seçersek muazzam derecede harika sonuçları kaçırabiliriz. Bunu yapmak istemeyeceğimiz için onun yerine maksimaks kuralını uygulamalıyız: En iyi olası sonuç kesinlikle meydana gelecekmiş gibi seçim yapın.

IV. Makullük

Orijinal Pozisyondaki insanların gelecek nesillere “makul” ya da “sorumlu” gözükecek bir seçim yapmaları gerekir.

Cevap:

Fark İlkesinin utiliteryenizmden daha makul ya da sorumlu olduğunu varsaymadığımız sürece bu durum, Fark İlkesini utiliteryenizme tercih etmemiz gerektiği iddiasını desteklemez. Bu döngüsel gerekçelendirme olur.

* * *
Tekrar söylemek gerekirse bunlar Rawls’ın yalnızca ustalık eserindeki ufak bir bölümde geçen hatalardı. Çalışması boyunca çok daha fazla hata var.

Şunun farkına varmalısınız ki burada geçenler benim tartışmalı bir mevzuda Rawls’tan farklılaşan bir sezgiye sahip olduğum meseleler değildi. Karmaşık türden bir kanıtlar bütününün önemi hakkında ayrışan değerlendirmeler de değillerdi. Bunlar kafa karışıklığıyla beraber kötü bir mantıksal akıl yürütmenin olduğu durumlardı. Az önce söylediği şeyin Orijinal Pozisyondaki insanların artık maksimini değil, beklenen fayda maksimizasyonunu kullanmalarını gerektirdiğini fark edip ”işte bu sebepten ötürü yalnızca maksimin kuralıyla ilişkili olarak konuşuyorum” diyerek hızlıca bu meseleyi atlaması gibi acınası geçiştirmeler vardı. Açık bir şekilde beklenen fayda maksimizasyonuyla beklenen refah maksimizasyonunu (yukardaki II.’ye bakınız) birbirine karıştırdığı utanç verici kafa karışıklıkları da vardı. Dahası, standart beklenen fayda hesaplamalarına halihazırda dahil olan faktörleri öne sürerek bunları maksimin kuralını kullanmak için birer neden olarak sunması gibi konuyla ilgisiz cevapları vardı.*

*Belki de bu iddiaların beklenen fayda maksimizasyonunu çürütmesi değil, genel olarak maksimini desteklemesi gerekiyordu. Ancak bu durumda maksimin kuralının beklenen değer maksimizasyonunun standart rasyonel seçim kuralından daha iyi olduğunu destekleyebileceğini düşünmesi bariz bir hata olurdu.

İyi bir lisans öğrencisi bu hataların farkına varabilir. Bu hataları dünya çapındaki profesyonel felsefecilerin fark etmemesi ya da fark edip yine de Rawls’ın iyi akıl yürüttüğünü düşünmeleri felsefe için bir utançtır. David Friedman gibi başka bir alandan zeki birisi bu tarz şeyler okuduğunda kendini felsefecilerin aptal olduğunu düşünürken buluyor. Rawls bu hataları yaptığı için değil, geri kalan meslektaşları bu hataları fark etmediği ya da umursamadığı için.


Michael Huemer- “John Rawls Is an Awful Reasoner”, (Erişim Tarihi: 12.11.2020), Erişim Kaynağı: https://fakenous.net/?p=1824

Çeviren: Yiğit Aras Tarım

Çeviri Editörü: Mert Mirza

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Kapitalizmi ve Sosyalizmi Tanımlamak – Thomas Metcalf

Sonraki Gönderi

Farklı Bir Analitik Felsefeci Portresi: Alvin Plantinga – Musa Yanık

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü