Tom Regan

Tom Regan ve Bir Zamanların Hayvan Hareketi Üzerine Değerlendirmeler – Gary L. Francione

/
1221 Okunma
Okunma süresi: 64 Dakika

Gerçek Bir Haklar Hareketinin Başlangıcı

Sahneyi kuralım: 15 Temmuz 1985. Aralarında Tom Regan’ın da olduğu yaklaşık 100 hayvan hakları aktivistinden oluşan bir grup, Bethesda, Maryland’deki Ulusal Sağlık Enstitüsünün (NIH) bir binasını ele geçiriyor. Pensilvanya Üniversitesi (Penn) Tıp Fakültesinde babunlar üzerinde yürütülen kafa travması deneylerini protesto ediyorlar. Göstericiler, hükümet kapsamlı bir soruşturma geçirmesi beklenen laboratuvarı fonlamayı en azından askıya almaya razı olmadığı sürece, binayı işgâl edeceklerini duyuruyorlar. Hükümet, göstericiler binadan ayrılmazlarsa onları tutuklamakla tehdit ediyor.

Yorgun, günlerdir yıkanmamış ve gergin protestoculardan oluşan kalabalık bir grup, kaçınılmaz hâle geldiği anlaşılan tutuklamaların korkusu üzerlerinde, geniş ama sıkış tıkış bir NIH bürosunda etrafını sarmış, esrik bir dikkâtle Tom’u dinliyordu. Tom, çeşitli sosyal hareketlerin tarihlerindeki şiddetsiz protestoları anlatarak ve böyle protesto gösterilerinin bu tip mücadelelerde ne kadar kritik bir rol oynadığı konusunda teminat vererek, onları sakinleştiriyor ve tekrar odaklanmalarına yardımcı oluyordu. Tom müthiş bir hikâye anlatıcısıydı. Hikâyeleri ve sosyal adalet hareketleri konusundaki bilgisi, grubu aralıksız olarak yaklaşık dört gün boyunca canlı ve istekli tuttu; göstericilerin yeniden cesaret kazanmasını ve hem protesto ettiğimiz deneylerin karşısında durma, hem de insan harici hayvanlara adalet gibi daha büyük bir hedefe ulaşma açısından, yaptığımız şeyin ne kadar önemli olduğunu anlamalarını sağladı.

Günlerce süren hararetli tartışmalardan sonra, 18 Temmuz 1985’te, öğlene doğru, Sağlık ve İnsan Hizmetleri Sekreteri Margaret Heckler, NIH’ye, protesto ettiğimiz deneylerin kapsamlı bir soruşturma beklemek üzere askıya alınmasını söyledi. Oturma eylemi başarıya ulaşmıştı. “Hayvan hakları” gürûhu, bir sivil itaatsizlik eyleminde federal devletin karşısında durmuş ve galip gelmişti; Tom da bu başarıda hayatî bir rol oynamıştı.

Bu oturma eylemi, şüphesiz, o zamana dek (ve belki bu zamana dek) Amerikan hayvan hakları hareketinde meydana gelen en kayda değer olaydı. Tom orada olmasaydı, sanırım göstericilerin çoğu öylece oradan ayrılır ve oturma eylemi başarısız olurdu.

Ben o göstericileri bir avukat olarak temsil ediyor ve göstericilerin peşinde oldukları meseleler ve talepleri hakkında NIH ile pazarlık ediyordum. Tom benim müvekkillerimden biriydi. Tom’la beni bir araya getiren de bu dava olmuştur.

1984 Temmuz’unda, Penn Hukuk Fakültesinde öğretim üyesi olarak ders vermeye başladım. 1984 Mayıs sonlarına doğru Penn Tıp Fakültesindeki bir laboratuvara zorla girildi. Laboratuvarda, babunlar üzerinde kafa travması deneyleri yapılıyor, babunların kafaları yerçekimi kuvvetinin 2000 katına kadar hızlandırılarak, kafasını doğrudan çarpan bir insanın alacağı yaradan farklı olarak, kafatasıyla birlikte hareket ettiğinde beynin ne çeşit yaralanmalara maruz kalacağı ölçülmeye çalışılıyordu. İçeri zorla kim girdiyse, sadece laboratuvarda gerçekleşen ve korkunç derecede şiddet içeren deneyleri değil, araştırmacıların bu deneylerin video kaydını tuttuğunu da biliyordu. İçeri girenler yaklaşık 60 saat uzunluğundaki video kasetleri götürdüler. Kopyalarını çıkarıp, Washington’daki nispeten yeni bir hayvan aktivizmi derneğine, Hayvanlara Etik Muamele Topluluğu’na (PETA) da anonim olarak bir kopya verdiler. PETA’nın kurucuları Alex Pacheco ve Ingrid Newkirk’le, bir yıl önce, Washington’da Sandra Day O’Connor adlı hâkime kâtip olarak hizmet verirken tanışmıştım. Kâtipliğim bittiğinde derneğe ücretsiz hukuk danışmanlığı yapmaya başladım.

PETA, “Unnecessary Fuss (Gereksiz Yaygara)” adında, uzun kasetlerdeki görüntülerden kesitlerin üzerine bir anlatıcının deneylerin doğasını açıkladığı, 25 dakika süren bir video hazırladı. 1984 Sonbaharında, Penn, ABD ve İngiltere’de basından büyük ilgi gören ciddî bir skandala karıştı—özellikle de İngiltere’de; deneylerle ilgili birtakım meselelerde Glasgow Üniversitesi’nin de adının geçmesi sebebiyle. Philadelphia’da nüfuzlu bir politik güç olan Penn, laboratuvarından kasetleri kimin çıkardığı hakkında kapsamlı ve sert bir cezai soruşturma başlatması için Bölge Başsavcılık Bürosu’nu harekete geçirdi. Ben ise bir yandan deneylere karşı çıkıyor, bir yandan da cezai soruşturmanın hedefindeki birtakım kişileri temsil ediyordum.

Takip eden Nisan ayında, deneyleri protesto etmek için üniversitede bir miting düzenlemeye karar verdim. Tom Regan’la ilk temasıma da bu olay vesile olmuştur. Bir önceki yaz, The Case for Animal Rights’ı (Hayvan Hakları Meselesi) okumuştum ve mitingde kitabın yazarını da ağırlamak mantıklı gelmişti. Tabiî akademisyenlerin özellikle de böyle bir durumda akademik kuruluşları eleştirmesinin ne kadar zor olduğunu bildiğim için, davetimi geri çevirme ihtimâline tamamen hazırlıklıydım.

1985’in ilk aylarında, Tom’la ilk kez konuştum. Evden telefonla arayıp kendimi tanıttım. Penn’deki tartışmadan haberdardı ve benim dâhil olduğumu da duymuştu. 27 Nisan’da yapılması planlanan miting için Philadelphia’ya gelip gelemeyeceğini sordum. Ulaşım masrafı için hiçbir fonumun olmadığını belirterek, gelirse evimizde ağırlamayı teklif ettim; konuşma yapmaktan onur duyacağını söyleyerek kabul etti. Tom’un muhtemelen üniversitede oldukça tatsız bir dönem geçiriyor olduğumu dile getirdiğini hatırlıyorum. Ona bu konuda “muhtemelen”lik bir şey olmadığı, Penn’in gerçekten bana çok kızdığı ve dekan yardımcısı tarafından, eylemlerimin kariyerimi tehlikeye attığı söylenerek açıkça tehdit edildiğim bilgisini verdim. Konuşmamızın içeriğine dair başka bir şey hatırlamıyorum ama Tom’un ne kadar zarif olduğunu düşündüğümü ve mitingde konuşmayı kabul etmesinin beni ne kadar heyecanlandırdığını hatırlıyorum.

26 Nisan 1985’te, mitingden önceki gece, Tom bizim evde kaldı; o, partnerim Anna Charlton ve ben, neredeyse sabaha kadar uyumayıp, Birleşik Devletler’de gerçek bir hayvan hakları hareketinin ortaya çıkmasına dair ortak arzumuzu konuştuk. Ortaya çıkan hareketin şeklini ve bazı kilit unsurlarını tartıştık—PETA’yı öne çıkaran “Silver Spring maymunları” meselesini, düzenlenen Hayvanlar için Harekete Geç mitinglerini ve o zamanlar meydana gelen ve insanların hayvanlar hakkında daha ilerici bir şekilde düşünmeye başladığına işaret eden diğer şeyleri. Tom, Penn mitinginde konuşmayı kabul ettiğini, çünkü mitingin bir dönüm noktası olacağının farkına vardığını söyledi—daha önce hiç prestijli bir üniversitede devletin fonladığı bir araştırmaya bu şekilde karşı çıkılmamıştı. Penn’in yaptıklarına başarılı bir şekilde muhalefet edersek, bunun artık ortamın değiştiğine dair bir gösterge olacağına ve toplumda hayvan hakları üzerine anlamlı ve geniş kapsamlı bir tartışma başlatabileceğimize inanıyordu—tabii Anna ve ben de.

Ertesi gün arabayla üniversiteye kadar gittik ve Penn kampüsünde mitingin gerçekleşeceği alana doğru yürümeye başladık. Böyle bir etkinliği düzenlemeye dair ben de mitingi birlikte düzenlediğim aktivistler de zerre kadar deneyim sahibi değildik; ya kimse gelmezse diye endişeleniyordum. Gelmesini umduğum 100 katılımcının gelmeme ihtimâline dair kaygımdan Tom’a da bahsettim. Bana endişelenmememi, bu etkinlik hakkında “içinde iyi bir his olduğunu” söyledi. Tom böyleydi işte (benim tanıdığım kadarıyla)—her zaman olumlu düşünmeye çalışırdı.

Mitingin yapılacağı alana yaklaştıkça, deneyleri eleştiren dövizler taşıyan insanların çoğaldığını fark etmeye başladık. Miting alanına girmek için köşeyi döndüğümüzde, en az 1500 kişinin toplandığını görünce şaşkına döndüm. Tom’a baktım; sevinçten öyle bir gülümsemesi vardı ki, asla unutamam. Bana döndü ve dedi ki;

Hayvan hakları hareketinin başladığına şâhit oluyoruz.

Miting çok başarılı geçti. Evvelsi akşamki sohbetimiz esnasında Tom mülâyim ve gayet akademik bir izlenim bırakmıştı. Açıkçası, platforma çıkıp Emanuel Kant’ın içkin değere dair görüşlerini anlatarak herkesi uyutacağından endişe etmiyor değildim. Çok yanılmıştım. Mikrofonu aldığında, akademik Regan yok oldu. Tom, tutku ve inançla konuşan güçlü bir vizyonere dönüştü. Nasıl derler, “tutuşmuştu”. Kalabalığın son derece coşkulu tepkisi, Tom’un tavrıyla uyum içindeydi. Miting hem deneylere karşı kamusal desteği canlandırdı, hem de ABD ve İngiltere’deki hayvan örgütlerini meseleye odakladı.

O akşam eve döndüğümüzde hem mutlu hem de heyecanlıydık. Nereye varacağını bilmiyorduk; ama o gün önemli bir şey olmuştu. Tom, Anna ve ben, gecenin büyük bir kısmını—yine—konuşarak geçirdik.

ABD’nin dört bir yanındaki hayvan örgütlerinin, federal devleti Penn laboratuvarında olup bitenleri soruşturmaya iknâ edebilmek adına aylarca süren girişimlerinin ardından, o yazın sonlarına doğru NIH oturma eylemini başarıyla gerçekleştirmiştik. Eylemin hemen ardından, Tom’la birlikte mutluluktan uça uça, az önce neler olduğunu ve arkasından ne geleceğini konuşarak eve döndük. Hareketi değerlendirdik. Hayvan haklarından, elimizi uzatsak tutabileceğimiz, kazanmayı başarabileceğimiz bir gerçekmişçesine bahsettik. O günü hayatım boyunca unutamam. İkimiz de ne kadar iyimserdik! Tom, Penn laboratuvarına karşı yapılan kampanyanın Birleşik Devletler’deki hayvan hareketinde önemli bir kilometre taşı olduğuna iknâ olmuştu. Haklıydı. Kendisi de bu çabanın çok önemli bir parçasıydı.

Rotayı Haklara Çevirmek: Hak / Refah Çekişmesi

Oturma eyleminden sonra, Tom’la bol bol sohbet ettik ve sık sık görüştük. Tom ve partneri Nancy’nin kurduğu Kültür ve Hayvan Vakfı’nın açılışına destek vermeye, Kuzey Carolina’ya gittim. Anna’yla birlikte vakfın etkinliklerine katıldık; ben vakfın danışmanı oldum. Tom ve Nancy New York’u çok seviyorlardı; taşındığımızda onları sık sık ağırladık. Misafir odamıza “Tom ve Nancy’nin odası” diyorduk.

İlk zamanlarda tartışmalarımız daha ziyade felsefî meselelere yoğunlaşıyordu. Ancak sonraları—hareketteki farklı motivasyonların da bilinciyle—hayvan hakları kuramını uygulamalı bir konu niteliğiyle ele almaya başladık. Bu fikir alış verişlerinde, hareketin doğasına dair bugüne dahi uzanmakta olan bir ikilemi tespit ettik. 

1983’ten beri PETA ve diğer hayvan örgütlerinin kampanyalarında ücretsiz avukat ve danışman olarak çalışıyordum. Bu kampanyalar, büyük çoğunlukla, hayvan refahı meseleleriyle ilgiliydi. “İnsanî” muameleye ve sömürünün sadece bazı biçimlerini eleştiren ve içten içe sömürünün diğer biçimlerinin nispeten daha iyi olduğu mesajını veren, ayrıştırılmış meselelere odaklanıyorlardı.

O zamanlar, aktivistler, kamusal beyanlarında, o belirli kampanyada talep ettiğimizden daha fazlasını istemediğimizi açıkça belirtmeye özen gösteriyorlardı. İngiltere’de bir televizyon programında Penn laboratuvarları hakkında verdiğim bir röportajda, savunduğumuz görüşün deneylerde dirikesim uygulamalarının tamamen bitirilmesi olup olmadığının sorulduğunu hatırlıyorum. Bunun ayrı bir soru başlığı olduğunu, PETA’nın Penn’e karşı kampanyasının sadece mevcut yasalar ve düzenlemelerin ihlâline odaklandığını söylemiştim. Evet, iyi bir avukat böyle cevap verirdi; ama bu açıklamayı yaparken ne kadar rahatsız hissettiğimi çok iyi hatırlıyorum. 

Bu kampanyalar, bazı açılardan, 1960’larda—yani hayvan hakları hareketinin öncesinde—yürütülen kampanyalardan tamamen farksızdı. O zaman kendimize neden hayvan hakları aktivisti diyorduk?

Tom da ben de, hayvan hakları için, hayvan sömürüsünün tamamen ortadan kaldırılmasına (abolisyonuna) ihtiyaç olduğunun farkındaydık; o zamanlar kendisini hayvan hakları savunucusu olarak tanımlayan bir çok kişi de hedefin abolisyon olduğu konusunda hemfikirdi. E ama hayvan sömürüsüne düzenlemeler getirmekten başka hiçbir şey yapmayan kampanyalarla, hayvan sömürüsünü nasıl ortadan kaldıracaktık? Yaptığımız her şeyi anlaşılır bir biçimde abolisyon bağlamında yapmazsak, abolisyon mesajını nasıl yayacaktık?

Aynı dönemde, Tom da kendi görüşleriyle Peter Singer’ın görüşleri arasındaki farkın hayvan hareketi tarafından takdir görmemesi hakkında bariz bir hayal kırıklığı içindeydi. Tom bir hak kuramcısıydı; Singer ise ahlâki hakları reddeden bir utilitaryen (faydacı) idi. Singer’ın görüşleri, hayvan refahı görüşünün baş mimarı olan 19. yüzyıl felsefeci ve hukukçusu Jeremy Bentham’ın düşüncelerini yansıtıyordu. Buna rağmen, Singer, “hayvan hakları hareketinin babası” sıfatıyla anılıyordu. O vakitler, aktivistler arasında, Tom’un 1983’te yazdığı The Case for Animal Rights (Hayvan Hakları Meselesi) adlı kitabıyla yaptığı çok önemli kuramsal katkılar, herhangi bir değer görmemişti. Gerçekten de, önemini takdir etmek bir yana, o zamanlar kitabı okumuş aktivist bulmak bile zordu. PETA da dahil olmak üzere, sözde hayvan örgütleri, kitabı satmadılar bile; Singer’ın Hayvan Özgürleşmesi kitabını sattılar, ve kitabın hayvan hakları hakkında olduğunu söylediler. Kafalar inanılmaz derecede karışıktı. Tom, kuramsal yaklaşımlar arasındaki farkın sadece soyut ve büyük ölçüde anlamsız bir akademik mesele olmadığını kanıtlamak istedi; hareketin benimsediği stratejiyle doğrudan ilişkili olduğunu netleştirmek istedi. Benim gibi Tom da, refah kampanyalarındaki ve sömürünün bir biçimini diğerinin yerine geçiren tek konulu kampanyalardaki bir şeylerin temelden yanlış olduğu kaygısını taşıyordu; ama düşünce biçimini nasıl somutlaştıracağını kestiremiyordu. Tom abolisyon üzerine konuşma yapmakta çok iyiydi—konuşmaları gerçekten her zaman güçlü ve inandırıcıydı—ama o da benim gibi, abolisyonun bir uygulama stratejisi olarak ne anlama geldiğinden emin değildi.

Hayvan hakları kuramının gerçek dünyada pratik olarak nasıl uygulanacağını anlamaya dair ortak ilgimiz, Tom ve beni teori ve pratik ilişkisi hakkında saatlerce süren (böyle söyleyince çok yetersiz kalıyor) konuşmalara sürükledi. Bu sorgulamalar sonucunda, hayvan refahı reformlarını ya da bir sömürünün yerine diğerini koyan tek konulu kampanyaları desteklemenin hayvan haklarıyla çeliştiğini açık açık anlatmak gerektiği konusunda mutabakata vardık. Hayvan “hakları” savunucularının refah reformu kampanyalarını ve basmakalıp tek konulu kampanyaları güya abolisyonist bir hedefin aracı olarak desteklemeleri olgusunu “yeni refahçılık” terimini ortaya koyarak tanımladım. İkimiz de yeni refahçılığa karşıydık.

Benimsediğimiz görüş, hayvan hakları savunucusu olmanın, hayvan sömürüsünü meşrulaştıramayacağımız ve insan harici hayvanlara borçlu olduğumuz adalet sebebiyle hayvan sömürüsünü tamamen ortadan kaldırmak zorunda olduğumuz konusunda apaçık olmayı gerektirdiğiydi. Bu bir merhamet, insaf ya da nezâket meselesi değildi. Ahlâken gerekçelendirilemeyeni yapmaya son verme gerekliliğini açık ve kamusal bir talebe dönüştürme meselesiydi. 

Uygulamada, özellikle üç şeyi önemli bulduk. Birincisi, refah kampanyaları ya da basmakalıp tek konulu kampanyalar yerine, aktivistlerin belli hayvan kullanımlarının yasaklanması üzerine kampanya yapması gerektiğini düşündük—örneğin, kozmetik ya da ürün deneylerinde hayvan kullanımını, anne yoksunluğu çalışmalarında hayvan kullanımını, eğlence amaçlı hayvan kullanımını durdurmak gibi. Bunun yanında, böyle kampanyalar sürdüren hayvan hakları savunucularının hayvan hareketinin hedeflerini de açıkça belirtmek durumunda olduğuna inanıyorduk. Yani, haydi basmakalıp tek konulu kampanyaları başka bir şey gibi paketleyip satalım demiyorduk.

Büyük çoğunlukla, tek konulu kampanyalar sömürünün bir biçiminin yerine diğerini koyar. Örneğin, o zamanlar sürdürülen barınak haczi (belediye barınaklarının istenmeyen ya da yuvalandırılamamış hayvanları araştırma enstitülerine teslim etme zorunluluğu) karşıtı kampanya, bir zamanlar bir ailenin “evcil hayvanı” olan hayvanlar yerine, amaca yönelik olarak yavrulatma yoluyla üretilen hayvanların kullanılması görüşünü destekler. Hayvanları anne yoksunluğu ya da uyuşturucu bağımlılığı deneyleri gibi belli biçimlerdeki deneylerde kullanmaya karşı yapılan kampanyalar, bunun yerine özellikle bir başka deney biçimini desteklememekle birlikte, hayvanları hedef alınan deneylerde kullanmanın nedense hedef alınmayan diğer deneylerde kullanılmasına kıyasla ahlâken daha kötü olduğu mesajını verir. Buradan da, hedef alınmayan kullanımların ahlâken daha iyi olduğu fikrine varılır. Bu kampanyalar, hayvan kullanımını tamamen ortadan kaldırmaya yönelik haklar hareketinde kendi niyetlerini ifade etmede başarısız olmuşlardır.

Tom ve benim önerdiğimiz kampanyalar, açıkça ve kalıcı bir biçimde abolisyona giden adımlar olarak nitelendirilecek bir bağlamda sürdürülen belli pratikleri hedefliyordu—hayvan sömürüsü duvarından tuğla sökmek gibi. Dana eti tüketimini bitirmeye yönelik bir kampanyayla, dana eti tüketimini bitirmeye yönelik abolisyonist bir kampanya arasındaki fark şuydu: Birincisi dana etini ayrıştırılmış bir mesele olarak hedefleyip, dana etini biftek, yumurta ya da sütten ahlâken daha kötü gibi göstermek suretiyle dolaylı olarak insanları dana eti dışındaki hayvansal yiyeceklere yönlendirirken; ikincisi, tüm hayvansal tüketimin ahlâken gerekçelendirilemez olduğunu açıkça vurgulayıp, dana etini, yiyecek için olan tüm hayvan kullanımlarını aşama aşama bitirmeyi amaçlayan bir kampanyanın parçası olarak hedefliyordu. Anahtar fikir, abolisyonun bu kampanyaların apaçık bir parçası olması ve refah reformu kampanyalarının planın hiçbir noktasında yer almamasıydı.

Bizim kavramsallaştırdığımız şekliyle bu abolisyonist kampanyalar, hedeflenmemiş hayvan kullanımlarının hedeflenenlerden daha iyi olmadığını netleştirmekle kalmayıp, aktivistlerin insanlara problemin A olduğunu söylediği ve bunda hemfikir olunana kadar asıl problemin B olduğunu söylemediği basmakalıp kampanyaların “sağ gösterip sol vuran” doğasından kaçınmış olacaktı.

İkincisi, bu kampanyalar veganlığı bir ahlâki yükümlülük olarak tanıtıp destekleme zemininde yürütülmek zorundaydı.[1] Bunun kesinlikle şart olduğuna inanıyorduk. Hayvan hakları, veganlık olmadan anlamsızlaşıyordu. İlginçtir, o zamanlar hayvan savunucuları arasında veganlığa dair çok daha az fikir uyuşmazlığı vardı. Refahçıların çoğu vegan değildi ve olmaya da gerek görmüyordu, ama kendisini hayvan hakları savunucusu olarak tanımlayan hemen herkes vegandı ve olmayanlar da en azından naveganlığı savunmuyorlardı. En azından benim izlenimlerime göre, hayvan hakları aktivistliği söz konusu olduğu sürece veganlığın ahlâki yükümlülük olduğunu belirtmeye gerek bile yoktu—hayvan hakları savunucusu olmaya yüklenen anlamın bir parçasıydı. O dönemin hak savunucularının veganlığın hayvan hakları görüşünde gereksiz olduğu gibi bir şey tartıştıklarını hiç hatırlamıyorum; bugünkü “hayvan savunucularının” tartışmalarından farklı olarak. 

Üçüncüsü, haklar hareketinin insan hakları ve hayvan hakları arasındaki ilişkiyi gayet açık ve dolaysız bir biçimde kabul etmesi gerektiğine inanıyorduk. Benim daha sol bir duruşumun olması ve Tom’un daha libertaryen olması gibi politik görüş ayrılıklarımız vardı ama hayvan hareketinin insan haklarıyla olan bağlantıyı kasten görmezden gelmesi ikimizi de kaygılandırıyordu. Hayvan haklarının ancak tüm ayrımcılık ve metalaştırma reddedildiğinde mantık zeminine oturacağına inanıyorduk. PETA’nın 1989’da başlattığı “kürk giymektense çıplak kalırım” kampanyasından, içerdiği cinsiyetçilik ve kadın düşmanlığı sebebiyle rahatsızdık; ki kampanyadaki ayrımcılık yıllar içinde daha da yoğunlaştı. 

Refahçılığı reddetmenin, refah kampanyası yürütenlerin samimiyetini sorguladığımız ya da hak savunucuları ve refahçıların belli durumlarda birlikte çalışamayacağı anlamına gelmediği konusunda nettik. Ama hak savunucularının refah reformlarını desteklememesi, destekledikleri kampanyaların bir sömürünün yerine diğerini geçirme niyeti içermemesi, bunun yerine, nihai hedef olan abolisyona yönelik aşamalı abolisyonist adımlar atma niyetinde olması gerektiğine inanıyorduk. Bu hak savunucularının abolisyonu kamusal olarak öncelikli ve merkezde tutmaları gerektiğini düşünüyorduk.

Tom’la birlikte bu fikirleri konuşma yaptığımız çeşitli konferanslar ve diğer etkinliklerde savunmaya başladık. Bu fikirler anlaşmazlık yarattı ve sıklıkla şiddetli tepkilere yol açtı. Örneğin, hareketteki cinsiyetçilik üzerine yaptığım bir konuşmada, bir savunucu bana tükürdü, çünkü ona göre, PETA’yı eleştirerek “hayvanlara ihanet ediyordum”. Ama çoğunlukla aktivistler dediklerimizi anladı ve iknâ oldu; gittikçe artan sayıda aktivist, hareketi bir hayvan hakları hareketine dönüştürmeye ilgi duymaya başladı.

1990 yılında, Washington’da hayvanlar için bir yürüyüş gerçekleşti. Sadece hayvan hakları için yapılmıyordu; Peter Singer gibi birçok refahçı da katılmıştı. Ama yürüyüş büyük oranda hak yönelimliydi. Tom organizatör ve yürütücülerden biriydi; Tom ve ben, Hayvanlar için Ulusal İttifak (NAA) müdürü ve diğer yürütücü olan Peter Linck’le birlikte, yürüyüşü kongre binasına yönlendirdik. Yürüyüşte, abolisyonist mesajlı bir “Hayvan Hakları Bildirgesi” sunuldu. Konuşmacıların çoğu, net bir biçimde, refahçılığı reddettiğini duyurdu. Polis kalabalığın 24.000 kişi olduğunu tahmin ediyordu ama çok daha fazlaydık—en az iki katıydık. Yürüyüş, Tom ve bana, hayvan hakları ve abolisyon hakkında konuşmanın yeterli olmadığını; hayvan haklarını aktivizm stratejimize uygulamamız gerektiğini açıkça ifade etme şansı verdi.

1990’da ayrıca Anna Charlton’la birlikte, öğrencilerin hayvan meselesiyle ilgili gerçek davalarda bizimle birlikte çalışmak suretiyle hayvan hakları kuramı öğrenerek akademik kredi kazandıkları bir kurum olan, Rutgers Hayvan Hakları Hukuk Merkezi’ni kurduk. Merkez, ABD’de ve aslında dünyada, türünün ilk örneğiydi. Tom merkezin en büyük destekçilerindendi ve öğrencilerimizle sık sık bir araya gelip ziyaretçi öğretim üyesi olarak dersler verdi.

1992’de, Tom’la birlikte yazdığımız ve Animals’ Agenda’da[2] yayınlanan “Bir Hareketin Araçları, Amaçlarını Yaratır” adlı yazı, büyük yankı buldu ve tartışma yarattı. Yazı, Tom’la benim hayvan hakları felsefî kuramını yansıtıp uygulamaya sokacak taktikler üzerine uzun tartışmalarımızın bir sonucuydu. Refah kampanyalarının ve bir sömürü biçiminin yerine diğerini koyan tek konulu kampanyaların reddedilmesini teklif ediyordu. Veganlığı ve insan haklarıyla hayvan hakları arasındaki ilişkinin tanınmasını savunuyordu. Yazı, refah reformu kampanyalarını savunan ve bizim görüşlerimizi “pürizm” olarak nitelendiren PETA başkanı Ingrid Newkirk ile olan tartışmamızın bir parçasıydı.

1993 ve 1994’te, Rutgers Hayvan Hakları Hukuk Merkezi’yle Kültür ve Hayvan Derneği, Rutgers Üniversitesinde hayvan hakları ve insan hakları meseleleri üzerine gerçekleştirilen iki konferansa ortak sponsor oldu. Çiftlik çalışanları ve mezbaha işçileri gibi diğer iş kollarının temsilcileriyle, hayvan savunucularının yanı sıra, siyah hakları savunucuları, feministler ve eşcinsel hakları savunucularını, haklar ve adalet konusundaki ortak meseleleri tartışmak üzere bir araya getirdik. Radikal avukat William Kunstler, konferansların birinde açılış konuşmacısıydı; diğerinin açılış konuşmacısı ise siyah hakları aktivisti Dick Gregory’di. Gregory, konuşmayı kabul eden ama ikinci konferanstan hemen önce hayatını kaybeden Amerika Çiftlik Çalışanları Sendikası lideri Cesar Chavez’in yerine konuşmuştu. Bu konferanslar, ilk kez—en azından Birleşik Devletler’de ilk kez—hayvan hakları savunucuları ve diğer hareketlerden savunucularının, sosyal adâlet üzerine kişisel görüşlerini konuşmak üzere bir araya gelmesini sağlamıştı. Tom ve benim dâhil olup da hayvan hareketinde insan haklarının önemini tartışmadığımız hiçbir konuşma etkinliği ya da diğer tür etkinlik hatırlamıyorum. Hayvan savunucularının insan haklarına da ağırlık vermesinin yeni bir gelişme olduğunu düşünen günümüz “kesişimselcilerinin” kendi tarihlerinden haberleri yok.[3]

Tom’un çalışmaları, yasaların hayvanlara kayda değer bir koruma sağlamakta neden başarısız olduğunu anlamama yardımcı oldu; bunun yanında, hayvan kullanımını ve hayvana muameleyi düzenleyen yasaların saygı-temelli haklara kapı açamayacağı iddiam için gereken çerçeveyi sağladı. Hayvanların mülk statüsünü merkeze almam, Tom’un ahlâk felsefesiyle de detaylandırılarak, 1995 yılında, Temple Üniversitesi yayınlarının editörlüğünü Tom’un yaptığı bir serisinden çıkan Animals, Property and the Law (Hayvanlar, Mülk ve Yasa) adlı kitabımla sonuçlandı.

Bunu ikinci kitabım—Tom’un da teşvikiyle—takip etti; Tom’la olan birçok tartışma ve sohbetimizi yansıtan Rain Without Thunder: The Ideology of the Animal Rights Movement, 1996’da yayınlandı. Rain Without Thunder’ın amacı çift yönlüydü. Refah reformlarının ve basmakalıp kampanyaların abolisyona götüreceğine dair yeni refahçı görüşü benimsemeye devam ederse, 1960’lardaki hayvan refahı hareketinin içine tekrar gömülme tehlikesiyle karşı karşıya olduğuna dair, hayvan hakları hareketine yönelik bir uyarı teşkil etmesi amaçlanmıştı. Kitap ayrıca abolisyonist olan ve daha fazla netlik taşıyan kampanyalarla ilişkilenmek üzerine bir tartışma başlatmayı da amaçlıyordu. Abolisyonist kampanyaların belli özelliklere sahip olması gerektiği fikrini ortaya koydum: İdeolojik sömürü düzeninden köklenen belirli faaliyetleri hedef alan yasaklar önermeleri ve hayvanların ideoloji ya da pazarlık götürmez çıkarlarını tanımaları gerekiyordu. Abolisyonist kampanyaların tüm hayvan kullanımlarının ortadan kaldırılması fikriyle apaçık bir biçimde bağlantılandırılması; hayvan sömürüsü duvarından tuğlalar sökmeye yönelik artan çabaların birer temsilcisi olarak nitelendirilmesi—ve asla bir sömürünün yerine diğerini koymaması—gerekiyordu. Bu yaklaşım konusunda Tom’la tamamen hemfikirdik.

Gerçekten de, Tom haklar/refah ayrımının önemine dair inançları konusunda daha net olamazdı. Bir aktivist geçici olarak “Hayvan Hakları: Alternatif Bakış Açıları” diye adlandırdığı bir antoloji projesine Tom ve benim de yazılarımızla katkıda bulunmamızı teklif ettiğinde, Tom’un cevabı, “Gary ve ben hayvan haklarının ne anlama geldiğini/araçlarını ve hayvan hakları hareketinin [hayvan refahı hareketinden farklı olarak] nasıl olması ve ne yapması gerektiğini açıklamaya uzun zaman ayırdık” şeklinde oldu.[4] Bu antolojiye katkıda bulunması teklif edilmiş “herkesin”, “ya hayvan hakları ve hayvan refahı arasındaki ayrımı reddettiğini, ya da teoride fark olsa da pratikte olmadığını söylediklerini” belirtti. Şunları da ekledi; “Gary ve ben şöyle düşünüyoruz—hayır, şunda ısrarcıyız: Bu kişilerin görüşlerinin ciddi anlamda çelişkili olduğundan” ve “yeni yeni ortaya çıkan hayvan hakları hareketine ciddî anlamda zarar verdiklerinden tamamen eminiz.” Tom, başlık bu şekilde kaldıkça yazı yollayamayacağımızı, başlık değişirse (“Hayvan Savunuculuğu: Alternatif Bakış Açıları” başlığını önerdi) ve yazı yollarsak, bizim yazımız dışında antolojinin geri kalanını oluşturacak olan hayvan refahı görüşlerini eleştirir nitelikte olacağını açıkça belirtti.

Son derece heyecan verici zamanlardı. 1995 yılının sonlarına doğru, felsefî ve hukukî kuramı—ve uygulanabilir bir stratejisi—olan bir hayvan hakları hareketinin ana hatlarını ortaya çıkardık. Tom’la birlikte abolisyonist görüşü görücüye çıkardık ve haklar/refah çelişkisi hakkında ABD ve Kanada’daki binlerce aktivistle konuştuk. Konferanslarda sıklıkla birlikte konuşma yapıyorduk; bazen de ortak sunumlar yapıyorduk. Ama ne zaman ve nerede konuşsak, aktivistlerin coşkusu ortadaydı. Onlar da refahçı kampanyaların ve basmakalıp tek konulu kampanyaların sıkıntılı olduğunu anlamışlardı; onlar da insan hakları-hayvan hakları bağlantısını görmüşlerdi; onlar da kendilerinden bağış ve bedava işçilik dışında bir şey istemeyen büyük ve şirketleşmiş hayır kurumları tarafından marjinal gösterilmekten bıkmışlardı.

Gerçek bir hayvan hakları hareketinin ortaya çıkmasına dair aciliyetin anlaşılmasına çok yakın olduğumuzdan emindik. 1990’ların ilk yarısında ben (Rutgers Merkezi yoluyla) ulusal örgütlere yasal hizmet (ücretsiz) sağlamış olsam da, bu grupların ilkelerine dair eleştirilerim aradaki ilişkiyi rahatsız bir hâle getirmişti; böylece PETA da dâhil olmak üzere bu gruplarla ilişkimi iyice azalttım. Tom ve ben, abolisyonist kampanyaları desteklemek için taban hareketine dâhil olan aktivistlere yerel seviyede danışmanlık yapmaya odaklanmıştık. 1995 yazının sonlarına doğru, Tom, Nancy, Anna ve ben, diğerleriyle birlikte, geliştirdiğimiz abolisyonist bakış açısını yaymak isteyen yerel grupları ortaya çıkarmaya ve güçlendirmeye yardım etme amaçlı bir taban iletişim ağında yer almaya karar verdik.

Sorun, diğerlerinin ne yapmaya çalıştığımızı anlamış ve olasılıkları bizim beğendiğimiz kadar beğenmemiş olmalarıydı.

Büyük, yerleşik ve şirketleşmiş hayır kurumları, üyelerinin çoğunun vegan olma yükümlülüğünü kabul etmek bir yana, vegan ne demek onu bile bilmediği, refahçı örgütlerdi. Refahçılar, büyük çoğunlukla, kedi, köpek ya da at seven; avlanmaya, ya da bir ihtimal, hayvan deneylerinde dirikesim uygulamasına karşı olan insanlardı. Bu örgütler, hayvan hakları hareketinin radikal söylemiyle ya da savunucuların sadece abolisyonist kampanyalar yapması fikriyle ilgilenmiyorlardı. O yüzden, Tom’la birlikte yaptıklarımız hoşlarına gitmiyordu. Pek de sürpriz değildi tabiî. İyice kemikleşmiş bu örgütleri yola getirebileceğimizi zaten düşünmüyorduk.

Gelgelelim, daha yeni olan, güyâ “hayvan hakları” güruhlarının yaptıklarımıza muhalefet etmesine daha çok şaşırmıştık. Bu grupların tamamı olmasa da büyük bir kısmı, kendilerini hayvan hakları güruhundan kabul ediyordu; ama aslında onlar da şirketleşmiş hayır kurumlarıydı. Dahası, kendilerini yerleşik hayır kurumlarına muhalif gösteren radikal söylemle, geleneksel refahçı ve tek konulu kampanyaları birleştirmenin çok daha kolay olduğunu fark etmişlerdi—bu kampanyalarla, radikal bir değişimin hiçbir biçimine ilgi duymayan ve kendi yaşamlarında değişiklik yapmalarını şart koşmayacak çalışmaları kolayca destekleyen “hayvanseverlere” hitap edebiliyorlardı. Bu gruplar yeni refahçıydı; hayvan haklarından bahsedip, güyâ abolisyonist bir sonuca varacak basmakalıp hayvan refahı yöntemleri benimsiyorlardı. Yeni refahçı gruplar—geleneksel refahçı gruplar gibi—taban hareketi çabalarını yıldırmaya çalıştılar. Üyelerinden iki şey istiyorlardı: Bağış yapmaları ve başkalarına bağış yaptırmak için ücretsiz çalışmaları.

Tom ve ben, bu yeni refahçıların en azından bir kısmını haklar tarafına yönelmeye ikna edebileceğimiz konusunda iyimserdik. Doğrusu, 1989’dan tâ 1995’e kadar, zamanımızın önemli bir kısmını bu iknâ çalışmalarına harcadık. “Hayvan hakları” grubu olduğunu iddia eden daha yeni grupların liderleriyle sık sık buluşup, aktivizm yöntemlerinde abolisyonist bir yaklaşımı benimsemelerine iknâ etmeye çalıştık. Rain Without Thunder’ı da bu kitle için yazdım zaten.

Ama anlaşıldı ki, “hareket”—geleneksel şirketleşmiş hayır kurumları olsun, yeni ve sözde daha yenilikçi hayvan hakları grupları olsun—birer işletmeden ibaretti ve Tom’la benim önerimizi rakip çıkacak bir ürün olarak görüp reddettiler.

Yollarımızın Ayrılması

1995’te, “hayvan hakları” grubu olduğunu iddia edip aslında yeni refahçı olan yeni grupları da içeren şirketleşmiş hayır kurumlarından ibaret bir hâle gelen “hayvan hareketi”, Tom’la yaptığımız haklar/refah ayrımına gittikçe daha çok karşı çıkmaya başlamıştı. 1990’da Tom’un da eş-yürütücülüğüyle Hayvanlar İçin Yürüyüş’ü gerçekleştirmiş olan ve geniş katılımlı bir yıllık ulusal konferansı himâye eden NAA, gittikçe refahçı ve yeni refahçı görüşlerin tarafında geçiyordu. Tom ve ben NAA konferanslarının düzenli konuşmacıları olmamıza rağmen, 1995’teki etkinliğe davet edilmedik; bu etkinlikte, yokluğumuz fırsat bilindi ve refahçı görüşleri reddettiğimiz için “elitistlik” ve “yobazlık”la suçlanarak saldırı altında bırakıldık.

1994’teki NAA konferansında, NAA direktörü Peter Gerard (eskiden Linck olan adını değiştirmişti) tarafından, kürsüyü benimle paylaşmaları için feminist bir grubu davet etmemden dolayı herkesin gözü önünde eleştirilmiştim. Hayvan hareketi, genel olarak, daha muhafazakâr insanları katkı sağlamaktan vazgeçirecek muhalif politik görüşler olarak algıladığı görüşleri desteklemek istemiyordu. NAA, benim ya da birlikte konuşma yapmak için davet ettiğim kişilerin, cinsiyetçi ya da kadın düşmanı kampanyalarından dolayı PETA’yı eleştirmesini istemiyordu; ki benim oturumlarımda olan tam da buydu.

Vegetarian Times adlı ulusal dergi, “İçerden Gelen Tehdit” başlıklı bir yazı yayınladı; bahsettiği “tehdit”, büyük oranda, Tom’la benim yaydığımız görüşlerdi[5]. Yazıda ülke çapında şirketleşmiş hayır kurumlarının bizi eleştirdiği yorumlara bol bol yer verilmişti. Örneğin, Ulusal Dirikesim Karşıtları Topluluğu’ndan (NAVS) Don Barnes, haklar ve refah görüşlerinin uzlaşabilir olmadığını savunduğumuz için Tom ve beni “felsefî elitizm” ile suçluyordu. Uygulanabilir hiçbir şey önermeden “vegan polis” gibi davrandığımızı imâ ediyordu.

1992’de Tom’la birlikte abolisyonist amaçlar için abolisyonist araçlar kullanmak üzerine yazdığımız yazıyı da yayınlamış olan Animals’ Agenda, abolisyonist görüşlere düşman bir refahçı olan Kim Stallwood’u baş editörlüğe getirdi. Animals’ Agenda yönetim kurulu başkanı Ken Shapiro da derginin hayvan refahı görüşüne sâdık editörlerindendi. Animals’ Agenda, Don Barnes tarafından haklar/refah ayrımına yönelik bir saldırı yazısını yayınladı. Yazı Tom ve beni hedef alıyor, haklar ideolojisinin ahlâken geçerli olup refahçılığın öyle olmadığını savunduğumuz için “elitist” olduğumuzu söylüyordu.[6] Yazı, haklar ve refah ideolojilerinin aynı sonuca vardığını iddia etmenin yanı sıra, oldukça tuhaf bir biçimde, insanların bir taban olarak daha çok müdâhil olabilmelerine yönelik çabalarımızı, “taban hareketi elitizmi” yaratarak ülke çapındaki şirketleşmiş hayır kurumlarına haksızlık yaptığımız gerekçesiyle kınıyordu. Cevap yazdık ama Animals’ Agenda yayınlamayı reddetti. Neredeyse tüm şirketleşmiş hayır kurumları—eski nizam olsun yeni refahçı olsun—Tom ve benim yaptığımızın “bölücülük” olduğu görüşünü benimsemeye başlamıştı.

Geriye dönüp bakınca, o zamanlar olup bitenlerin, şirketleşmiş hayır kurumları tarafından hayvan hakları taban hareketine yönelik olarak düzenlenen kasıtlı bir yok etme girişimi olduğu açıkça görülüyor. Bu gruplar, haklar ve abolisyon mesajının hayvan savunucularında nasıl karşılık bulduğunu gördüler ve bunun kendi iş modellerini tehdit ettiğini düşündüler. O yüzden de şiddetle tepki gösterdiler.

1995’te, NAA, Washington’a yapılacak ikinci bir yürüyüşün (ve buna bağlı çeşitli etkinliklerin) Haziran 1996’da gerçekleşeceğini duyurdu. Bu ikinci yürüyüş, refah ve hak kanatlarına bölünmemiş, birlik içinde bir hayvan hareketi fikrini vurgulamayı ve haklar ve refah görüşleri arasında bir çatışma olmadığı iddiasını desteklemeyi amaçlıyordu. Etkinlik, ya hayvan hakları ve abolisyon fikirlerini kesin olarak reddeden, ya da veganlığın ahlâki bir asgari olduğu fikrini  reddeden birçok dernek tarafından finanse edilip düzenleniyordu. Örneğin, hayvan haklarını “radikal” bulup reddeden ve 1990’daki yürüyüşte Hayvan Hakları Bildirgesi’ne imza vermeyen Birleşik Devletler İnsanî Muamele Topluluğu (HSUS), 1996 yürüyüşünün ana sponsorlarındandı. Diğer sponsorların arasında, Animals’ Agenda ve eğitim müdürleri Tom’la bana sürekli saldıran Don Barnes olan NAVS da vardı. Etkinliğin danışmanlarından biri olarak, Peter Singer öne çıkıyordu. İkinci yürüyüş, bu durumda, hak ve refah görüşlerinin taban tabana zıt olduğuna ve hayvan hakları savunucularının refah kampanyaları ve bir sömürünün yerine diğerini koyan tek konulu kampanyaları desteklememesi gerektiğine dair görüşümüzü, “resmî” ve örgütlü olarak reddediyordu.

Tom başlangıçta çok öfkelendi ve 1995 Ekim’inde Michigan’ın Ann Arbor şehrinde yaptığı bir konuşmada 1996 yürüyüşünü boykot etmeye çağırdı. Boykot çağrısını destekledim. Zaten abolisyonu ciddiye alan kimsenin böyle bir etkinliği desteklememesi ve katılmaması gerektiği benim için gayet açıktı. Kasım 1995’te, Tom, Peter Gerard’ın kendisini yürüyüşe ve yürüyüşle bağlantılı olarak gerçekleşecek diğer etkinliklere davet etmesine karşılık yazdığı upuzun bir mektubun taslağını, bir grup insan arasında dolaşıma soktu.[7] Gerard’ın daveti, Tom’un boykotu geri çekmesini ve etkinliği desteklemesini amaçlıyordu. Tom, Gerard’a cevabında, endişelerini; “Bu yürüyüş çatışan ideolojilerin curcunası olacak, muhtemelen herkes ‘Hepimiz hayvanları önemsediğimiz için birlik olduk’ gibi bir pankartın arkasında birleşecek. Peter; senin de benim kadar farkında olduğun üzere, gerçeklerden bu kadar uzağa düşülemezdi.” şeklinde dile getirmişti. Yürüyüş sponsorlarının çoğunun, herkesçe bilindiği üzere, hayvan haklarını reddettiğini ve Tom’la benim hak ve refah yaklaşımlarının birbiriyle çeliştiğine dair görüşümüze karşı çıktıklarını da belirtmişti. Tom, ayrıca, ulusal örgütlerin hegemonyası lehine taban hareketi aktivistlerinin ötekileştirilmesine de itiraz ediyordu. Yürüyüşte ve diğer etkinliklerde bağışçıların mikrofona geçme hakkı “satın almasına” karşı çıkıyor, bunu “ahlâken tiksindirici” olarak tanımlıyordu. Medyanın ilgisini çekmek için, ünlülerin katılımını, onları yürüyüşte eş yürütücü yapmaya varacak kadar yüceltmeye itiraz ediyor, bunun verilecek mesajın içeriğini değersizleştireceğinden bahsediyordu. Yürüyüşe karşı çıkmak için “ilkeli sebepleri” olduğunu ve yürüyüşü desteklerse “haklar görüşüne ihânet etmiş olacağını” söyleyerek bitiriyordu. Boykot çağrısını geri çekmeyi reddetmişti.

Tom’la Gerard tarafından irtibata geçildiği dönemde, benimle de yürüyüşün ana sponsorlarından Hayvanları Savunurken grubunun yöneticisi Eliot Katz iletişime geçti; yürüyüşte ve diğer etkinliklerde ana sahnede konuşma karşılığında boykot desteğinden çekilmemi teklif etti. Reddettim.

1995 Aralık ayının ilk günlerinde, Tom, boykot çağrısını açıklayan, “Neden Yürümeyeceğiz” başlıklı bir bildiri taslağını dolaşıma soktu.[8] Çoğunlukla Gerard’a yazdığı mektup taslağının ana içeriğini tekrarlıyordu. Yürüyüş ve bağlantılı etkinliklerin “gerçekten hayvan hakları etkinlikleri olması bekleniyorsa, o zaman gerçekten hayvan hakları etkinlikleri olmaları gerekir; şunu kastediyoruz: Gerçekten ilk kelimeden sonuncuya kadar abolisyonist olmaları gerekir” sözlerini sarf ediyordu. “Yürüyüş, hayvan haklarının ne demek olduğu ve hayvan refahından nasıl ayrıldığına dair kafa karışıklığını azaltmak yerine daha da artıracak” diyordu. Yürüyüş ve bağlantılı etkinliklerin, “hayvan hakları ve hayvan refahı arasında fark olmadığı, ayrımın ‘yapay’ olduğu, arada bir fark olsa bile taban hareketi aktivistlerinin bunu anlayamayacağı, farkın geçerliliğinde ısrar edenlerin ‘elitist’ olduğu, hayvan hakları savunanların ‘köktenci yobazlar’ olduğu, vs. gibi mitlerin yaygınlaştırılması için fırsat olarak kullanılmaması gerektiğini” dile getiriyordu. “Bu yürüyüş, tam da bu yürüyüşün şu an planlandığı şekilde olmamalı” diyordu, çünkü ana sponsorlar tam da Tom’un ifşâ ettiği görüşleri savunuyorlardı. HSUS, NAVS ve Animals’ Agenda’dan, hak karşıtı görüşleri savunan ve abolisyonist görüşü reddeden sponsorlara örnek olarak bahsediyordu. Peter Singer’ın, hayvanların hakları olması gerektiği görüşünü reddettiğinden bahsediyordu. Yürüyüş organizatörü Peter Gerard’ın NAA konferanslarında haklar görüşünü nasıl dışarıda bıraktığından bahsediyordu.

Gerard’a mektubunda söylediklerini tekrarlıyordu: “Bu yürüyüş çatışan ideolojilerin curcunası olacak, muhtemelen herkes ‘Hepimiz hayvanları önemsediğimiz için birlik olduk’ gibi bir pankartın arkasında birleşecek.” Şunu da ekledi: “Yürüyüşün, ‘hepimiz hayvanları umursadığımız için bir bütünüz’ masalını yaymak suretiyle, gerçeği gizlediğine inanıyoruz—bu da yürümeyecek olmamızın bir diğer sebebi.” Yürüyüşte ve bağlantılı etkinliklerde mikrofona erişimin parayla satılacak olmasına itirazını da tekrarlıyordu. Ünlülere sırt dayamanın, hayvan hakları mesajında “inandığımız gerçekliği insanların gözünde ucuzlatacağını” belirtiyordu. Abolisyonist duruşun temsil edildiğinden emin olmak için birilerinin de yürüyüşte abolisyonist duruşu temsilen bulunması gerektiğini iddia eden bazı aktivistleri, Tom net bir biçimde şöyle yanıtladı:

Biz öyle düşünmüyoruz. Bize göre, ilkeli sebeplerle karşı çıktığımız etkinliklere katılmamız ve bu katılım yoluyla inanmadığımız görüşlerin güvenilirlik kazanmasına katkıda bulunmamız hâlinde, hayvan haklarına olan inancımıza ihanet etmiş olacağız.

Yürüyüşü boykot etme sebeplerini bir kez daha teyit etmek adına, şunları söyledi: “Yürüyüş çok eğlenceli olsa da, gerçeği çarpıtan ve üstelik etik bakımdan da tiksindirici olan bir şeyin güven inşâ etmesine yardım etmektense, kısıtlı zaman, para ve enerjimizle yapabileceğimiz çok daha iyi şeyler olduğunu düşünüyoruz.” Boykotu “şiddetsiz sivil itaatsizlik” olarak adlandırdı ve “inanıyoruz ki, Gandhi ve Dr. King de yürüyüşe katılmayacakların arasında olurdu” dedi. Bir kez daha, yürüyüşü desteklersek “inandıklarımıza ve savunduklarımıza ihanet etmiş oluruz” dedi ve şunları ekledi:

Hepimizin ne kadar çok hata yaptığını, ne kadar fazla yanlış karar aldığını, pişmanlıklarımızı Tanrı bilir—bazıları mezarımıza kadar gelecek. Ama 1996 yürüyüşüne katılmama kararımız, bunlardan biri olmayacak.

Tom’un 7 Aralık 1995 tarihli bildirisi, yürüyüşe dair çarpıcı ve apaçık bir kınamaydı. Bildirinin ben ve diğerleri arasında dolaşıma girmesinden kısa süre sonra—cidden birkaç gün sonra—Tom birdenbire kendisi ve Nancy’nin hareketten “bir süre izin alacağını” duyurdu. Bunu Ocak 1996’da bana yazdığı bir mektupla da teyit etti.

Ve sonra, 1996 Mart ayında, Tom, bilmediğim ve benimle hiçbir zaman paylaşmadığı bir sebeple, “iznine” son verip harekete dönmeye karar verdi. Ama dönmek istediği hareket başka bir hareketti. Boykot çağrısını geri çekti, yürüyüşü desteklediğini ve hem yürüyüş hem de bağlantılı etkinliklerde konuşacağını duyurdu.

2 Mart’ta Gerard’a yazdığı bir mektupta, yürüyüşün bir hayvan hakları etkinliği olacağından şüphe duyduğu hâlde yürüyüşü destekleyeceğini bildirdi.[9] Mektubunda, birçok sponsorun kendisinin katılmadığı görüşler benimsediğini de ayrıca belirtiyordu. Devamı şöyleydi:

Bu perde arkasına dair bir değerlendirme yaptığımızda, yürüyüşün bir hayvan hakları etkinliği olduğunu söyleyebilir miyiz? Bence dürüst cevap, “Hayır” olur. Öyle de olsa, ılımlı/refahçı örgütlerin bazen hayvan hakları/abolisyonist kampanyalara arka çıktığını, onların çalışmalarının bu kampanyaların başarısı için elzem olduğunu, hazırlayıp dağıttıkları materyallerin toplumu hayvanların zor durumuna dair süregelen bilgilendirme çalışmalarına ne kadar katkı sağladığını hatırlamak güzel. Her birimiz için kişisel olarak doğru olan, bu meselede de her katılımcı örgüt için doğru olan şudur: Herkes iyi bir şeyler yapar, kimse sadece iyi şeyler yapmaz.[10]

Aralık’taki bildirisinde, yürüyüşe haklar görüşünü temsil etmek için hak savunucularının da katılması gerektiği fikrine yürüyüşe katılmanın “hayvan haklarına ihânet” olacağı şeklinde karşılık veren Tom, 2 Mart’ta, “hayvan hakları felsefesine inanan insanlar yürüyüşe katılmayı reddederse, hayvan hakları tam anlamıyla temsil edilemeyecektir. Hayvan hakları savunucularının yürüyüşü destekleyip katılmaması için yeterince inandırıcı bir sebep olduğunu düşünmüyorum” beyanında bulunmuştu.

Bu mektubu gördüğümde, mektupla Tom’un şimdiye kadar söylediği her şey—sadece yürüyüş için de değil, önceki yıllarda söylediklerinin de—arasındaki bağlantısızlığı son derece sarsıcı bulmuştum; başlangıçta imzanın açıkça Tom’a ait olmasına rağmen, mektubu aslında Tom’un yazmadığını düşünmüştüm. Biraz daha soruşturdum ve gerçekten Tom’a ait olduğu doğrulandı.

Tom tarafından “en değerli müttefiklerine” gönderilen ve Gerard’a yolladığı 2 Mart tarihli mektubun da iliştirildiği 30 Mart 1996 tarihli bir belgede, yürüyüşün karşı çıktığı tarafları da olmasına rağmen, “bir şeyin desteklenmeyi hak etmesi için her şeyinin mükemmel olması gerektiğini şimdi de savunmuyorum, hiçbir zaman da savunmadım. Öyle bir duruşla, hiçbirimiz hiçbir zaman herhangi bir şeyi destekleyemeyiz” diyordu.[11] Şunu da belirtmişti:

Üzerine düşündükçe, hayvan hakları ve yürüyüş arasında mükemmel bir uyum olmamakla birlikte, yürüyüşü desteklemenin bir kişinin hayvan haklarına bağlılığıyla tutarsız olmadığına daha fazla ikna oldum.

Tom, 7 Aralık bildirisinde “gerçeği çarpıttığını, üstelik etik bakımdan da tiksindirici olduğunu” söylediği bir etkinliği desteklememek ve etkinliğe katılmamak için “inandırıcı bir sebep olmadığına” karar vermişti. Tom, tam olarak eleştirdiği şeyi yapmayı seçmişti: Hayvan hakları ve hayvan refahının çatışan ve uzlaşmaz ideolojiler olmadığı fikrini yayıyordu. En uzun sahnenin en çok parayı verene satıldığı bir etkinliği destekliyordu. “Ünlücülük” diye adlandırdığı ve hareketi “ucuzlattığı” için kınadığı şeye bulanmış bir etkinliği destekliyordu. Tom eskiden hak ve refah yaklaşımları arasındaki temel farkı anlamakta başarısız olmuş “hayvan yanıltmacılık hareketi”nden bahsederdi. Sonra da bu yanıltmacılığı bağrına basmaya karar verdi.

Şu sebeple de kafa karıştırıcıydı; hayvan refahı hareketi gayet açık bir biçimde Singer’ı ve onun faydacılığını (utilitaryenizm) yol gösterici olarak benimsemişti. 1996 yürüyüşü çoğunlukla Singer’ın hareketin ideolojik mimarı olarak rolünü öne çıkarma üzerine kuruluydu. Tom, yıllarca buna içerledikten sonra, şimdi belli ki bunu öylece kabul ediyordu. Öyle ki, hayvan haklarına karşı açıkça düşmanlık sergileyen organizatörlerle birlikte, yürüyüşü kutluyordu.[12]

1996 yürüyüşünden sonra, Tom haklar/refah tartışmasına dair görüşlerini değiştirerek, refahçı ve basmakalıp tek konulu kampanyalara karşı daha yumuşak bir tavır aldı. Neredeyse ânında, daha önce eleştirdiği destek gruplarıyla çalışmaya başladı. Yine de, her ne dönüyorsa sona ermesini ve Tom’un önceden benimsediği abolisyon fikrini desteklemeye geri dönmesini umuyordum.

Ama dönmedi. Bu fikirlere—onları reddetmek dışında—tekrar dönüp bakmadı. 2004 tarihli Kafesler Boşalsın: Hayvan Haklarıyla Yüzleşmek adlı kitabında hayvan haklarının reformlar değil abolisyon anlamına geldiğini açıkça ifade etmesine rağmen, refahçı örgütlere dair eleştirileri tamamen silinmişti. Öyle ki, abolisyonistleri bizzat “yobazlar”, “elitistler”, “püristler” ve “bölücüler” olarak yaftalayarak (ve bu yaftalamaya devam ederek) refah reformu çabalarını destekleyen kişilerin bazılarını “hayvan hakları savunucusu” olarak kabul etmeye başlamıştı. Metinde HSUS, PETA, Farm Sanctuary ve diğer refahçı ve yeni refahçı grup ve kişilerin adlarını geçirmenin yanı sıra; kitabın teşekkürler kısmında, en başta 1996 yürüyüşünü boykot etmesinin sebeplerinden biri kendisinin varlığı olan HSUS başkanı Wayne Pacelle’e, bize “elitistler” diye saldıranlara cevap vermek istediğimizde yayınlamayan Animals’ Agenda editörü Kim Stallwood’a, diğer sebepler bir yana hayvan sömürüsü içeren Babe filminin reklamını yaptığı için sert biçimde eleştirdiği bir örgüt olan Farm Sanctuary’den Gene Bauston’a (artık Baur) teşekkür ediyor; üzerine bir de, o zamanlar PETA’da olan ve yıllar yılı refahçılığı destekleyip veganlığın ahlâki bir yükümlülük olduğunu reddeden Bruce Friedrich’e “çok şey borçlu olduğunu” söylüyordu.

Tom, hayvan etiğini ahlâki yükümlülükler yoluyla savunmanın “ahlâk kumkumalığı” olduğu, çünkü kimsenin “masum” olmadığı ve ahlâki meselelerde “hepimizin grinin tonları olduğu” gibi fazlasıyla tanıdık refahçı mantralar kusuyordu.[13] 1996 yürüyüşünü desteklemeye karar verdiği zamanlarda refahçıların nasıl da “elzem” olduğu ve abolisyonist davaya katkıda bulunduğu üzerine düşüncelerini yansıtır biçimde, “her hayvan hakları savunucusunun hayvan hakları hareketine katacağı bir şey vardır” diyordu.[14] 2004’teki fark şuydu; geleneksel refahçılar ve yeni refahçılar da dahil olmak üzere artık neredeyse herkesin, “hayvan hakları savunucusu” olduğunu düşünüyordu. Hayvan sömürüsünün abolisyonuna giden kademeli adımlar olarak tek konulu kampanyalar yapma fikrini destekliyordu; ama böyle kampanyaları savunanların çoğunun—“hayvan hakları savunucusu” olarak düşündüklerinin önemli bir kısmı da dahil olmak üzere—abolisyonu çabalarının varacağı bir hedef olarak görmediğini anlamıyor gibiydi. Dolayısıyla, bu tip geleneksel tek konulu kampanyalar, bir sömürünün yerine başka bir sömürüyü koymaktan daha fazlasını pek yapamıyordu. Kafesler Boşalsın, bir zamanlar Tom’un problemin kökeni olarak gördüğü “hayvan yanıltmacılık hareketinin” bir nevi kutsanması niteliğindeydi.

2005’te, Tom, refahçı Kim Stallwood’la birlikte bir konferans düzenledi. “Power of One” (Tek Kişinin Gücü) adlı konferans, Kafesler Boşalsın’da geçen “herkes bir şeyler katar” fikrini özellikle merkeze alıyordu.[15] Konferans, Tom’un bir zamanlar savunduğu her şeyi nasıl reddettiğinin bir göstergesiydi. İki açılış konuşmacısı vardı. Birincisi, “hayvan refahında daha yüksek standartların arkasındaki itici güç” olarak tanımlanan, Whole Foods CEOsu John Mackey’di. İlginçtir ki, Singer, birçok büyük refahçı/yeni refahçı derneği temsilen, 2005 yılında Mackey’i, hayvan sömürüsünün güya daha yüksek hayvan refahı standartlarına “öncülük etme” sürecini başlattığı için kamusal olarak övmüştü.[16] Böylece Tom ve Singer, Singer’ın temsil ettiği ve mektubu imzalayan diğer refahçı derneklerle birlikte, tamamen ortak bir noktada buluşmuştu.

İkinci açılış konuşmacısı, İngiltere Parlamentosunun eski bir üyesiydi; görünen o ki, 2004 yasasındaki, broşüre göre “tilki avını yasadışı ilân eden” pasajda etkili olmuştu. Ama tilki avı yasaklanmamıştı. 2004 yasa tasarısı sözde (zorunlu kılınmamıştı) köpeklerle yapılan bazı tilki avlarını engelliyordu. Tilkileri saklandıkları yerden çıkarmak için köpekleri kullanmayı engellemiyordu; dolayısıyla da av olarak kullanılan eğitilmiş bir kuş, tilkiyi öldürebiliyordu. Tilkiyi saklandığı yerden çıkarmak için köpek kullanıp sonra da vurmayı engellemiyordu. 1996 öncesi Tom Regan’ın “tilki avlama yasağını” acınası bir şakadan daha fazlası olarak görmeyeceğini bildiğim için, bu durum bana akıl almaz geliyor.

Konferansta, PETA başkanı Ingrid Newkirk de dâhil olmak üzere birçok refahçı konuşmacı vardı. PETA, Tom’un eskiden karşı çıktığı refahçı ve tek konulu kampanyaları desteklemenin yanı sıra, durmaksızın cinsiyetçi ve kadın düşmanı görsel kullanıyordu—Tom eskiden buna da hayvan hakları görüşüyle çeliştiği için karşı çıkıyordu.  Daha da beter hâle gelsin diye, konferansın sponsorları, HSUS, başka iki refahçı grup ve bir refahçı yayıncı olmuştu. Diğer refahçı gruplardan birinin—Farm Sanctuary—adı John Mackey tarafından özellikle zikrediliyordu; HSUS ve PETA’yla birlikte, Whole Foods’un “mutlu sömürü” standartlarını formüle etmek için, “hisse sahibi olarak” aslında hayvan endüstrisiyle birlikte çalışıyordu.[17]

Tom, “Bir Kişinin Gücü Çemberi” adında özel bir kayıt kategorisi önerdi; 500$ ödeme karşılığında, konferans programında ismin özel olarak anılması, özel bir resepsiyona erişim ve Kafesler Boşalsın’ın imzalı kopyasını içeriyordu. Kültür ve Hayvan Derneği, içlerinde hayvanların “mutlu” sömürülmesini destekleyenlerin de olduğu birçok refahçıya ödenek çıkardı.

Tom’un 1996’da hayvan hakları kuramının pratikte ne anlama geldiğine dair oldukça belirgin bir saptama yaptığı benim için açıktı. Bu saptama, daha eski tarihlerde onunla birlikte yaptığımız ve benim bugüne kadar sürdürdüğümden oldukça farklıydı. 1996’dan sonra, Tom yeni refahçı görüşün bir versiyonunu benimsedi. Abolisyonun nihaî hedef olduğuna gerçekten de tutkulu bir biçimde inanıyordu. Ama abolisyon hedefine ulaşmak için önceden açıkça doğruluğunu savunduğumuz yöntemlerin uygun olmadığı fikrini benimsemişti. Yöntem olarak, Tom, birkaç ay önce açıkça reddettiklerini kabul etmişti: “çatışan ideolojilerin curcunası, ‘Hepimiz hayvanları umursadığımız için, birlik olduk’ pankartının arkasında birleşme”.

Yollarımızı ayırdıktan ve uygulamadaki stratejileriyle birlikte “hayvan hareketi” mücadelesini gördükten sonra, ben de Rain Without Thunder’da bu tip kampanyalar yürütmenin yine de düşünülebileceğinden bahsetmemin hata olduğuna karar verdim. 1992’de Tom’la Animals’ Agenda’daki yazımızda da belirttiğimiz üzere, yasaklama önerili kampanyaları desteklemek yine de, abolisyonist amaca abolisyonist araç niteliğini koruyordu. Yani, bir sömürünün yerine diğerini koymayı açıkça talep eden ya da imâ eden geleneksel tek konulu kampanyalardan farklı olarak, abolisyonist kampanyaların, belirgin bir biçimde abolisyona giden aşamalı adımlar olması ve en azından Rain Without Thunder’da tanımladığım koşulları sağlaması gerekiyordu. Gelgelelim, abolisyonist bir hareketin yokluğunda, böyle kampanyalar, diğer sorunların yanı sıra, sömürüyü desteklemenin ötesine geçemiyorlardı; çünkü ister istemez bir sömürü biçiminin diğerlerinden daha kötü olduğu fikrini destekliyorlardı ve abolisyonist bir bağlam olmadığı sürece, ister istemez bir sömürü diğerine göre ahlâken daha iyi olarak görülecekti.[18]

Veganlar kayda değer bir varlık göstermediği sürece etkili bir hayvan hakları hareketinin de asla var olamayacağını; veganlığın gerekliliği 1980lerde ve 90ların ilk yıllarında hayvan hakları savunucuları arasında tartışmasız bir ön kabulken, refahçı ve yeni refahçı hayır kurumlarının büyük oranda ve gittikçe de artan etkisi sonucu bu gerekliliğin reddedilmeye başlandığını anlamıştım. Veganlığın—bir adalet talebini yansıtan ahlâki bir yükümlülük içerdiği anlayışıyla—hayvan hakları hareketinin temeli olmasının şart olduğu düşüncesini yeniden yeşertmek ve merkeze almak önemliydi. Savunuculuk çabaları, ilerde üzerine yasaklama önerili anlamlı kampanyaların kurulabileceği sağlam bir temel inşâ edecek, yaratıcı ve şiddetsiz veganlık eğitimine odaklanmalıydı. Belli ki Tom bu çözümlememle aynı fikirde değildi; geleneksel tek konulu kampanyaları desteklemeye devam etti ve 1996’daki yol ayrımımızdan önce yaptığı çalışmalardan farklı olarak, sonraki çalışmalarında bu kampanyalarla ilgili sorunları kabul etmedi.

Tom neden hareketteki duruşunu çarpıcı bir biçimde değiştirmeye karar vermişti? Belli ki kuramsal görüşleri değiştiği için değildi. Tom’un The Case for Animal Rights’taki “filika meselesine” yaklaşımının kuramında çok ciddî açmazlara yol açtığını ve Singer’ınkine benzer bir bakış açısından mükemmeliyetçilikten muzdarip olduğunu düşünmeme rağmen;[19] Tom’un haklar kuramının Singer’ın utilitaryen kuramından çok farklı olduğuna şüphe yoktu. Singer’ın “aramızdaki felsefî farkların pek de bir önemi yok” iddiası[20] açıkça yanlıştı. Aradaki farklar son derece önemliydi. Regan’ı 1996’ya kadar harekette çok farklı bir yaklaşım izlemeye yönlendiren şey bu felsefî farklardı. Öyleyse neden, 1996’dan sonra, Tom’un hareketin stratejisine dair vizyonu neredeyse Singer’ınkinden farksız hâle gelmişti?

Bilmiyorum.

Tom, yüzleşmelerden nefret ederdi. Bence inandığı—ve o zamanlar benim de inandığım—şey, yaptıklarımızın, hedef abolisyon olduğunda izlenecek en iyi yol üzerine, en azından ülke genelindeki örgütler seviyesinde, mantıklı bir tartışma başlatacağıydı. Bence ikimiz de karşılaştığımız düşmanlığa hazır değildik. Bir tartışma yoktu. Mantıklı analiz yoktu. Bir öfke, bir de sırf sorunları dile getirdik diye Tom’la benim “bölücü” olduğumuz iddiası vardı. İkimizin de, “hareketin” hiçbir şekilde toplumsal bir hareket olmadığını, sadece bir grup şirketleşmiş hayır kurumundan ibaret olduğunu tam olarak idrak edebildiğini sanmıyorum. Strateji daha ziyâde en etkili bağış toplama taktiklerinin hayata geçirilmesiydi ve ahlâki yükümlülükleri ya da abolisyon hedefini hayata geçirmeyi pek de içermiyordu. Asıl hedef bağış toplama rekabetinde başarılı olmaktı; öyle de sürdü. Hayvan etiği bir işletmeydi; şimdi de öyle. Tom ve ben, bu oyundaki karakterler içinde, işvereni “hareket” olmayan çok az insandan ikisiydik.

Tom’la peşine düştüğümüz tartışma ve diyalog ortamı, büyük örgütler için gölge mâliyetten fazlası değildi. Tartışmakla ilgilenmiyorlardı ve Tom’la beni, Vegetarian Times’daki yazıda da tanımladıkları üzere, tehdit olarak gördüler. Bize kötücül yöntemlerle saldırdılar; konumlarını sorgulamaya kalkan herkese de kötücül yöntemlerle saldırmaya devam ettiler. “Hayvan savunucularının” çoğu, “araçlar amaçları meşrulaştırır” düşüncesini gayet ciddiye alır. “Hayvanlara yardım ettikleri” ve kendilerinden farklı düşünen herkes “egosunu tatmin ettiği ve hayvanlara zarar verdiği” için, eleştirinin içeriğini anlamamakta ve o kişilere zarar verebilecek şeyler söyleyip yapmakta sakınca olmadığına inanırlar. Her hâlükârda, Tom ve ben, bize yöneltilen davranıştaki kötücüllük karşısında buz kesmiştik. Bu durum, Tom’un “hareketle” barışıp yeni refahçı duruşu benimsemeye—abolisyonu nihaî amaç olarak tanıtıp, amaca varacak araçlar olarak refahçı ve geleneksel kampanyaları benimsemeye—karar vermesiyle sonuçlanmış olabilir.

Pratikte de o zamanlar şirketleşmiş hayır kurumlarının hayvan savunucuları üzerinde daha fazla kontrol sahibi olduğu bir gerçekti. İnternet, şimdi olduğu kadar etkili bir iletişim aracı değildi. Animals’ Agenda’da Tom ve bana saldırıldığı dönemde, cevabımızın dergi tarafından basılmaması, saldırıyı okuyan insanlara ulaşabilirliğimizi önemli oranda düşürmüştü. Savunucular arasında iletişim, büyük oranda konferanslar yoluyla gerçekleşiyordu; bu konferanslar da, büyük oranda, büyük şirketleşmiş hayır kurumlarının düzenlediği etkinliklerdi. 1995’te Tom ve benim NAA konferansına—o zamanların esas yıllık konferansı—çağrılmamamız, ülkenin dört bir yanından etkinliğe katılan hayvan savunucularına erişimimizi ciddî anlamda azaltmıştı. Tom, büyük örgütlerle barışmazsa, artık onların dünyasındaki bir “oyuncu” olamayacağı için, onlar tarafından fiilen “susturulacağından” endişe etmiş olabilir. Ben gerçekten 1996’dan sonra “hareketten” dışlandım. Öyle ki, Peter Gerard’la geçirdiğim ve bana görüşlerimin bir sonucu olarak bir daha asla ülke içi bir konferansta söz alamayacağımı söylediği bir konuşma hatırlıyorum. Ama internet devreye girdi ve neyse ki büyük kitlelerle iletişim kurmayı mümkün kılıp, büyük şirketleşmiş hayır kurumlarının iletişim kanallarına erişim üzerindeki kontrol açısından hegemonyalarını bitirdi. Belki dönüm noktasını 1996 yerine 2006 ya da 2016’da yaşasaydık, Tom farklı kararlara varırdı. Gerçi sonrasında internet iletişime fırsat verse de, abolisyon karşıtlarının, genelde sahte kimlikler kullanarak, kötücül ve hattâ onur kırıcı saldırılar yapma olanaklarını artırdı. O yüzden, Tom susturulamayacağını düşünseydi dahi, daha yüksek derecede kötücüllükle yüzleşmesi gerekecekti.

Tabiî sadece tahminde bulunuyorum. Tom’un neden hızla ve vurucu biçimde değiştiğini bilmiyorum. Bildiğim şey ise, değişmiş olduğu. Bu da haklar kuramını abolisyon hedefine varması beklenecek bir stratejiye birlikte dökme çabamızın sonu oldu.

Sonuç

Tom’la birlikte çalıştığım yıllarımdan birçok anım var. Bu yazıda sadece küçük bir kısmını paylaştım. Birlikte çok iyi zamanlarımız oldu. Tom, Nancy, Anna ve benim Madrid Complutense Üniversitesi’nde birlikte zaman geçirdiğimiz 1992 yazı gözümde canlanıyor. New York’taki akşam yemeklerimiz; Tom ve Nancy’nin sevdiği özel bir Tayland restoranındaki de dâhil. Greenwich Köyü’ndeki çatı katımızda, birlikte ve Sue Coe, Marly Cornell gibi sanatçı dostlarımızla geçirdiğimiz nice zamanı hatırlıyorum. İnandığım, ve Tom’un da inandığını bildiğim şey, hayvanlara yönelik düşüncelerimizde bir paradigma değişimini, en önemlisi de, 200 yıldır hayvan etiğini etkisi altına almış olan refahçı paradigmanın açıkça reddini içeren yeni bir toplumsal hareketin—bir taban hareketinin—ortaya çıkışının merkezindeydik. İnsan hakları ve hayvan hakları arasındaki ilişkinin kabul edildiği, veganlığın ahlâki bir yükümlülük olarak vurgulandığı bir paradigma değişiminin.

Örgütlü “hayvan hareketi”, 2018’de geldiği hâliyle, “azaltmacılığa”, “mutlu sömürüye” ve refahçılığın tüm diğer biçimlerine teşvik eden şirketleşmiş hayır kurumlarının ürkütücü bir koleksiyonundan ibaret.[21] “Hareket”, refah reformları ve geleneksel tek konulu kampanyaların abolisyona götüreceği gibi dayanaksız—ötesinde, absürd—bir yeni refahçı iddiayı sayıklayıp durmak dışında, hayvan hakları ve abolisyondan hiç bahsetmiyor değilse de nadiren bahsediyor. “Hareket”, veganlığı, acıyı azaltmanın “serbest gezen tavuk yumurtası” kullanmak, “kafessiz domuz eti” yemek gibi bir diğer yolu gibi lanse ediyor ve asla ahlâki bir asgarî ya da yükümlülük olarak göstermiyor. Bugün vardığımız “hareket”, Tom ve diğerlerini de sürükleyen, hayvanlarla ilgili kim ne yapsa abolisyon mücadelesine katkıdır şeklindeki yanıltıcı düşünme biçimi. Tom’un 1995’te Peter Gerard’a dediği gibi: “Hiçbir şey gerçeklerden bu kadar uzak olamaz.” Maalesef, bir sebeple, 1996’da Tom bunları gerçeklik olarak benimsedi.

İşin garip yanı, Tom’un ve Peter Singer’ın görüşlerindeki kuramsal farklılığa ve Tom’un hareketin kendi çalışmalarını hiç takdir etmemesine içerlemesine rağmen, en nihayetinde harekete dair neredeyse aynı vizyonu benimsediler. Benimsedikleri bu vizyon da, bana göre, hayvanlar için bir felâket ve asla abolisyona varmaz—varamaz. Sadece hayvanları sömürmeye devam etme konusunda insanların içlerini rahatlatır. Bir de, kariyer “aktivistleri” için birçok iş imkânı sağlar.

Tom’la birlikte çalışmaya devam etsek daha farklı olur muydu? Bilmiyorum açıkçası. Bir yandan, büyük hayvan dernekleri bizi tehdit olarak görmeye ve bize her yolla saldırmaya devam ederlerdi; bundan şüphem yok. Refahçılar, yeni refahçılar ve abolisyona karşı çıkan diğerleri, diğer şeylerin yanında, benim görüşlerimi hâlen “bölücü”, “köktenci” ve “pürist” diye yaftalıyor—tıpkı ikimizin görüşlerini, Tom bunların artık kendi görüşleri olmadığına karar vermeden öncesinde, tam da bunlarla yaftaladıkları gibi.

Diğer yandan, Tom’la birlikte bir haklar hareketinin temellerini kurmayı başardık; bundan da şüphem yok. Hareketin ortaya çıkışını görmeye çok yaklaştık. 1995’te, ulusal örgütlerle hiçbir işi olmayan ve abolisyon fikrini yaygınlaştırmakta tutarlı davranan bir taban hareketi yaratma hedefiyle, yerel gruplarla yapmaya başladığımız çalışmalar nereye varırdı, görmek ilginç olabilirdi. O taban hareketini kurmayı başarabilir miydik hiçbir fikrim yok, ama bence şansımız yüksekti.

İyimser bir not düşerek bitireyim. Tom’la birlikte kurmaya giriştiğimiz hayvan hakları hareketinin 1996’da sönümlendiği bir gerçek olsa da, bu, refah reformlarıyla geleneksel kampanyaların reddi ve abolisyon anlamındaki hayvan hakları fikrinin de sönümlendiği anlamına gelmiyor. Aksine, 2018’deki abolisyonist hareket—en azından benim içinde bulunduğum hareket—gayet canlı ve iyi.[22] Bir taban hareketi. Şirketleşmiş dernekler yok; bağış yapma çağrısı yok. Bu hareket, hayvan haklarının kabulü; hayvan refahının reddi; veganlığın bir ahlâki yükümlülük olarak merkezîleşmesi; hayvanlara yönelik ayrımcılıkla birlikte insanlara yönelik ayrımcılığın da reddi; ve şiddetin reddini temel alıyor. Değişimi yönlendirmede bireyin gücünü kabul edip yüceltiyor; ama bu değişim, hayvanların ahlâken değer taşıdığını kabul etmenin davranıştaki tek karşılığının veganlık olduğu anlayışıyla başlıyor.

Abolisyonist hareket, dünyanın dört bir yanında bölge bölge yeşeriyor, çünkü gücünü dâhil olanların tutkusundan alıyor. Bir işletme değil. Bağışçılarını memnun etmek ve bağış vermeye devam etmelerini sağlamak için hayvanlara ihânet eden derneklerle ilgisi yok. Hayvan haklarını ve adalet ne gerektiriyorsa onu yaygınlaştırmakla ilgileniyor. Hayvanların ahlâken biraz olsun değeri varsa—ki birçok kişi bunda hemfikirdir—o zaman onları yemek, giymek ve kullanmak suretiyle doğrudan sömürmenin artık sürdürülemeyeceğini insanların anlamasına yardımcı olmayı amaçlayan, yaratıcı ve şiddetsiz hayvan hakları savunuculuğuyla ilgileniyor. Gelecekle ilgili çok heyecanlıyım ve yeni nesillerden genç insanların—yaşı ilerlemiş olanların yanı sıra—adaleti yansıtan ve yaygınlaştıran ahlâki bir yükümlülük olarak veganlığın önemini takdir ettiğini gördüğüm için çok mutluyum.

Şu an içinde bulunduğum abolisyonist hareketin 1995’e kadar bildiğim Tom Regan’dan coşkulu bir onay alacağından oldukça eminim. Geçmiş günlerimizdeki gibi Tom’la oturup strateji kurmayı dilediğim çok zaman oldu. Bir daha asla yapamayacağımız için üzgünüm.

Bu yazıyı şekillendirmenin yanı sıra, burada bahsedilen tüm olayları benimle birlikte asıl dönemlerinde yaşamış olan Anna Charlton’a teşekkür etmek istiyorum. Marly Cornell, Sam Earle, Dr. Frances McCormack ve Linda McKenzie’ye, yazıyı okudukları, çok değerli yorumları ve düzenleme önerileri için minnettarım. Bu yazı, olağanüstü insan harici mültecilerden olan ve hayatımızı paylaşma zevki ve onurunu bizlere yaşatan Tobias’a ithaf edilmiştir.


Dipnotlar

  • [1]  O zamanlar hayvan hakları savunucuları genelde “vejetaryen” kelimesini kullandıklarında tüm hayvansal yiyecekleri reddedenleri kastederlerdi. Dönemin hak savunucularının daha ziyade veganlığın yiyecek kısmını merkeze aldıkları doğrudur; gerçi çoğumuz giyimdeki sorunları (sadece kürk değil elbette) ve diğer kullanımları da konuşuyorduk. Şimdi bile, veganlığı hayvan kullanımının reddi olarak anlatsam da, naveganların hayvansal gıda tüketimini öncelikli bir mesele olarak ele alma eğilimindeyim; insanlar hayvanlar üzerinden beslenmenin ahlâken gerekçelendirilemez olduğunu kabul etmeden hiçbir şeyin değişmeyeceğine, ve bir kabul ederlerse her şeyin değişeceğine inanıyorum. Hayvansal gıda yemenin âdil olmadığını kabul edip vegan olanlar, sonrasında zaten deri ayakkabı ya da yün kazak satın almazlar. Hayvanat bahçelerini, sirkleri ve akvaryumları finanse etmezler.
    1995 Eylülünde, Amerika Dirikesim Karşıtı Topluluğu çalışanlarından biri Tom’u peynir yerken gördüğünü iddia etti. (Dean Smith, Gary Francione’a mektup, 19 Eylül 1995; Dean Smith, Tom Regan’a mektup, 25 Eylül 1995). Konuyu Tom’a açtım ve asla et ve balık yemediği, evde hiçbir hayvansal gıda tüketmediği, ama başkalarının evinde ya da restoranlarda zaman zaman peynir gibi hayvansal gıdalar tükettiği cevabını aldım. Etkinliklerde konuşma yaptığında asla hayvansal ürün tüketimine teşvik etmediği, benimleyken asla hayvansal ürün tüketmediği ve tüketmeye dair herhangi bir eğilim göstermediği için, oldukça şaşırmıştım. Onun “esnek” vegan duruşunu neden ahlâken kabul edilebilir bulmadığımı açıkladım. “Esnek” vegan olmanın utilitaryen görüşle nasıl bağdaştığını anlayabilirdim (Singer da çizgiyi aynı yerden çekiyordu; evde vegan olduğunu ama seyahatteyken ya da başkalarının evlerindeyken olmadığını beyan ediyordu) ama haklar görüşüyle neresinden bağdaştığını anlamamıştım. Bir sonraki kısımda açıklayacağım sebeplerle, bu olayın meydana gelişinden kısa bir zaman sonra, Tom’la birlikte çalışmaya son verdik. O zamandan sonra birlikte çalışmaya devam etseydik, Tom’un veganlığını “esnetmeye” son verme kararı alması gerekecekti. Ancak, tekrar vurguluyorum, halka açık sunumlarımızın hiçbir yerinde, hiçbir zaman, “esnek” vegan bir görüş savunmamıştı. (Not: Burada bahsedilen tüm mektup ve diğer belgeler, yazar tarafından dosyalanmıştır.)
  • [2] Animals’ Agenda, Ocak/Şubat 1992, 40.
  • [3] “Kesişimsel” kelimesi, türcülüğe ek olarak insanlara yönelik tüm ayrımcılıkların da reddedilmesinin, hayvan haklarının bütünleyici bir parçası olması anlamına geldiğine göre, biz bu görüşü zaten uzun yıllar önce benimsemiştik. Penn Hukuk Fakültesi’nde ders vermeye başladığım 1985 yılından itibaren, hukuk felsefesi derslerimde ne zaman hayvan hakları kuramı hakkında konuşsam, insan haklarından, özellikle de feminizmden bahsederdim. İnsan hakları/hayvan hakları meselesi, Tom ve benim, 1980lerin sonlarından itibaren yaptığımız kamusal sunum ve konuşmaların bir parçası olagelmişti. “Kesişimsellik”, göreceliliğin bir biçimi olarak tanıtılıp, abolisyon ve veganlık gibi ahlâki yükümlülüklerin azınlıkların “yaşam deneyimlerini” göz ardı ettiği görüşünü temsil ettiği sürece, biz bu duruşu kabul edemezdik. Ben reddetmeye devam ediyorum, çünkü ahlâki göreceliliği yanlış buluyorum. Bkz. “Essentialism, Intersectionality, and Veganism as a Moral Baseline: Black Vegans Rock and the Humane Society of the United States,” AbolitionistApproach.comhttp://www.abolitionistapproach.com/essentialism-intersectionality-andveganism-as-a-moral-baseline-black-vegans-rock-and-the-humane-societyof-the-united-states/ (10 Ocak 2016).
  • [4] Tom Regan, Betsy Swart’a mektup, 9 Eylül 1995. Tüm vurgular orijinalindendir.
  • [5] Mark Harris, “The Threat From Within”, Vegetarian Times, Şubat 1995, 62.
  • [6] Don Barnes, “The Dangers of Elitism”, Animals’ Agenda, vol.15, no.2, 44 (1995). Barnes yazıda doğrudan Tom ve benim ismimizi vermemişti ama saldırısının bizi hedef aldığı Vegetarian Times’daki yazıya yorumlardan açıkça belliydi.
  • [7] Tom Regan, Peter Gerard’a mektubun taslağı, yazara fakslanmıştır, 17 Kasım 1995.
  • [8] Tom Regan, “Why We Will Not Be Marching”, e-posta, 7 Aralık 1995.
  • [9] Tom Regan, Peter Gerard’a mektup, 2 Mart 1996.
  • [10] Vurgu orijinalinde de mevcuttur.
  • [11] Tom Regan, gizli alıcılara mektup, 30 Mart 1996.
  • [12] Animals, Property, and the Law gibi, Rain Without Thunder da, Temple Üniversitesi Yayınlarından çıkmıştı. Ama önceki kitabımdan farklı olarak, Tom’un serisinin içinde yayınlanmamıştı. Kitaba 1996 Yürüyüşü etkinliklerini anlattığım, “Geri Geri Yürümek” başlıklı bir not ekledim. bkz. s.226-30
  • [13] Tom Regan, Kafesler Boşalsın: Hayvan Haklarıyla Yüzleşmek (İstanbul: İletişim Yayınları, 2007), 274. (Orijinali: Empty Cages: Facing the Challenge of Animal Rights. Lanham, Maryland: Rowman and Littlefield, 2004, 186.)
  • [14] Kafesler Boşalsın, 284.
  • [15] “Power of One” konferansını anlatan broşürün bir kopyası için bkz. https://www.abolitionistapproach.com/media/pdf/PowerofOnebrochure.pdf
  • [16] Peter Singer, John Mackey’e mektup, 24 Ocak 2005. bkz. https://www.abolitionistapproach.com/wp-content/uploads/2015/09/support1.jpg
  • [17] Mackey’nin bu grupların adını andığı ses kaydından duyulabilir. bkz. “Mackey on Stakeholders”, www.abolitionistapproach.com/mackeyonstakeholders/ (22 Ağustos 2015)
  • [18] Bkz. Gary L. Francione ve Anna Charlton, Animal Rights: The Abolitionist Approach (Newark, New Jersey: Exempla Press, 2015), 41-43.
  • [19] bkz. Gary L. Francione, “Comparable Harm and Equal Inherent Value: The Problem of the Dog in the Lifeboat,” Between the Species, Yaz-Güz 1995, 81-89, kitap notu olarak yeniden basım: Gary L. Francione, Animals as Persons: Essays on the Abolition of Animal Exploitation (New York: Columbia University Press, 2008), 210-229.
  • [20] Tom Regan ve Peter Singer, “The Dog in the Lifeboat: An Exchange,” New York Review of Books, 25 Nisan 1985.
  • [21] bkz. örn. Gary L. Francione, “Hayvan Refahı Düzenlemeleri, “Mutlu” İstismar ve Türcülük, AbolisyonistVeganHareket.orghttps://abolisyonistveganhareket.org/post/92532930701/hayvan-refah-duzenlemeleri-mutlu-somuru-ve-turculuk (27 Ağustos 2013).
  • [22] Abolisyonist harekete dair ayrıntılı bilgi için bkz. Francione ve Charlton, not 18. Ayrıca bkz. http://www.AbolitionistApproach.com ve http://www. HowDoIGoVegan.com.

Not: Bu içerik ilk kez Between the Species, Cilt 21, Sayı 1 Bahar 2018‘de yayınlanmış olup Türkçeye ilk kez 17 Temmuz 2022’de Abolisyonist Vegan Hareket adına Gülce Özen Gürkan tarafından çevrilmiştir. Çevirmenden alınan izin doğrultusunda sitemize Taner Beyter tarafından uyarlanmıştır.

Hayvan Etiği ve Veganizm’e Dair Diğer İçeriklerimiz:

  1. Hayvan Yemenin Yanlışlığından Ziyade Onların Topyekûn Sömürüsü Nedeniyle Vegan Olun! – Heather Alberro
  2. Tabağınızda Bulunan Et Gezegeni 5 Farklı Yoldan Öldürüyor –  Francis Vergunst & Julian Savulescu
  3. “Acı Çekebilirler mi?”: Bentham’ın Hayvanlara Karşı Sorumluluklarımıza Dair Görüşleri – Daniel Weltman
  4. Ahlaki Yanlışlardan Kaçınmak ve Ahlaki Doğruları Takip Etmek: Hayvan Yemeyin – Taner Beyter
  5. Veganlık Bir Dini İnanç İle Aynı Yasal Muameleyi Mi Görmeli? – Jonathan Seglow
  6. Veganlık Savunusu Ne İşe Yarar? – Berk Efe Altınal
  7. Hayvan Hakları ve Veganlık – Berk Efe Altınal
  8. Veganlığın Öncüleri: Kısa Bir Tarihçe – Berk Efe Altınal
  9. Hayvanların Şaşırtıcı Bir Şekilde İnsanlarınkine Benzeyen Acıyı Hissetme Biçimleri – Liz Langley
  10. Ahlaki Vejetaryenizm – Tyler Doggett (Stanford Encyclopedia of Philosophy)
  11. Hayvanların Ahlaki Statüsü – Lori Gruen (Stanford Encyclopedia of Philosophy)
  12. Hayvanların Yaşama Hakkı Var Mı? – Tom Regan
  13. Sınırlamalar ve Hayvanlar – Robert Nozick
  14. Niçin Et Yemelisiniz – Nick Zangwill
  15. Çiftlik Hayvanlarının Bir “Şey” Değil, Birey Olduklarıyla Yüzleşme Vakti – Lori Marino
  16. Filozofların Et Yemek Hakkındaki Söylemleri – Joan McGregor
  17. Filozof Peter Singer’ın 45 Yıl Boyunca Hayvanları Savunarak Öğrendiği Şey – Kelsey Piper
  18. Christine M. Korsgaard ile Röportaj: Hayvan Etiği, Kantçılık ve Faydacılık – Röportaj
  19. Veganizm Her Zaman İçin Et ve Süt Ürünlerinden Kaçınmaktan Ziyade Ahlaki Bir Yaşam Sürmekle İlgili Olagelmiştir – Kate Stewart & Matthew Cole
  20. Et Yiyenler Veganlık Hakkında Aslında Ne Düşünüyor: Yeni Araştırma! – Chris Bryant
  21. Küresel Fast-Food Zincirlerine Vegan Et Devrimi Geliyor Ve Bu Devrim Gezegeni Kurtarmaya Yardımcı Olabilir! – Malte Rödl
  22. Çizburger Etiği – Eric Schwitzgebel
  23. Vejetaryenlik Etiği: Peter Singer ile Bir Röportaj – Tarun Timalsina
  24. Akademix Ankara Ekibine Konuk Olduk: Etik Vejeteryanizm – Taner Beyter
  25. Vejetaryen Olmak İsteyen Birinin Soruları ve Cevaplar – Taner Beyter
  26. Ahlak Felsefesi Açısından Bir Vejetaryenlik Savunusu: Vejetaryenizmi, Etik Olarak Nasıl Temellendiririz? – Taner Beyter
  27. Hayvanlar – Voltaire (Felsefe Ansiklopedisi)
  28. Hayvanların Ahlaki Statüsü – Jason Wyckoff
  29. Et Tüketimine Karşı Etik Bir Duruşun Olabilir Ama İneklerin Nesli Tükenmeli Mi Yani? – Neil Levy
  30. Vejetaryenizm Üzerine Ahlaki Diyaloglar – Michael Huemer
  31. Türcülük – Dan Lowe
  32. Primatlaşan Bireyler: Artılar ve Eksiler – Steve F. Sapontzis
  33. Hayvanlara Borçlu Olduğumuz Her Şey – Pam Weintraub
  34. Etik Olarak Hayvanların Acılarını Rahatlatmakla Yükümlüyüz – Steven Nadler
  35. “İnsanca” Öldürülen Bir Hayvan Yine De Öldürülüyor – Ve Bu Yanlış – Anna Charlton ve Gary Francione
  36. Yapay Zekalar Hayvanlarla Aynı Etik Korumalara Sahip Olmalıdır – John Basl ve Eric Schwitzgebel
  37. Kuş Gribi, İtlaf ve Hayvan Hakları – Prof. Dr. Hasan Yücel Başdemir

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Türkiye’de Felsefe Bölümü Lisansı Okumak – Erim Bakkal

Sonraki Gönderi

Koltuktan Bilim – Dan Falk

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü