1. William Paley’in “Saatçi Analojisi”
Tarihsel olarak, batı felsefesi geleneğindeki teleolojik argüman tartışmalarında en etkili olmuş argümanlardan biri hiç şüphe yok ki William Paley’in Saatçi Analojisidir. Özellikle doğal seçilime dayalı evrim teorisinin gelişiminden önce büyük bir entelektüel güce sahip olan bu argümanın Darwin’den sonra geçerliliğini yitirdiği (en azından biyolojik tasarım konusunda) yaygın bir kanıdır. Yine de tarihsel önemi sebebiyle Saatçi Analojisi güncel akademik yayınlarda sıkça atıf almaya ve popüler tartışmalarda kullanılmaya devam etmektedir.
Paley, basitçe şu iki durumu hayal etmemizi ister: Birinci durumda, çalılık bir arazide yürürken ayağınıza taş takıldığını düşünün. Bu taşın oraya nereden geldiğini ve neden var olduğunu sorguladığınızda muhtemelen karmaşık bir açıklama aramayacaksınızdır. Taş hep orada olabilir ve oluşumunun özel bir sebebi olmak zorunda değildir. İkinci durumda, ayağınızın aynı noktada bulunan bir saate çarptığını düşünün. Saati elinize alıp incelediniz ve zamanı doğru şekilde göstermek üzere bir araya gelmiş çeşitli mekanizmalardan oluştuğunu gördünüz. Bu durumda ne düşünmeniz gerekirdi? Birinci örnekte olduğu gibi “Özel bir açıklamaya ihtiyaç yok!” deyip geçer miydiniz yoksa saatin zeki bir insan veya insan grubu tarafından özel bir amaçla üretildiği sonucuna mı varırdınız? Hiç kimsenin böyle bir durumda saatin kendiliğinden var olduğunu düşünmeyeceği gerçeğinden hareketle Paley şu sonuca ulaşır: Bir saatten çok daha karmaşık, çok daha düzenli ve çok daha özel amaçlara hizmet eden doğal mekanizmaların kendiliğinden var olması mümkün değildir. Doğanın mevcut yapısının arkasında zeki bir tasarımcının bulunması gerekir. [1]
Bazı eleştirmenler bu argümanın geçersiz bir analojik akıl yürütme biçimini takip ettiğini söylemektedir. Buna göre, Paley belli bir yönden birbirine benzediğini bildiğimiz iki nesnenin diğer yönlerden de birbirine benzemesi gerektiğini varsayarak hatalı bir çıkarımda bulunmuştur. Bu itiraza göre doğal yapılar ile insan yapımı nesnelerin işlevsellik ve karmaşıklık yönünden birbirine benzemesi onların diğer tüm yönlerden de birbirine benzeyeceği anlamına gelmez. Biz saatlerin zeki tasarımcılar tarafından üretildiğini biliyoruz, çünkü hayatımız boyunca gördüğümüz tüm saatlerin bir tasarımcısı olduğunu gözlem ve deneyimle öğreniyoruz. Ancak doğanın bir tasarımcı veya tasarımcı grubu tarafından üretildiğine ilişkin deneyim bilgisinden yoksunuz. Bu nedenle eleştirmenler Paley’in eksik bilgimizden hareketle temelsiz bir çıkarım yaptığını savunmaktadır. Ancak şunu da hatırlatmakta yarar var: Bu eleştiri her ne kadar popüler felsefe kitaplarında “Paley’in fark edemediği ölümcül hatayı Hume çürüttü ve tartışmayı bitirdi” minvalinde işleniyor olsa da Hume bu eleştirileri aslında Paley’den önce yazmıştır ve Paley kitabında bu konuyu da ele almıştır.
Daha Fazla Okuma İçin:
- Matthew Fitzgerald, Teleolojik Argüman: Tanrı’nın Varlığının En Güçlü Kanıtı mı? https://onculanalitikfelsefe.com/teleolojik-arguman-tanrinin-varliginin-en-guclu-kaniti-mi-matthew-fitzgerald/
- Berat Mutluhan Seferoğlu, Yanlış Anlaşılan Üç Teist Filozof: Aquinas, Pascal ve Paley https://onculanalitikfelsefe.com/yanlis-anlasilan-uc-teist-filozof-aquinas-pascal-ve-paley/
- Kenneth Einar Himma, Design Arguments for the Existence of God, https://iep.utm.edu/design/
2. İdam Mangası Analojisi
Evrenin kompleks yaşama ev sahipliği yapan bir yer olması pek çok parametrenin kritik bir değer aralığında bulunmasına bağlıdır. Ancak, bu parametrelerin yaşam-destekleyici bir evreni meydana getirecek biçimde bir araya gelme olasılığı tahayyül edilemeyecek kadar düşüktür. Pek çok Teist filozof bu olguyu evreni yaşama olanak verecek biçimde hassas ayarlayan zeki bir tasarımcının varlığına delil olarak kabul eder. Ancak Zayıf Antropik İlke olarak bilinen yaklaşım buna karşı çıkarak şöyle der: “Eğer fizik sabitleri halihazırda olduğu şekilde denk gelmeseydi biz ve diğer canlılar zaten var olamazdık ve tüm bunların sebebini sorgulayabiliyor olamazdık. O halde, olmasaydı zaten var olamayacağımız bir durumun bu şekilde olmasını Tanrı veya başka bir zekâ faktörü ile açıklamaya ihtiyaç yoktur.”
Filozof John Leslie’nin İdam Mangası isimli analojisi bu yaklaşımın mantıksızlığını göstermeyi amaçlayan bir düşünce deneyidir. Analojiyi, şu şekilde özetleyebiliriz:
Kurşuna dizilmek üzere bir yere bağlandığınızı ve çevrenizin yakın mesafede bulunan onlarca keskin nişancı ile kuşatılmış olduğunu hayal edin. Hepsi namlusunu dikkatle size doğrultmuş ve ateş etmek için alacakları talimatı bekliyorlar. Ateş emri geldiğinde gözünüzü kapatıp ölmeyi bekliyorsunuz. Ama o da ne! Silahların patlama sesini duymanızın üzerinden birkaç saniye geçmiş olmasına rağmen hâlâ hayattasınız. Tek bir mermi bile size isabet etmemiş. Bu durumda ne düşünürdünüz?
- 1. Olasılık: Bana yakın mesafeden ateş eden onlarca keskin nişancıdan hiçbirinin beni vuramaması çok düşük bir olasılık. Öyleyse işin içinde bir iş var. Zaten beni vurmak istemiyorlardı ve bilerek ıskaladılar.
- 2. Olasılık: Eğer biri isabet etmiş olsaydı zaten ölmüş olurdum ve neden hayatta kaldım diye düşünebiliyor olamazdım. O yüzden bunun altında bir sebep aramama gerek yok.
Hiçbir rasyonel insan bu tür bir durumda 2. Olasılığı düşünmeyecektir. Ancak Leslie’ye göre Zayıf Antropik İlke taraftarlarının yaptığı şey tam olarak budur. Fizik sabitlerinin mevcut değerlerini almaması durumunda bizim var olamayacağımız doğrudur. Ancak bu durum hiçbir açıklamaya ihtiyacımız olmadığı manasına gelmez. [2]
3. Plantinga’nın “Kötü Cin” Düşünce Deneyi
Mantıksal Kötülük Problemi, mutlak iyi olan bir Tanrı’nın var olması halinde kötülüğün mantıken imkânsız olacağını savunan bir ateizm argümanıdır. Bu argümana göre Tanrı ve kötülük arasındaki ilişki tıpkı “evli bekar”, “üçgen kare” gibi çelişkilidir ve her ikisinin bir arada var olabileceği bir mümkün senaryo tasavvur edilemez.
Alvin Plantinga’nın Özgür İrade Savunması [3] bu argümanı şu yolla çürütmeye çalışır.
- İyi bir Tanrı’nın özgür irade sahibi varlıklar yaratması mümkündür.
- Özgür iradeli bir varlığın kötülük yapması mümkündür.
- Öyleyse, iyi bir Tanrı ile kötülüklerin bir arada var olması mümkündür.
(Bu argümanın bir teodise, yani kötülüklerin varlığını gerekçelendirmeye çalışan bir model olmadığını sadece Tanrı ve kötülükler arasında mantıksal çelişki bulunmadığını ortaya koyan bir açıklama olduğunu unutmayın!)
Bu yolla insanların özgür iradeleri ile yaptığı kötülüklerin imkânı kolaylıkla temellendirilebilir. Ama insanların dahli bulunmayan doğal kötülüklerin varlığı -depremler, tsunamiler, hastalıklar vb.- Özgür İrade Savunması ile nasıl açıklanacaktır? Plantinga, bu amaçla şöyle özetleyebileceğimiz bir senaryo tasarlar:
Doğayı kontrol edebilen, depremler, seller oluşturabilen özgür irade sahibi çok güçlü bir cin hayal edelim. Böyle bir durumda, doğal kötülükler dediğimiz şey aslında özgür iradeye dayanan ahlaki kötülüklerin bir alt kümesi olmuş olur. İnsanların birbirine yaptığı kötülüklerin failinin Tanrı olmaması gibi, bu durumda cinin çıkardığı afetlerin faili de Tanrı değil başka bir iradî fail olacağından Özgür İrade Savunması doğal kötülükleri de açıklayacak biçimde genişler.
Bu örneğin ilk bakışta çok tuhaf geldiğinin farkındayım. Ancak Plantinga’nın bunu sadece “hayal edilebilir bir senaryo” olarak verdiğine, yani gerçekten böyle bir cinin doğal afetlere sebep olduğuna inanmadığına dikkat edin. Burada önemli olan bu senaryonun tasavvur edilebilir olması, dolayısıyla mantıksal çelişki içermemesidir. Mantıksal Kötülük Problemi, hiçbir mümkün durumda Tanrı ve kötülüğün bir arada bulunamayacağını iddia eder. Bu örnek, gerçek olup olmamasından bağımsız olarak Tanrı ve kötülüğün bir arada bulunabileceği mümkün bir durum teşkil eder ve bu sebeple Mantıksal Kötülük Probleminin çelişki iddiasını çürütmüş olur. Nitekim pek çok ateist filozof da Özgür İrade Savunmasının Mantıksal Kötülük Problemini çürüttüğü konusunda hemfikirdir.
Daha Fazla Okuma İçin:
Taner Beyter, Kötülük Problemine Karşı Özgür İrade Savunusu ve Eleştirel Bir Değerlendirme, https://onculanalitikfelsefe.com/kotuluk-problemine-karsi-ozgur-irade-savunusu-ve-elestirel-bir-degerlendirme-taner-beyter/
James Beebe, Mantıksal Kötülük Problemi (IEP) https://onculanalitikfelsefe.com/mantiksal-kotuluk-problemi-james-r-beebe-internet-encyclopedia-of-philosophy/
4. Şüpheci Teizm – Satranç Ustası Analojisi
Delilci Kötülük Problemi, Tanrı ve kötülükler arasında mantıksal bir çelişki bulunmasa bile dünyadaki anlamsız ve orantısız kötülüklerin Tanrı’nın varlığını ihtimal dışı kıldığını savunur. Buna göre, dünya gerekçelendirilemez kötülüklerle doludur ve iyi bir Tanrı’nın varlığı altında bu kötülükler için hiçbir sebep görünmemektedir.
Şüpheci Teizm, bu problemi insan ve Tanrı arasındaki epistemik makası baz alarak çözmeye çalışır. Tanrı’nın bazı eylemleri insan için anlamsız görünebilir, ancak ŞT’ye göre “Bazı kötülükler anlamsız görünüyor.” öncülünden “Bazı kötülükler gerçekten anlamsızdır.” sonucuna sıçramak hatalıdır. Çünkü sonsuz olan Tanrı’nın zihni ile sınırlı-kusurlu insanın bilişsel kapasitesi arasında o kadar büyük bir boşluk vardır ki insanın Tanrı’nın tüm sebeplerini görmesi/kavraması beklenemez. Bu sebeple, bazı kötülüklerin anlamı yokmuş gibi görünmesi onun gerçekten anlamı olmadığını göstermez.
Örneğin, satrançta iyi olmayan bir kişi bir satranç ustasının tuhaf görünen hamlelerini anlamayabilir. Bu nedenle o hamleleri tuhaf ve anlamsız bulabilir. Ancak bu, satranç ustasının hamlesinin mantıksız olduğu anlamına gelmez. [4] Zira ikisi arasında büyük bir epistemik mesafe vardır ve ustanın planladığı her şeyi satranç bilmeyen kişinin anlayabilmesi beklenemez. Bu yüzden “Bu hamlede hiçbir mantık görünmüyor, öyleyse bu hamle mantıksız!” demek yersiz bir çıkarım olacaktır. Çünkü sorun satranç bilmeyen kişinin hamledeki anlamı görüp görememesi değil, hamlede anlam olsa bile onu görebilecek durumda olmamasıdır.
Şüpheci Teizme göre Tanrı ve insan arasındaki durum da buna benzer. Biz dünyada gördüğümüz pek çok kötülüğü temellendiremiyor ve onlar için hiçbir iyi sebep bulamıyor olabiliriz. Ancak kötülüklerin bir anlamı olsa bile göremeyecek durumda olduğumuz için sınırlı bilişsel kapasitemize dayanarak çıkarım yapmak hatalı olacaktır.
Daha Fazla Okuma:
- Berk Celayir, Şüpheci Teizm ve Olasılıkçı Tanrı Argümanları, Öncül Analitik Felsefe Dergisi, 5. Sayı
- Alexander Pruss, Şüpheci Teizm ve Tanrı’nın Sonsuzluğu https://onculanalitikfelsefe.com/supheci-teizm-ve-tanrinin-sonsuzlugu-alexander-pruss/
- Trent Dougherty, Skeptical Theism https://plato.stanford.edu/entries/skeptical-theism/
5. Ontolojik Argüman – Descartes’ın Üçgen Benzetmesi
Descartes’a göre Tanrı’yı düşünebiliyor olmamız, yani Tanrı’nın bir kavram olarak zihnimizde var olması onun gerçekten var olduğunun bir kanıtıdır. Zira, bir şeyi düşündüğümüz zaman o şeyi, özünden/tanımından gelen zorunlu nitelikleri ile birlikte düşünürüz. Bir üçgen düşündüğümüzde, düşüncemize zorunlu olarak “üç kenar” özelliği eşlik eder. Üç kenarlı olmayan bir üçgen düşünemeyiz. Çünkü üç kenarlı olmak üçgen kavramının özünden gelen ve ondan ayrı düşünülemeyen zorunlu bir özelliktir.
Aynı durum Descartes’a göre Tanrı’nın varlığı için de geçerlidir. Tanrı, özü gereği mükemmel olan varlıktır. Mükemmel olan, mükemmelliğin gerektirdiği tüm niteliklere sahip olan varlıktır. Var olmak tüm yönleriyle mükemmel olan bir varlığın sahip olması gereken niteliklerden biridir. O halde var olmak Tanrı’nın tanımına, özüne içkin zorunlu özelliklerden biridir. Nasıl ki üçgen kavramı üç kenarlı olmaktan ayrı düşünülemez, aynı şekilde Tanrı kavramı da var olmaktan ayrı düşünülemez. Üçgenin zorunlu olarak üç kenarlı bir şekil olması gibi Tanrı da zorunlu olarak var olan mükemmel varlıktır. Aksini düşünmek, zihni çelişkiye götüreceği için imkânsızdır. [5]
Ancak Kant’a göre Descartes Tanrı’nın zorunluluğu ile üçgenin üç kenarının zorunluluğu arasında hatalı bir kıyas yapmaktadır. Zira üçgenin zorunluluğu koşullu bir zorunluluktur. Bir üçgenin var olması durumunda üç kenarlı olmaktan ayrı düşünülemeyeceğini imler. Başka bir deyişle, bir üçgenin var olduğunu düşündüğümüz zaman onun üç kenarlı olduğunu da düşünmek zorundayızdır ancak bu üçgenin zorunlu olarak var olduğu anlamına gelmez. Üç kenar kavramını üçgen kavramı ile birlikte iptal edersek ortada bir çelişki kalmayacaktır. Aynı şekilde, Tanrı’yı tüm nitelikleriyle birlikte yok kabul edersek ortada mantıksal bir çelişki kalmaz. Ona göre, Descartes farklı zorunluluk türlerini birbirine karıştırdığı için yanlış bir çıkarımda bulunmuştur. [6]
Daha Fazla Okuma İçin:
- Münteha Beki,. Mükemmellik Ve Ontolojik Kanıt, Dini Araştırmalar 18 / 47 (14-12-2015) (Aralık 2015): 119-145 . https://doi.org/10.15745/da.36436
6. Ontolojik Argüman – En Mükemmel Ada Argümanı
En Mükemmel Ada argümanı, Anselm’in Ontolojik Argümanına çağdaşı Gaunilo tarafından yöneltilen ünlü bir itirazdır.
Anselm’in ontolojik argümanı şu şekilde formüle edilebilir:
- Tanrı kendisinden daha büyüğü tasavvur edilemeyen varlıktır.
- Kendisinden daha büyüğü tasavvur edilemeyen varlık zihnimizde mevcuttur.
- Hem gerçeklikte hem zihinde var olan bir varlık sadece zihinde mevcut olup gerçeklikte var olmayan bir varlıktan daha büyüktür.
- Öyleyse, kendisinden daha büyüğü var olmayan varlığın sadece zihinde olması imkânsız/çelişkilidir.
- Öyleyse, kendisinden daha büyüğü tasavvur edilemeyen varlık hem zihinde hem gerçeklikte vardır.
Kısacası, Anselm tasavvur edilebilen varlıkların en büyüğünün gerçek anlamda en büyük olabilmesi için gerçek bir varlık olarak mevcut olması gerektiğini, aksi takdirde bir çelişkiye düşeceğimizi söyler.
Gaunilo ise bu argümanı bir ada analojisi yaparak eleştirir: Kendisinden daha büyüğü/mükemmeli düşünülemeyen bir ada kavramı zihnimde vardır. Hem zihinde hem gerçeklikte var olan bir ada sadece zihinde var olan bir adadan daha büyük/mükemmeldir. Öyleyse, en mükemmel ada gerçekten vardır. [7]
Gaunilo, böylece Anselm’in akıl yürütme biçimini kullanarak pek çok absürt şeyin kanıtlanabileceğini göstermeye çalışır. Anselm’in ontolojik Argümanına tarihte yöneltilen ilk itiraz olan bu analoji kendisinden sonraki pek çok Ontolojik Argüman parodisine de ilham kaynağı olmuştur.
Ancak Anselm’e göre Gaunilo’nun eleştirisi argümanın özünü ıskalamaktadır. Zira, ontolojik argüman herhangi bir spesifik nesne kategorisinin en büyüğü veya mükemmeli ile alakalı değil yalnızca tasavvur edilebilen tüm varlıkların en mükemmeli ile alakalıdır. Bu nedenle, en mükemmel ada gibi karşı örnekler argüman ile ilgisizdir. Bunun dışında, bazı filozoflar tarafından en büyük/mükemmel ada kavramının tasavvur edilebilirliği de sorgulanmıştır. Zira, ada Tanrı’dan farklı olarak fiziksel bir nesne olup ağaç, taş, bitki vb. ögelerden oluşur ve bir ada ne kadar büyük olursa olsun bu tür nesnelerden daha fazlasını içerdiği hayal edilebilir.
Daha Fazla Okuma İçin:
- Mehmet Mirioğlu, Klasik Ontolojik Argümanın Ateistik Eleştirisi, https://onculanalitikfelsefe.com/klasik-ontolojik-argumanin-ateistik-elestirisi-mehmet-mirioglu/
- Andrew Chapman, Tanrı’nın Varlığına Dair Ontolojik Argüman, https://onculanalitikfelsefe.com/tanrinin-varligina-dair-ontolojik-arguman-andrew-chapman/
7. Sonsuz Güç Paradoksu
Tanrı, tanımı gereği omnipotent, yani kâdir-i mutlak, her şeye gücü yeten varlıktır. Bu anlayış elbette yeryüzündeki tüm dini inanç ve geleneklerin görüşünü yansıtmamaktadır. Pek çok dinde (özellikle çok tanrılı olanlarda) Tanrılar çeşitli yönlerden sınırlılıklara tabidir. Ancak Batı felsefesi literatüründe Tanrı kelimesi kullanıldığı zaman kastedilen şey genellikle Yahudilik, Hristiyanlık, İslam gibi tek tanrılı dinlerin kabul ettiği her şeye gücü yeten Tanrı tasavvurudur.
Sonsuz Güç paradoksu olarak bilinen akıl yürütme biçimi, her şeye gücü yeten varlığın gücünün yetmeyeceği bazı şeyler olduğunu göstererek bu kavramın çelişkili, dolayısıyla imkânsız olduğunu bu yüzden Tanrı’nın var olamayacağını kanıtlamaya çalışır. Bu argüman genelde “Tanrı kaldıramayacağı taş yaratabilir mi?” “Tanrı yuvarlak kare çizebilir mi?” “Tanrı kendisini yok edebilir mi?” gibi sorularla ifade edilir.
Descartes’ın da aralarında olduğu bazı teist filozoflar bu paradoksu “Tanrı’nın mantığı yarattığını, bu sebeple kendi yarattığı mantık kurallarını aşarak imkânsız şeyleri gerçekleştirebileceğini” söyleyerek çözmeye çalışır. Ancak bu yol “Tanrı hem var hem yok olabilir mi?” gibi sorular karşısında teolojik problemlere sebep olduğu için fazla tercih edilen bir yol değildir. (Nitekim Descartes da bu konuda istisna koymuştur.) Bu nedenle teist düşünürlerin çoğu Tanrı’nın her şeye gücü yetme özelliğini mantıken mümkün olan şeylerle sınırlar. Buna göre, mantık var olup olabilecek her şeyin doğal sınırlarını belirleyen en geniş çerçeve olduğu için her şey demek esasen mantıken mümkün olan her şey demektir. O halde, Tanrı’nın her şeyi yapabilme gücü çelişkili olmayan her şeyi kapsar.
Bu argüman karşısındaki cevaplardan bir diğeri -ikinci pozisyonun bir uzantısı olarak- Tanrı kaldıramayacağı taşı yaratabilir mi gibi soruların tümüyle anlamsız olduğudur. Yani, bu gibi sorular esasen “Her şeyi yapabilen biri yapamayacağı şeyi yapabilir mi” demek olup bu ifade gerçeklikte karşılığı olmayan bir dil oyunundan başka bir şey değildir. Başka bir deyişle, bu soru gerçek bir soru olmayıp gündelik dilimizin yetersizliğinden kaynaklanan sahte bir problemdir.
Daha Fazla Okuma İçin:
- Mehmet Mirioğlu, Mutlak Kudret Argümanı, https://onculanalitikfelsefe.com/mutlak-kudret-argumani-mehmet-mirioglu/
- Nazif Muhtaroğlu, Taş Paradoksu: Gazzali ve Aquinas Üzerinden Bir Çözüm Önerisi https://onculanalitikfelsefe.com/tas-paradoksu-gazzali-ve-aquinas-uzerinden-bir-cozum-onerisi-nazif-muhtaroglu/
- Bailie Peterson, Tanrı’nın Sıfatları https://onculanalitikfelsefe.com/tanrinin-sifatlari-bailie-peterson/
8. Sonsuz Bilgi ve Özgür İrade Paradoksu
Eğer Tanrı mükemmelse -ki Klasik Teizme göre öyle olmak zorundadır- her şeyi bilir. O halde her insanın doğumdan ölüme kadar yapacağı her eylem, vereceği her karar, tüm detaylarıyla, daha evren bile yaratılmadan önce Tanrı tarafından bilinmektedir. Öte yandan, Klasik teizmin ana akım yaklaşımlarına göre, insanlar seçimleri ve fiillerinden dolayı Tanrı önünde sorumludur. Böylesi bir sorumluluk özgür irade sahibi olmamızı gerektirir. Bu noktada, Özgür İrade Paradoksu Tanrı’nın sonsuz bilgisi ile insanın özgürlüğünün çelişki içinde olduğunu öne sürer. “Tanrı yanılmayacağına ve Tanrı’nın bilgisi değişmeyeceğine göre, eğer ben bir işi yapmadan önce onu yapacağım Tanrı tarafından biliniyorsa başka bir şey yaparak Tanrı’yı yanıltamam. O halde o işi yapmaktan başka şansım yoktur ve bu ben onu yapmadan önce yapacağım belli olduğuna göre özgür iradem söz konusu değildir.”
Bu argümana verilen klasik cevaplardan biri Tanrı’nın bilgisinin eylemlerimizi belirlemediğini, eylemlerimizin Tanrı’nın bilgisini belirlediğidir. Başka bir deyişle, Tanrı sonsuz bilgisi ile yapacağımız şeyleri önceden biliyor olsa bile onları yapma sebebimiz Tanrı’nın bilmesi değidir, Tanrı’nın bilmesinin sebebi onları yapacak olmamızdır. [8]
Bir başka cevap, Tanrı’nın zamansızlığından hareketle Tanrı’da önce-sonra diye bir ayrım olmamasıdır. [9] O, zamandan bağımsız olarak her şeyi tek bir bilgi olarak bilir. Biz olayları önce-sonra olarak yaşarız. Bu nedenle Tanrı eylemlerimizi biz yapmadan “önce” bilir demek sadece bizim için anlamlıdır. Tanrı’nın gözünde bizim gibi zamansal ardışıklık olmadığı için önce veya sonra bilmez, yalnızca bilir. Çemberin merkez noktasının çevredeki tüm noktalara eşit uzaklıkta olması gibi Tanrı da tüm zamanlara eşit uzaklıktadır.
Molina’nın geliştirdiği bir diğer çözüm önerisine göre Tanrı insanların gelecek fiillerini “orta bilgi” ile bilir. Tanrı başlangıçta tüm olası durumların bilgisine sahiptir. Ayrıca, hangi koşullar altında insanların özgür iradesi ile hangi eylemi seçeceğini bilir. İnsanları yarattığında onun koşullarının bilgisine de sahip olduğu için “orta bilgi” yoluyla gelecekteki tüm bilgilere de sahip olur. [10]
Öte yandan, Richard Swinburne gibi ünlü filozofların da savunduğu Açık Teizm yaklaşımı Tanrı’nın ön bilgisi ve özgür irade arasındaki çelişkiyi kabul ederek daha radikal bir çözüm önerisi sunar. Buna göre, Tanrı insanlara özgür irade bahşedebilmek için kendi bilgisini kendi iradesi ile kısıtlamıştır. Bu nedenle insanların henüz gerçekleşmemiş eylemlerini önceden bilmesi söz konusu değildir. [11]
Daha Fazla Okuma İçin:
- Zikri Yavuz, İnsan Hürriyeti Açısından Tanrı’nın Ön Bilgisi (doktora tezi)
- Fatih Özgökman, Tanrı’nın Ön Bilgisi ve Özgür İrade Sorun, Elis Yayınları, Ankara, 2015
Kaynaklar
- [1] Paley, W. & Paxton, J., Ware, J., ed. (1829) Natural theology: or, Evidences of the existence and attributes of the Deity, collected from the appearances of nature . Boston, Lincoln and Edmands.
- [2] Leslie, J. (1989). Universes. Routledge.
- [3] Plantinga, A. (1974). God, freedom and evil. Harper & Row.
- [4] Bergmann, M. (2009). Skeptical theism and the problem of evil. Oxford Handbooks Online. https://doi.org/10.1093/oxfordhb/9780199596539.013.0018
- [5] Descartes, R. (2008). Meditations on first philosophy (M. Moriarty, Trans.). Oxford University Press.
- [6] Kant, I. (2003). Critique of pure reason (M. Weigelt, Trans.). Penguin Classics.
- [7] Oppy, G. (2019, February 6). Ontological arguments. Stanford Encyclopedia of Philosophy. Retrieved January 18, 2022, from https://plato.stanford.edu/entries/ontological-arguments/#Aca
- [8] Merricks, T. (2009). Truth and freedom. Philosophical Review 118 (1):29-57.
- [9] Stump,E. & Kretzmann, N. (1981). Eternity. Journal of Philosophy 78 (8):429-458.
- [10] Laing, J. D. (n.d.). Middle Knowledge. Internet encyclopedia of philosophy. Retrieved January 18, 2022, from https://iep.utm.edu/middlekn/
- [11] Swinburne, R. (2017). In Defence of open theism. Science, Religion and Culture, 4(2). https://doi.org/10.17582/journal.src/2017/4.2.56.62