Klasik Ontolojik Argüman’ın Ateistik Eleştirisi – Mehmet Mirioğlu

/
2306 Okunma
Okunma süresi: 33 Dakika

1. Argümana Giriş

Geçmişten beri Tanrı’nın zorunlu varlık olduğunu düşünen teologlar bu zorunluluğu mantıksal bir temel üzerine oturtma çabası içine girmiştir. Bunun için de salt akıl yürütmeye dayanan ‘Ontolojik Kanıt’ iddiasını öne sürmüşlerdir. İlk defa Anselm tarafından öne sürülen bu iddia kabaca söylemek gerekirse, Tanrı’yı “daha mükemmeli düşünülemeyen varlık” olarak tanımladıktan sonra bu varlığın var olmasının, var olmamasından daha mükemmel olduğundan yola çıkarak “Tanrı zorunlu olarak vardır” sonucuna ulaşır.

Tanrı dediğimiz şey daha mükemmeli düşünülemeyendir. Daha mükemmeli düşünülemeyen varlık kavramının gerçekten var olmadığını düşünün. Tamam ama; bu durumda bu varlığın gerçekten var olması daha mükemmel olurdu. “Daha mükemmeli düşünülemeyen varlık kavramı zihnimde mevcuttur. Bu varlığın gerçekten var olması salt hayal ürünü olmasından daha mükemmeldir. O halde bu varlık gerçekten var olmalıdır.” Anselm’in deyimini bu noktada klasik bir savunma olduğundan dolayı aktarmam gerekecektir:

“Bu varlık hakikaten öyle vardır ki, var olmaması düşünülememektedir. Zira var olmaması düşünülemeyen bir şeylerin var olduğunu düşünmek mümkündür ve böyle bir varlık, var olmaması düşünülebilir olandan daha mükemmeldir. Öyleyse, daha mükemmeli düşünülemeyen bir şeyin var olmaması düşünülebilirse, daha mükemmeli düşünülemeyen şey, aslında kendinden daha mükemmeli düşünülemeyen şey değildir ve bu bir çelişkidir. Neticede daha mükemmeli düşünülemeyen şey gerçekten öyle vardır ki; var olmaması düşünülememektedir.”(1)

Bu iddiayı aşağıdaki gibi formüle etmek konuyu daha anlaşılır kılacaktır:

  1. İnsanlar daha mükemmeli düşünülemeyen varlık fikrine sahiptirler.
  2. Farz edin ki mümkün en yüce varlık sadece zihinde bir fikir olarak vardır.
  3. Gerçekte var olmak sadece zihinde var olmaktan daha mükemmeldir.
  4. O halde, biz mümkün en mükemmel varlıktan daha mükemmel bir varlık, yani gerçekte de var olan bir varlık, tasavvur edebiliriz.
  5. Fakat mümkün en mükemmel varlıktan daha mükemmeli var olamaz
  6. O halde daha mükemmeli düşünülemeyen varlık gerçekte vardır.

Herkes “Tanrı” derken en yüce, mümkün olan en mükemmel varlığı düşünür. Bu varlığı, ya zihnimizde var olan bir kavram olarak, ya da aynı zamanda dış dünyada gerçekten var olan bir varlık olarak düşünebiliriz. Bu iki varlıktan hangisi daha mükemmeldir? Açıktır ki; ikincisi. Bu iddia şunu söylemek ister gibidir:

Var olmak var olmamaktan daha mükemmeldir. Tanrı daha mükemmeli düşünülemeyendir. O halde Tanrı vardır.

Açıktır ki ontolojik kanıt anlaşılması zor, anlatılması zor, aktarılması zor, eleştirilmesi zor, kendisine getirilen eleştirileri de anlatması zor olan bir argümandır. İlk duyulduğunda insanı afallatan türden bir argüman olan ontolojik kanıt çok sayıda tartışmalı ön kabule ve hatalı varsayımlara dayanır. İlk duyduğunda “Bir yerde hata var ama nerede?” diye düşünmeyen bir insanın olduğunu düşünmek zor gözükmektedir. İlk etapta güçlü ve hatası yokmuş gibi gözükmesine rağmen tahlil edildiğinde çeşitli problemlere gebe olan bu argüman, Schopenhauer’in deyimiyle felsefi bir şaka gibidir. “Safsatanın tam olarak nereden kaynaklandığını bulmak (ontolojik kanıtın) safsata olması gerektiğine inanmış olmayı hissetmekten çok daha zordur” diyen Bertrand Russell’a katılmamak elde değil.

2. Varlık Sıfatı

Yalnızca düşüncede var olan bir varlığın mükemmelliği, gerçekte var olan bir varlığın mükemmelliğinden daha mı azdır? Zihninizde bulunan bir kavram düşünün. Şimdiyse o kavramın gerçekte var olduğunu düşünün. Gerçekten var olan bir varlığın zihindeki bir kavramdan daha mükemmel olabilmesi için varoluşun “bir özellik” olması gerekir. Aksi takdirde klasik ontolojik argüman işleyemez. Bu durumda varoluşun bir özellik olmadığı gösterildiği takdirde argüman da geçersizliğini gösterecektir, ki felsefe tarihinde bu türden bir eleştiri Kant’a atfedilir.

Var oluş, bir özellik midir? Elbette hayır. Biz bir şeyin gerçek dünyada var olduğunu söylerken ona bir özellik atfetmiş olmayız. Örneğin birine “bekâr” derken o kişinin evlenmemiş olduğunu anlatmaya çalışırız. Evlenmemiş olmak bir bekârın özsel özelliğidir. O halde bir insana “bekâr” derken bu insana bir özellik atfetmiş olurum, bekâr olmak bir insanın ayırt edici özelliklerindendir. Fakat bir insanın var olduğunu söylemek ona yeni bir özellik atfetmeyecektir (2). Bir özelliğin ayırt ediciliğini o özelliğe sahip olmayan kavramlar düşünüldüğünde anlaşılabilir. Örneğin “Bazı insanlar bekârdır bazıları değildir” ifadesi anlamlı bir söyleyiş iken “Bazı insanlar vardır bazıları yoktur” demek anlamlı bir ifade değildir (3). Zira bir şeyin varoluşu ona yeni bir özellik atfetmez. Varoluş, evlenmiş olma özelliği ile aynı türden bir şey değildir. Bundan ziyade bir özelliğe reelde sahip olma durumuna verilen isimdir.

Evleneceğiniz kişiyi hayal ettiğinizde onun sarı saçlı, mavi gözlü olmasını hayal edebilirsiniz. Fakat evleneceğiniz kişinin var olan biri olduğunu eklemek kişiye yeni bir özellik kazandırmaz. Varsayın ki arkadaşınız ile siz birbirinizden bağımsız olarak evleneceğiniz kişinin özelliklerini ayrıntılı şekilde kafanızda kuruyorsunuz. Ardından birbirinize hayal ettiğiniz kişinin özelliklerini anlatıyorsunuz. Ama o da ne? İkiniz de aynı kişiyi hayal etmişsiniz. İkiniz de aynı uzunlukta, aynı saç renginde, aynı kiloda, aynı göz renginde vs. özelliklere sahip olan kişiyi hayal etmişsiniz. Fakat arkadaşınız, sizden farklı olarak, hayal ettiği kişinin özelliklerini sıralarken onun gerçekten var olduğunu da ekledi. Bu durumda arkadaşınız, sizin hayalinizdeki kişiden farklı birini mi düşünmüş oldu? Elbette hayır. Arkadaşınızın tasviri sizin tasvirinize birebir uyacaktır. Tersi de geçerlidir. Bu durumda bir şeyin var olması o şeyi değiştirecek bir özellik olarak sunulamaz. Arkadaşınız da siz de aynı kişiyi tasvir ettiniz (4). Var olmayı ayırt edici bir özellik olarak tahayyül edebiliyor olsaydık, bunu söylemek mümkün olamazdı. O halde var olmanın bir özellik olmadığını savunmak ve dolayısıyla “Var olan bir Tanrı var olmayan bir Tanrıdan daha mükemmeldir” demek daha akla yatkın olmayacaktır.

Bu düşünme biçimini ontolojik argümana uyarladığımızda ontolojik kanıtın yersizliği gözler önüne serilecektir. “Var olan bir Tanrı diğer tüm özellikleri aynı kalmakla birlikte var olmayan bir Tanrıdan daha mükemmeldir” düşüncesi oldukça abes durmaktadır. “Diğer tüm özellikleri aynı kalmakla birlikte her şeyi bilmek her şeyi bilmemekten daha mükemmeldir” ifadesi kabul edilebilir fakat aynı şey “var olmak” için geçerli gözükmüyor. Zira bir şey var değilse zaten o şeye hiçbir doğru yüklemleme yapılamıyor demektir. Bu durumda herhangi bir özellik gibi “diğer özellikleri aynı kalmakla birlikte var olmak daha mükemmeldir” demek makul değildir zira bir şey yoksa hiçbir özelliği de yoktur. Bu durumda diğer özellikleri aynı kalmakla birlikte o şeyin var olmasından bahsedilemez çünkü diğer özelliklerinin aynı kalması için o şeyin zaten var olması gerekir. Bir şeyin var olması o şeye yeni bir özellik yüklemiyorsa gerçekte var olan bir varlık yalnızca zihinde var olan bir varlıktan daha mükemmel değildir. Gerçekteki bir Tanrı salt kurgusal bir Tanrıdan daha mükemmel değildir çünkü gerçekteki bir Tanrı salt kurgusal bir Tanrıdan daha fazla özelliğe sahip değildir.

Kısacası Tanrı kavramının olmadığını söylemek onun yalnızca “varoluş” özelliğinin gittiğini değil tüm niteliklerinin yok olduğunu gösterir. Tüm nitelikleri yok olursa bir çelişki ortaya çıkmayacaktır. “Üçgenin üç açısı vardır” demek üçgenin olduğunu değil “üçgenin olması durumunda üç açısının olacağını” gösterir. “Tanrı daha mükemmeli düşünülemeyendir” denildiği zaman aynı şekilde “Tanrı olsaydı daha mükemmeli düşünülemeyen olurdu” demeye eşdeğerdir. Bu sebeple Tanrının olmaması durumunda basit bir şekilde çelişkiye düşülmemiş olur zira öyle bir varlık yoksa onun daha mükemmeli düşünülemeyen sıfatı da olmayacaktır. Gerek Tanrı’yı gerek bekârları gerek de üçgeni reddettiğiniz anda bu kavramlara atfettiğiniz tüm nitelikleri de tartışmanın bir anlamı olmayacaktır. Özetle bir üçgen varsaymak ve bu üçgenin üç açısının olduğunu reddetmek çelişki üretir, ama üçgeni üç açısıyla beraber inkâr etmek çelişki üretmez. Aynısı ontolojik argüman için de geçerlidir. Tanrının “daha mükemmeli düşünülemeyen” niteliğini bırakıp varoluşunu silerseniz çelişki oluşur, fakat Tanrının varoluşunu sildiğiniz anda tüm niteliklerini de beraberinde sildiğiniz için çelişki ortaya çıkmayacaktır (5). Ateist, Tanrı’nın varlığını reddettiğinde; onun bütün vasıflarını reddeder. Buna onun “daha yücesi düşünülemeyecek mükemmellikte olması” da dâhildir. Dolayısıyla “Daha yücesi düşünülemeyecek mükemmellikte bir varlık yoktur.” dediğimizde bir çelişki ortaya çıkmaz.

Ontolojik Argüman mantıksal açıdan doğru olsaydı bile, “daha yücesi düşünülemeyecek varlık” kavramının gerçekliğini kabul etmediğiniz sürece onunla bir sonuca ulaşamazdınız. Buradan anlaşılıyor ki yalnızca zihinde olan bir Tanrı hiçbir özelliğe sahip değildir, bu fikrin dünyada denk düşeceği bir gerçeklik yoktur. Bu durumda gerçekten var olan bir Tanrı ile yalnızca zihinde olan bir Tanrı’nın kıyaslamasını yapmak kadar anlamsız bir eylem olmayacaktır, çünkü zihindeki Tanrı hiçbir şeydir. Olan bir şeyle olmayan bir şeyi kıyaslamak yeterince absürt değil midir ki ontolojik argüman geçerli olsun? “Evim, var olması durumunda var olmaması durumundan daha güzeldir.” ifadesi açıkçası anlamsızdır, çünkü var olan bir şey ile var olmayan bir şey kıyaslanamaz. “Var olan x” ile “var olmayan x” arasında bir karşılaştırmaya gidilemez zira ortada kıyaslama yapılacak bir şey yoktur.

3. Mükemmellik Ölçütü

Argümanın en belirgin ikinci hatası ise “daha mükemmeli düşünülemeyen” sıfatını ele alarak kurulmuş olmasıdır. Fakat bu oldukça belirsiz bir ifadedir. Bir şeyin mükemmel olması, kişinin mükemmellikten ne anladığına bağlı olarak değişir. Örneğin bir kişi “Yuvarlak bir üçgen yaratabilen bir Tanrı bunu yaratamayan bir Tanrıya göre daha çok şey yaratır. O halde imkânsız şeyleri yaratan Tanrı bunları yaratamayan bir Tanrıdan daha mükemmeldir. O halde Tanrı doğası gereği mantık kurallarının dışında olmalıdır.” Diyebilirken Plantinga gibi bazı teistler, mantık kurallarının dışındaki şeyleri yapamasa bile Tanrının mükemmel olabileceğini iddia edebilmektedir. Aslında “daha mükemmeli düşünülemeyen varlık” hakkında konuştuğumuzda mükemmelliğin muğlaklığından asla olamayacak bir şeyden bile bahsediyor olabiliriz. Bununla beraber her türlü evren kendisinden daha mükemmeli düşünülebilen bir evrendir, zira evrenin mükemmelliğine dair evrene atfettiğimiz sıfatların çoğu (galaksi sayısı, yıldız sayısı, içerisinde yaşan bulunduran gezegen sayısı vs.) bir üst sınırı olmayan sıfatlardır. Tam da bu durumda daha mükemmeli düşünülemeyen evren daha büyüğü düşünülemeyen doğal sayı kadar anlamsızdır. Zira nasıl her doğal sayıya bir ekleyebiliyorsak ve asla en büyük doğal sayıya ulaşmıyorsak aynısı daha mükemmeli düşünülemeyen evren için de geçerlidir. Tanrıya atfedilen sıfatlar bilgelik, bilgi, güç gibi üst sınırı olan sıfatlar olduğundan dolayı daha mükemmeli düşünülemeyen varlık sıfatı çelişkili değildir fakat evren gibi bir varlıktan söz ettiğimizde herhangi bir üst sınır koşulu gütmediğimizden her evrenden daha iyisi düşünülebilir. Bu durumda “Evrenin yaratıcısı olan bir Tanrı mı daha mükemmeldir yoksa hiçbir olası evreni yaratmayan bir Tanrı mı?” problemi ile karşı karşıya kalırız. Her evrenden daha mükemmeli düşünülebiliyorsa hiçbir evreni yaratmayan bir varlık daha mükemmeldir, denilebilir. O halde kişinin mükemmellik algısına göre hiçbir eylemde bulunmayan bir varlığın daha mükemmeli düşünülemeyen olduğu iddia edilebilir. Oysa bu, bir teistin kabul etmesinin imkânsız olduğu tutumlardandır.

Tam bu noktada, mükemmellik ölçütü tamamen keyfi olduğundan dolayı hiç var olmayan bir Tanrı’nın var olan bir Tanrı’dan daha mükemmel olduğunu iddia edenler de çıkacaktır. Var olan her şey en az bir özelliğe sahiptir, aksi takdirde o şeyin var olduğu söylenemez. Bir şeyin var olmadığından söz ettiğimizde ise o şeyin herhangi bir özelliğe sahip olmadığını anlatıyoruzdur. Ontolojik argüman ile aynı hataya düşüp varoluşu bir özellik olarak ele alırsak basit bir şekilde yalnızca zihinde olan bir Tanrı’nın daha mükemmel olduğunu da iddia edebiliriz. Var olmak bir doğaya sahip olmaktır. Bir doğaya sahip olmak ise bazı özellikleri içinde barındırmaktır. Özellikleri olan bir varlık özellikleriyle sınırlandırılmıştır. Hiç var olmayan bir şey, yalnızca zihinde olan bir şey ise sınırsızdır. Özelliklerle sınırlandırılmayan bir şey özelliklerle sınırlandırılmış bir şeyden daha mükemmeldir. O halde yalnızca zihinde olmak hiçbir özelliğe sahip olmamayı beraberinde getirdiğinden Tanrının yalnızca zihinde olduğu sonucuna ulaşırız. Peki gerçekten de ulaşır mıyız? Eğer varoluşu bir özellik olarak ele alıp ontolojik argümanı doğru kabul edersek ulaşmamızda teorik bir sorun gözükmüyor. Ontolojik argüman bizi “Tanrı zorunlu olarak vardır” sonucuna da “Tanrı zorunlu olarak yoktur” sonucuna da ulaştırabilir. Tam bu noktada Douglas Gasking yokluğun daha mükemmel olduğuna dair sunduğu argüman gündeme gelebilir:

  1. Evrenin yaratılması akla gelebilecek en büyük başarıdır.
  2. Bir başarı kendi iç kalitesinin ve yaratıcısının yeteneğinin bir ürünüdür.
  3. Yaratanın yeteneği ne kadar az ise, yaratılanın handikabı daha az olacağından, sonuçta ortaya çıkan başarı o derece büyüktür.
  4. Bir yaratıcının sahip olabileceği en büyük handikap var olmaması olurdu.
  5. Öyleyse, eğer evren var olan bir yaratıcının ürünüyse, biz zihnimizde daha büyük bir yaratıcıyı hayal edebiliriz ki bu var olmadan yaratan biri olurdu.
  6. Demek ki Tanrı yoktur. (6)

Elbette Gasking burada Tanrının yokluğuna ulaşmayı amaçlamıyordu. Gasking yalnızca ontolojik argümanın ters yönde de kurulabileceğini, bir kişinin mükemmellikten anladığı şeyin tamamen öznel olduğunu kanıtlama girişimindeydi ki mükemmellik kavramının muğlaklığını gösterme açısından argüman başarılı durmaktadır. Benzer şekilde Plantinga’ya göre ahlaken mükemmel, alim-i mutlak, kadir-i mutlak bir varlık ve evreni aşkın varlık en mükemmelken, başka birine göre ahlaki davranışları olmayan (bununla bağlantılı olarak antropomorfik olmayan (kişisel/personel özellikleri olmayan) bir varlık daha mükemmeldir. Ayrıca evrene aşkın varlık evreni içkin varlıktan daha mükemmel olmadığına dair de çeşitli argümanlar ortaya sunmak olanaksız gözükmemektedir.

Bununla beraber bazı kişiler hiç kötülük yapmayan bir varlığı daha mükemmeli düşünülemeyen olarak adlandırmışken bazı kişiler bazı durumlarda kötülüğü seçen bir Tanrının daha mükemmeli düşünülemeyen olduğunu savunmuştur. Bazı kişiler insanların yapacağı her şeyi bilen bir Tanrının, bilmeyen bir Tanrıya göre daha mükemmel olduğunu iddia etmiş ve bu sebeple Tanrının, insanların yapacağı her şeyi daha insanlar yapmadan bileceğini iddia etmiştir. Bazı kişiler ise insanların yapacağı şeylerin daha onlar yapmadan bilinmesinin özgür iradeyi iptal edeceğini savunmuş ve bunun bilinememesinin, bilinmesinden daha mükemmel olduğunu iddia ederek Tanrının, insanların geleceğini bilemeyeceğini iddia etmiştir. Bazı kişiler zamanın dışında olan bir Tanrının zamana muhtaç olmadığından dolayı daha mükemmel olduğunu iddia ederek Tanrıyı “zamanın dışında” sıfatıyla tasvir etmiş, bazı kişiler olayları an be an izleyen bir Tanrının zamanın dışında olamayacağını düşünerek ve olayları an be an izleyen bir Tanrının, bunu gerçekleştirmeyen bir Tanrıdan daha mükemmel olduğunu savunarak Tanrıyı zamanın içine yerleştirmiştir. Bu durumda ontolojik argümanın üzerine kurulu olduğu “daha mükemmeli düşünülemeyen” sıfatı spekülatif bir tanımlama olarak gözükebilir. Mükemmellik kavramı o kadar özneldir ki Gasking’in de sunduğu gibi “Tanrının olduğunu mu iddia ediyorsun? Saçmalama, Tanrı o kadar mükemmel ki var olmaya bile ihtiyacı yoktur.” savunmasını bile haklı çıkarabilir.

4. Çok Tanrıya İnanmak

Tüm bu eleştirileri bir kenara bırakıp bir an için ontolojik argümanın doğru bir sonuca ulaştığını varsayalım. Eğer “Ontolojik argüman doğrudur.” önermesini kabul edip ontolojik argümanın üzerine kurulu olduğu mantıkla bu argümanın iç çelişki üreteceğini görürsek argümanın hatalı olduğunu anlayabiliriz. Bir an için “Daha mükemmeli düşünülemeyen varlık zihinde vardır. Gerçekte var olan bir varlık yalnızca zihinde var olan bir varlıktan daha mükemmeldir. O halde Tanrı gerçekte de vardır.” argümanını kabul edelim. Peki ya zihnimizde başka hangi varlıkların tanımına çelişkiye düşmeden ulaşabiliyoruz? Basit bir şekilde şu tanımlara da zihnimde sahip olduğum savunulabilir:

X: Daha güçlüsü düşünülemeyen ve evrendeki yalnızca bir gezegenin tarihini bilen, bilgisi sınırlı bir varlık.

Y: Daha güçlüsü düşünülemeyen ve yalnızca bir insanın ve bu insanı ilgilendiren şeylerin tarihini tam olarak bilen, bilgisi sınırlı olan bir başka varlık.

Z: Daha güçlüsü düşünülemeyen ve yalnızca bir atomun etkileşimlerinden haberi olup bilgisi sınırlı olan bir başka varlık.

Elbette bu listeyi sonsuza kadar uzatmamız mümkün. Buradan şu sonuca ulaşabiliriz: daha güçlüsü düşünülemeyip bilgisi sınırlı olan bir varlık mümkündür (üstelik bu sıfata sahip olan sonsuz sayıda varlık mümkün olacaktır.) Daha güçlüsü düşünülemeyip bilgisi sınırlı olan varlıklar bütününe “İsalyeh” gibi anlamı olmayan bir kelimeyi takıp bu varlığın, yukarıdaki gibi sunulan formlarına X, Y, Z, T… gibi isimler verelim. Şimdi düşünün: “İsalyeh daha güçlüsü düşünülemeyendir. Zorunlu olarak var olan bir varlık şartlı (olumsal) olarak var olan bir varlıktan daha güçlüdür, zira şartlı bir varlık gücünü ya sonradan kazanmıştır ya da başka bir şeye bağımlıdır, lakin zorunlu olarak var olan bir İsalyeh daha güçlü sayılmalıdır. O halde İsalyeh’in zorunlu olarak var olmadığı iddia edildiğinde çelişkiye düşülür. Öyleyse İsalyeh var olmak zorundadır.” Ontolojik kanıtın kuzeni olan bu kanıtlama türü ontolojik kanıt ile aynı mantık üzerine kuruludur. Bu sebeple İsalyeh var olmak zorundadır. İsalyeh aynı zamanda sonsuz sayıda formun genel ismi olduğuna göre sonsuz sayıda Tanrı var olmak zorundadır. Bu ise bir teistin kabul edebileceği bir şey değildir. Üstüne üstlük bırakın sonsuz tane Tanrıyı, yalnızca iki Tanrının olması bile mantıksal açıdan tutarsızdır. Bir an için iki Tanrının olduğunu varsayalım. Biri gerçek dünyanın tamamıyla sarı olmasını diğeri ise gerçek dünyanın tamamıyla pembe olmasını istiyor olsun. İkisinin de her şeye gücü yettiğine göre dünya hangi renkte olur: sarı mı pembe mi? Eğer sarı olursa ikinci Tanrının her şeye gücü yetmemiş olur, eğer pembe olursa birinci Tanrının her şeye gücü yetmemiş olur, eğer hem sarı hem pembe olursa her iki Tanrının da her şeye gücü yetmemiş olur, ne sarı ne pembe olursa yine iki Tanrının da her şeye gücü yetmemiş olur, gerçek dünyanın hem tamamıyla sarı hem de tamamıyla pembe olması da imkânsız olduğuna göre iki tane Tanrının var olması imkansızdır. Oysa ontolojik argüman bırakın iki Tanrıyı, sonsuz Tanrının zorunlu olarak var olacağı sonucuna ulaştırdı. O halde:

  1. Ontolojik argümanın üzerine kurulu olduğu yöntem doğru ise sonsuz sayıda Tanrı olmalıdır.
  2. Sonsuz sayıda Tanrının olması imkânsızdır.
  3. O halde ontolojik argümanın üzerine kurulu olduğu yöntem doğru değildir.

Üstelik ontolojik argüman yalnızca ahlaki açıdan “en iyi” olan varlık için değil, aynı zamanda “en kötü” varlık için de kurulabilir ve buradan da “daha kötüsü düşünülemeyen varlığın zorunlu olarak var olduğu” sonucuna ulaşılır. Ontolojik argüman ahlaki mükemmellik söz konusu olduğunda hem iyilik vasfında daha mükemmeli düşünülemeyen hem de kötülük vasfında da mükemmeli düşünülemeyen varlığa çıkabilir. Anlayacağınız ontolojik kanıt “daha iyisi düşünülemeyen” varlık kavramı için kullanılabileceği gibi “daha kötüsü düşünülemeyen varlık” kavramı için de uygulanabilir.

Zihnimizde “daha kötüsü düşünülemeyen varlık” kavramına sahibiz. Fakat eğer bu varlık sadece zihnimizdeyse, daha kötüsü düşünülemeyecek varlık olamaz; zira hem zihinde hem de gerçeklikte var olan varlık ondan daha kötü olacaktır. Sonuçta bu varlık var olmasaydı kötülük de yapamazdı! Bu durumda ontolojik argüman gereğince daha kötüsü düşünülemeyecek bir varlığın kesin olarak var olması gerektiğine ulaşırız. Ontolojik argümanın öncüllerini kullanarak şu şekilde ifade edebiliriz:

  1. İnsanlar daha kötüsü düşünülemeyen varlık fikrine sahiptirler.
  2. Farz edin ki mümkün en kötü varlık sadece zihinde bir fikir olarak vardır.
  3. Bu varlığın gerçekte var olması durumunda yalnızca zihinde var olması durumundan daha kötü olacaktır.
  4. O halde, biz mümkün en kötü varlıktan daha mükemmel bir varlık, yani gerçekte de var olan bir varlık, tasavvur edebiliriz.
  5. Fakat mümkün en kötü varlıktan daha kötüsü var olamaz
  6. O halde daha kötüsü düşünülemeyen varlık gerçekte vardır.

Ontolojik argüman aynı zamanda “Kötü Tanrı” kavramını da zorunlu kılar. Fakat bu açıkça hem iyi Tanrı hem de kötü Tanrının var olduğunu iddia eden Zerdüştlerin dışında hiçbir teistin işine yaramaz.

İyi de bir teist zaten daha kötüsü düşünülemeyen varlığa inanır. Dinlerdeki şeytan da tam olarak budur. Öyle değil mi?

Tam olarak öyle değil… Ontolojik argüman, bir varlığın sadece olduğuna değil, aynı zamanda zorunlu olarak olduğuna çıkar. Yani herhangi bir şeyin varlığını bu yöntemle gösterdiğiniz anda o varlığın sadece var olduğunu değil aynı zamanda zorunlu olarak var olduğunu göstermiş olursunuz. Dinlerde varlığı öne sürülen şeytan ise zorunlu bir varlık değildir. Dinlere göre şeytan, varlığını bizatihi Tanrının eylemlerinden alır. Yani şeytan zorunlu olarak var olan bir şey değil, bir şarta bağlı olarak var olan şeydir. Bu ontolojik argümanın ulaştığı sonuç değildir. Ontolojik kanıt bir şeyin olmadığının düşünülemeyeceğini söyler oysa dinlerdeki şeytan, var olmadığı bir zamandan ya da durumdan varlığa getirilmiştir yani var olmadığı düşünülebilendir. Ontolojik argümanın “daha kötüsü düşünülemeyen” özelliğine uygulanmasıyla ortaya çıkan varlık şeytan değildir ve olamaz.

Daha kötüsü düşünülemeyen varlığı ortaya attığımız anda bu varlığın kudret, bilgi gibi vasıflarının da kötü olduğunu anlatmaya çalışırız. Bu durumda bir şeyin daha kötüsünün düşünülemeyeceğini söylediğimiz anda olası en kötü durumu tasvir ederiz ki bir varlığın en zayıf olduğu durum düşünülebilecek en kötü şeydir. Bir varlığın var olmaması var olmasından daha kötü olduğuna göre “daha kötüsü düşünülemeyen varlık” zorunlu olarak yoktur. Öyle değil mi?

Tam olarak öyle değil… “Daha zayıfı düşünülemeyen varlık” ile “daha kötüsü düşünülemeyen varlık” arasındaki ayrım anlaşıldığında eleştirinin yersiz olduğu fark edilecektir. Zira kötülükten kastımız zayıflık değildir. Bir varlığın düşünülebilecek en kötü varlık olması için kudretinde ve bilgisinde “en üst düzeyde” olması gerekir. Aksi takdirde kötülük yapma yeteneğine sınırlamalar gelmiş olurdu ve bu varlık düşünülebilecek en kötü varlık olamazdı. Aslında onun daha kötüsü düşünülemeyecek varlık olması için kudretinde ve bilgisinde Tanrı’nın “eş değeri” olması gerekmektedir. Gücü sınırlı olan bir varlık mı daha fazla kötülük yapar yoksa gücü sınırsız olan bir varlık mı? Bilgisi sınırlı olan bir varlık mı daha fazla kötü eylemlerde bulunabilir yoksa bilinebilecek her şeyi bilen varlık mı? Yalnızca zihninizde olan bir varlık mı daha fazla kötülük yapabilir yoksa o varlığın gerçek olması mı daha kötü sonuçlara yol açar? Elbette güç ve bilgi konusunda olabilecek en üst seviyede olup her hareketi ahlaki açıdan kötü olan bir varlık “daha kötüsü düşünülemeyen” varlıktır.

Sonuç şu ki bir tür çok Tanrılı din kabul edilmediği sürece ontolojik argümanın klasik versiyonunu savunmak imkânsızlaşır.

5. Saçmalığa Ulaşmak

Anselm’in akıl yürütmesine, tüm bunları bir kenara bıraktığımız takdirde, ilk yanıt çağdaşı Gaunilo’dan gelmiştir. Gaunilo, yukarıdaki sonsuz Tanrı senaryosundan farklı olarak, ontolojik kanıt yöntemi ile istenilen her şeyin kanıtlanabileceğini ileri sürmüştür. Gaunilo eleştirisini daha yücesi düşünülemeyecek mükemmellikte bir ada kavramından yola çıkarak ortaya atmıştır. Bu ada var olmak zorundadır, zira gerçeklikte var olmasaydı en mükemmel ada olamazdı. Bu adanın olduğunu iddia etmekse akıl kârı değildir (7).

Her ne kadar Gaunilo doğru akıl yürütme yapsa da verdiği örnek feci şekilde hatalıdır. Örneği hatalıdır, zira üst sınırı olan niteliklere sahip varlıklar ile üst sınırı olmayan niteliklere sahip varlıklar arasındaki ayrımı yapamamaktadır. “En büyük doğal sayı” kaçtır? Herhangi bir doğal sayıya sürekli bir eklenebileceği için bunun bir üst sınırı yoktur. Her seferinde daha büyüğü düşünülebilir. Bir adayı mükemmel yapan özellikleri sıraladığımızda da bir tür üst sınıra ulaşamayız. Bir adaya sürekli yeni bir ağaç eklenebilir, adanın sınırları sürekli olarak daha büyük olabilir vs. O halde “daha mükemmeli düşünülemeyen ada” fikri çelişkilidir, zira bunun bir üst sınırı yoktur, sürekli daha mükemmeli düşünülebilir. Bilgi, güç, erdem gibi kavramlar ise üst sınırı olan niteliklerdir. Yapılabilecek her şeyi yapabiliyorsanız gücünüz sınırsızdır. Buna artık yeni bir şey eklenemez. Gaunilo bu noktada hata yapmaktaydı.

Fakat hala Gaunilo’nun akıl yürütmesinde bir hata olmadığı savunulabilir. Örneğin sayısal bakımdan içinde bulundurduğu her şeyin bir tanımını yaptıktan sonra o sayısal tanımı yapılan adanın daha mükemmeli düşünülemeyen versiyonunu ele aldığımız takdirde “üst sınır eleştirisi” çökecektir. Yani bir varlığa dair nitelikleri “üst sınıra sahip olan nitelikler” ve “üst sınırı olmayan nitelikler” olarak ayırdığımızda eleştirinin yalnızca varlığın sınırı olmayan nitelikleri için geçerli olduğunu anlayabiliriz. Bu durumda üst sınırı olmayan her niteliği sınırlayıp geriye üst sınırı olan nitelikleri bıraktığımızda akıl yürütmemiz doğru sonuca ulaşacaktır. Örneğin “X kadar palmiyeye Y kadar hindistancevizi ağacına vs. sahip olup daha mükemmeli düşünülemeyen ada” dediğimiz anda artık bir “daha mükemmeli düşünülemeyen” fikrine ulaşabiliriz. Ada örneğini fazla tanım barındırdığı için eleştiriyi bu analoji üzerinden vermemeyi tercih ederim. Örneğin “daha mükemmeli düşünülemeyen kâğıt 10 TL para (çok yakında 1 Dolar, beklemede kalın)” tanımlamasını yapıp ontolojik kanıt açısından düşündüğümüzde üst sınır eleştirisinin geçersizliği gözler önüne serilecektir (8). Zira buradaki mükemmellik tanımı atomların dizilişi, moleküllerin saflığı, herhangi bir buruşukluğa sahip olup olmama gibi sınırı olan şeyler olacaktır. O halde eleştiriyi “daha mükemmeli düşünülemeyen X” gibi genelleyebiliriz:

  1. Daha yücesi düşünülemeyecek mükemmellikte bir X fikrine sahibiz.
  2. Her şey aynı kalmak üzere hem zihinde hem de gerçeklikte var olan bir varlık, sadece zihinde var olan bir varlıktan daha mükemmeldir.
  3. Demek ki X, hem zihinde hem de gerçeklikte vardır.

Bu yöntem kullanılarak “daha mükemmeli düşünülemeyen kanatlı at”, “daha lezzetlisi düşünülemeyen yemek” gibi çok sayıda tanım varlığa getirilebilir. Hatta ontolojik argüman bir tür “daha mükemmeli düşünülemeyen evren yaratan fiziksel mekanizma veya evren” için bile kullanılabilir. Üstelik incelendiğinde özel bir evren tanımıyla üst sınır eleştirisinden de kaçılabilecektir. Daha mükemmeli düşünülemeyen evrenden kasıt içinde bulundurduğu yıldız veya galaksi sayısından ziyade “her türlü olumsal evrene sebep olabilen”, “olası tüm yaşam biçimlerini içinde barındırabilen” olarak bahsedilirse bu evrenin ontolojik statüsü de sınırları olan bir şey olacaktır (tıpkı Tanrı gibi) ve her zaman daha mükemmelinin düşünülebileceğine dair eleştiri geçersiz olacaktır. Daha mükemmeli düşünülemeyen evren yaratan mekanik sistem de üst sınır eleştirisine takılmaz zira buradaki mükemmellik o sistemin niceliğinden bağımsız olacak yalnızca niteliğine göre belirlenecektir. Olası her evreni yaratabilen, hiçbir şarta bağlı olmayan vs. bir sistem, daha mükemmeli düşünülemeyen “evren yaratıcı mekanik sistem” olacaktır. Peki, aynı şekilde tüm bu şeylerin de zorunlu olarak var olduğunu iddia edebilir miyiz?

6. Sonuç

Tanrının tanımından yola çıkarak onun zorunlu olarak var olduğunu iddia eden klasik ontolojik argüman ilk olarak Anselm tarafından savunulmuştur. Anselm’e göre, Tanrı’ya inanmayan bir “budala” bile Tanrı kavramına hiç olmazsa zihninde sahiptir. Zihninde, “daha yücesi düşünülemeyecek mükemmellikte bir varlık” fikrini taşır. Ama bu varlığın sadece zihnimizde var olduğunu kabul edersek; bir çelişkiye düşmüş oluruz. Zira sadece zihnimizde var olan bir varlık, daha yücesi düşünülemeyecek kadar mükemmel olamaz. Ondan daha büyük olan bir varlık düşünülebilir. Bu, hem zihnimizde hem de gerçeklikte bulunan varlıktır. Bu argüman sonuç olarak birçok yönden eleştiriye açıktır:

  • Evleneceğiniz kişiyi hayal ettiğinizde onun sarı saçlı, mavi gözlü olmasını hayal edebilirsiniz. Fakat evleneceğiniz kişinin var olan biri olduğunu eklemek karşı çıkılmaz derecede abestir. Bir şeyin hayalini kurduğunuzda ve o şeyin gerçeği ile karşılaştığınızda hayalinizdeki şeye yeni bir özellik katılmış olmaz. Varoluş bir özellik değildir. Bu durumun doğal sonucu olarak gerçekteki bir Tanrının salt kurgusal bir Tanrıdan daha mükemmel olmadığına ulaşılır, çünkü gerçekteki bir Tanrı salt kurgusal bir Tanrıdan daha fazla özelliğe sahip değildir.
  • Tanrı kavramının olmadığını söylemek onun yalnızca ‘varoluş’ özelliğinin gittiğini değil tüm niteliklerinin yok olduğunu gösterir. Tüm nitelikleri yok olursa bir çelişki ortaya çıkmayacaktır. ‘Üçgenin üç açısı vardır’ demek üçgenin olduğunu değil ‘üçgenin olması durumunda üç açısının olacağını’ gösterir. ‘Tanrı daha mükemmeli düşünülemeyendir’ denildiği zaman aynı şekilde ‘Tanrı olsaydı daha mükemmeli düşünülemeyen olurdu’ demeye eşdeğerdir. Bu sebeple Tanrının olmaması durumunda basit bir şekilde çelişkiye düşülmemiş olur zira öyle bir varlık yoksa onun daha mükemmeli düşünülemeyen sıfatı da olmayacaktır.
  • “Var olan bir X” ile “Var olmayan bir X” arasında kıyas yapılamaz. Bu durumda gerçekten var olan bir Tanrı ile yalnızca zihinde olan bir Tanrı’nın kıyaslamasını yapmak kadar anlamsız bir eylem olmayacaktır, çünkü zihindeki Tanrı hiçbir şeydir.
  • İnsanların mükemmellik ölçütü tamamen öznel olduğundan “daha mükemmeli düşünülemeyen” kavramından da anladıkları şey mutlak olmayacaktır. Örneğin bazıları ‘her şeye gücü yetme’ sıfatının bu sıfata sahip olmamaktan daha mükemmel olduğunu iddia ederken başka kişiler yine rasyonel bir şekilde tersinin daha mükemmel olduğunu savunabilir. Bu Tanrının her sıfatı için geçerlidir. Mükemmellik kavramı o kadar özneldir ki “Tanrı o kadar mükemmel ki var olmaya bile ihtiyacı yok” bile denilebilir.
  • Ontolojik argümanın üzerine kurulu olduğu mantıkla yalnızca ‘her şeye gücü yeten ve her şeyi bilen’ sıfatlarını beraberinde getiren ‘daha mükemmeli düşünülemeyen’ niteliği değil aynı zamanda daha güçlüsü düşünülemeyen ama bilgisi sınırlı olan sonsuz sayıda Tanrı da kanıtlanabilir. Yani ontolojik kanıt çok sayıda Tanrının var olduğunu bırakın bu Tanrıların zorunlu olarak var olduğunu savunur. Oysa yalnızca iki Tanrının olması bile imkânsızdır. O halde ontolojik argüman geçersizdir.
  • “Daha mükemmeli düşünülemeyen varlık” hem ahlaki açıdan daha iyisi düşünülemeyen hem de ahlaki açıdan daha kötüsü düşünülemeyen varlıklar için kullanılabilir. Yalnızca zihinde olan bir kötü varlık hem zihinde hem gerçekte var olan kötü varlıktan daha kötü olduğuna göre daha kötüsü düşünülemeyen varlık da zorunlu olarak doğru olmalıdır.
  • Ontolojik argüman beraberinde her türlü saçmalığı kanıtlamak için kullanılabilir. Bu kanıtlama metoduna göre “daha mükemmeli düşünülemeyen süper karınca” gibi hayali varlıklardan tutun “daha mükemmeli düşünülemeyen evren yaratıcı” gibi fiziksel ve metafiziksel karışımı spekülasyonlara kadar çok sayıda iddia var olmak zorundadır.

Tüm bu noktalar birleştirildiğinde klasik ontolojik argümanın o kadar da güçlü bir argüman olmadığını fark edebilirsiniz.

Kaynakça

  • (1) Michael Peterson & William Hasker & Bruce Reichenbach & David Basinger, Din Felsefesi-Seçme Metinler, çev. Osman Baş, Küre Yayınları, Haziran 2013, s. 231-249.
  • (2) Nigel Warburton, Felsefeye Giriş, çev. Ahmet Cevizci, Paradigma Yayıncılık, İstanbul, 2008, s. 28-29.
  • (3) Michael Peterson & William Hasker & Bruce Reichenbach & David Basinger, Akıl ve İnanç-Din Felsefesine Giriş, çev. Rahim Acar, Küre Yayınları, Eylül 2006, s. 108.
  • (4) Geniş savunu için bkz. Norman Malcolm, Anselm’s Ontological Arguments içinde The Existence of God – Problems of Philosophy Series, ed. John Hick & Paul Edwards, The Macmillan Company, New York, 1974, s. 47-69.
  • (5) Immanuel Kant, Arı Usun Eleştirisi, çev., Aziz Yardımlı, İdea Yayınevi, İstanbul, 2010, s.571- 572.
  • (6) William Grey, Gasking’s Proof, Analysis, c. 60, sayı. 4, Oxford University Press, 2000, s. 368-370’den akt. Richard Dawkins, Tanrı Yanılgısı, çev. Tunç Tuncay Bilgin, Kuzey Yayınları, İstanbul, Eylül 2010, s.82.
  • (7) Daha ayrıntılı savunma için bkz. Miroslav Imbrisevic, Gaunilo’s Cogito Argument, The Saint Anselm Journal, c.5, sayı 1, 2007.
  • (8) Peterson v.d., Akıl ve İnanç, s. 106.

Bağlantılı Diğer Yazılar

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Post-empirik Bilim Tehlikeli Bir İkiliktir – Jim Baggott

Sonraki Gönderi

Deontoloji: Kantçı Etik – Andrew Chapman

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü